
Arapça ve İslam
- 4 Ocak 2018
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Türkiye
- 2
Mehmet Çanlı
Arap Alfabesi Bir Putperest İcadıdır. Diğer Alfabeler de Öyledir. Dolayısıyla Kutsal Bir Alfabe Yoktur. Çünkü Alfabenin Dinle Hiçbir Alakası Yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin, kuruluşunun hemen ardından yapılan inkılaplar kapsamında, Arap alfabesini terk ederek Latin alfabesini alması, bazı sözde İslamcı çevrelerce eskiden beri eleştirilen bir husustur. Ancak bu eleştiriler son dönemlerde iyice çığırından çıkmaya başlamış, bunun dine aykırı olduğu ve hatta din düşmanlığı olduğunu iddia edenlerin sayısı artmış ve sesleri oldukça yükselmiştir. Bu çevrelerin iddiaları temel olarak Arap alfabesi Kuran’ın yazıldığı alfabe olduğu için kutsallık taşıyor şeklindedir.
Bu iddia ‘’Dedelerimizin mezarlarını okuyamıyoruz.’’ gibi bazı tuhaf iddialarla da desteklenmektedir. Ne gariptir ki bu tür iddialar oldukça fazla destek bulmaktadır. İnsanlar; okumadan, incelemeden ve sorgulamadan sadece ”Hoca öyle dedi.” mantığıyla duyduklarına inandığından, bu iddialar çok sayıda insan tarafından doğru olarak kabul edilmektedir.
Ama acaba bu gerçekten doğru mudur?
Bu soruya cevap aramak için ilk önce, son zamanlarda artan ”Dedelerimizin mezarlarını okuyamıyoruz.” iddiasına açıklık getirmeye çalışarak konuya giriş yapmak uygun olacaktır diye düşünüyorum. Aslında bu iddianın içi boş bir iddia olduğunu anlamak için çok derin bir araştırma yapmaya gerek yoktur. Çünkü Cumhuriyet kurulduğu yıllarda okuma yazma oranı %10’ların altındadır. Dolayısıyla bu iddiaların saçmalığı açıkça ortadadır. Bu okuma yazma oranına göre, bizim insanımızın büyük bir kısmının Latin alfabesi kullanıma sokulmadan önce de dedelerinin mezarını okuyamadığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan eğer konu dedelerimizin mezarını okuyamamak ise bu yeni bir durum da değildir. Eğer alfabe değişimiyle dedelerimizin mezar taşlarının okunamaması tehlikeli bir şeyse ve bu bizim süper güç filan olmamızı engelliyorsa, bu yanlış, Türk tarihinde ilk defa yapılmamıştır. Daha önce Türkler; birçok defa kullandıkları alfabeleri değiştirmiş ve çok farklı başka alfabeler kullanmışlardır. Atalarımız; Göktürk, Uygur ve hatta Kiril alfabesi bile kullanarak alfabe değişimini birçok defa yapmışlardır. Bu sebeple, Arap alfabesine geçtikten sonra, en meşhur dedelerimizden olan ve çok sayıda yazılı metin içeren Göktürk hakan ve vezirlerinin Orhun yazıtlarını da okuyamaz hale gelmişiz. Yani eğer Latin alfabesini alarak hata yapmışsak bu Arap alfabesini terk etmekten değil, Göktürk alfabesine dönmemekten kaynaklanmış olabilir. Çünkü tarihte bilinen ilk Türkçe yazılmış anıtları okuyamıyoruz. Yani bizim Türk adını almamızı sağlayan dedelerimizin en eski mezar taşlarını okuyamıyoruz.
Bu hususlara değindikten sonra şimdi de Latin alfabesine durup dururken neden geçildiğini incelemek uygun olacaktır. Öncelikle şunu söyleyeyim ki aslında Arap alfabesi terk edilerek Latin alfabesine öyle durup dururken filan geçilmemiştir. Şimdi bu değişime en şiddetli şekilde karşı çıkan siyasal İslamcıların bir evliya mertebesine kadar çıkardıkları 2. Abdülhamit dâhil Osmanlı döneminde birçok düşünen insan tarafından Arap alfabesinin Türkçe’ye uygun bir alfabe olmadığı söylenmiş, bu konu basın yayın organlarında bile tartışılmıştır. Bu tartışmaların temelinde yatan hususlar özet olarak şunlardır: Arap alfabesinde sesli harfler çok az kullanılmaktadır. Bu Arapça için oldukça uygun bir alfabedir çünkü Arapça’da sesli harf çok azdır. Ancak Türkçe sesli harf zengini bir dildir ve bu dil bu alfabe ile uygun bir şekilde ifade edilememektedir. Ayrıca ‘’ç, p, j’’ gibi harfler Arap alfabesinde yoktur ancak Türkçe’de bu harflerin kullanıldığı çok sayıda kelime vardır. Bu sebeple Osmanlı döneminde bu eksikliği gidermek için bu harfleri temsil eden yeni harfler uydurmak zorunda kalmışlardır.
Bu temel hususlara kısaca değindikten sonra şimdi de Arap alfabesinin kutsal olup olmadığı konusuna gelmek istiyorum. Bilindiği gibi Ortadoğu’da çıkan ilk yazı (ve tarihteki ilk yazı) Sümerler tarafından, bundan 5500 yıl kadar önce bulunmuş çivi yazısıdır. Bu yazıyı icat eden ve dillerinin Türkçe kökenli olduğu iddia edilen bu insanlar, çok tanrılı bir inanç sistemine inanıyorlardı. Pagan veya İslamcı çevrelerce bu kelime yerine daha yaygın olarak kullanılan şekliyle putperest diyebileceğimiz bu insanların İslam ile hiçbir ilgisi yoktu. Bırakın İslam’ı, bu insanlarda tek tanrı inancı bile yoktu. Peki, bunun ne önemi var diyebilirsiniz. Şimdi ona geliyorum.
Bu alfabe kil tabletlere, keskin uçlu bir aletle yazıldığından ve ses sistemi değil de daha çok şekil sistemini esas aldığından çok kullanışlı değildi. Her kelime için ayrı bir şekil veya işaret yapmak dili kullanmak için çok sayıda işareti ezberlemeyi gerektiriyordu. Bu sebeple okuma ve yazma çok az kişinin tekelinde kalmış bir ayrıcalık durumundaydı. Bu eksiklik fark edilmiş olmalı ki zamanla bu sistem terk edilerek alfabe her harfin bir sesi temsil ettiği bir yapıya dönüşmeye başlamıştır.
Bu günkü Suriye sınırları içinde, Sümerlerden çok sonra yaşayan Fenikeliler, Akdeniz’de gemileriyle ticaret yapan insanlardı. Bunlar tüm Akdeniz havzasında yaygın bir ticaret ağı ve çeşitli yerleşim yerleri kurmuşlardı. Meşhur Kartaca’yı kuranlar da onlardı. İşte bu tüccar ve doğal olarak da zengin olan insanlar, Sümer kökenli eski alfabeyi geniş ticaret faaliyetleri için yetersiz görmüşler ve kendilerine has yeni bir alfabe geliştirmişler. Arkeolojik kaynaklar bu insanların bu yeni alfabeyi yaparken ilk olarak A, B, C ve D harflerinin şekillerini tespit ettiğini göstermektedir. Bu alfabe, o dönemdeki dünyanın neredeyse tamamıyla alışveriş yapan bu insanlar tarafından Ortadoğu, Kuzey Afrika, Anadolu ve Güney-Güneydoğu Avrupa’ya yayılmıştır. Bunun sonucunda; bu bölgelerde yaşayan insanlar da kendi alfabelerini oluşturmaya başlayınca; Fenike alfabesinden Arap alfabesi, İbrani (Yahudi) Alfabesi, Latin Alfabesi ve Yunan Alfabesi gibi çeşitli alfabeler doğmuştur. Rusların kullandığı Kiril Alfabesi ise çok sonraları bir papaz tarafından geliştirilmiştir.
Bu gelişme sürecinin etkileri söz konusu alfabelerin bu günkü yapılarında da görülebilmektedir. Örneğin Arapça’da Elif (a,e), Be, Cim, Dal harfleri, Fenike alfabesinde Elif, Bet, Gimel ve Dalet, Latin alfabesinde A,B,C,D ve Yunan alfabesinde Alfa, Beta, Gama ve Delta şeklinde sıralanmaktadır. Görüldüğü gibi bu ilk dört harf bu alfabelerin ortak bir atadan türediğini gösterir şekilde birbirlerine çok benzemektedir.
Fenike Alfabesi ve diğer alfabelerle karşılaştırması:
İşte bu Fenike alfabesinin gelişimine paralel olarak diğer dört alfabe yazmakta kullanılan dillerin gelişimine göre gelişim göstermiş ve bu günkü hallerini almışlardır. Yani bu dört alfabe putperest Sümerlerin icat ettiği alfabenin torunu, yine Sümerler gibi çok tanrılı putperestler olan Finikelilerin alfabesinin de çocuklarıdır. Bu durumda bu dört alfabe öz kardeştirler. Bu sebeple eğer Arap Alfabesini kutsal kabul edersek bu diğer dört alfabe de aynı ağacın dalları oldukları için onların da, bu arada bizim aldığımız Latin alfabesinin de kutsal olduğunu kabul etmek gerekecektir.
‘’Ama olsun, ben yine de ikna olmadım.’’ diyenler için konuyu biraz daha açmaya çalışayım. Bazı siyasal İslamcılar ve tarikatçılar diyorlar ki Kur’an Arap harfleri ile ve Arapça yazıldığı için bu alfabe ve dil kutsaldır. Peki, o zaman şuna ne diyeceksiniz? Aynı dil ve alfabe İslam öncesinde, Kâbe’deki putlara övgü ve dua etmek maksadıyla yazılan şiirlerde ve o dönemde Arapların dinle ve hele hele İslam ile hiç ilgisi olmayan çeşitli konularda yazdıkları şiir ve yazılarda da kullanılmıştır. O zaman bu dil ve alfabe putperestlerin de dili ve alfabesi olmuyor mu? Hele de bu dilin ve alfabenin İslam ortaya çıktığında zaten var olduğu ve putperest Araplarca geliştirildiği düşünülürse…
Ayrıca şunu da hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Bugün Lübnan’da yaşayan Hristiyanlar ve başka küçük din ve inançlardaki insanlar da dini ritüellerini Arapça ve Arap alfabesi kullanarak yapıyorlar.
Sakın yanlış anlamayın. Ben Arapça’nın ve Arap alfabesinin kötü olduğunu anlatmaya çalışmıyorum. Söylemek istediğim sadece şudur: Alfabe ve dilin dinle hiçbir alakası yoktur. Dil bir milletin millet olmasının göstergelerinden birinden başka bir şey değildir. Araplar Müslüman oldukları için değil Arap oldukları için Arapça ve Arap alfabesi kullanmaktadırlar. Kuran’da, Arapça ve Arap Alfabesi kutsal olduğu için değil, peygamberimiz Arap olduğundan ve yaymaya çalıştığı yeni dini Arapların yaşadığı Mekke, Medine ve civarındaki bölgede yaymaya başladığından Arapça olarak Arap alfabesiyle yazılmıştır. Arap bir topluluğa konuşan ve yeni bir dini anlatan bir peygamberin Türkçe veya İngilizce konuşması, bu konuşmaları ve inen ayetleri kaydeden kişilerin de yine Arapça’dan başka bir dil kullanmaları mümkün müdür? Aksini söyleyenler ya kendileri geri zekâlıdır veya bu işten çıkarları olduğu için bizi geri zekâlı yerine koymaktadırlar.
Yani demek istiyorum ki, bazı geri zekâlıların zannettiği gibi, Arapça Tanrının konuştuğu bir dil değildir. Sadece tanrının kelamını açıklayan peygamberin ve onun hedef kitlesi olan Arapların konuştuğu dildir. Tanrı insanlar gibi belirli bir dille konuşmaktan münezzehtir. Tanrı Arap değildir, çünkü o insan değildir. O, her şeyi olduğu gibi, insanı da yaratandır ve yarattıklarının hiçbirine benzetilemez. Milliyetler ve diller, insanların tarih boyunca geliştirdikleri kültürel unsurlardır. Tanrı’nın Arapça konuştuğunu düşünmek Tanrı (Allah) kavramını anlayamamaktan başka bir şey değildir. Ayrıca tanrıdan başka şeylere, özellikle birer şekilden oluşan harflere ve alfabeye kutsallık atfetmek, şekillere tapınan ve Allah’ın lanet ettiği putperestlikten çok da farklı bir şey değildir. Arapça ve Arap Alfabesine kutsallık atfedenler bilmeden dine aykırı bir şeyi savunmaktadırlar.
Bu sebeple Osmanlı döneminde kullanılan alfabeyi dini referanslar vererek savunmanın hiçbir mantıklı dayanağı yoktur. Ben o alfabeyi iki dönem üniversitede okudum. Türkçe’ye hiç uymuyor ve bu yüzden de öğrenmesi oldukça zor. Her dersten çıkıp eve gelince Latin alfabesine geçmemizi sağladı diye Atatürk’e dua ettiğimi bu gün gibi hatırlıyorum.
Saygılar sunarım.
Hits: 15
TÜRKİYE NEREDE BULUNUYOR 4
- 4 Ocak 2018
Örgütlenmiş Bireylerin Gücü
- 4 Ocak 2018