
MHP’NİN HALK OYLAMASI BİLDİRGESİNİN YORUMLANMASI-1
- 4 Ocak 2018
- Güven Kaya
- Başlık; Politika
- 24
GÜVEN KAYA
30.03.2017 ANAKARA
16 Nisan 2017 gününde yapılacak anayasa değişikliği ile ilgili referanduma giden yolu MHP açmıştır. Böyle bir harekete girişilmesinde, partinin, kendisine göre doğruları elbette vardır. Ama kendine göre olan bu doğrular, öne çıkmış bazı milletvekillerini tatmin etmeyip, görevlerinden istifa etmelerine neden olduğu gibi, yine bazı milletvekillerinin ise partiden ihracına kadar giden süreçleri partiye ve mensuplarına yaşatmıştır. Bunun yanında seçmen tabanında da bölünmelere yol açmıştır. Tüm bunları basın yayın organlarında görmek mümkündür.
Parti, kendisine göre doğru olan bu hareketin gerekçelerini sitesinde hazırlayarak Türk kamuoyuna sunmuştur. Kitapçık halinde hazırlanan gerekçelere http://mhp.org.tr/htmldocs/muzikler/muzikler/4226/muzik.html linkini tıklayarak ulaşmak mümkündür. Kitapçık bölümünü seçerek belgeyi PDF ortamında inceleyebilirsiniz.
Ben de kendi adıma hareket ederek ilgili linkteki kitapçığı inceledim ve TBMM den geçerek referanduma sunulan maddeler, genel kabul görmüş bilgi ve görgü kalıpları dâhilinde irdeledim. Aşağıdaki yazı biraz uzun olmakla beraber, güncel hayatta üzerinde durmadığımız, birçok konuda da taze bilgiler sunmaktadır.
Kitapçıkta yazılı olan her cümleye bir eleştiri getirmek mümkündür. Ancak buna hem zaman hem de yer uygun olmadığından öne çıkan noktaları değerlendirmeye alınacak.
Değerlendirilecek yerler kırmızı ile alıntılanmış olup, anlatım ve imlasına dokunulmamıştır.
Yazının genelinde bir “savunma” konumuna geçilmiş havası görüyorum. Yani yaptıklarından pek memnun değiller ama yapmak zorunda kalınmış gibi bir hava var. Bir nevi suçluluk duygusu…
“Bu noktada MHP, varlık sebebi olarak gördüğü devletimizin kuruluş ilke ve değerlerini garanti altına almak ve bu yıkıcı tartışmalara son noktayı koymak için inisiyatif almış, devlet ve milletimiz için önemli bir adım atmıştır.” diyor.
Acaba öyle mi?
Devletin kuruluş, ilke ve temelleri milliyetçilik, cumhuriyetçilik, laiklik, devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkeleri ile mevcut anayasanın 174. Maddesinde sayılan ve koruma altına alınan temel devrimlerdir:
- 3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu;
- 25 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisâsı Hakkında Kanun;
- 30 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun;
- 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisiyle kabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair medenî nikâh esası ile aynı kanunun 110 uncu maddesi hükmü;
- 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılı Beynelmilel Erkamın Kabulü Hakkında Kanun;
- 1 Teşrinisâni 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun;
- 26 Teşrinisâni 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa Gibi Lâkap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun;
- 3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun.
MHP’nin yukarıda açıklanan kuruluş ilke ve temellerinden hangisinin ne kadar bilincinde olduğunu, hangisini ne kadar savunduğunu okuyucunun yorumuna bırakıyorum.
Üstelik, son hızla gitmekte olduğumuz 16 Nisan referandumunun dışında ana hatlarıyla sayarsak 2002 yılında erken seçim kararı alınmasında gösterdiği tavır, 2007 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçiminde tartışmalara konu olan 367 üye sayısının sağlanmasında gösterdiği tavır, 2015 Haziran seçimlerinden sonraki tavırları sonucunda Kasım seçimlerinin olması ve partinin yarı yarıya milletvekili kaybı MHP’nin gerçekleri okuyamadığını, seçim meydanlarında hakaret ettiği, idam ipi göstererek idam edileceksiniz dediği AKP’ye koltuk değneği olduğunu, öyle dendiği gibi devletin bekası ile hiçbir alakası olmadığını göstermektedir.
Ayrıca şu anda, MHP’nin sahip çıkıyorum dediği devletin kuruluş ilke ve temellerine karşı olan cumhurbaşkanına ve genel başkanı olduğu partisine bir nevi yol göstericilik yapıyor olduğunu da kamuoyu görmüyor değil.
Yukarıda sayılan ilke ve temellerin büyük bir kısmı büyük bir oranda 2002 yılından itibaren çok hızlı bir şekilde aşındırıldı veya işlevsiz kılındı. Kim yaptı bunu? Laik Kemalist sistemle ömrümün sonuna kadar mücadele edeceğim diye yemin eden günümüz cumhurbaşkanı ve destekçileri yaptı. Gelinen noktada MHP bu yemini eden, diğer bir deyişle kuruluş ilke ve temellerini yok etmeye çabalayan kişiyi, her ne kadar kendileri bunun böyle olmadığını söylese de uygulamada bu gerçekleşecek, ömrünün sonuna kadar cumhurbaşkanı yapmaya çabalıyor. Bu hareketin buradan bakınca “cumhuriyetin kuruluş ilke ve temellerini az yıprattın daha fazla yıprat” şeklinde görünüyor.
“Ülkemiz, bir yandan terörle amansız bir şekilde mücadele ederken diğer taraftan 15 Temmuz’da yaşanan hain darbe girişiminin yaralarını sarmakla meşguldür.” diyor.
Acaba bu cümle ne kadar doğru ve gerçek?
Görünürde denilen doğru gibi duruyor. Ancak ne kadar gerçek ve doğru, dahası haklı?
Önce PKK terör örgütüne bakalım. Mücadelesinde 34. Yılını sürmekte olduğumuz PKK terörünü, TSK 1986 ve 1989 yıllarında bitirdiği gibi 1998 yılında da bitirdi. Bunun iki göstergesi vardır. Birincisi PKK askeri yöntemlerle bu işi yapamayacağız itirafında bulunmuştur ve bunu kongre kayıtlarına geçirmiştir, ikincisi ise Abdullah Öcalan Suriye’den kovulup, sonu düşmanının kucağında bitecek bir maceraya itelenmiştir. 2002 yılında ülkenin başına geçen AKP iktidarı, 2003 yılında başbakan değişikliği ile ülkeyi yönetmede, kendi içinde, değişik bir boyuta geçmiştir. 2003 yılında başbakanlığı alan günümüzün cumhurbaşkanı “bu ülkede “Kürt sorunu vardır” diyerek PKK terörünün yeniden canlanması için gerekli olan ortamın yaratılmasına bilerek veya bilmeyerek neden olmuştur. O günden sonra PKK yılda ortalama 134 Türk evladını hunharca katledeceği bir azgınlık seviyesine ulaşmıştır.
Gelelim 15 Temmuz 2016 darbe girişimine. Fethullah Gülenin terör örgütü gibi hareket ettiği için terör örgütü kapsamına alınması gerektiği, zamanın genelkurmay başkanı tarafından MGK’da beyan edilmiş olup, kayıt altına alınmıştır. Ancak sorumlu olan makamlar tarafından alınması gerekli olan tedbirler alınmamıştır. Zamanın başbakanlık müşaviri olan Ömer Dinçer Şubat 2016 basımlı “Türkiye’de değişim yapmak neden bu kadar zor” isimli eserinde bunu itiraf etmektedir. “Fethullah Gülen hareketinin terör örgütü kapsamına alınmaması sonucunda oluşacakları siyaseten başbakan, idareten ve hukuken de ben üzerimize aldık ve hiçbir şey olmamış gibi devam ettik” diye de durumu itiraf eder. Üstüne bir itiraf da zamanın başbakanından 15 Temmuz sürecinden hemen sonra gelir: ne istedilerse verdik. Sıkı durun, birçok ahlaksız insan bir başkasını FETÖ’den olmakla suçluyor. Ama olaya şöyle bakmıyor. FETÖ, AKP iktidarları zamanında devletin her yerine sızdı, devletin her kademesini ele geçirdi, orduya kurulan kumpasın hareketli ayağı oldu –sabit ayağı ise AKP’ydi-. Daha açalım: YAŞ kararları ile Fethullah Gülen hareketine bağlı olduğu belirlenenler TSK’den atılmaktaydı. 2003 yılından itibaren konulan şerhler ve YAŞ kararlarının yargı denetimine açılması ile atılmaları son buldu. YAŞ kararları ile atılanların emsallerine uygun özlük hakları verilerek en son rütbeden emekli olmaları AKP iktidarı sayesinde oldu. Zamanın başbakan yardımcısının dediği şekliyle “kendi ordusuna kumpas kuranlar” gün geldi kumpasın sabit ayağına karşı darbe girişiminde bulundular. Darbe girişiminde bulunanlar 13 yıldır ordudan atılması gereken ve atılmayanlardır, TSK’nin en değerli subaylarının önlerini çeşitli isimler altında açılan davalarla kesip, kendilerini öne çıkaranlardır. Hal böyleyken en Fetöcü kişilerin “ne istedilerse vermedik mi, kandırıldım, rabbim ve milletim beni affetsin diyen cumhurbaşkanı ve onun yolunda yürüyenler” olup olmadığını siz değerli okuyucuların bilgi birikimine bırakıyorum. Bunun yanında beyanatları bu şekilde olan kişilere “şekli ve şartı ne olursa olsun destek olanların” da Fetöcülere destek olup olmadığını yine siz değerli okuyucuların bilgi birikimine ve olayları değerlendirme yeteneğine bırakıyorum. Herkesin düşüncelerini akıl ve mantık süzgecinden geçirmek zorunda olduğu keskin bir dönemeci almak üzereyiz.
Selefiliği öne alan IŞİD terör örgütü güney komşularımız Irak ve Suriye’de birden bire ortaya çıktı ve ortalığı kan gölüne çevirdi. Türkiye’nin bu terör örgütünü A’dan Z’ye her şekilde desteklediği yerli ve yabancı basında yer aldı. Konu birçok kez dava konusu olduğundan, sürmekte olan mahkemelere saygı açısından derinleştirilmeyecektir. Zaten konumuz da bu değildir, süreçte olanları hatırlatmaktır. En kanlı eylemlerine 2011 yılından itibaren başlayan IŞİD’in gizli halifesinin günümüz cumhurbaşkanının olduğu hem yerli basında hem de yabancı basında çıktı. Konumuz bu olmadığından üzerinde durulmayacaktır. Bu örgüt ülkemizin birçok yerinde canlı bombalar patlattı ve birçok vatandaşımızı parça pinçik ederek katletti.
2016 Ağustosunda TSK Fırat Kalkanı operasyonuna başladı. Maksat PKK’nın Suriye uzantısı olan PYD/YPG terör örgütünün Fırat Nehrinin batısına geçmesini engellemekti. Evet, yasal Suriye Devletinin terörist olarak kabul ettiği ÖSO ile birlikte, ülkemizin terör örgütü olarak değerlendirdiği PYD/YPG’nin Fıratın batısına geçmesi engellendi. Daha sonra nasıl olduğunu kamuoyunun anlayamadığı bir şekilde taarruzun yönü güneye döndü ve El-Bab’da Işide karşı savaş başlatıldı.
Bu savaş 65 genç adamın şehit olmasına ve kat be kat fazlasının da sakat kalmasına neden oldu. En son yapılan MGK’da savaşın bittiği ve dönüleceği belirtildi. Ele geçenin ne olduğunu siz okuyucuların bilgisine bırakırken “Durup, düşünmekte büyük fayda olduğunu” söylemek istiyorum.
İşte MHP bu profildeki bir partinin iktidarını ve onun genel başkanının cumhurbaşkanlığını destekliyor. MHP bunu mevcut cumhurbaşkanı için yapmıyor diyen pembe gözlüklüler olabilir. Mevcut cumhurbaşkanı için yapmıyor diyenlere MHP genel başkanının başkanlık sistemi karşıtı konuşmalarını dinlemelerini öneririm. O konuşmalar ile şimdiki tavrın örtüşmediğini göreceksiniz. Ama yaşanan gerçek şu anki olduğuna göre yapılanların mevcut cumhurbaşkanı için yapıldığını göreceksiniz. Çünkü o mevcut cumhurbaşkanı olmasaydı veya kendisine yasalarla çizilen sınırlar içinde kalıp, kendisinin de geldiği yer olan parlamenter sisteme uyum sağlasaydı, biz, bunları bugün konuşuyor olmazdık. O pembe gözlüklülere mevcut cumhurbaşkanının 2019 yılından itibaren, üç kere daha seçilmeyi anayasal olarak garanti altına alarak, 14 yıl daha ülkeyi yönetmek için orada olacağını söylemek zorundayım. Öncesini zaten yaşıyoruz ve 14 yılını da yaşadık. Ülkenin hangi durumdan ne duruma geldiğini son 15 yılda yaşayarak gördük. Bunun sorumluları ülkeyi son 15 yıldır yönetenlerdir.
2033 yılına kadar MHP genel başkanı aramızdan ayrılır veya yaşından dolayı kenara çekilir. Eğer yaşıyor olacaksa, geçmiş geleceğin aynasıdır sözünün doğrulanmış sonuçlarını o gün gördüğünde belki de “biz böyle olsun diye yapmamıştık” der ve sözüm ona hayıflanır. Buna da kimlerin kanacağına artık pembe gözlüklüler karar versin.
“MHP, “tek millet-tek devlet” esasına dayanan, üniter yapıdaki millî devlet bünyesinde;” diyor.
Üniter devlet federatif olmayan devlet demektir. Buraya kadar doğrudur. Bir doğru da dünya yüzeyindeki birçok devletin üniter yapıda olması ve bu şekilde yönetilmesidir. Yasamayı, yürütmeyi ve yargıyı bir makamın kontrolüne vermek üniter devlet kavramının sakatlanmasına ve yürüyemez hale gelmesine neden olur. Üniter devlette bu üç kuvvetin birbirinden bağımsız olması “olmazsa olmazdır.” Hatırlatayım istedim.
“Kişi hak ve özgürlüklerinin etnik temelli kolektif haklara dönüştürülmesine” diyor.
Buna yorum yapmayacağım, sadece kişi hak ve özgürlükleri nedir onları sıralayacağım. Bunlardan hangisine ne kadar uyulmuştur siz değerlendirin. Haliyle ne kadarına ne kadar uyulacağını da yine siz değerlendirecek olduğunuzdan, pek tabi ki MHP’nin ve destek verdiği zihniyetin bunlardan uzak olduklarını göreceksiniz. Buyurun;
İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A(III) sayılı Kararıyla ilan edilmiştir. 6 Nisan 1949 tarih ve 9119 Sayılı Bakanlar Kurulu ile “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ResmiGazete ile yayınlanması yayımdan sonra okullarda ve diğer eğitim müesseselerinde okutulması ve yorumlanması ve bu Beyanname hakkında radyo ve gazetelerde münasip neşriyatta bulunulması” kararlaştırılmıştır.
Bakanlar Kurulu Kararı 27 Mayıs 1949 tarih ve 7217 Sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu;
İnsanlık topluluğunun bütün bireyleriyle kuruluşlarının bu Bildirgeyi her zaman göz önünde tutarak eğitim ve öğretim yoluyla bu hak ve özgürlüklere saygıyı geliştirmeye, giderek artan ulusal ve uluslararası önlemlerle gerek üye devletlerin halkları ve gerekse bu devletlerin yönetimi altındaki ülkeler halkları arasında bu hakların dünyaca etkin olarak tanınmasını ve uygulanmasını sağlamaya çaba göstermeleri amacıyla tüm halklar ve uluslar için ortak ideal ölçüleri belirleyen bu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini ilan eder.
Madde 1
Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
Madde 2
Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Ayrıca, ister bağımsız olsun, ister vesayet altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun, bir kimse hakkında, uyruğunda bulunduğu devlet veya
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ülkenin siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayırım gözetilmeyecektir.
Madde 3
Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
Madde 4
Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz, kölelik ve köle ticareti her türlü biçimde yasaktır.
Madde 5
Hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez.
Madde 6
Herkesin, her nerede olursa olsun, hukuksal kişiliğinin tanınması hakkı vardır.
Madde 7
Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasanın korunmasından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir. Herkesin bu Bildirgeye aykırı her türlü ayrım gözetici işleme karşı ve böyle işlemler için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.
Madde 8
Herkesin anayasa ya da yasayla tanınmış temel haklarını çiğneyen eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yoluna başvurma hakkı vardır.
Madde 9
Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez.
Madde 10
Herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine bir suç yüklenirken, tam bir şekilde davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak görülmesini istemeye hakkı vardır.
Madde 11
1.Kendisine bir suç yüklenen herkes, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda, yasaya göre suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır.
2.Hiç kimse işlendiği sırada ulusal ya da uluslararası hukuka göre bir suç oluşturmayan herhangi bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu sayılamaz. Kimseye suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Madde 12
Kimsenin özel yaşamına, ailesine konutuna ya da haberleşmesine keyfi olarak karışılamaz, şeref ve adına saldırılamaz.
Herkesin bu gibi karışma ve saldırılara karşı yasa tarafından korunmaya hakkı vardır.
Madde 13
- Herkesin bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır.
- Herkes, kendi ülkesi de dâhil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir.
Madde 14
- Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır.
- Gerçekten siyasal nitelik taşımayan suçlardan veya Birleşmiş Milletlerin amaç ve ülkelerine aykırı eylemlerden doğan kovuşturma durumunda bu haktan yararlanılamaz.
Madde 15
- Herkesin bir yurttaşlığa hakkı vardır.
- Hiç kimse keyfi olarak yurttaşlığından veya yurttaşlığını değiştirme hakkından yoksun bırakılamaz.
Madde 16
- Yetişkin her erkeğin ve kadının, ırk, yurttaşlık veya din bakımlarından herhangi bir kısıtlamaya uğramaksızın evlenme ve aile kurmaya hakkı vardır.
- Evlenme sözleşmesi, ancak evleneceklerin özgür ve tam iradeleriyle yapılır.
- Aile, toplumun, doğal ve temel unsurudur, toplum ve devlet tarafından korunur.
Madde 17
- Herkesin tek başına veya başkalarıyla ortaklaşa mülkiyet hakkı vardır.
- Hiç kimse keyfi olarak mülkiyetinden yoksun bırakılamaz.
Madde 18
Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, din veya topluca, açık olarak ya da özel biçimde öğrenim, uygulama, ibadet ve dinsel törenlerle açığa vurma özgürlüğünü içerir.
Madde 19
Herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi olmaksızın, bilgi ve düşünceleri her yoldan araştırmak, elde etmek ve yaymak hakkını gerekli kılar.
Madde 20
- Herkesin silahsız ve saldırısız toplanma, dernek kurma ve derneğe katılma özgürlüğü vardır.
- Hiç kimse bir derneğe girmeye zorlanamaz.
Madde 21
- Herkes, doğrudan veya serbestçe seçilmiş temsilciler aracılığı ile ülkesinin yönetimine katılma hakkına sahiptir.
- Herkesin ülkesinin kamu hizmetlerinden eşit olarak yararlanma hakkı vardır.
- Halkın iradesi hükümet otoritesinin temelidir. Bu irade, gizli veya serbestliği sağlayacak benzeri bir yöntemle genel ve eşit oy verme yoluyla yapılacak ve belirli aralıklarla tekrarlanacak dürüst seçimlerle belirlenir.
Madde 22
Herkesin, toplumun bir üyesi olarak, sosyal güvenliğe hakkı vardır. Ulusal çabalarla ve uluslararası işbirliği yoluyla ve her devletin örgütlenmesine ve kaynaklarına göre, herkes onur ve kişiliğinin serbestçe gelişim için gerekli olan ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının gerçekleştirilmesi hakkına sahiptir.
Madde 23
- Herkesin çalışma, işini serbestçe seçme, adaletli ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.
- Herkesin, herhangi bir ayrım gözetmeksizin, eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır.
- Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır ve gerekirse her türlü sosyal koruma önlemleriyle desteklenmiş bir yaşam sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.
- Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma veya sendikaya üye olma hakkı vardır.
Madde 24
Herkesin dinlenmeye, eğlenmeye, özellikle çalışma süresinin makul ölçüde sınırlandırılmasına ve belirli dönemlerde ücretli izne çıkmaya hakkı vardır.
Madde 25
- Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.
- Anaların ve çocukların özel bakım ve yardım görme hakları vardır. Bütün çocuklar, evlilik içi veya evlilik dışı doğmuş olsunlar, aynı sosyal güvenceden yararlanırlar.
Madde 26
- Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel eğitim aşamasında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleksel eğitim herkese açıktır. Yükseköğretim, yeteneklerine göre herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır.
- Eğitim insan kişiliğini tam geliştirmeye ve insan haklarıyla temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel topluluklar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu özendirmeli ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir.
- Çocuklara verilecek eğitimin türünü seçmek, öncelikle ana ve babanın hakkıdır.
Madde 27
- Herkes toplumun kültürel yaşamına serbestçe katılma, güzel sanatlardan yararlanma, bilimsel gelişmeye katılma ve bundan yararlanma hakkına sahiptir.
- Herkesin yaratıcısı olduğu bilim, edebiyat ve sanat ürünlerinden doğan maddi ve manevi çıkarlarının korunmasına hakkı vardır.
Madde 28
Herkesin bu Bildirgede öngörülen hak ve özgürlüklerin gerçekleşeceği bir toplumsal ve uluslararası düzene hakkı vardır.
Madde 29
- Herkesin, kişiliğinin serbestçe ve tam gelişmesine olanak veren topluma karşı ödevleri vardır.
- Herkes haklarını kullanırken ve özgürlüklerinden yararlanırken, başkalarının hak ve özgürlüklerinin tanınması ve bunlara saygı gösterilmesinin sağlanması ve demokratik bir toplumda genel ahlak ve kamu düzeniyle genel refahın gereklerinin karşılanması amacıyla yalnız yasayla belirlenmiş sınırlamalara bağlı olur.
- Bu hak ve özgürlükler hiçbir koşulda Birleşmiş Milletlerin amaç ve ilkelerine aykırı olarak kullanılamaz.
Madde 30
Bu bildirgenin hiçbir kuralı, herhangi bir devlet, topluluk veya kişiye, burada açıklanan hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan bir girişimde veya eylemde bulunma hakkını verir biçimde yorumlanamaz.
“Türkçe dışındaki dillere ve farklı kültürlere statü kazandırılarak yapay azınlık yaratılmasına,” diyerek devam etmiş. Hemen yukarıdaki insan hak ve hürriyetlerini okuduktan sonra bu madde ve hemen öncesindeki maddenin çeliştiğini kolaylıkla gördünüz. Ama nedense birçok kişiye akıl hocalığı yapanlar bunu göremiyor. Çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar. Onların yolunda gidenler de nasıl bir yolda yürüdüğünü bilmeyecek. Birçok yerde ilk dört maddenin korunduğundan, taviz verilmediğinden haliyle bir sapma olmadığından bahsediliyor. Karşısındakileri tanımadıkları belli oluyor. Kısa bir cümle ile geçerek karşısındakileri kendi hayat deneyimim ile tanıtayım: bir dinci bir yılandan daha sessiz, sinsi, kıvrak ve zehirlidir. Zaman içinde öyle eylemler yaparlar ki, ilk dört madde iyot gibi açıkta kalır ve anlamsızlaşır. Yapmazlar, yapamazlar diyecek bir babayiğit var mıdır?
“Türkiye’nin ve Türk milletinin yeni bir krize karşı ekonomik, sosyal ve siyasî mukavemeti de giderek azalmaktadır. Bu tablo karşısında MHP, Türkiye’nin bugünkü hâline kimin sebep olduğuna bakmaksızın, Türk milliyetçiliği anlayışının bir gereği olarak kriz ortamından çıkmak için bir çözüm yolu göstermiştir. Bu tavır, sorunlara sebep olanlara karşı yönelttiğimiz eleştirilerimizi unuttuğumuz anlamına gelmemektedir.” diyor.
Dediğim gibi yazının başından bir “savunma” görüyorum demiştim. Bu da ispatı oluyor. Hatta yazının sonuna doğru bu savunma konumu artarak devam ediyor.
Yine bir kural hatırlatayım: geçmiş geleceğin aynasıdır. Geçmişte ülkeyi özenle bu duruma getirenlerin ülkeyi çok daha hızlı bir şekilde batağa götürecekleri ve tamamen yıkacakları ortadadır. Tüm kötü senaryolar gerçekleştikten sonra ortalık yerde sorumluları kalmayacağı gibi enkazın altında yine kandırılmış Türk milleti kalacaktır. Yani olan yine söylenenlere kananlar yüzünden tüm Türk milletine olacaktır. Ülkeyi bu duruma getirenlerin kim olduğunu bildiğini söyleyen MHP yönetim kadrosu yine onlara daha fazla yetki ile ülkeyi teslim etme eğilimindedir. Bunu aklı başında olan birisi kabullenemez.
“MHP millî iradeye başvurulmasının yolunu açmakla kalmamış, TBMM’nin güçlendirilmesi, yasamanın yürütmeyi daha etkin denetleyebilmesi, Cumhurbaşkanı ve bakanların sorumlu tutulabilmesi, yürütmenin gücünün yasamaya verilen yetkilerle sınırlandırılması, denge ve denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi gibi hususlarda önemli katkılar sağlayarak, yeni hükümet sisteminin temel niteliğinin ortaya çıkmasına vesile olmuştur.” diyor.
Buna karşılık diyorum ki cumhurbaşkanının ve bakanların sorumlu tutulabilmesi onların yargılanmamasından mı geçer? Bence bir cumhurbaşkanını veya bakanı yargılamak için 5-10 kişinin önerisinin yetip de artması gerekir. Çünkü böyle bir rakam ciddiyet ve dikkat ile işlerin yapılmasını sağlar. Değişikliği teklif edilen madde-105 ve madde-106 ya şöyle bir bakıldığında bile cumhurbaşkanını ve bakanları yargılamanın mümkün olmadığı görülür. Kendi hazırladıkları bir anayasa maddesinin ne anlama geldiğini bilmediklerini düşünemem. Burada daha değişik bir düşüncenin olduğunu değerlendiriyorum ama ne olduğuna dair kesin bir yargım yoktur.
12 Eylül darbesine ve 1982 anayasasına laf ediliyor. Bir şey demiyorum. Ülkeyi 12 Eylüle getirenlerden birinin de içinde ülkeyi referanduma götüren anayasa değişikliğini hazırlayan zihniyetin de yer aldığı siyasi hareketin olduğunu hatırlanmasını dileyerek ve belki de içinde yine aynı zihniyetin ve yandaşlarının da olduğu %92,5’luk bir oy ile 1982 anayasasının kabul edildiğini belirtmeliyim. Ayrıca MHP genel başkanı da değiştirilmesi istenen anayasanın ve ona uygun çıkarılmış siyasi partiler kanunun sayesinde o partinin başkanı ve parti içi muhalefeti yine o siyasi partiler kanununa dayanarak anında yok edip, yerinde sapasağlam oturuyor. Kendisini besleyen sistemi kötülemek nasıl bir ruh hali ile açıklanır konusunu işin uzmanı olan psikiyatristler ile psikologlara bırakıyorum.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin beka mücadelesi verdiği bugünlerde, siyasî iktidarın ve devletin en tepesinde bulunan Cumhurbaşkanın hukukla ters düşmesi, geleceğimiz açısından çok mahsurlu, çok tehlikelidir” diyerek tarihî nitelikte bir uyarıda bulunmuştur. Nitekim 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin failleri, TRT ekranlarından duyurdukları bildiride, devletin tepesindeki hukuksuzlukları “sözde gerekçe” olarak ilân etmiştir.” diyor.
Buna ne diyeceğimi bilmiyorum. Yapılanları hukuksuz olduğunu kabul ediyor ve bununla mücadele edemeyecek bir eziklik içinde olduğunu beyan ediyor. Sen rakip bir parti olarak, hep böyle yaptıklarını, sert tavır görünce geri adım attıklarını, sonra yine yaptıklarını ve böylece elde etmek istediklerini almaya çabaladıklarını bilmiyorsan gerçekten denebilecek bir şey yoktur. Kısacası “cumhurbaşkanını hukuk sınırlarına çekemiyoruz, bari hukuku cumhurbaşkanına uyduralım” gibi bir garabetten bahsediliyor. Ve ne acıdır ki, aklı başında olduğunu sandığımız insanlar da buna onay veriyor. Hukuk tektir ve evrenseldir. Kişiye göre hukuk olursa bir zaman sonra kendi hukukunu yaratan birçok insanla karşılaşmak mümkündür ve asıl o zaman toplum büyük acılar yaşar.
“15 Temmuz darbe girişimiyle, demokrasiye pranga vurulmak istenmiş, bir iç savaş çıkartmak, rejimi değiştirmek ve ülkemizi bölmek hedeflenmiştir. Ne var ki Türk milletinin demokrasiye bağlılığı, vatan ve millet aşkı bu hain kalkışmayı bertaraf etmiştir. Ancak, bu olay devlet ve millet hayatında onarımı zaman alacak ciddi tahribata sebep olmuştur.” diyor.
Bu ülkede demokrasi ile insan hak ve hürriyetlerinden rahatlıkla bahsedildiği mi söylenmek isteniyor yoksa? Darbe başarılı olsaydı anti demokratik olduğu apaçık ortada olan birileri başa gelecekti, bu doğru. Peki, şu anda iktidarda olanların da aynı durumda olduğunu ben mi söyleyeyim, yoksa TSK’ne kurulan kumpasların mağdurları mı, haksız yere hapse atılan insanlar mı, hapislerde ölen suçsuzların yakınları mı, bahsedilen konuların uzmanı olan ulusal ve uluslararası kuruluşlar mı söylesin? Demokrasi zaten yoktu ve yine olmayacaktı. Dediğim gibi sürekli savunmadalar. Bu psikoloji doğru değil. Yaptıklarının hata olduğunu görüyorlar ama savunmak zorunda olduklarını da biliyorlar. Yazık oluyor ülkeme ve kanan insanlara.
İlgili yazının ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNİN ESASLARI VE YENİ SİSTEMİN TEMEL NİTELİKLERİ bölümüne kadar olan eleştirilerim ve uyarılarım bunlardır. Kalan kısım ile ilgili bölüm daha sonra sunulacaktır.
Hits: 19
TÜRKİYE NEREDE BULUNUYOR 9
- 4 Ocak 2018
ATATÜRK’ÜN MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞI
- 4 Ocak 2018