
ABD yakında Mars’a gidiyor
- 4 Ocak 2018
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Bilim ve Teknoloji
- 0
Rusya uzayda istasyon kurdu, Çin Ay’a insansız uzay aracı indirdi, Amerika ise yakın gelecekte Mars’a gidiyor. Peki, Türkiye nereye gidiyor?
Mehmet Çanlı
Bir süredir teorik fizik ilgimi çekmeye başladı. Bu sebeple gerek internetten gerek televizyonlardaki bazı programlardan gerekse bazı dergi ve diğer yayınlardan konu ile ilgili hususları takip ediyorum. Şu ana kadar öğrendiğim şeyler beni oldukça şaşırttı. Açıkçası kafam biraz karışmış durumda. Öğrendiklerimin bazılarını burada paylaşıyorum. Sizin kafanızın da karışması dileğiyle…
- Evren, büyük patlama (big bang) olmadan önce 1 santimetre küpün sadece milyon, milyon, milyon (yani trilyon)’da biri kadarmış. Bu şu demek: Evrenin var olduğu malzeme başlangıçta bir atomdan veya bir canlı hücreden çok daha küçükmüş. Yani neredeyse yokmuş. Buna göre denilebilir ki evren yoktan var olmuş. Bunu ben demiyorum, bir ABD’li profesörün televizyonda yaptığı konuşmasından öğrendim.
- Bu gözle görülemeyecek kadar küçük nokta bu durumdayken aniden patlayarak saniyenin milyon, milyon, milyon (yani trilyon)’da biri kadar bir zamanda bu günkü evreni oluşturacak ilk yapıyı ortaya çıkarmış. Yani neredeyse ”an” diyebileceğimiz zamandan bile kısa bir sürede evreni oluşturacak her şey ortaya çıkmış. Yani ”ol” denince oluvermiş.
- Yeni ortaya çıkan bu yapı başlangıçta sadece hidrojen atomlarından oluşuyormuş. Başka hiçbir şey yokmuş. Ne demir ne altın ne karbon, ne de Cem Yılmaz’ın filmindeki karakterin dediği gibi tahta… Diğer elementler, hidrojen atomlarının yüksek ısı ve basınç altında birleşmesiyle daha sonra oluşmuş.
- Örneğin iki hidrojen atomu birleşince helyum oluşmuş. Bu helyum atomu, çok yüksek bir basınç ve sıcaklık altında ve an denilebilecek kadar kısa bir süre içinde diğer bir hidrojen atomu ile birleşince karbon oluşmuş. Yani insandan ağaca ve ota kadar hemen her canlının ve petrolden doğalgaza ve kömüre kadar her enerji kaynağının temel yapı taşı olan element (karbon) aslında üç hidrojen atomunun bir araya gelmesiyle oluşan bir şeymiş.
- Peki, bu karbon atomunun oluşumu nasıl gerçekleşmiş? Karbonun oluşması için gereken ısı ve basınç sadece yıldızların çekirdeklerinde, yani merkezlerinde bulunuyormuş, dolayısıyla karbon yıldızların çekirdeklerinde oluşmuş. Buradan da şu sonuç çıkıyor. Önce bazı yıldızlar oluşmuş ve bunlardan bazıları ömrünü tamamlayıp patladıkça çekirdeklerinde oluşan karbon atomları tüm evrene yayılmış. Evrende en çok bulunan elementlerden birinin karbon olduğu düşünüldüğünde, evrenin oluşumundan hemen sonra ne kadar çok yıldızın doğduğunu ve bu yıldızların zaman içinde ömrünü tamamlayarak patladığını söylemeye her halde gerek yoktur.
- Hadi gene iyisiniz. Buna göre herkes kendi çapında bir yıldız sayılır. Televizyonlarda yapılan şarkı yarışmalarında jürilerin bazı çokbilmiş üyeleri, karşılarına çıkan yarışmacıların bazılarına ukala bir şekilde ‘’Sende yıldız kumaşı yok…’’ derler ya, bu palavradan başka bir şey değil. Herkeste yıldız kumaşı var. Hatta bırakın kumaşı iskeletimiz bile yıldızdan yapılmış. Neyse… Tekrar konumuza dönelim…
- Tabi bu gelişme, yani değişik maddelerin ortaya çıkması ve birçok galaksilerden oluşan evrenin bu günkü halini alması hemen şıp diye oluvermemiş. Başlangıçta evrene bakan biri bu günkü şekline dönüşeceğini tahmin etmekte oldukça zorlanırmış. Çünkü evren ilk oluştuğunda ortama bir düzen değil kaos hakimmiş.
- Bana göre bu kaos ortamında anlaşılması en zor şey madde ve anti madde kavramları. Bilim adamlarının söylediğine göre big bang’ten hemen sonra evrende sadece maddeler ortaya çıkmamış. Anti madde diye bir şey de ortaya çıkmış. Bu konuyu daha kolay anlayabilmek için maddeye artı yük, anti maddeye de eksi yük diyelim. Bunu bilim adamları değil ben söylüyorum. Başka türlü anlamak ve anlatmak mümkün olmadığı için konuyu basitleştirmeye çalışıyorum. Nasıl artı yükle eksi yük bir araya gelirse nötr olur, yani yük diye bir şey kalmaz, anti maddeler ve maddeler de zaman içinde birbirleriyle temas ettikçe birbirlerini yok etmişler. Ortada hiçbir şey kalmamış.
- Yani temel fizik kurallarından biri olan ”var olan hiçbir şey yok olamaz” kuralına aykırı hareket etmişler. Geriye kalan maddeler ise evrenin oluşumunun ve bugüne kadar gelen yapısının ortaya çıkması için gerekli malzemeleri sağlamış.
- Peki, madem bazı maddeler arttı, o zaman bir miktar da anti madde artmış olmalı değil mi? Bu soruya evet diye cevap veren bilim adamları, bu anti maddenin nerede olduğu konusunda çok emin değiller. Herkes bir tez ortaya atıyor ama kafanızı daha fazla karıştırmamak için bu konuya girmeyeceğim. Fakat yine de evrenin bir yerinde mevcut evreni yok edebilecek bir güç olduğu aklınızın bir yerinde kalsın.
- Başlangıçta sonsuz denebilecek kadar çok gaz bulutlarından oluşan bu kaos ortamında, evrenin bu günkü şekliyle oluşumunu çekim kuvveti sağlamış. Birbiriyle çarpışıp birleşen moleküller daha büyük kütleler haline geldikçe diğer küçük parçaları çekerek gök cisimlerini oluşturmuşlar.
- Diğer bir şaşırtıcı ve anlaşılması zor şey de kara delikler. Evrenimizin merkezinde sayısı tam olarak bilinmeyen kara delikler olduğu söyleniyor. Bunlardan bizim güneş sistemimizin de içinde bulunduğu Samanyolu galaksisinin merkezinde de varmış. Bu kara deliklerin çok büyük çekim kuvvetleri olduğundan, yakınlarına gelen gezegenleri, yıldızları ve hatta galaksileri bile yutabilirlermiş. Öte yandan galaksilerin ve evrenin belli bir düzen içinde kalmalarını, yani dağılıp birbirlerine karışmamalarını da bu kara deliklerin oluşturduğu çekim kuvveti sağlıyormuş.
- Bir anlaşılması zor şey de karanlık madde dedikleri şey. Şu an, bizim çevremiz de dâhil her yerde hava gibi bizi saran, bizim duyu organlarımızla hissedemediğimiz ve ölçme cihazlarıyla ölçemediğimiz bir karanlık madde olduğu neredeyse tüm teorik fizikçilerin inandığı ve hesaplamalarını yaptığı bir fenomen.
- Buraya kadar anlattıklarım ilginç diyorsanız acele etmeyin. Esas ilginç konulara yeni geliyorum. Bu karanlık madde iç içe geçmiş olan paralel evrenleri oluşturan madde olabilirmiş. Şimdi paralel yapı söyleminden dolayı dikkat kesilmiş olabilirsiniz ama bunun o yapıyla alakası yok.
- Teorik fizikçilere göre evren tek değil. Bu konuda çeşitli fikirlere bölünmüş olsalar da en popüler fikir aynı anda aynı ortamda milyonlar hatta milyarlarca paralel evren olabileceği iddiasıdır. Karanlık madde de bu evrenleri oluşturan maddelermiş. Biz bunu göremesek de ortaya çıkardığı çekim kuvvetini ölçerek tespit edebilirmişiz. Onlar da bunu ölçmüşler.
- Bundan sonrasını kafası çok karışanlar okumayabilir. Çünkü anlaması oldukça zor. Mesela; her insan, önüne birden fazla seçenek çıktığında ve bunlardan birini seçtiğinde aslında seçenek sayısı kadar bölünme ortaya çıkarak o kadar yeni evren oluşuyormuş. Örnek verecek olursak; bir delikanlı karşısından gelen iki genç kızdan biri ile konuşma konusunda zihninde muhakeme yaptığında, farz edelim Ayşe ile konuşmaya karar vermiş olsun. İşte o anda evren ikiye bölünüp Fatma ile konuşma seçeneğini tercih ettiği başka bir evren ortaya çıkıyormuş. Yani delikanlı bu evrende Ayşe ile evlenip 9 çocuk yaparken diğer evrende belki de Fatma’nın çocuğu olmadığından çocuksuz bir yaşam sürüyormuş.
17.Bu kadar saçmalık yeter diyenlere güle güle. Devam edenlere daha söyleyeceklerim var.
- Bunlara inanmayanlara, bunları ispatlamak o kadar zor değilmiş. Nasıl mı? Anlatıyorum, takip edin lütfen.
- Şu anda dünya ile Ay arasındaki boşluk Güneş sistemi içindeki mesafelerle kıyaslandığında çok kısa bir mesafe. Bir örnekle açıklayayım. Dünya’dan kalkan bir roket Ay’a aynı gün içinde gidebilirken bize en yakın gezegen olan Mars’a 150-300 gün arasında bir sürede (şimdiye kadar gönderilen roketlerin ulaştıkları süreler bu arada seyrediyor) gidebiliyor. Güneşe en uzak gezegen olan Plüton ise dünyanın güneşe olan uzaklığının 40 katı kadar güneşten uzaktır. Yani Güneş’i İzmir’e koyarsak, Dünya’yı Salihli’ye, Plüton’u ise Moğolistan civarında bir yere koymamız gerekir. Bu sebeple bu gezegene gitmek 8-9 yıl sürüyormuş. Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi Güneş sistemi, Evren’in geneli gibi, çok az maddeden ama çok büyük bir boşluktan oluşuyormuş. Güneşin etrafında dönen tüm gezegenler Dünya ile Ay arasına sığabilmekte ve hatta boş yer bile kalmaktaymış. Yani güneş ve güneşin etrafında dolaşan gezegenler, içinde dolaştıkları boşluğa göre çok önemsiz bir yer kaplamaktadırlar.
- Bu kadarla kalmayarak devam ediyorum. Aynen güneş sisteminde olduğu gibi, maddeyi oluşturan proton ve nötrondan müteşekkil çekirdek ile etrafında dolaşan elektronlar arasındaki mesafe de çok büyükmüş. Ne kadar büyük olduğunu şöyle anlatalım. Eğer elektronları, aradaki boşluğu kapatarak, çekirdeğe yapıştırırsak Dünya bir futbol topundan daha küçük oluyormuş. Bir de atomun çekirdeğindeki proton ve nötron arasındaki boşluğu, daha da ileri giderek bu proton ve nötronları oluşturan quarklar arasındaki boşluğu kapatırsak dünya rahatça cüzdanınıza sığacak kadar küçülüyormuş. Şimdi bunu güneş sistemi, galaksiler ve evren boyutuna uygularsak aslında evrende ihmal edilebilecek kadar az madde olduğu anlaşılıyor. Buna göre Evren büyük bir boşluktan ibaret. Çünkü evrendeki tüm maddeler iyice sıkıştırılırsa benim çalışma odama (çalışma odam oldukça küçük olmasına rağmen) rahatça sığar ve bana da yer kalır.
- Anlaşıldığı gibi evren ve güneş sistemi gibi atomlar da daha çok boşluktan oluşuyor. Peki, bu boşluklarda hiçbir şey yok mu gerçekten? İddia odur ki bu boşluklarda farklı frekans yapılarında birbiri içinde milyonlarca ve hatta milyarlarca evrenin aynı anda var olması mümkünmüş. Yani bu evrendeki boşluklar başka evrendeki maddelerin bulunduğu yerler olabilirmiş.
- Bir yabancı bilim adamının konuşmasından şunu duydum ve neredeyse küçük dilimi yutacaktım. ”Evren yoktan var olmuştur ve aslında bizim şimdiye kadar anladığımız anlamda var bile değildir.” Ne demek istiyor bu adam diye günlerce düşündüm ama çözemedim. Acaba İbn-ül Arabi’nin dediği gibi ”Hiçbir şey yoktur. Sadece Tanrı vardır. Tanrıdan ayrı ve onun dışında hiçbir varlık yoktur. Var olan her şey tanrının görüntüsüdür ama tanrı bu görüntüden daha aşkındır.” mı demek istiyor? Ya da Spinoza’yı mı doğruluyor? Pananteistlerin söyledikleri doğru muymuş yani? Ben anlamadım. Anlayan varsa bana da anlatırsa sevinirim.
- Bir anlaşılmaz konu da zaman meselesi. Mesela size şöyle bir soru sorsam nasıl cevap verirsiniz? Biz şu anda yaptığımız şeyleri neye göre yapıyoruz? Bana böyle bir soru sorulsaydı kısaca şöyle cevap verirdim: Geçmişte yaşadıklarımızdan çıkardığımız tecrübelere ve bu günkü ihtiyaçlarımıza göre. Ama bu da yanlışmış. Çünkü fizikçiler gerçekte şu an diye bir şeyin olmadığını, şu anın sadece bizim algımızın yarattığı bir yanılsama olduğunu iddia ediyorlar. İsterseniz biraz açıklayayım. Bu iddiaya göre zaman geçmiş ve gelecek dâhil bir bütünden oluşuyor. İp gibi uzun bir yolu düşünün. Biz bu yolun o anda ayaklarımızın bastığı bölümünü algılıyoruz ve ona şu an diyoruz. Ama arkamızda da önümüzde de yol var. Önümüzdeki yol biz yürüdükçe var olmuyor. Yani yarın, şu anda var. Biz yarını sadece dünyanın dönüşü sonucu algılıyoruz.
- Buraya kadar olanlar saçma mı geldi. Durun… Hemen karar vermeyin… Dahası da var… Bu anı böyle düşününce, bu anda olanlar da sadece geçmişe ve bu ana bağlı olmuyor. Gelecek de bu anın nasıl olacağını belirliyor. Yani yolun devamı olduğuna göre bu anda üzerinde bulunduğumuz yer önümüzdeki yola da bağlı ve önümüzdeki yol da şu anda nerede olduğumuzu ve ileride nereye gideceğimizi belirliyor. Buna saçma demeyin hemen. Adamlar bunu laboratuvar ortamında ispatlamışlar.
- İsviçre’de yapılan Cern deneyini çoğunuz duymuşsunuzdur. Burada dağın altına kazılan bir tünelde atom altı parçacıklar çarpıştırılarak deneyler yapılıyor. Atom altı parçacıklarla buna benzer bazı deneyler Amerika’daki bazı tesislerde de yapılıyor. Yapılan bir deneyde, küp şeklindeki bir cama doğru bu parçacıklardan biri gönderiliyor ve bu parçacığın daha cama çarpmadan önce küp şeklindeki camın öteki tarafından çıktığı gözlemleniyor. Yani gelecek şimdiden daha önce var oluyor. İlginç olan bu parçacık camın öte tarafından çıkan parçacığın yolunu takip ederek cama çarpıyor. Yani gelecek şimdiyi belirliyor.
- Bunlar şu sıralar fizikçiler arasında en çok tartışılan konuların sadece bazıları. Diğer iddialar ve bu iddialardan bilimsel deneylerle ispat edilenler de oldukça akıl almaz şeyler. Bunları öğrendikçe insanın kafası daha da karışıyor. Mesela Cern deneyine katılan bir profesör kameralar karşısında şunu söyledi: ”Evren yoktan var olmuş. Madde ve enerji ile ilgili şimdiye kadar bildiklerimizin hemen hemen hepsi geçersiz olabilir. Enerjinin korunumu yasası da bunlardan biri. Belki de madde ve enerji diye iki şey yok. Bunlar aslında aynı şey olduklarından birbirlerine dönüşebilirler.”
- Hemen son söylediğinin üzerine atlayıp ”Tabii ki öyle. Petrol maddesini yakınca ısı enerjisi elde ederiz. Madde enerjiye dönüşüyor.” diye zıplamayın. Şimdi söyleyeceklerimi dinleyip öyle karar verin. Adam diyor ki; ”Çarpışma deneyi bize gösterdi ki enerjiye de kütle kazandırmak mümkün. Yani enerjiden de madde elde edilebilir.” Bu şu anlama geliyor. O yaktığımız petrol maddesinden elde ettiğimiz ısı ve ışık enerjisi var ya, onu uygun bir işlemle tekrar petrol maddesi haline getirebiliriz. Veya güneşli bir günde dışarı çıkıp güneş ışınlarının getirdiği ısı ve ışıktan yeni bir madde elde edilebiliriz. Bu ne maddesi olur onu bilemem… Hadi bakalım, çıkın işin içinden.
- Anladığım kadarıyla aklı başında insanlar tarafından idare edilen bütün ülkeler şimdi bu konuları araştırmakla uğraşıyor. Onun için başta ABD olmak üzere tüm Batı ülkeleri, Rusya, Çin, Hindistan, Pakistan ve hatta İran bu alanlardaki araştırmalara yatırım yapıyor. Ülkeler bunun için sadece araştırma kurumları kurmakla kalmıyor eğitim sistemlerini de buna göre düzenliyorlar. Mesela şeriatla yönetilen bir ülke olan İran, imam hatip veya molla hatip açmak yerine son yıllarda liselerini bilimsel dallara göre ayırıp çok sayıda fizik, matematik ve kimya liseleri açıyor. Bu da şimdiden meyvelerini vermiş gibi görünüyor. Çünkü İran son zamanlarda gayet başarılı bir şekilde bilgi ve teknoloji üretmeye başladı. İranlılar bu bilgi ve teknoloji sayesinde kendi araç ve silahlarını yapmaya başladılar. Bununla da kalmayıp uzaya gidebilecek füze sistemleri geliştiriyorlar. Nükleer teknolojide de epey yol kat ettiler.
- Avrupalılar ve ABD’liler daha da ileri gitmiş durumdalar. Avrupa birliği, değişik gezegenleri incelemek için boyuna yeni uydular gönderiyor. ABD ise en kısa süre içinde Mars’a insanlı uzay aracı gönderme çalışmalarına hızla devam ediyor. Rusya’nın uzay çalışmalarından bahsetmeye gerek bile duymuyorum. Adamlar uzayda üs kurdular ve her geçen gün bu üssü daha da geliştiriyorlar. Çin dış uzaya ve atmosferin en üst katmanına bir sürü uydu yerleştirdi. Kendi uydularından birini Çin’deki bir üsten ateşlediği bir füze ile vurdu. Mekanik kollar taktığı bir uydusuyla diğer bir uydusunu uzayda yakaladı. Sanırım bir uzay aracından Ay’a deneme maksatlı füze bile attılar.
- Peki Türkiye’de durum nedir? Ben olan biteni anlatayım, ne durumda olduğuna siz karar verin.
- TÜBİTAK gibi Türkiye’nin (sözde) en seçkin kurumunda son 10-15 yıldır görev yapan sözde araştırmacı bilim adamları, bilimsel araştırma yapmak yerine ülkeyi kumpaslarla nasıl ele geçireceklerini araştırmışlar. Bylock diye bir yazılım geliştirerek gizlice haberleşmişler, devletin en aşağıdan en yukarıya kadar tüm kurumlarında çalışan insanları dinleyip ABD’ye göndermişler. Ve bunu da dini bir vecibe edası ile icra etmişler. Ayrıca bu bilim adamcıkları, kendini Mehdi zanneden bir manyağa tapınma derecesinde bağlanmışlar. Çakma mehdinin kirli çoraplarının suyunu içmek mi yoksa ellerini yıkadığı, burnunu temizlediği suyu yüzlerine sürmek mi onları cennete götüreceğine karar vermekle meşgul olmuşlar. Aynı örümcek kafalı tipler üniversitelerde de köşe başlarını tuttuklarından bu köşe başlarından da bilime dair pek bir şey geçememiş. Bu adamların yapacağı bilimsel araştırmanın ne kadar bilimsel olacağını siz düşünün artık.
- Öte yandan bunları, önce ‘’Allah verdikçe veriyor’’ veya ‘’alnı secdeli bilim adamı’’ diye o mevkilere kendi eliyle yerleştirip sonra da terör örgütü mensupları diye apar topar defeden hükümetimizin çeşitli bakanları bu olaylardan çıkardıkları derslerle, hararetli bir şekilde bilimsel, pardon ilimsel bir devrim yaratacağını düşündükleri yeni bir proje peşine düşmüşler. Bazı bakanlar ise bu projeye halk hareketi diyor. Bu ilimsel proje veya daha geri zekâlı bir şekilde söyleyecek olursak bu halk hareketi gereği her yere imam hatip okulları açıyorlar. Lisesi ve ortaokulundan sonra sanırım ilkokul ve anaokulu seviyesinde de imam hatipler açacaklar. Bu okullardan da mutlaka bazı ilim adamları yetişecektir. Elbette ki bunlar uzay veya evrenle uğraşan bilim adamları olmayacak. Ya Cüppeli Ahmet gibi, ‘’Yav, Allah yaratmış, ne kurcalıyorsunuz? O paraları boşa harcayacağınıza bana verin de jet ski’ye binip camış gibi suda serinleyeyim.’’ diyen sahtekâr soytarılar veya kendini mehdi sanan sapkın ve megaloman Feto gibi manyak vatan hainleri olacak. Elbette aralarından iyi ve akıllı insanlar da çıkacak ama aldıkları eğitim gereği bunlar da bilim adamı olamayacak.
- Aklı başında insanlar tarafından yönetilen ülkelerin bu çalışmaları sanırım kısa zaman içinde onları sonsuz kaynakları olan uzayın bir yerlerine götürecek. Peki, bizim bu ilimsel çalışmalarımız ve eğitim sistemimiz bizi nereye götürecek?
- Bu eğitim sistemi ve her gün bir yenisi açılan imam hatipler elbette bu ülkeyi de bir yerlere götürecek. Ama burası neresi olur onu bilemem. Artık Afganistan’ın geldiği yer mi olur yoksa İslam Devleti’nin (IŞİD) bulunduğu yer mi olur ona da siz karar verin.
Saygılar sunarım.
Hits: 14
KİŞİ BAŞI MİLLİ GELİR (KBMG) NE KADARDIR?
- 4 Ocak 2018
TÜRKİYE NEREDE BULUNUYOR 6
- 4 Ocak 2018