
Türkiye’nin Güvenlik Stratejisi Nasıl Olmalı
- 4 Ocak 2018
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Türkiye
- 1
Mehmet Çanlı
Not: Bu yazıyı, 2010 yılında Harp Akademisinde, her zaman olduğu gibi unuttuğum bir ödevi son anda öğrenip bir gecede yazmıştım. Tekrar gözden geçirdiğimde şu anda da çok farklı düşünmediğimi görünce tekrar yayımlamaya karar verdim. O zamanki düşüncelerimden farlılık gösteren durumların görülebilmesi için güncellerken değiştirdiğim yerleri kalın ve italik olarak metin içinde bıraktım. Bunun dışında küçük bazı ilaveler yaptım. Umarım okuyanların ilgisini çeker ve az da olsa bir faydası olur. Yapılacak her türlü eleştiriye açığım. Metni okuyanların yorum ve eleştirilerini bildirmesinden memnuniyet duyacağımı peşinen belirtmek isterim. Şimdiden teşekkür ederim.
- Giriş:
Güvenlik; bireylerin ve toplumların olduğu kadar, devletlerin de en temel ihtiyaçlarından biridir. Çünkü güvenlik, sağlıklı bir toplum yapısı ve işler bir devlet sistemi kurmak için olmazsa olmaz, temel gerek şarttır. Güvenlik ihtiyacı devletler için iki ayaklı bir yapıdan oluşmaktadır. Bunlar; iç güvenlik ve dış güvenlik olarak sınıflandırılabilir. Bunlardan birincisi, yani iç güvenlik daha önemlidir çünkü ikincinin var olabilmesi için de birincinin sağlanmış olması gerekir.
İç güvenlik dış güvenliğin sağlanması için elzemdir. İç güvenliği olmayan bir ülkenin dış güvenliği de eksik olur. Çünkü ülke içindeki güvenlik sorunları, başta komşu ülkeler olmak üzere diğer ülkelerin güvenliği için de sorunlar yaratacağından, bu ülkeler söz konusu ülkenin iç işlerine müdahil olmaya başlayacaktır. Bu ise, herhangi bir art niyet olmadığında bile, o ülkenin bağımsızlığı için tehlikeli bir durumdur. Bir de diğer ülkelerin o ülke üzerinde bazı beklentileri olduğu veya onu kendilerine rakip olarak gördükleri durumlar varsa bu ülkenin iç işlerine kasıtlı olarak yapacakları müdahaleler ve meydana gelen karışıklıkları destekleyici faaliyetler daha büyük tehditler oluşturacaktır. Bu durum son zamanlarda Suriye’de tüm çıplaklığı ile meydana gelmektedir. Bu sebeple Türkiye de dış ülkelerden gelebilecek güvenlik tehditlerine tedbir alabilmek için öncelikle iç güvenliğini tam olarak sağlaması gerekmektedir.
Ancak iç ve dış güvenlik çoğu zaman birbirini besleyen durumlar da yaratabilir. Örneğin; Irak’ta 1991 yılında yapılan Birinci Körfez Harekâtı süresince yaşanan güvenlik eksikliği, PKK Terör Örgütü’nün bu ülkede oluşan boşluktan faydalanarak güçlenmesine ve ülkemizde terör olaylarının artmasına sebep olmuştur. Ayrıca son dönemlerde Tunus’ta başlayan halk ayaklanması diğer Arap ülkelerini de etkileyerek rejim değişikliklerine, Suriye’de ise iç savaşa sebep olmuştur. Bu karışıklıklar birçok ülkede rejimleri ve ülke bütünlüğünü tehdit etmiş, bu durumun ileride de devam ederek yayılması mümkün gözükmektedir.
Bazen de başka devletler arasında ortaya çıkan çatışmalar diğer üçüncü devletleri de tehdit edebilir. Bunun en iyi örnekleri 1. ve 2. Dünya Savaşlarıdır. Başlangıçta belli devletler arasında çıkan savaşlar çok kısa sürede genişleyerek dünyanın çok büyük bölümüne yayılmıştır.
Yukarıda açıklanan sebeplerden dolayı Türkiye birinci öncelikle iç güvenliğini güçlendirmelidir. Dış güvenliğe ise şu üç bakış açısı ile yaklaşarak tedbirler almalıdır; kendi iç güvenliğimize tehdit oluşturabilecek, öncelikle komşularımız ve yakın bölgelerde meydana gelebilecek güvenlik sorunları, diğer devletlerden ülkemize gelebilecek ve devletten devlete diyebileceğimiz doğrudan tehditler ve son olarak ta meydana gelmesi durumunda yayılarak ülkemizi de içine alabilecek potansiyel çatışma tehditleri.
Şimdi özet olarak sıraladığımız bu esaslar çerçevesinde Türkiye’nin çevresinde bir güvenlik kuşağı oluşturmak için alması gereken tedbirler incelenecektir.
- Coğrafyanın zorunlulukları.
Anadolu tarihte ilk medeniyetlerin, dolayısıyla ilk devletlerin kurulduğu bir coğrafyadır. Üç tarafı denizlerle çevrili olan Anadolu’nun batı sınırları; Ege Denizi, Marmara Denizi ve Boğazlarla, kuzeyi; Karadeniz ile, güneyi; Akdeniz ile, doğu sınırı ise; Kafkas Dağları ve Orta Doğu’nun çöl ve yarı çöl arazileri ile sınırlanmıştır. Bu coğrafya kendisini çevreleyen bu fiziksel engeller ile açıklanan bölgeyi elinde bulunduran devlete kısmen de olsa bir güvenlik ve kendi içinde bir bütünlük sağlar. Bu sebeple Anadolu’da kurulan devletler öncelikle bu sınırlara ulaşmayı hedeflemişlerdir.
Bu coğrafi sınırlara ulaşan devletler uzun ömürlü olmuş ve yıkılmaları da çoğunlukla bu coğrafyanın doğu ve/veya batı sınırlarında ortaya çıkan sorunlardan kaynaklanmıştır. Sınırların doğu ve batıda doğal engellere dayandırılarak çizilmesi durumunda uzun süreli barış yaşanmıştır. Bu sadece doğal engelin aşılmasındaki zorluktan değil bu engellerin psikolojik olarak engel ve olması gereken sınır gibi algılanmasından da kaynaklanıyor olabilir. Bu duruma en iyi örnek olarak İran sınırı gösterilebilir. Osmanlı İmparatorluğu ile İran arasındaki Kasrışirin Anlaşması’nın yapıldığı tarihten beri bu ülke ile sınırımız pek değişmemiş, bu sınır bu özelliğinden dolayı Cumhuriyet Türkiye’sinde de çok az değişiklikle aynen korunmuştur.
Anadolu Selçuklu Devleti batıda tüm sınırlarını denize kadar ve doğuda doğal sınırlara kadar ulaştıramadığından batıdan gelen haçlı seferleri ve doğuda çıkan isyanlarla zayıflamış ve doğudan gelen Moğol istilaları ile bütünlüğünü kaybederek ortadan kalkmıştır. Osmanlı Devleti de doğu ve batıda çıkan isyanlarla zayıflamış ve bu bölgelerden gelen işgal ordularınca işgal edilmiştir.
Doğu ve güneydoğu sınırımız; 1’nci Dünya Savaşı’nın galibi olan emperyalist devletler tarafından, ne etnik, nede coğrafi durum göz önüne alınmadan, sırf emperyalist bir yaklaşımla, enerji kaynaklarına sahip olacak şekilde yapılan dayatmalarla çizilmiştir. Bunun yarattığı sorunlar cumhuriyetimizin kuruluşundan beri zaman zaman ülkemizi tehdit eden büyük sorunlar yaratmış ve bu sorunlar halen devam etmektedir.
Musul ve Kerkük’ün dışarıda bırakılması, Suriye sınırının suni yapısı halen yaşamakta olduğumuz sorunların en büyük sebeplerindendir. Kafkasya sınırı etnik temele dayandırılmadan çizilmiş olsa da Aras Nehri gibi bir doğal engele dayanmış olması güvenlik sorunlarımızın şimdiye kadar çatışmaya dönüşmemesini sağlamıştır. Ülkemizin batı sınırı ise doğal bir engel olan Meriç Nehri’ne dayandırılarak kısmen de olsa bir güvenlik ve istikrar sağlanmıştır.
Eğer ülkemizin etrafında bir güvenlik kuşağı kurmak istiyorsak tüm bunları göz önüne alan jeopolitik bir yaklaşım sergilememiz zorunludur. Şimdi, başta iç güvenlik olmak üzere güvenlik ile ilgili gerek ülkemiz içinde gerekse ülkemizi çevreleyen coğrafyada yapmamız gerekenler sırası ile incelenecektir.
- İç Güvenliğin Sağlanması İçin Alınması Gereken Tedbirler:
Yukarıda da belirttiğimiz gibi iç güvenlik sorunumuzun en büyük sebepleri jeopolitik zorunluluklar ve yapay sınırlar arasında bölünmüş etnik yapıların bu zorunluluklar sonucu merkezkaç kuvvet halinde ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır.
Ülkemiz, Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesi olduğundan nüfus olarak onun mirasını devralmıştır. Osmanlı yönetimi vatandaşlarını din ve mezhep temelli millet sistemine dayanarak tanımlarken yeni devlet sistemimiz vatandaşlarını tek devlet-tek millet diye ifade edilen tek bir ulus olarak ve bütüncül bir şekilde tanımlamıştır. Ama bu yaklaşım vatandaşlarımızın büyük bir bölümü tarafından kabul görürken kendilerini etnik olarak farklı gören bazı kesimlerce tam bir kabul görmemiş ve mevcut konjonktür, ideolojilerin etkisi ve dış devletlerin desteği ile zaman zaman çeşitli isyan olaylarına sebep olmuş ve merkezkaç bir etki yaratmıştır.
Bu sorunda devleti idare edenlerin ihmalleri de büyük rol oynamıştır. Ülkemizin batı kısmı daha fazla gelişip çekim merkezleri oluşurken batıya yapılan kitlesel göçlerle doğuda bazı bölgelerde karışık ve kısmen dengeli etnik yapı kaybolmuş ve kendini farklı gören insanlar etnik adacıklar oluşturmaya başlamış ve bu durum terör örgütlerinin baskısı ile daha da belirginleşmiştir. Bu durum, özellikle doğu ve güneydoğu bölgelerinde aşiret yapıları zayıf veya hiç olmayan Türkmen aşiretleri ve diğer etnik kökenli insanların güçlü bağları olan aşiretler arasında asimile olmasına sebep olmuştur.
Eğitim, ulaşım gibi devlet hizmetleri ve refah ülkemizin her yerine yayılamadığından bazı bölgelerimiz geri kalmış ve bu bölgelerde yaşayan vatandaşlarımızın büyük bir kesimine devletin resmi dili dahi öğretilememiştir. Kontrol edilmesi zor arazi kesimlerinden geçen sınırlarımız sebebiyle ticaret, evlilik, sosyal ve kültürel iletişim komşu ülkelerde benzer etnik gruplarla yasal olmayan yöntemlerle yapılmış, bu durum vatandaşlarımızın ülkemizin diğer kesimlerine değil de bu bölgelere entegre olmasına sebep olmuştur. Bunun sonucu olarak birbirinden çok farklı etnik kökenden insanlar bile aynı isimle adlandırılır hale gelmiştir. Devletin yapamadığı merkeze entegrasyon, bu bölgelerde tüm unsurların en aktif ve örgütlü unsura entegre olmasına yol açmıştır. Bu durumun meydana getirdiği merkezkaç yapı temel güvenlik sorunumuz haline gelmiş ve tedbir alınmazsa çok uzak olmayan bir gelecekte, belki de bölünmemize sebep olacaktır.
Bu durumun ortadan kaldırılması için aşağıda belirtilen tedbirlerin alınması gerektiği değerlendirilmektedir.
Irak, İran ve Suriye ile yeni birer sınır anlaşması yapılarak gerekli yerlerde toprak takasları yapılmalı ve sınırların kontrol edilebilir yerlerden geçirilmesi sağlanmalıdır. Bu sağlanınca; bölgede bol miktarda bulunan akarsular üzerinde, sınır bölgelerinde, ekonomik olmasına bakılmaksızın barajlar yapılarak bölge coğrafi olarak komşu bölgelerden koparılmalıdır. Bundan sonra, kalan bölgeler; elektronik sistemler ve birer kale mantığı ile inşa edilecek sınır karakolları ile entegre edilerek oluşturulacak fiziki engellerle donatılmalı ve sınır güvenliği tam olarak sağlanmalıdır. Böylece gerek teröristlerin sınır geçişleri gerekse yasadışı (kaçakçılık vb) diğer geçişlerin mutlak bir şekilde engellenmesi sağlanmalıdır.
Bundan sonra; bölgenin bütünlüğü, büyük akarsular üzerinde ülke derinliğinde yapılacak bir seri barajlarla parçalanmalıdır. Kara, hava ve demiryolu ulaştırması ile ticaret, eğitim ve diğer devlet hizmetleri, her bölge merkezle entegre olacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.
Bölgenin seyrek nüfus yapısı, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeyi engellemektedir. Karadeniz ve Marmara Bölgelerinde ise aşırı nüfus artık katlanılamaz seviyelere gelmektedir. Nüfusu aşırı artan bölgelerin fazla nüfusunun başta Doğu ve Güneydoğu olmak üzere tüm Anadolu’ya yayılması için gerekli tedbirler alınmalı, gerekirse devlet eliyle yatırımlar yapılmalıdır.
Üniversitelerimizde, ülkemizde konuşulan dil ve lehçeler ile ilgili bölümler açılmalı, kültürel ve sosyolojik araştırmalar yoğunlaştırılmalıdır. Burada, görece olarak daha büyük etnik grupların daha küçük etnik grupları asimile ederek daha büyük sorunlar haline gelmelerinin engellenmesi hedeflenmelidir. Bu maksatla üniversiteler dışında yarı resmi düşünce kuruluşları ve araştırma merkezleri kurulmalıdır. Varsa bu amaç paralelinde çalışan kuruluşlar desteklenmelidir.
Güvenliğin tam olarak sağlanması için her türlü terör organizasyonu imha edilmeli ve hiçbir zaman bu örgütlere bir uzlaşma zemini oluşturulmamalı, taviz verilmemeli, bu örgütlerin başarısı olarak algılanabilecek şekilde siyasi, sosyal, ekonomik vb. düzenlemeler yapılmamalıdır.
Ortadoğu Bölgesinde alınması gereken tedbirler:
Ortadoğu; suni sınırları, yapay devlet sistemleri, baskıcı yönetimleri ile her zaman güvenliğimizi olumsuz etkilemiş ve halen de bu durum devam etmektedir. Bu durum en çok ta doğrudan sınırımız olan ülkeler için geçerlidir.
Komşularımızdan Irak, ABD işgalinin ardından resmen ikiye, fiilen ise üçe bölünmüş durumdadır. Kuzeyde, Irak Kuzeyi Yerel Yönetimi hızla devlet olmayı gerektiren kurumlarını kurmuş ve geliştirmeye devam etmektedir. Güneyde Şiiler, ortada ise Sünni Araplar şimdilik ayrılıkçı davranış göstermemekle beraber devletin zayıflaması durumunda onların da ayrı birlikler oluşturması ve diğerlerine üstünlük sağlamak veya tüm ülkeyi kontrol altına almak maksadıyla çatışmalar çıkarması, bunun sonucunda Irak’ın bölünmesi ihtimal dâhilinde görülmektedir. Bu durum ülkemizi de tehdit edebilecek bir potansiyel oluşturmaktadır.
Türkiye bu durumdan etkilenmemek için; bölünme karşıtı bir tavır takınmalı, merkezi yönetimde ılımlı ve anlaşabileceği adayların etkin olmasına çalışmalı ancak Saddam benzeri hırslı birinin iktidarı ele geçirerek Türkiye ile rekabete girmesine ve tehdit oluşturmasına imkân verecek kadar güçlü bir Irak’ın oluşmasına da her kademede engel olmaya çalışmalıdır.
Bizim için en büyük sorunlardan biri Kuzey Irak’taki yapılanmadır. Burada sadece Erbil merkezli politikalar yerine, Süleymaniye ve Erbil merkezli ve çok taraflı politikalar izlenmelidir. Bölgenin kendi içinde ve kuzeyle (Türkiye’nin güneydoğusu ile) entegre olması engellenmelidir. Özellikle sınır bölgelerimizde yaşayan insanlarımızı etkisi altına almaya çalışan Erbil’in bu faaliyetleri engellenmelidir. Bu maksatla Çukurca bölgesinde bir dönem kullanılan sınır kapısı kesinlikle açılmamalı, vatandaşlarımız güneye değil batı yönünde entegre edilmelidir. Süleymaniye’nin ise İran ve Erbil etkisinden kurtarılıp Türkiye ile entegre olabilmesi için çözümler geliştirilmeli, Derecik veya daha doğudan Süleymaniye’ye kısa yoldan ulaşılabilecek bir yerden yeni bir sınır kapısı açılmalıdır.
Ayrıca Türkmenler ve Sünni Araplar ile doğrudan irtibat kurulması ve Musul ve Kerkük bölgesinin Türkiye ile doğrudan bağlantısını sağlayacak şekilde Silopi batısında veya Suriye üzerinden yeni bir sınır kapısı açılmalıdır.
Oldukça büyük bir grup oluşturan alevi inancında ve Zazacaya yakın bir lehçe konuşan Şebek Aşireti ile kurulacak bu Türkmen yolu ile irtibat kurulmalı, bu aşiretin liderlerinin, Hacı Bektaş törenlerine davet edilmesi vb. yollarla Türkmenlerle birlikte Anadolu’yu her zaman yönlerini çevirecekleri bir merkez olarak algılamaları sağlanmalıdır.
Bunun yanında Irak’ta, başta Şiiler (öncelikle laik kanat ile), Sünni Araplar, Yezidi ve Keldani vb. gruplarla da gerek devlet düzeyinde gerek sivil toplum kuruluşları düzeyinde, gerekse bu grupların Türkiye’deki türdeşleri düzeyinde ilişkiler geliştirilmeli, bu gruplar Türkiye’ye entegre edilmelidir. Bu şekilde Türkiye aleyhine bir durum oluşması engellenebileceği gibi ileride muhtemel her türlü Irak senaryosunda söz sahibi olmak mümkün olacaktır.
Bu kapsamda devletimizin uyguladığı vizesiz karşılıklı ziyaret uygulaması faydalı bir yaklaşımdır. Ancak bu seyahatlerle kaçakçılar ve terör örgütleri mensuplarının ülkemize sorunsuz girişini engelleyecek tedbirler alınması ve bölgesel entegrasyonun engellenmesi için Türk Hava Yolları ve diğer havacılık şirketlerinin batı illerimizden buralara seferler gerçekleştirmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir.
Diğer komşumuz olan Suriye de en az Irak kadar büyük önem arz etmektedir. (Bu ülkede oluşacak istikrarsızlık, Lübnan ve Ürdün’ü de etkileyip büyük güvenlik sorunları yaratabilir ve İsrail’in bölgedeki etkinliğini artırabilir. Bu ülkede de tüm etnik ve dini gruplarla Irak mantığında olduğu gibi ilişkiler tesis edilmelidir. Bu ülkede şu anda mevcut iç çatışmaların havasına kapılarak tek yönlü angajmanlara girilmemeli gelecekteki tüm ihtimallere karşı argümanlar geliştirilmelidir. Şu anda bu ülke ile girilecek bir çatışma geniş çaplı bir bölgesel çatışmayı tetikleyebileceği gibi Ortadoğu’daki gelecekteki konumumuzu da zor duruma sokabilir.)
Bu ülke, şu anda etki alanlarına bölünmüş; Rusya, Çin, İran bir blok halinde Esat rejimini desteklemekte, ABD ve bazı AB ülkeleri Irak yönetimi ile PYD ve Barzani’yi desteklemekte, her iki taraf ta İŞİD’e saldırma bahanesiyle kendi planlarını uygulamaya çalışmaktadır. Türkiye ise Türkmenler ve Türkiye’ye müzahir Sünni Araplarla birlikte çatışmalara müdahil olmuştur. Bugün Suriye sorunu Türkiye açısından en hassas dönemlerini yaşamaktadır. Çünkü Türkiye her telden çalması sebebiyle Suriye sorununda her iki gruptan da uzaklaşmış ve yalnız kalmış durumdadır.
Türkiye için Suriye’deki en büyük sorun, PYD kontrolündeki üç bölgeden ikisinin birleşmiş olması ve üçüncü bölge ile birleşen bölgeler arasında çok az bir mesafe kalmış olmasıdır. Anlaşılan o ki, Avrupa ve ABD, Kuzey Irak’taki yönetimi dar bir hatla Akdeniz’e bağlamayı ve Irak kuzeyindeki yeni tespit edilen petrol kaynaklarını bu hattan dünya pazarlarına aktarmayı planlamaktadır. ABD böylece, Türkiye gibi kontrol edilmesi bazen zor olabilen bir devleti baypas ederek, yerine kendi kontrolündeki bir kukla devleti geçirmeyi düşünmektedir. Son günlerde ABD yetkililerinin bağımsız bir Kürt devleti kurulacağı açıklamalarının altında da bu yatmaktadır.
Bilindiği gibi 2. Dünya Savaşı sonrasında İran’da kurulan Mahabat Kürt Devleti, dünya ile fiziki teması olmadığı için kısa sürede yıkılmıştır. Bugün de mevcut haliyle Irak’ta kurulacak bir Kürt devletinin uzun süre yaşaması mümkün değildir. Çünkü Irak’taki Sünni Araplar ve Şii Araplar güneyde, İran doğuda olduğu müddetçe buradaki mevcut özerk yönetim sadece Türkiye üzerinden dünyaya ulaşabilmekte ve belki de bu sayede hayatta kalabilmektedir. Eğer bağımsızlık ilan ederlerse Türkiye ayağı da kapanınca bu ülkenin uzun süre yaşaması yine mümkün olmayacaktır. Bu sebeple bu yapının Akdeniz vasıtasıyla dünyaya bağlanması gerektiği düşünülmektedir.
Hatay’ın güneye doğru uzanan kısmının, PYD’nin önünü keseceği ve bu planı engelleyeceğini düşünen varsa o bölgeyi gayet iyi bilen biri olarak peşinen söyleyeyim, bu konuda tamamen yanılmaktadırlar. Çünkü Hatay’ın en güneyindeki Yayladağı ilçemizin Suriye tarafındaki Keseb ilçesi ağırlıklı olarak Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye’den göç etmiş ve Türkiye’yi pek te sevmeyen Ermenilerden oluşmaktadır. Eğer PYD üçüncü kantonu da diğer ikisiyle birleştirirse bu Ermenilerin ABD destek ve zorlamasıyla PYD ile birleşmesi gayet mümkündür.
Bu ilçenin 4-5 kilometre batısında küçükte olsa, liman inşa etmeye uygun bir koy bulunmaktadır. Bu koyun bir kısmı Türkiye tarafında kalmaktadır ancak bu kesim güzel güneşlenilebilecek bir kumsaldan başka bir anlam taşımamaktadır. Liman yapılmaya uygun bölüm Suriye tarafında kalmaktadır. Bu koyu iç kesimlerle irtibatını sağlayan iki yol vardır. Biri Yayladağı İlçesi’nin batısındaki Keldağ’ın zirvesine yakın bir yerdeki Gözlekçiler Köyü’nden aşağıya inen ve genellikle kaçakçılar tarafından kullanılan patikadır. Bu dağın batı yamacı çok dik olduğundan buradan denize ulaşan kullanışlı bir yol yapmak çok zordur. Ancak Keseb’in içinden geçen ve Keldağ’ın güneyinde, Keseb’ten denize kadar uzanan vadide araç trafiğine uygun asfalt bir yol vardır. Bu vadinin iki yamacı da Suriye toprakları içindedir. Sınır hattı tepenin zirvesine oldukça yakın bir yamaçtan geçmektedir.
Suriye sınır birlikleri bu yolun sonundaki koyu, küçük tekneler için bir liman gibi zaten eskiden beri kullanmaktadırlar. Bu koy, biraz geliştirilerek kolaylıkla limana dönüştürülebilir ve Türkiye’den buraya ulaşım zor olduğundan, küçük birliklerle kontrolü de kolay olur. Dolayısıyla Erbil’in kontrolünün Musul ve Kerkük’e kadar genişletilmesinden sonra Irak kuzeyinde bağımsızlığını ilan edecek olan Barzani yönetimi hemen Suriye’deki PYD ile birleşip dünya ile irtibata geçebilir ve etrafını çeviren üç ülkenin etkisinden kurtulabilir.
Türkiye bunu gördüğü için geç te olsa son anda bir adım atarak Suriye topraklarında fiili olarak müdahalede bulunmuştur. Bugün benim arkadaşlarımın çoğu da dâhil olmak üzere birçok kişi Türkiye’nin ÖSO ile birlikte Suriye’ye müdahalesini hararetle eleştirmektedir. Ben de bunu şiddetle eleştiriyorum. Ancak diğer eleştirenler gibi niye girdik diye değil niye bu kadar geç girdik diye eleştiriyorum. Türkiye, daha PYD ilk iki kantonu birleştirmeden önce doğrudan veya dolaylı şekilde duruma müdahale etmeli ve PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde birçok Batı devletinin iş birliği yapmaya layık gördüğü bir güç haline gelmesi önlenmeliydi. Bu yapılsaydı ne bugün bahsettiğimiz sorunlar yaşanacak ne de ABD ve bazı AB ülkeleri PYD ile işbirliğine gidecekti. Biz en geç geçen yıl Suriye’ye girmeliydik. Ancak diplomatik durum iyi idare edilemediğinden birçok sorunla boğuşmak zorunda kaldığımızdan son anda müdahalede bulunduk. Eğer bu müdahalede başarılı olamazsak bu bizim için telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurur.
Öncelikle bölücülük güneyden de bizi kuşatmış olur ve bu bizim iç istikrarımızı daha kötü bir hale getirir. İkincisi Ortadoğu ve Arap dünyası ile fiziki temasımız, sorunlar yaşadığımız ve gelecekte de yaşayacağımız bir grup tarafından kesilmiş olur. Üçüncüsü ise Irak’tan Akdeniz’e açılan bu hat petrol ve doğalgaz boru hatlarıyla dolar ve bu işten biz zırnık alamayız. En kötüsü de bölgede yeni bir çatışma alanı yani yeni bir İsrail (Kürdistan) kurulmuş olur. Unutmamak gerekir ki İsrail, farklı bir dini ve etnik devlet olarak bölgeye İngilizlerce zorla sokulduktan sonra günümüze kadar Ortadoğu’da savaş ve çatışmaların kaynağı olmuştur.
Artık bu çatışa alanı kurutulup İsrail’in güvenliği sağlansın diye çatışma alanı bizim sınırlarımıza taşınmak istenmektedir. Bu bir yönüyle de çatışmalı bölgeyi Rusya’nın güney karnına ve İran’ın burnunun dibine taşımak anlamına gelmektedir. Bu ise en az önümüzdeki 50 yıl boyunca süresince devam edecek yeni bir çatışma alanı ve sorun yumağının ortaya çıkmak üzere olduğu anlamına gelir. Bu durum Türkiye için Kurtuluş Savaşı’ndan beri ortaya çıkmış en büyük tehdittir. Bu tehdidi oluşmadan ortadan kaldırmak için Türkiye, Esat ile tekrar ilişki kurmak ta dâhil her türlü alternatifi değerlendirmelidir. Eğer bu plana engel olamazsa, plan gerçekleştikten sonra bunu ortadan kaldırması mümkün değildir. Bu da ülkemizin bölünme tehlikesi de dâhil en az 50 yıl sürecek bir çatışmalı ortamın içine atacaktır.
Lübnan’ gelirsek bu ülke, karışık etnik ve dini yapısıyla, uzun süre çatışmalara sahne olmuş ve Ortadoğu’da bir istikrarsızlık merkezi haline gelmiştir. Devlet kontrolünün zayıf olması yüzünden uzun süre Türkiye kökenli terör örgütlerine sığınak olmuştur. Bu sebeple, her yola başvurarak bu ülkede istikrarlı bir yönetim kurulması desteklenmelidir. Ayrıca, bünyesindeki Hristiyan kökenli insanlar sebebiyle batılı emperyalist güçlerin Ortadoğu’ya müdahalesine ortam oluşturmaktadır.
Bu ülke, uzun süre Suriye ve İsrail tarafından işgal edilerek etki alanları oluşturulmuştur. İran ise Şii nüfus ve örgütler üzerinde etkindir. Bu durum da çatışma ve ayrılıkları körüklemiştir. Bu sebeple, bu ülkenin çatışmalardan uzak, istikrarlı ve komşularının ve batılıların müdahalelerine direnebilecek kadar güçlü olması için çaba gösterilmeli ve her türlü destek verilmelidir. Bu ülkenin Türkiye’yi bütünlüğü için dayanabileceği bir güç olarak görmesi ve yönünü Türkiye’ye dönmesi sağlanmalıdır. Bu ülkeye de bütün olarak bakılmalı ancak her etnik ve dini grupla yakın ilişkiler kurulmalıdır.
Ortadoğu’da belki de en yapay devlet Ürdün’dür. 1. Dünya Savaşı’nın bir sonucu olarak kurulan ve başına Haşimi sülalesinden bir kral getirilen Ürdün’de daha önce bu sınırlar ile hiçbir devlet var olmamıştır. Nüfusu; Bedeviler, Filistin kökenliler yerel Sünni Araplar ve Kafkasyalı halklardan oluşan Ürdün geçmişte sığınmacı Filistinliler sebebiyle sorunlar yaşamış, bu sebeple başta İngiltere ve ABD ile olmak üzere Batılı ülkelerle çok yakın ilişkiler kurmuştur.
Bu ülke Suriye’ye ve Suriye’den kaynaklı sorunlara karşı desteklenmeli ve Batı’ya bağımlılıktan kurtulması için tedbir alınmalıdır. (Bu ülkenin Suriye ile olan sorunlarının çözülmesi ve Batıya bağımlılıktan kurtarılması gerekmektedir.) Ülkede bulunan Kafkasya kökenli insanlar başta olmak üzere her etnik grupla yakın ilişkiler tesis edilmeli, Sünni Arapların, İŞİD şemsiyesi altında veya başka bir yapı içinde Irak ve Suriye’deki Sünni Araplarla bütünleşerek yeni bir güç ve çatışma kaynağı oluşturması engellenmelidir. (Sünni Arapların Irak ve Suriye’deki Sünni Araplarla bütünleşerek yeni bir güç ve çatışma kaynağı oluşturması engellenmelidir.)
Ortadoğu’nun diğer bir sorunlu bölgesi de Filistin’dir. Filistin meselesi bölgenin en önemli ve en uzun süredir devam eden sorunudur. Bölgedeki barışın önündeki en büyük engel ve Arap milliyetçiliği için sembol olmuş bir sorundur. Bu sebeple, bu soruna oynayan Mısır ve Suriye gibi devletler zaman zaman gerçek gücüyle orantılı olmayacak kadar etkinlik kazanmış, bu davayı satmış görülen Enver Sedat gibi liderler suikasta kurban gitmiş ve Mısır, Arap dünyasının liderliğini kaybetmiştir.
Filistin’de iki devletli çözüm (Bağımsız İsrail ve Filistin Devletleri) herkes için en iyi alternatiftir. Biz temel olarak bu tezi savunmalıyız. Ancak bu sorunla oynamak iki ucu keskin bir bıçak gibidir. İsrail; dünya çapına yayılmış diasporası, nükleer silahları ve gelişmiş teknolojisiyle etkin bir devlettir ve kendisine cephe alan ülkelerin çıkarlarına saldırmakta sınır tanımamaktadır. Ortadoğu’da, Türkiye’ye hem gelişmişliği hem de yönetim şekliyle rakip olabilecek, aynı zamanda barış ortamını en kısa sürede bozabilecek en önemli devlettir.
Filistin sorunu, ilgilenen ülkeleri içine çeken ve hassas davranılması gereken bir sorundur. Burada sorunun bir parçası olmak bize zarar verir. Bu sebeple çözümün bir parçası olmak için çaba göstermeli, ancak çözüm önerileri yaparken İslam Dünyası’nın bir üyesi olduğumuz hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Suudi Arabistan, Ortadoğu’nun etkili devletlerinden biridir. Gerek Arap Dünyası ile ilişkiler gerekse İran’a karşı denge oluşturmak için bu ülke ile yakın ilişkiler geliştirilmelidir. Bu ülkenin elinde bulunan büyük miktardaki nakit parayı ülkemize çekmek ise hem ülkemizin gelişmesine hem de ikili ilişkileri geliştirerek barışa hizmet edecektir.
Körfez ülkeleri gerek ekonomik imkânları gerekse Büyük Okyanus’a açılan kapı olmaları sebebiyle her zaman iyi ilişkiler geliştirilmesi gereken ülkelerdir. Bu ülkelerin de yüzünü batıdan Türkiye’ye dönmesi sağlanmalıdır. Diğer bir konu olarak; tüm Ortadoğu’da demokrasinin gelişmesine destek olunmalı, ancak bu ülkelerin iç işlerine doğrudan müdahale eder duruma gelmemeli ve demokrasi adına bölgede güvenlik ve istikrarın bozulmasına engel olunmalıdır.
- Kafkasya Bölgesinde Alınması Gereken Tedbirler:
Kafkasya’yı iki bölümde inceleyebiliriz; Kuzey ve Güney Kafkasya. Kuzey Kafkasya, başta Türk ve Müslüman, Müslüman ancak Türk olmayan ve Hristiyan kökenli olmak üzere birçok etnik grubun bir arada yaşadığı, etnik milliyetçi duyguları gelişmiş, kendi aralarında ve Rusya ile mücadele eden, özerk bölge ve Rusya’ya bağlı cumhuriyetler şeklinde yapılanmış, çok çeşitli halklardan oluşmaktadır. Kafkas Dağları’nın oluşturduğu doğal engel sebebiyle ülkemize doğrudan bir güvenlik sorunu oluşturmasa da, bu etnik grupların çoğunun akrabalarının Türkiye’de yaşamasından dolayı buradaki çatışmalar Türkiye’yi dolaylı olarak ta olsa etkilemektedir.
Bu bölgede de Ortadoğu’da olduğu gibi ilişkiler öncelikle merkezi yönetim Rusya üzerinden yürütülmeli ancak her halk ile yakın ilişkiler tesis edilmeli ve bu halkların ekonomik ve kültürel olarak Türkiye ile entegre olmalarına çalışılmalıdır. Ancak, burada yanlış anlaşılabilecek davranışlar Kafkasya kökenli Türk vatandaşlarının etnik milliyetçilik eğilimlerini artırarak çatışmaları iç sorunumuz haline getirebileceğinden, halklar arasında dengeli ve çatışmaları engelleyici tutumlar geliştirilmelidir.
Güney Kafkasya ise; Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve İran ile Türkiye’nin bir kısmını kapsamaktadır. Bu bölgedeki ülkelerden Gürcistan, Orta Asya ile irtibatımızı sağlayan şu andaki en güvenilir kapıdır. Bu ülke aynı zamanda Rusya ile de aramızda tampon bölge oluşturduğundan desteklenmeli, devlet sistemi güçlendirilmeli ve ilişkiler iyi tutulmalı, ancak, Acara Özerk Bölgesi’nin hakları da muhafaza edilmelidir. Acara Bölgesi, Rusya etkisinden kurtarılarak Türkiye’ye entegre edilmelidir. Gürcistan’ın Rusya ile arasında var olan çatışmalara doğrudan karışılmamalı, Gürcistan Rusya’ya direnebilecek yetenekler kazanabilmesi için desteklenmelidir.
Burada özellikle Abhazya sorununda, Gürcistan’ı koşulsuz desteklediğimiz imajı ülkemizde yaşayan Abhaz kökenli vatandaşlarımız arasında sorun yaratacağından çok hassas davranılmalıdır.
Türkiye için Kafkasya’da en büyük sorun Ermenistan’dır. Bu devlet bizim Orta Asya ile aramıza sokulmuş bir duvar gibidir. Bu devlet bu maksatla kurdurulmuş ve Sovyetler Birliği döneminde de bu işlevini daha iyi yapabilmek için sınırları genişletilmiştir. Ayrıca Azerbaycan ile ilgili sorunları, Karabağ ve bir kısım Azeri toprağını işgal etmesi ve yayılmacı politikalar gütmesi sebebiyle bölge barışı ve güvenliği için en büyük tehditlerden biridir.
Ermenistan, dünya çapında yayılmış diasporası ile Türkiye aleyhtarı söylemlerini her ortamda duyurmakta ve bizi soykırım kararı ile sıkıştırmaya çalışmaktadır. Ülkemizin bir bölümünü Ermenistan toprakları olarak tanımlamakta, Ağrı Dağı’nı parasına basmakta ve her ortamda bize karşı saldırgan bir tutum sergilemektedir. Ayrıca Rusya’ya üsler vererek Rusya’nın güney Kafkasya’da etkili olmasını sağlamaktadır.
Roma İmparatorluğu zamanında, senatoda bir dönem, bazı senatörlerce ilgili ilgisiz her konuşmadan sonra söylenen bir söz vardır; ‘’Kartaca yok edilmelidir.’’ Bu söz Kartaca yok edilene kadar tekrar edilmiştir. Bu durum bizim açımızdan Ermenistan için geçerlidir. ‘’Ermenistan yok edilmelidir.’’ Elbette bu zamanda Ermenistan’ı askeri yöntemlerle yok etmek mümkün değildir. Ancak; Ermenistan, askeri, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel vb. tüm alanlarda engellenmeli ve olabildiğince zayıflatılmalıdır. Açık veya gizli, tüm dünya çapında Ermenistan çıkarlarına saldırılmalı ve bu ülke ile sorunu olan her ülke ile yakın ilişkiler kurulmalıdır. Bundan başka; ülke içinde ve dışında Ermeni muhalif gruplar birbirine karşı kışkırtılmalı, Hınçak ve Taşnak gibi diğer siyasi oluşumların da birbirleriyle rekabeti körüklenmeli, mümkünse çatışmaya itilmelidir. Bu durum, Ermenistan dağılana veya politikalarını değiştirip barışçıl bir ülke olana kadar devam ettirilmelidir.
Azerbaycan ile her alanda ilişkiler geliştirilmeli, bu ülkenin Gürcistan ile de ilişkilerinin iyi olması sağlanmalıdır. Güçlü bir Azerbaycan, Kafkasya’da bizim için en büyük dayanak olacaktır. Ayrıca, Azerbaycan ile ilgili tüm gelişmeler etnik ve kültürel akrabalık sebebiyle iç kamuoyumuzu da doğrudan etkilediğinden Azerbaycan ile olan ilişkilerimize çok büyük önem verilmelidir. Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki sorunların öncelikle barışçı yollardan çözülmesine gayret gösterilmelidir. Ancak muhtemel bir çatışmada Sovyetler Birliği’nin dağılması sürecinde yaşananların tekrar yaşanmaması için Azerbaycan ordusunun güçlendirilmesi ve savaşçı bir güç haline getirilmesi için gereken her türlü destek verilmelidir.
Kafkasya’nın en önemli ülkesi, aynı zamanda bir Ortadoğu ülkesi de olan İran’dır. İran ile rekabetimiz çok eski tarihi temellere dayanır. Şah İsmail’in kurduğu Safevi Devleti, bu günkü Ermenistan ve Ermenistan topraklarını da kapsayan yapısıyla, Osmanlı İmparatorluğu’nu nüfus, kültür vb. ögelerle besleyen Orta Asya Türk dünyası ile irtibatını keserek yıkılmaya götüren yolun ilk yapı taşlarını döşemiştir. 1639 Kasrışirin Anlaşmasından beri bu ülkeyle büyük bir çatışmamız olmamasına rağmen hiçbir zaman uzun süreli yakın ilişkimiz de olmamıştır. Dini rejimi ve ideoloji haline getirdiği Şiiliği yaymaya ve tüm Şiileri etkisi altına almaya çalışması gibi sebeplerle hem Ortadoğu’da hem de Kafkasya’da sorunlar yaratma potansiyeli her zaman vardır. Son yıllarda nükleer teknoloji geliştirme çabaları ve İsrail’i yok edeceğine dair radikal söylemleri yüzünden Batı dünyası ile sorunlar yaşamış, Rusya ve Çin gibi devletlerle yakın ilişkiler kurarak bu büyük güçleri bölgeye sokmuş, Ermenileri Azerbaycan’a karşı desteklemiş ve bu sebeple daima çıkarlarımızın çatıştığı bir ülke olmuştur.
Her şeye rağmen, son zamanlarda İran ile ilişkilerimiz oldukça gelişmiştir. Bu ilişkiler daha da geliştirilerek Orta Asya ile irtibatımızı sağlayacak alternatif bir yol haline getirilmesinde faydalı olabilir. Ancak, Türkiye ile rekabete girip düşmanca tavırlar sergilediği müddetçe Ermenistan için geçerli olan bu devlet için de geçerlidir.
İran’ın nüfusunun büyük bir bölümü Azeri ve Türkmen gibi Türk kökenli insanlardan oluşmaktadır. Ayrıca ülkenin güneyinde bulunan Belücistan bölgesi Sünni’dir ve yönetime karşı silahlı mücadele vermektedir. İran’da; Kürtler, Ermeniler ve Yahudiler gibi irili ufaklı birçok diğer etnik gruplar da bulunmakta ve bunların da yönetimle değişik seviyede sorunları bulunmaktadır.
Türkiye, İran ile şimdilik herhangi bir çatışma ve rekabet içine girmeden her etnik grupla resmi ve gayrı resmi temaslarla ilişkilerini geliştirmeli, öncelikle Türk kökenli insanları kültürel ve ekonomik olarak Türkiye’ye entegre etmeye çalışmalıdır. Halkın mücahitleri gibi, kökeni çok eskiye giden ve halen kısmen de olsa etkinliği bulunan örgütlerle ileride kullanılabilecek bir argüman olarak gayrı resmi düzeyde irtibat halinde bulunulmalıdır.
- Balkanlar Bölgesinde Alınması gereken Tedbirler:
Balkanlar Kafkasya gibi farklı dinlerden ve farklı dillerden birçok insanın iç içe yaşadığı, tarih boyunca olduğu gibi halen de çatışma potansiyeli taşıyan bir bölgedir. Bazı Balkan ülkelerinin Avrupa Birliği’ne üye olmaları sayesinde kısmen kendi istikrarlarını sağlamış olmalarına rağmen, bu bölgedeki ülkeler arasında sorunlar henüz ortadan kalkmamıştır.
Balkanlarda en çok sorunumuz olan ülke (Ege, Kıbrıs, Batı Trakya, FIR Hattı, vb.) Yunanistan’dır. Bu ülke bazı diğer balkan ülkeleri ile de sorunlar yaşamaktadır. Arnavutluk ile 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında soykırıma uğrattıkları Çamerya Arnavutları ve Yunanistan’dan kaynaklanan diğer sorunlar, Makedonya’nın ismini tanımaması, Kosova ve Bosna Hersek çatışmalarında Sırplara destek vermesi, Bulgarlarla Batı Trakya emellerinin çatışması gibi mevcut ve potansiyel sorunları vardır.
Her şeye rağmen, bu ülke ile sıcak çatışmalardan kaçınmak ve AB üyesi olması sebebiyle AB sürecine desteğini sağlamak için çaba sarf etmemizde fayda bulunmaktadır. Yunanistan ile ilişkileri geliştirirken bir yandan da Türkiye’ye yakın adaları ve Batı Trakya Bölgesinde sınırımıza yakın Yunan yerleşim yerlerini ekonomik ve kültürel olarak Anadolu’ya entegre etmemiz gerekmektedir. Bu durum çatışmaların önlenmesinde de bize avantaj sağlar.
Bu ülke, uzun süreli kötü ekonomik yönetim, çalışmayı sevmeyen ve AB fonları ile yaşamaya alışmış olan halkı sebebiyle şu anda iflas etmiş durumdadır. Bu durum bizim için avantajlı bir ortam oluşturmaktadır. Çünkü sorunu olmayan Yunanistan, hemen Megola İdea’yı hatırlamakta, başta Türkiye olmak üzere komşularına karşı saldırgan tutumlar içine girmektedir.
Yunanistan, laik bir ülke değildir. Kilise Yunan toplumunda çok etkilidir. Hatta bugün bir Yunan Ulusu varsa bunun sebebi bir Yunan Kilisesi’nin olmasıdır. Yunan Kilisesi her ne kadar Fener’e yakınsa da zaman zaman Fener’in kendi üzerinde kurmaya çalıştığı etkiye karşı da mücadele etmektedir. Fener Kilisesi’nin olası bir diğer rakibi de Rus Kilisesi’dir. Bulgar Kilisesi de zaman zaman Fener veya Rus Kilisesi’ne yakın dursa da kısmen milli bir anlayış içindedir. Burada, Abdülhamit’in uyguladığı politikalara dönmekte fayda vardır. Ayrıca Yunanistan’da kilisenin etkisini kıracak olaylar da el altından desteklenmelidir. Ortodoks bloğu oluşmasını engellemek ve kilisenin etkinliğini kırmak için her türlü ortam kullanılmalı ve Türk Ortodoks Kilisesi, Gagavuzlarla irtibatlandırarak yeni bir aktör olarak ortaya çıkarılmalıdır.
Bulgaristan ile şu anda önemli bir sorunumuz bulunmamaktadır. Geçmişte yaşadığımız çatışmalar ve Türk azınlığa uygulanan asimilasyon artık geride kalmış gözükse de, Irkçı Parti’nin oylarını artırması endişe yaratmaktadır. Bulgaristan’ın en önemli sorunu demografik yapısındaki kırılganlıktır. Mevcut nüfus artış hızları dikkate alındığında Çingene ve Türk nüfuslarının gelecekte Bulgar kökenlilerin sayısını aşacağı değerlendirilmektedir. Bu durum özellikle dikkate alınmalı, Çingene nüfusu, Avrupa Ülkeleri ve Bulgaristan’da sürekli olarak aşağılanmalarının oluşturduğu duygulardan da yararlanarak, Bulgaristan’daki Türk nüfusa ve Türkiye’ye entegre edilmelidir.
Bulgaristan’ın; Romanya, Yunanistan ve Makedonya ile tarihi toprak anlaşmazlıkları vardır. Makedonya dışında diğer ülkeler NATO ve AB üyesi olduğundan bir çatışma ihtimali şimdilik uzak görünmektedir. Bulgaristan ve Romanya aynı zamanda bir Karadeniz ülkesi olduğundan, Rusya’yı dengelemek için iyi ilişkilerimizin devam etmesinde ve bu iki ülkenin de iyi ilişkiler içinde olmasında fayda görülmektedir.
Bizim için balkanlarda, beklide en kritik ülke Makedonya’dır. Makedonya’nın kendi adıyla, bağımsız bir devlet olarak var olması muhakkak desteklenmelidir. Sadece Makedonya ismi bile bu isimle anılan toprakların bir kısmını ellerinde bulunduran, başta Yunanistan ve sonra da Bulgaristan üzerinde bir baskı oluşturacak, bu ülkelerin enerjilerinin bir kısmını bu soruna harcamaları gerekeceğinden bizim güvenliğimiz açısından faydalı olacaktır.
Bosna Hersek, Arnavutluk ve Kosova Balkanlardaki üç Müslüman devlettir ve her zaman Türkiye’ye yakın olmuş ve olacak olan ülkelerdir. Bu ülkelerin bağımsızlıkları ve bütünlükleri korunmalı ve her alanda ilişkiler geliştirilmelidir.
Burada, Arnavutluk ayrı bir özellik taşımaktadır. Arnavutlar (Değişik din ve mezheplere bağlı olarak) Arnavutluk dışında; Kosova ve Makedonya’da da büyük miktarlarda Arnavut nüfus yaşamaktadırlar. Arnavutluk’ta milliyetçi bir akım ve tüm Arnavutları birleştirme yönünde bir girişim tüm Balkanlara yeni bir istikrarsızlık ve çatışma getirme potansiyeline sahiptir. Her ülkedeki Arnavutlar, Boşnaklar, Türkler ve diğer Müslüman azınlıkların hakları savunulmalı, kültürel ve siyasi haklarını artırarak korumaları ve özgürce yaşamaları desteklenmeli fakat ayrılıkçı hareketler engellenmelidir. Olası bir çatışma, yakın geçmişte Kosova ve Bosna Hersek’te olduğundan daha büyük katliamlara ve göçlere sebep olarak Türkiye’yi de bu çatışmanın içine çekebilir. Bu sebeple, yapılması gereken Balkanlardaki tüm Müslüman unsurların, ilgili ülkelerin içinde asimile olmadan korunarak, kültürel ve ekonomik olarak Türkiye’ye entegre edilmesidir.
Sırplar, tarih boyunca, Balkanlarda devlet kuran öncü Slav kavmi olmuştur. Kosova Savaşlarından sonra nihai olarak yenilene kadar Balkanlarda, Türklerin karşısındaki esas güç olmuşlardır. Ancak Sırplar, Türk hâkimiyetine geçince uzun bir süre Osmanlı Devleti’ne sadık olarak hareket etmiş, orduya asker ve saraya yönetici olacak gençler sağlayarak devlete önemli vezirler ve devlet adamları kazandırmışlardır. Meşhur Sokulluların vezir olarak hizmetleri ve Yıldırım Beyazıt’ın Timur karşısında savaşırken, birçok Türk unsur kendisini terk edip Timur’un tarafına geçerken, onun yanında kalan ve son ana kadar da savaş alanını terk etmeyen ordusunun büyük bölümünün Sırp askerlerinden oluştuğu dikkate alınırsa konunun önemi daha iyi anlaşılabilir.
Sırplar; eğer Balkanlarda etkin olmak ve bir güvenlik çemberi oluşturmak istiyorsak öncelikle ele almamız gereken bir ulustur. Soğuk Savaş sonrası Balkanlardaki tüm savaşlar, Sırplar ve diğer uluslar arasında yapılmıştır. Savaşı kim yapabiliyorsa barışın sağlanması ve korunmasında da o önemlidir. Bu sebeple Sırplarla ilişkilerimizi geliştirmek kaçınılmaz olarak gereklidir.
Bunun için Sırbistan’ın Bosna Hersek ile ilişkilerinin düzeltilmesi için gösterdiğimiz çabalara devam edilmeli, Bosna Hersek ve Kosova’da Sırpların da gururunu kırmayacak çözümlerin geliştirilmesine önayak olunmalıdır. Öte yandan Sırpların, Ortodoks veya Slav blok kurması ve Rusya’nın etkisine girmesi engellenmeli, Yunanistan ile çok yakınlaşmasına da engel olunmalıdır.
Balkanlarda bulunan diğer bir devlet olan Moldova hem stratejik konumu, hem de özgün bir Hristiyan Türk halkı olan Gagavuzları barındırması sebebiyle bizim için çok önemlidir. Bu bölge, uzun süre, Osmanlı, Avusturya-Macaristan ve Rusya ordularının uğruna savaş yaptığı bir bölgedir. Buradaki bir gerginlik; Romanya, Ukrayna ve Rusya’yı olduğu kadar Türkiye’yi de konunun içine çeker. Yapmamız gereken Moldova’nın bağımsızlığının korunması ve Gagavuzların özerkliğinin korunması için çaba göstermektir.
Tüm bunlara karşın bir şeyi hiçbir zaman unutmamak gerekmektedir. Aralarındaki sorunları çözen Balkan ülkeleri, birlik olup Osmanlı İmparatorluğuna saldırmış ve 1. Balkan Savaşı’nda tarihimizin en acı bozgunlarından birini yaşamamıza sebep olmuştur. Bu sebeple Balkanlar devamlı gözaltında bulundurulmalı ve benzer bir birleşmeye asla izin verilmemelidir.
- Akdeniz Bölgesinde Alınması Gereken Tedbirler:
Akdeniz bölgesinde en büyük sorunumuz Kıbrıs’tır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, AB cephesinde bize engeller çıkarırken Akdeniz’deki çıkarlarımızı da ihlal etme çabası içindedir. Bunu da İsrail ve Mısır ile yaptığı anlaşmalarla yerine getirmeye çalışmaktadır. Ayrıca KKTC’yi dünyaya işgal altındaki toprak olarak göstermektedir.
Kıbrıs; Doğu Akdeniz’de güç mücadelesi yapacak devletler için stratejik bir konumdadır. Elinde bulundurana büyük avantajlar sağlar. Aynı zamanda Anadolu’yu güneyden tehdit eder. Bu sebeplerle adada bulunan birliklerin tamamının çekilmesi bizi büyük bir güvenlik zafiyetine sokar. Anlaşmalar gereği adada bulunan birliklerimizle ilgili haklarımızdan hiçbir zaman taviz vermemeliyiz. Ancak eğer başka kazançlar elde edilecekse 1974 sonrası konuşlanan birliklerimizden bir kısmında indirime gidilebilir.
Bunun yanında; KKTC’nin bağımsızlığı korunmalı, Türkleri sıradan bir azınlık konumuna sokacak hiçbir anlaşmaya imza atılmamalıdır. KKTC Yönetimi; ekonomik ve idari olarak kendi kendini yönetecek yetenek ve özerkliğe kademeli olarak kavuşturulmalı, Türkiye’nin vesayeti altında yaşıyor görüntüsünden kurtarılmalıdır. (Anadolu’dan deniz tabanına döşenecek borularla adaya su götürülmeli,) Anadolu’dan adaya götürülen boru hattı ile ada fiziki olarak Anadolu’ya bağlanmalı ve bu su Rum tarafıyla görüşmelerde bir enstrüman olarak kullanılmalıdır.
Akdeniz’deki Kuzey Afrika ülkelerinin tamamı Müslüman ülkeler olup, Fas hariç hepsi eski Osmanlı eyaletidir. Bu ülkelerle ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkiler geliştirilmeli, bu ülkelerin konumları itibarıyla Afrika’ya giriş kapıları olduğu unutulmamalıdır. Bu ülkelerdeki istikrarsızlıklar Ortadoğu’yu etkilediğinden sürekli bir istikrara ve daha demokratik ve etkili yönetimlere kavuşmaları için desteklenmeli, bölgede tarihi emperyalist geçmişleri olan devletlerin bu ülkelere doğrudan müdahaleleri engellenmelidir.
Anadolu tarih boyunca Akdeniz’den gelen bir saldırıyla çok fazla karşılaşmamış, muhtemelen denize paralel uzanan dağların sağladığı doğal engellik vasfı sebebiyle de Anadolu buradan gelen güçlerce ele geçirilmemiştir. Batıdan ve deniz yoluyla tehdit genellikle Ege’den gelmiştir. Dolayısıyla, Akdeniz’de askeri tehditten çok ekonomik ve siyasi çıkarlarımıza gelebilecek tehditler söz konusu olabilir ve bu da diplomasinin manevra alanında iyi ilişkilerin kurulması ile bertaraf edilebilir. Bu ülkelerle ticaret ve başta deniz ulaştırması olmak üzere ulaştırma kolaylıkları ile buralar Türkiye’ye irtibatlanmalıdır.
- Karadeniz Bölgesi İçin Alınması Gereken Tedbirler:
Karadeniz bölgesinde Akdeniz bölgesinde olduğu gibi dağlar denize paralel uzandığından tarih boyunca Anadolu’ya karşı büyük bir işgal hareketine sahne olmamıştır. Ancak son 200 yıldır Osmanlı/Türkiye ve Rus mücadelesi bu bölgede, deniz hâkimiyeti ve Akdeniz’e çıkan boğazların kontrolü konusunda yoğunlaşmıştır. Rusya’nın Osmanlı’ya karşı yürüttüğü istila hareketleri, bu denize paralel Balkan ve Kafkasya coğrafyasında meydana gelmiştir.
Bu denize sınırı olan en büyük devlet Rusya Federasyonu’dur. Eğer bu bölgede güvenlik sorun olacaksa bu Rusya’dan kaynaklanacaktır. Bu sebeple bu ülke ile ilişkiler iyi tutulmalı ve çatışmaya varacak ortamlardan kaçınılmalıdır. Bu denizin çıkışı olan boğazların Montreux Boğazlar Sözleşmesi esaslarından taviz verilmemelidir. Rusları dengelemek için başta Ukrayna olmak üzere Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler ile ortak anlayış oluşturmak ve iyi ilişkiler kurmak, ancak bu ülkelerin aralarında olabilecek çatışmalara doğrudan taraf olmamak, mümkünse çatışmaları önlemeye çalışmak en uygun hareket tarzı olacaktır.
Ayrıca, bu denize kıyısı olan halklarla, özellikle Kırım Tatarları, Gagavuzlar ve Kafkasya halklarıyla halktan halka ilişkiler kurulmalı ve bu insanlar Türkiye’ye entegre edilmelidir. Bunun da en kolay yolu kıyıdaş ülkeler arasında ticaretin geliştirilmesidir. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, özellikle Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında daha etkin hale getirilmeli, burası, bir barış, ticaret, turizm, kültür ve ortak kalkınma sahası haline getirilmelidir.
- Sonuç:
Sonuç olarak Türkiye eğer var olmak ve varlığını gelecekte de güçlenerek sürdürmek istiyorsa çevresinde bir barış kuşağı oluşturmak zorundadır.
Bu da çok kolay bir işmiş gibi görünmemektedir. Çünkü etrafı sorunlu ve çatışma potansiyeli olan bölgelerle çevrilidir. Bunlara ilaveten kendisinin de çözümü hayli zor iç sorunları bulunmaktadır.
Tüm bunların üstesinden gelebilmek için proaktif olmalı, ittifaklara dayanmak ve devletlerarası anlaşmalar yapmak gibi klasik yöntemlerle kendisini sınırlandırmamalı, çağın şartlarının gereği olan yaratıcı yeni yöntemler de bulmalıdır.
Balkan Savaşı öncesinde, İttihat ve Terakki yönetiminin Balkanlardaki kiliseler arasındaki sorunları çözmesinin, sorunları çözülmüş Balkan Devletlerinin aralarında birlik sağlayarak Osmanlı İmparatorluğuna saldırmalarına sebep olduğunda düştüğü hataya düşülmemeli, bazen başkaları arasındaki sorunların hem onları hem de bizi birçok büyük sorundan ve çatışmadan koruyan unsurlar olduğu unutulmamalıdır.
Türkiye; jeopolitik gerçeklerden uzak, kendisine dikte ettirilen şeyleri uygulayan uydu bir devlet gibi davranmamalıdır. Tüm faaliyetlerinde kendini merkeze koymalı, çevresini bu merkezden bakarak algılamalı ve bu algılamaya göre çevresini şekillendirmeye çalışmalıdır.
Barış çemberi oluşturacağım derken idealizme kendini kaptırmamalı, realist politikalar uygulamaktan kaçınmamalı, güç dengelerini mutlaka kurmalı ve eğer bu denge bozulacaksa kendi lehine bozulması için çaba sarf etmelidir.
Hits: 11
TÜRKİYE NEREDE BULUNUYOR 1
- 4 Ocak 2018
TÜRKİYE NEREDE BULUNUYOR 2
- 4 Ocak 2018