
TAM BAĞIMSIZLIĞIN OLMADIĞI ÜLKELERDE SİYASAL YAPI NASILDIR?
- 4 Ocak 2018
- Güven Kaya
- Başlık; Küresel Sorunlar
- 28
GÜVEN KAYA
11.12.2016/ANAKARA
Tam bağımsızlık nedir?
Günümüzde bir devletin, özellikle geri kalmış ülkeler, az gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkelerin, “Devletlerarası Hukuk açısından başka bir devletin himayesi veya mandası altına girmiş devletler” arasında yer almaması, böylece dış ve iç iş ve ilişkilerinde başka bir devletin “resmen denetimine ya da yönetimine bağlı olmaması, o devletin bağımsız sayılması için yeterli değildir.
Bir devletin kendi yasalarını kendi çıkarması, bir başka devlette temsilcilik açması ve bir başka devletin temsilciliğini bünyesinde bulundurması, kendi parlamentosunun ve hükümetinin olması, bunları seçimler yoluyla değiştirmesi, ordusunun olması ve sınırlarını koruması, donanmasının kendi karasuları ve uluslararası sularda seyir etmesi, aynı şekilde hava kuvvetlerinin kendi hava sahası ile uluslararası hava sahasında uçması, diğer ülkelere askeri operasyon yapması, uzayda yörüngeye uydu yerleştirmesi, diğer devletler ile her konuda anlaşma yapması ve anlaşma metnini uygulamaya koyması, diğer devletlerle birlikte bazı örgütlere üye olması ve bu örgütlere üye olmanın gereklerini yerine getirmesi, o örgütlerde yönetici olması ve daha birçok uygulama onun tam bağımsız bir devlet olduğunu göstermez. Kısaca; siyasi bağımsızlık bir devleti tam bağımsız yapmaz.
Ya, ne bir devleti tam bağımsız yapar?
Bir devlet askeri, ekonomik, mali, sosyal, kültürel, haberleşme, ulaştırma gibi konularla geleceğe dair diğer planlarını yaparken başka bir veya birkaç devletin veya uluslararası bir örgütün kesin etkisi altındaysa, diğer bir anlatımla “İç ve dış işlerinde kendi yönünü serbest bir şekilde belirleme ve karar alma yeteneği fiilen ortadan kalkmışsa” bağımsızlık söz konusu edilemez. Bir devletin tam bağımsız olabilmesi için bu ve bunlara benzer hiçbir bağımlılığının olmaması gerekir.
Bu uluslararası genel kabul görmüş yaklaşımı kendi ülkemize uyarlayalım:
2002 seçimleri oldu. Öncesinde yeni kurulan bir partinin genel başkanı ve sonrasında o partinin (seçimi kazanan) genel başkanı, icazet almak için apar topar (şimdilerde kin ve nefret kustuğu) ABD’ ye gitti. Bu durumdaki bir devlette (Dikkat ediniz, tam bağımsız bir devlet demedim, bir devlette dedim) siyasal bağımsızlıktan bahsedebilir miyiz?
Siyasal bağımsızlığı olmayan bir devletin tam bağımsızlık yönünde yürümesi mümkün olur mu?
Bu soruya yanıtımız biraz ayrıntılı olsun:
Siyasal bağımsızlığı kendi elleri ile bir başka devlete veren iktidar partisi, egemen güç olmak adına kendi taraftarlarını zengin etmek için her yolu mübah gördü ve ülkenin her alanda tam bağımsızlık yolunda ilerlemesini yıl yıl pekiştiren, lira lira artıran, santim santim hızlandıran tüm sanayi ve üretim alt yapısını (buna bazıları reel sektör diyor ama gerçek sektör diyemiyor) kendi yandaşlarına veya icazet aldığı devlet ve devletler topluluklarının gösterdiği kişi veya kurumlara “beş beleş” fiyata sattı. Dikkat ediniz “bir yıllık kârına veya vergisi bedeline” satılanlar bile oldu. Ekonomik tam bağımsızlık nereden bakarsanız bakın Türkiye gibi az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde, üretim alt yapısının en az %50 den fazlasının devlet elinde olması ile mümkündür. Bu durumda tam bağımsızlıktan söz etmek gerçekçi midir?
Ülke, tam bağımsızlık yolunda, didine didine elde ettiği tüm varlığını “icazet siyaseti” izleyen kişilerin karanlık emelleri uğruna kaybetti.
İcazet siyaseti izleyen kişiler nasıl bir siyasi yapıyı kendilerine uygun bulur?
“Bir devlet askeri, ekonomik, mali, sosyal, kültürel, haberleşme, ulaştırma ve kendi gelecek planlarını kendi yapabilme alanlarında, başka bir veya birkaç devletin veya uluslararası bir örgütün kesin etkisi altındaysa, diğer bir anlatımla ‘kendi iç ve dış işlerine serbestçe yön çizme ve karar alma yeteneği fiilen ortadan kalkmışsa’ bağımlı bir devlet söz konusudur” demiştik. Aynı şekilde kişinin seyahat, ekonomik, haberleşme, öğrenim ile demokratik hak ve özgürlükleri sürekli olarak engelleniyorsa özgür birey ve vatandaştan bahsetmek mümkün değildir. Özgür olmayan birey ve vatandaşın oluşturacağı siyasi yapı ile seçmen kitlesi de özgür olmayacaktır.
Bu tespitten sonra yarıntılara girelim.
Bir başkasından icazet alanlar, yandaşları dışındakilerin kendilerinden icazet almasını isterler. Bunun için de öncelikle egemen olmanın önündeki tüm engelleri kaldırırlar. En önemli engel “kuvvetler ayrılığıdır.” Bunu yıkmak için kendi tabanının kulağına hoş gelecek ama en çok da o tabanın zarar göreceği “kuvvetler birliği” lafını propaganda piyasasına sürerler. Taban bunun iyi bir şey olduğunu sanarak desteğini ilan eder. Kendilerini Muhammed’in ümmeti ilan edenler, maksatlı bir şekilde, milli irade lafını sıkça kullanmaya başlarlar. Ama o taban bunun ne anlama geldiğini bilmiyordur. Ümmetçilik, İslam dininin ortaya çıktığı dönemdeki “kabile saltanatını” yıkmak için geliştirilmiş bir söylemdir. Ama milli irade lafına kananlar destekledikleri kişinin “saltanat” peşinde olduğunu görememektedir. İcazet siyasilerinin seçmen tabanı, inandığı dinin peygamberinin kabile saltanatını yıkmasını yok sayarcasına veya görmeyerek, kendisini sürünün çobanı ilan eden kişinin kurmak istediği kişisel saltanatı desteklemektedir. Tam bu noktadaki sorun “birey ve vatandaş” olup olmamakta yatmaktadır.
Arkasına bir “çobanın” rahatça güdeceği sürünün gücünü alan egemenler, halkı[1] köleleştirmek için onun gelirine, seyahat ve haberleşme özgürlüğüne, eğlenme ve hak arama güdüsüne, bir yere ait olma ve inanma ihtiyacına el atma işine girişirler. Kısacası, insan hak ve hürriyetlerini yok etmek için bir çaba içine giren egemenlerin en kolay uygulayabileceği gereçler “ekonomik gerekçelerdir.” Ekonomik gerekçelerin öne çıkan “araçları” zam ve vergidir. Halkın temel ihtiyacı olan ısınma, yeme-içme, aydınlanma, haberleşme, ulaşım, öğrenim, okuma, sağlık, temizlenme, eğlenme giderlerini zamlarla ve vergilerle yükseltirler. Bazılarını ise tamamen yasaklarlar. Böylelikle “en az ücrete” yaklaşan bir gelirle tüm bu ihtiyaçlar giderilemez ve halkı köleleştirmenin kapısı ardına kadar açılır. Bunun yanında yıllar sonrasının umutları satılır. O umudu satın alanlar, kendi hayallerini yine kendilerinin yıktığının farkına çok zaman sonra varacaklarından, ilk günlerde her şey güzel görünmektedir ve ülkede egemenlerin el koyduğu bankalara borcu olmayan kişi yok gibidir.
Böylelikle yola getirilmiş olan halkı yönetmek kolaydır. Ama iş şansa bırakılmaz ve çeşitli algı oyunları ile düşünceler kontrol altına alınmaya çalışılır. Geniş kitlelere “ileri demokrasi” sözü ile demokratlık görüntüsü verilmeye çalışılır. Bunun yanında kendisinin elinin altında bir “sürü” olduğunu kimsenin görmediği düşünülerek ve aynı anda bu sürünün bırakın sınırsız özgürlüğü sıradan özgürlüğe bile gerek duymamasına nazire yaparcasına “sınırsız özgürlük” lafı meydana atılır. Bunları söyleyenlerin ve kananların demokrasi ve özgürlük ile uzaktan yakından ilgilerinin olmaması önemli değildir, yeter ki inanan birileri olsun ve insan hak ve hürriyetleri yok edilsin…
Muhalefet sürekli kötülenir. Köklü bir muhalefet varsa onunla ilgili olarak geçmişe yönelik yalan söylemler geliştirilerek demokrat ve özgür olmayan “sürü” diri tutulur ve sürüye yeni katılımlar beklenir. O yalan söylemin gerçek olmadığı ispatlanır ama sürüye katılan katılmıştır. Oy tabanları kendilerine yakın muhalefet varsa ondan adam çalmalar başlar. Bununla koşut zamanda onun tabanına hücum edilerek saflara yeni katılımların olması sağlanır. Kendilerine kök söktüren veya o yetenekte olan bir muhalefet ise çeşitli hile ve desiselerle hürriyetinden yoksun bırakılır ve ortalık yere dikensiz gül bahçesi çıkartılır. Tüm bunlar uygulanırken “Stockholm Sendromuna” yakalanmış olan muhalefet zaten çantada kekliktir ve onun da sırtına binilir. Pek tabi ki inecekleri durağa kadar gidilir…
Tam bağımsızlık önce siyasi bağımsızlıktan geçer. Onu yukarıda saydığımız diğer bağımsızlıklar izler. Bunları zaten kendi elleri ile icazet aldıkları ülkelere altın tepsi içinde sunanların, demokratik haklarını bilen ve sahip çıkan, özgür düşünen, özgür hareket eden, vicdan özgürlüğüne sahip, ekonomik gücü olan birey ve vatandaş istemeyeceği açıktır. Mevcut durum böyleyken, tüm yük insan hak ve hürriyetleri ile tam bağımsızlığa inanan birey ve vatandaşların omzuna binmektedir. Ülkenin geleceğini bu profile sahip olan kişilerin takınacağı tavır belirleyecektir.
Toparlarsak; Türkiye tam bağımsızlığını kaybetmiş bir ülke olmanın yanında, icazet siyaseti ile iktidar olmuş siyasi hareketten dolayı siyasi bağımsızlığını da kaybetmiştir. Tam bağımsızlığını ve siyasi bağımsızlığını kaybeden bir ülkede vatandaşların ve toplumun yararına olarak olumlu çözümlere ulaşmak olanaksızdır
[1] Osmanlıdan gelen bir anlayışla, cumhuriyetin ilk dönemlerinde “birey ve halk” ayrışması vardır. Zamanla bu ortadan kalkmış olup halk kelimesi kullanılmıştır. Günümüzde ise “halk-sürü” ayrışması vardır.
Hits: 46
Türklerde İktidar Oyunları
- 4 Ocak 2018
OHAL Kalkmadan Bu Hal Düzelmez.
- 4 Ocak 2018