
Çerkez Ethem: Hain mi, vatansever mi?
- 13 Şubat 2018
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; MGM Tarih
- 1
Çerkez Ethem kimdir: Bir Hain mi yoksa bir vatansever mi?
Zaman zaman bazı çevreler, Millî Mücadele’yi karalayabilmek içim o dönemde hain ilan edilmiş olan başta padişah Vahdettin ve Çerkez Ethem olmak üzere bazı kişilerin aslında hain olmadıklarına dair açıklamalar yapmaktadır. Bugün internette dolaşırken, aynı zamanda hemşerim de olan eski bakan ve meclis başkanlarından Bülent Arınç’ın da Çerkez Ethem’in aslında hain olmadığına dair bir açıklama yaptığını gördüm. Bunun üzerine hemen kitaplığımdan Çerkez Ethem’in anılarını ve dönemin olaylarını anlatan bazı kişilerin kitaplarını alıp göz attım.
Ben bu tür açıklamalar yapanlara bazı arkadaşlarım gibi çok fazla şaşırmıyorum. Çünkü her ne kadar çoğu insan öyle olduğunu düşünse de ben, tarihin durağan ve somut bir şey olmadığını düşünüyorum. Bence tarihi yazan insandır ve hiçbir insan tam olarak objektif olamaz. Çünkü her insan siyasi, dini, felsefi vb. birçok özelliklerinin yarattığı ve çoğu zaman maddi varlığından da bağımsız kendine has bir kişiliktir. Bu sebeple her insan, hemen hemen her şeye olduğu gibi tarihi olaylara da bu kişiliğinin durduğu yerden bakar ve gördüklerini de buna göre yorumlar. Hal böyle olunca aynı tarihi olay farklı kişilerce farklı anlamlara gelebilir. Aynı kişiler de bazılarına vatansever, bazılarına vatan haini gibi görünebilir.
Bunu bir örnekle açıklamaya çalışayım. Yunanlıların 15 Mayıs 1919’da İzmir’e asker çıkardıktan sonra 1922 yılının Eylül ayı sonlarına kadar yaşananlar bir Yunanlı için Küçükasya bozgunu veya felaketi iken Türkler için kurtuluş savaşıdır ve zaferlerle dolu övünülecek bir dönemdir. Biraz daha ayrıntıya girersek, o zamanlar dedeleri İstanbul hükümetine veya işgalci güçlere bağlı olan ve isyanlar sebebiyle Yunan Ordusu’nun Ankara yakınlarına kadar gelmesine sebep olan kişiler için Atatürk, dedelerine zulmeden bir düşman iken Millî Mücadele’ye katılan kişilerin torunları için bir milli kahramandır.
Bu sebeple şimdi, her ne kadar tam olarak objektif olamayacağımı bilsem de olabildiğince objektif olmaya çalışarak Çerkez Ethem hakkında kendi anılarından ve bahsettiğim diğer kitaplardan okuduğum bazı bilgileri burada paylaşmaya çalışacağım. Bunu yaparken, olabildiğince objektif olmak için konunun hain mi yoksa vatansever mi boyutuna hiç girmeden Çerkez Ethem kimdir sorusuna cevap bulmaya çalışacağım. Bunun için de Çerkez Ethem’in Millî Mücadele dönemi ve sonrasındaki yaşamını bir kenara bırakarak, Millî Mücadele öncesindeki Ethem kimdir ve neler yapmıştır, bunları anlatmakla yetineceğim.
Çerkez Ethem, Kafkasya’dan gelip Bandırma’ya yerleşmiş ve çiftçilikle uğraşan Ali Bey’in en küçük oğludur. Kendi hatıralarında Ethem bunu şöyle anlatmaktadır. ‘’Ben, emlak ve arazi sahibi, mesut ve müreffeh yaşayan ve aynı zamanda ekmeğinin hasmı denecek kadar cömert bir ailenin evladıyım. Merhum babam Ali Bey, Bursa vilayetinde şeref ve haysiyeti ile tanınmış bir kimse idi. Ben babamın çok sevdiği en küçük oğlu, ağabeyimin de evlatlarına tercih ettiği bir kardeşi idim. ‘’
Ethem’in abilerinden biri, Millî Mücadele sırasında Saruhan Milletvekilliği yapan Reşit, diğeri ise Ethem’in birliklerinin kurmay başkanlığını yapan Yüzbaşı Tevfik’tir. İkisi de Harp Okulu mezunudur. Ethem ise Süvari eri olarak orduya katılmış, okuryazar olduğundan talimgâha ayrılarak astsubay olmuş ve başçavuş olarak terhis edilmiştir. Balkan Harbi sırasında İstanbul’a giderek Bakırköy Süvari Subay Okulu’na katılmış ve teğmen olarak mezun olmuştur. 1. Dünya Savaşı sırasında Teşkilatı Mahsusa unsurlarıyla çeşitli cephelerde görev yapmış ve savaş sonrasında da, ailesinin yanına gelmiştir.
Ethem eğitim durumunu kendi anılarında şu şekilde anlatmaktadır: ‘’Zabit ve erkânıharp değilim. Askerlik mesleğine girmeyi çocuklukta çok istedim ise de rahmetli babam, iki büyük kardeşimin asker olmasını yeterli görmüş olacak ki beni bu şereften mahrum etti. Bununla beraber, aynı hevesle ben 19 yaşımda babamın bedeli nakdi (2. Meşrutiyet’ten sonra gayri Müslimlerin de askere alınmasına dair bir kanun çıkarılınca başta Fener Rum Patrikhanesi ve Yunan milliyetçileri başta olmak üzere Hristiyanların çoğunun bu kanundan rahatsız olması sebebiyle bedelli askerlik kanunu çıkarılmıştı. Muhtemelen bu kanun gereğince askere gitmeyebileceği halde gittiğini anlatmaya çalışmaktadır.) vermesine meydan bırakmadan İstanbul’a kaçmış, nefer olarak süvariliğe girmiş, okuryazar olduğumdan talimhanelerde staj görmüştüm.
Terhis teskeremi başçavuş olarak aldım. Daha sonra, Balkan Harbi sırasında İstanbul’a geçerek Makrıköyü’nde (Bakırköy’de) bulunan süvari zabitan mektebine ayrılmış ve bir müddet geçince de süvari zabit vekili olarak Çürüksulu Mahmut Paşa Kolordusu’nun karargâh muhafız bölüğünde bulunmuştum. Bu Kolordu’nun Bulgarlarla Çongri’de yaptığı muharebeyi yakından görerek o kargaşalık arasında mensup olduğum karargâhla (birlikte) Çatalca’ya dönmüştüm.
Daha sonra bölüğümle beraber tatbikat mektebine gittim. Orada birkaç ay kalarak Bandırma’da ailemin yanına geldim. Fiili olarak askerlik hayatım bundan ibarettir. Nazari olarak ise, iki büyük kardeşim Harbiye mektebinden her sene izinli olarak geldikçe beraberlerinde getirdikleri askerlik kitaplarını çiftlikte okurdum.
I. Dünya Savaşı’nın ilk senelerinde, büyük kardeşim Reşit Bey’in kendi başına askeri ve siyasi bir maksadı hedef tutan, Kürtlerden ve başka milletlerden toplanmış Teşkilatı Mahsusa Kuvvetleri ile Ruslara karşı ve daha sonra İran güneyinde İngiliz bölgesinde ve Afgan Seferi heyetinde bulundum. Ben kuvvetlerim için talim ve terbiye fırsatı bulamadım. Fakat onları kahramanca dövüştürmeye alıştırdım. Ve devamlı olarak silah elimde yaşadım. Askerlerim de her zaman silahlı idiler.’’
Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı gibi Ethem, 1. Dünya Savaşı sonuna kadar pek tanınmış bir kişi değildir. Onun adı kamuoyu tarafından ilk defa, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra İzmir Valisi’nin oğlunu dağa kaçırarak 50.000 lira fidye karşılığında serbest bırakınca duyulmuştur. Bu dönemde eşkıyalık yaptığı anlaşılan Ethem anılarında; bu çocuk kaçırma olayını, Yunan işgal tehlikesi belirdiğinden, buna hazırlık yapmak maksadıyla para temin etmek için yaptığını iddia etmektedir. Sözüm ona Ethem, daha hiç kimsenin İzmir ve çevresinin Yunanlılar tarafından işgal edileceğini bilmediği bir dönemde bu işgale karşı bir milli direniş hareketini finanse edebilmek için ihtiyaç duyduğu parayı temin etmek maksadıyla bu olayı gerçekleştirmiştir.
Ama bu söylediğinin hiçbir sağlam dayanağı olmadığını o da bildiğinden olsa gerek anılarında bu konuyu başka konuların arasında kabaca değinerek geçiştirmektedir. Çünkü kendisi de gayet iyi bilmektedir ki İzmir Valisi’nden fidye aldığı zaman henüz bir Yunan işgalinin söylentisi bile ortada yoktur. Yenilen devletlerle yapılacak barış şartlarının belirlenmesi için Paris’te toplanan İtilaf Devletleri temsilcileri ve hatta Yunan Başbakanı Venizelos bile İzmir’e asker çıkarabileceklerini bilmemektedir.
Venizelos bu yönde hazırlıklar yapmakta ve Paris Barış Konferansı’nda bunları sunmaya hazırlanmaktadır ama isteklerinin kabul edileceğinden emin değildir. Çünkü savaş sırasında İngilizler İzmir ve çevresini Yunanlılara teklif etmişlerdir ancak aynı bölge büyük devletlerin tamamının kendi aralarında yaptığı gizli anlaşmalara göre de İtalyanlara verilmiştir. Dolayısıyla Çerkez Ethem’in anılarında bahsettiği gibi Rahmi Bey’in küçücük oğlunu silah zoruyla dağa kaçırarak fidye istemek gibi iğrenç bir haydutluk olayını Yunan işgaline hazırlık bahanesiyle makul göstermeye çalışması bana pek ikna edici görünmemektedir.
Ben bunu daha çok, düşene bir tekme de sen vur mantığıyla fırsatları paraya çevirmeye çalışan ahlaksız bir kişinin veya en kibar ifadeyle bir oportünistin yapacağı bir hareket olarak görüyorum. Çünkü fidye istediği İzmir valisi Rahmi Bey, İttihat ve Terakki’nin önde gelen kişilerinden ve çok zengin biridir. Hükümetin İttihatçıları (İngilizlerin de baskısı ile Divanıharplar kurarak) tutuklamaya başlaması kapsamında tutuklanmış ve Bekirağa Bölüğü’ne atılmıştır.
Öte yandan bu çocuk kaçırma eylemi Ethem ve kardeşlerinin Rahmi Bey’e karşı yaptıkları ilk saldırı da değildir. Ethem, Rahmi Bey daha İzmir’de vali iken ona ait bir çiftliği basarak ele geçirmek istemiş ama Rahmi Bey bunu öğrenince çiftliğe jandarmalar yerleştirmiş ve Çerkez Ethem çiftliği ele geçirememiştir. Muhtemelen bu başarısızlığın etkisiyle Rahmi Bey’e kişisel kin de duyan Ethem, onun hapiste olmasını fırsat bilerek daha 8-9 yaşında olan oğlunu dağa kaçırarak fidye istemiştir.
Ama Ethem bu olayı kendi anılarında şöyle anlatmaktadır: ’’İşgalden önce Yunan tehlikesi belirdiği vakit, İzmir valisi Rahmi Bey’den 50.000 lira ve isyanları bastırma sırasında Adapazarı tüccarlarından Arapzade bilmemkimden 50.000 lira, bir de Karacabey eşrafından birisinden 5.000 lira almıştım. Cepheleri teşkil etmek, kuvvetlerimi tutmak, İtilaf Devletlerinin işgalleri altındaki Afyon ve Kütahya mühimmat depolarından gizlice cephane alabilmek için bana para lazımdı.’’
Ethem burada, isyanları bastırmakla görevlendirildiği bölgelerde yaptığı soygunları Kuvayı Milliye’yi beslemek için yaptığı bahanesiyle haklı ve makul olarak gördüğünden olsa gerek, çok daha önce yaptığı bir eşkıyalığı da bu olaylarla birlikte anlatarak makul bir şeymiş gibi göstermeye çalışmaktadır. Hâlbuki Rahmi Bey’in oğlunun kaçırıldığı Şubat 1919 ile Ethem’in bastırılmasında görev aldığı ilk isyan olan Ekim-Kasım 1919’daki 1. Anzavur isyanı arasında en az 8 ay vardır. Kanaatimce Ethem, böyle yaparak, savunulacak hiçbir tarafı olmayan ve masum bir küçük çocuğu kaçırarak alınan fidyeciliği, yani en adi eşkıyalık türlerinden birini milli mücadele şartlarının getirdiği bir zorunluluk gibi göstererek bu işin utancından kurtulabileceğini düşünmüştür.
Ama bunu aklı olan hiç kimseye yutturması mümkün değildir. Zaten bu eşkıyalık olayının başka bağlantıları olduğunu iddia eden bazı yazarlar da bulunmaktadır. Buna göre Ethem, Biga ve Kocaeli yarımadalarındaki birçok Çerkez ailesi gibi saray ve hükümetle yakın ilişkiler içindedir. Nitekim o dönemin hükümeti, Rahmi Bey İTC mensubu olduğundan olsa gerek, Ethem’in takip edilmesi ve yakalanmasına çalışmamıştır. Hatta hükümet tarafından İzmir’deki devlet görevlilerine, Ethem’in hükümetin gizli adamı olduğunun ve kendisine dokunulmamasının emredildiği de söylenmektedir. Yani bu olay sadece adi bir çocuk kaçırma eylemi değil aynı zamanda siyasi bir yönü de olan bir eylem olabilir.
Bunu doğrular şekilde Ethem’in Rahmi Bey’den istediği paranın miktarı da bu olayın sadece Rahmi Bey’in zor durumda olmasından faydalanarak ondan para tırtıklamaya çalışan bir fırsat düşkününün işi olmayabileceğini göstermektedir. İstenen para miktarı, Rahmi Bey’in elinden tüm varlığı alınarak yok edilmeye çalışıldığını ve intikam hissiyle hareket eden başka kişilerin de bu işin içinde olduğunu düşündürmektedir.
Çünkü Ethem, o zamanın şartlarına göre o kadar büyük bir fidye istemiştir ki, atadan-dededen zengin bir kişi olmasına rağmen Rahmi Bey’in bu kadar parayı bulması neredeyse imkânsızdır. Nitekim kendisi hapiste olduğundan ailesi tüm malını mülkünü satmış fakat yine de bu parayı temin edememiştir. Bunun üzerine İzmir’de onu tanıyanlar (1913’ten 1918’e kadar merkezi İzmir olan Aydın Vilayeti’ nin valiliğini yaptığından şehirde çok iyi tanınıyor ve seviliyordu.) fidye parasını toplayabilmek için bir yardım kampanyası düzenlemişlerdir.
Bu kampanyada toplanan para da fidyeyi ödemek için yeterli olmayınca Rahmi Bey’in tanıdıkları, eksik miktarı tamamlayabilmek için İzmir’de oturan zengin bir Fransız’dan borç para almışlardır. Sonunda istenen para temin edilince çocuk ve paranın değişimi yine bir Teşkilatı Mahsusa’cı olan Kuşçubaşı Eşref’in Salihli civarındaki çiftliğinde yapılmıştır.
Bu olaydan da açıkça anlaşıldığı gibi Ethem ve kardeşleri, Yunanlılar İzmir’i işgal edene kadar eşkıyalık yapmışlardır. Yunanlılar İzmir’i işgal edince Batı Anadolu’daki birliklerin başına atanan Albay Bekir Sami Bey, Harbiye Nazırı ve Genelkurmay Başkanı’ndan aldığı emir gereğince Bandırma’ya gelir gelmez hemen halkı silahlı mücadeleye çağırmaya başlamış ve bir direniş teşkilatı kurmasına yardımı dokunabileceğini düşündüğü Harp Okulu’ndan devre arkadaşı olan Ethem’in abisi Reşit’e de haber göndermiştir. Ancak, düşmanları onları pusuya düşürmeye çalışıyor diye korktuğundan olsa gerek, Reşit buluşmaya kendi gelmemiş, eniştesini göndermiştir.
Bekir Sami Bey eniştesine, toplayabildikleri kadar silahlı süvari toplayıp derhal kendisine katılmaları için haber bırakmışsa da Ethem ve Kardeşleri, Rauf (Orbay) Bey’in ikna çalışmaları sonucunda ancak haziran ayı sonlarında (yani bir ay sonra) Balıkesir’deki 61. Tümen Komutanı Kazım (Özalp) Bey’in yanına gelerek Kuvayı Milliye’ye katılmak istediklerini bildirmişlerdir.
Bu sırada Batı Anadolu’da her yerde Kuvayı Milliye birlikleri kurulmuş, Demirci Mehmet Efe ve Çerkez Ethem hariç Millî Mücadele ile ilgili kitaplarda adı geçen bütün efeler ve silahlı çeteler Kuvayı Milliye’ye katılmış ve Ayvalık’tan Aydın’a kadar bir cephe teşkil edilmiştir.
Kazım Bey, bir miktar silah vererek Ethem ve kardeşlerini Salihli bölgesine göndermiştir. Ethem, Salihli’ye geldikten kısa süre sonra kendini Salihli Cephesi Komutanı ilan etmiş ve diğer müfreze komutanlarını silahlı güç kullanarak (Silahlı çatışmalar yaşanmıştır.) etkisiz hale getirmiştir. Bu sebeple Alaşehirli Mustafa Bey gibi bölgede Kuvayı Milliye teşkilatını kuran kişilerle Akbaş Cephaneliği’ndeki silahları Anadolu’ya kaçıran meşhur Dramalı Rıza gibi kişiler bölgeyi terk etmek zorunda kalmışlardır. Yani Ethem ve kardeşleri dağdan gelip bağdakileri kovmuşlardır.
Aynı şeyi 1920 yılı ortalarından itibaren Mustafa Kemal Paşa’ya da yapmaya kalkmışlar ama bu sefer yutmaya çalıştıkları balığın (yani milli mücadelenin liderliğini ele geçirme amaçlarının) kursaklarından geçmeyecek kadar büyük kılçığı olduğunu düşünmeden hareket ettiklerinden lokmalarını yutamamışlar ve hevesleri kursaklarında kalmıştır. Olan biten kabaca bundan ibarettir.
Bu açıdan bakıldığında Çerkez Ethem ne bir vatansever ne de bir haindir. Sadece meydanı boş bulunca kendini bir halt zanneden ve kaba kuvvetle her şeyi gasp ederek ele geçireceğini düşünen ama sonunda dersini acı bir şekilde alan sıradan bir eşkıyadan başka bir şey değildir.
(Not: Çerkez Ethem ile ilgili bilgiler için Nutuk, Kazım Özalp’ın Millî Mücadele kitabı, Türk Tarih Kurumu’nun yayımladığı Miralay Bekir Sami Günsav’ın Milli Mücadele anıları ve 1962’de Dünya Matbaası’nın yayımladığı Çerkez Ethem’in Hatıraları kitaplarında bulabilirsiniz. Bu konuyla ilgili Murat Bardakçı’nın Hürriyet Gazetesi’nde yazdığı bazı yazıları da internet ortamından okuyabilirsiniz.)
Hits: 103
ÖSO-ÖZGÜR SURİYE ORDUSU-2
- 13 Şubat 2018
Petrol ve İslam
- 15 Şubat 2018