
SAVAŞIN “SU”DAN SEBEPLERİ
- 21 Şubat 2018
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Bölgesel Sorunlar
- 2
SURİYE İÇ SAVAŞININ “SU”DAN SEBEPLERİ.
Mehmet Çanlı
Suriye iç savaşı bugün artık, genel olarak küçük bir dünya savaşı görünümü vermektedir. Yalnız bu savaş bir vekâleten savaş şeklinde yapılmaktadır. Hatta bir süredir vekillerin gücü yetersiz görülerek özelde Suriye’de genelde tüm Ortadoğu’da çıkarları olan devletler bu savaşa fiilen de katılmışlardır.
Bu devletler ABD, İngiltere, Fransa ve Rusya gibi küresel oyuncular olan klasik emperyalist devletlerle Türkiye, İran, İsrail ve Suudi Arabistan gibi bölgesel oyunculardan oluşmaktadır. Öte yandan hiç kimsenin dikkat etmediği Güney Kore bile özellikle Kuzey Irak üzerinden Ortadoğu’ya girmiş durumdadır. Yani bu görünümüyle Suriye bu günlerde, irili ufaklı birçok devletin silahlı kuvvetlerinin de içinde bulunduğu bir mücadele alanı haline gelmiştir.
Suriye iç savaşının bu küresel dinamiklerinin yanında bir de iç dinamikleri vardır. Bu dinamikler kamuoyunda tartışıldığından çok daha karmaşık ve çok boyutludur. Kamuoyunda, iç savaşın bir mezhep savaşı olduğu şeklinde bir algı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bunun sebebi muhtemelen Suriye yönetimi, İran ve Rusya merkezli istihbarat örgütleri tarafından, bu iç savaş üzerinden Türk kamuoyunun bölünmesi için böyle bir propaganda yapılmasıdır.
Anlaşıldığı kadarıyla son günlerde bu propaganda faaliyetlerine ABD ve PKK merkezli bazı odaklar da katılmıştır. Son günlerde Alevi kökenli şehit askerlerin cenaze törenlerine devlet erkânının katılmadığı yönünde (Bu tamamen yalandır ve bir gri propagandadan ibarettir.) sosyal medyadaki paylaşımlar da muhtemelen bu odaklar tarafından hazırlanarak paylaşılmaktadır. Suriye iç savaşını mezhep savaşı şeklinde yansıtan paylaşımların çoğu da aynı kapsamda paylaşımlar olarak değerlendirilebilir.
Elbette Suriye’de yaşanan iç savaşta, çatışan tarafların bazıları mezhep motivasyonu ile hareket ediyor olabilir ama bu bir Sünni-Nusayri (Fransızların 1920’lerde uydurduğu bir terimle Arap alevisi) çatışması değildir. Bu tür iddiaları çürütmek te çok basittir. Suriye’de toplam nüfusun en fazla %13’ü Nusayri’dir ama bu gün Esat’ı destekleyen nüfus toplam nüfusun %50’si civarındadır ve bu nüfusun çoğu Sünni Arap’tır.
Zaten Beşer Esat’ın eşi de Suriye’nin en büyük Sünni Arap aşiretlerinden birinin reisinin kızıdır. Ayrıca Baas rejiminin ideolojik temelleri Hristiyan Arapların çoğunlukta olduğu sosyalist Arap milliyetçisi (Bu kelimelerin bir araya gelmesinin bile ne kadar acayip göründüğü göz önüne alınınca ucube bir ideoloji olduğu kolayca söylenebilir. Zaten bu ideolojinin ortaya çıkardığı sonuç da ucube bir dikta rejimidir.) bir grup tarafından oluşturulmuştur.
Tüm bunlar ve alanda yaşanan gelişmeler dikkate alındığında Suriye’deki savaşın bugün, mezhep çatışmasından çok rejim mücadelesi, etnik mücadele, uluslararası ve yerel radikal İslamcı örgütlerin mücadelesi ve dini (Hristiyan, Müslüman, Dürzi vb.) mücadele yönleri olan çok karmaşık bir mücadele haline geldiği söylenebilir. Bu taraflar aynı zamanda bölgede çıkar mücadelesi yapan değişik devletlerle iş birliği içinde hareket etmektedir.
Konu ile ilgili kayda değer yazılar yazan Türk ve yabancı yazarları okuduğunuzda bu kişilerin de Suriye iç savaşının genellikle bu faktörlerden kaynaklanan bir silahlı mücadele olduğunu farz ederek bu yönüyle ilgili yorumlar yaptıkları görülmektedir. Fakat biraz daha derine bakıldığında bu savaşın sadece siyasi, dini veya etnik sebeplerden kaynaklanmadığı anlaşılmaktadır. Bu olayın pek üzerinde durulmayan ama bence en önemli sebeplerinden biri de ekonomik sorunlardır. Bu sorunun temelinde de su kaynaklarında ve son zamanlarda giderek daha da vahim bir hal almaya başlayan küresel ısınmayla bağlantılı olarak yağış miktarındaki azalmadır.
Bu su sorunu Suriye’nin tarım sektörünün çöküşüne ve dolayısıyla bir ekonomik çöküşe sebep olmuştur. Çünkü savaş öncesindeki Suriye halkının çoğu tarımla uğraşmaktadır. Ondan sonra ticaret ve en son sırada sanayi sektörü gelmektedir. Bunları istatistikleri inceleyerek söylemiyorum, üç yıl süreyle Suriye’ye resmi görevle birçok defa gittiğimden bu ziyaretlerimdeki gözlemlerime ve konuştuğum Suriyeli yetkililerin ifadelerine göre söylüyorum.
Tarım sektöründeki çöküş neden iç savaşa sebep olsun diye düşünenler olabilir. Anlatayım. Suriye’de, özellikle de kuzey ve batı kesimlerinde halkın büyük bir çoğunluğu köylerde yaşıyor ve tarım ve hayvancılıkla geçiniyordu. Fakat savaş öncesindeki son beş yıl içinde yağış oranları o kadar dramatik bir şekilde düşüş gösterdi ki bu köylerde tarım yaparak yaşamak oldukça zor hale geldi. Bunun üzerine köylerden şehirlere doğru çok hızlı ve yoğun bir göç yaşandı. Bu durum uzun bir süredir yaşanan bir süreç olmasına rağmen savaş başlamadan önceki son beş yıl içinde bu göç artarak kitlesel bir hale geldi. Bunda oğul Esat’ın, baskıcı Baas yönetimin uygulamalarını biraz yumuşatmasının da etkisi olduğu söylenebilir.
Bu göç sebebiyle şehir nüfusu ani ve aşırı bir biçimde artmasına rağmen Suriye şehirleri sanayi ve ticaret açısından geri kalmış şehirler olduğundan bu göçmenlerin çoğu çalışıp geçimini sağlayabilecek bir iş bulamadılar. Şehirlerin alt yapısı da bu kadar hızlı bir nüfus artışını kaldıracak durumda değildi. Bu sebeple şehirlere göç eden insanlar kalabalık nüfuslar halinde, yıkık dökük gecekondularda ve yarı aç yarı tok bir şekilde yaşamaya başladılar. Bu da mutsuz ve isyana yatkın bir kitle oluşturdu.
Fakat bu insanların aksine rejimi elinde tutanlar, toplumun genelinin aksine gayet lüks bir hayat sürüyorlardı. Bu lüks yaşamı bizzat yerinde ve kendi gözlerimle gördüğüm için bunu rahatça söylüyorum. Ülkede en yeni araba 20-30 yaşındayken Lazkiye’de son model yeni arabalar görünce şaşırmış ve yanımdaki Suriyeli bir Türkmen olan ama konumunu kaybetme korkusuyla Türkmen olduğunu saklayan albaya bu arabaların kime ait olduğunu sorduğumda bana Baas Partisi yöneticilerinin çocuklarının arabaları olduğunu söylemişti. Körfeze nazır lüks evler de bu kesime aitmiş.
Yönetimi elinde bulunduran Esat ailesi ve rejimle iş birliği içindeki bazı aşiretlerin mensuplarının lüks yaşamını gören şehre sonradan göç etmiş fakir insanlar, köylerindeyken çok fazla farkında olmadıkları bu durumu gördükçe Esat ailesine ve rejime karşı şiddetli bir şekilde nefret duymaya başladılar. Bunu da bir tahmin veya değerlendirme olarak söylemiyorum. O bölgede çalışırken Türkiye sınırına yakın köylerden onlarca kişiyle irtibatım vardı. Zaman zaman sınırda gizlice görüştüğüm bu kişilerle bazen Suriye’de hayatın nasıl olduğu konusunda sohbetler de ederdim.
Bu sebeple, gelir adaletsizliği ve rejimin baskısı sebebiyle oluşan nefret duygusunu birinci ağızdan dinleme ve gözlemleme imkânım oldu. Bu kişilerin içinde, Türkmenler, Sünni Araplar ve Nusayri Araplar vardır. Bunların bazıları bana eskiden Müslüman Kardeşler Örgütü bünyesinde mücadele ettiklerini de söylemişlerdi.
Bazıları da Beşar Esat’ın amcası ülkede etkin durumdayken bu adamın kontrolünde yapılan Türkiye ve Suriye arasındaki sigara kaçakçılığından çok iyi para kazandıklarını söylediler. Bu adamın oğlu sigara dolu tırları sınıra en yakın köye kendisi getiriyor ve kaçakçılar bu köye gelip sigarayı bu oğlandan alıyormuş. Hafız Esat’la yaşanan iktidar mücadelesinin ardından kardeşi yurt dışına kaçmak zorunda kalınca bu gelirden yoksun kaldıklarını söyleyen ve bir kısmı da Nusayri Arap olan bu kişiler Hafız ile Beşar’a ağız dolusu küfürler ediyorlardı. Çünkü bu kaçakçılık rejime yakın başka kişilerin eline geçmiş.
Bu görüşmelerden anladığım kadarıyla Suriye’de; oldukça zayıflamasına rağmen 70-80’lerden kalma Müslüman Kardeşler gibi örgütler ile yıllardan beri Esat rejiminin de yardımıyla Kürt nüfus üzerinde belirli bir etki ve kontrol oluşturmuş olan bir PKK Terör Örgütü yapılanması mevcuttu. 2. Körfez Harekâtı’ndan sonra komşu Irak’taki radikal dinci örgütler de bazı Suriye şehirleri ve aşiretlerinde belirli bir taban oluşturdu. Bu haliyle Suriye, iç savaş başlamadan önce zaten patlamaya hazır bir bomba gibiydi.
Arap baharının etkisiyle sıranın kendisine geldiği endişesine kapılan Suriye’deki dikta Baas rejimi bu histerik ruh hali içinde, duvara yazı yazan 12-13 yaşlarında üç dört çocuğu işkenceyle öldürünce zaten patlamaya hazır bir bomba halinde olan ülkenin fitilini kendi eliyle ateşlemiş oldu. Çünkü bu çocuklardan biri büyük bir Arap aşiretinin reisinin çocuğuydu ve bu katliamın karşılıksız kalma ihtimali yoktu.
Zaten bu yüzden, çocukların kimin çocukları olduğunu öğrenen Suriye’nin işkence makinesi El Muhaberat, yapılan işkencelere dayanamayarak ölen çocukların cenazelerini geceleyin gizlice araziye atmıştı. Ama çocukların muhaberat tarafından alındığını öğrenen ailelerini kandırmayı başaramadılar. İşte bütün olay böyle başladı. Yani rejimin cinayetleriyle. Şimdi bazılarının iddia ettiği gibi dış güçlerin bunda hiçbir günahı veya katkısı yoktu. Rejim bu cinayeti işleyip de karışıklıklar başladıktan sonra dış güçlerin müdahalesine uygun bir ortam ortaya çıktı.
Zaten küresel güçler Suriye’ye müdahale etmek için her zaman olduğu gibi bu olaylar yaşandığı zamanlarda da bir fırsat arıyorlardı. Çünkü Suriye hiçbir ekonomik kaynağı olmamasına rağmen sırf şu anda bulunduğu yerde bulunduğu için büyük bir stratejik öneme sahipti. Bu yüzden Suriye (bu günkü Lübnan-Filistin-Ürdün ve İsrail ile birlikte) antik dönem Mısır, İran ve Anadolu devletlerinden beri bu üç bölgedeki büyük devletlerin ve Avrupalı emperyalist devletlerin bir mücadele alanıydı. Tarihte bilinen ilk savaş bu günkü Filistin-İsrail topraklarında yapıldı. İlk yazılı anlaşma olan Kadeş Anlaşması’na sebep olan Mısır-Hitit savaşı da bu bölgede yapıldı.
Onbinlerin Dönüşü kitabında anlatılan Persli Prens Cyrus, İran kralı olan abisini tahttan indirerek yerine kendisi geçmek için Yunanlı ve Makedonyalılardan oluşan ordusunu bu günkü Afrin-Halep-El Bap bölgesinden geçirdi ve sanırım Fırat Nehri’ni geçerken öldü. İskender Perslerle en büyük savaşını bugünkü İskenderun civarında yaparak şu anda bizim ordumuzun alıp ÖSO’ya vermek istediği bölgeye girdi.
Haçlı Seferlerinin tamamının son hedefi olan Kudüs’ün geçiş yolu ve dolayısıyla Haçlı Seferlerinin savaş alanı Suriye idi. Osmanlı-Memlük savaşları da bu bölgede yapıldı. Osmanlı İmparatorluğu 1. Dünya Savaşı’nda Suriye’de aldığı yenilgiden sonra savaştan çekildi. Yani tarihin her döneminde Suriye, eğer büyük bir devletin toprağı değilse, daima büyük devletlerin uğrunda savaştıkları bir savaş alanı oldu. Bu durum Suriye’nin jeopolitik, jeostratejik ve askeri coğrafya açısından taşıdığı önemden kaynaklanmaktadır. Bunun da temelinde, bu bölgenin aynı Kafkasya ve Balkanlar gibi büyük kara parçaları arasında en uygun geçiş yolu durumunda olması ve ticaret yollarının kesişme noktası olması yatmaktadır.
Buraya kadar yazdıklarım muhtemelen konu ile derinlemesine ilgilenenlerin çoğu tarafından bilinen hususlardır. Fakat pek bilinmeyen veya üzerinde durulmayan bu çatışmaların ekolojik sebepleri, akarsularla olan bağlantısı ve Türkiye’ye uzun vadede yapabileceği muhtemel etkilerdir.
Bir süredir bazı Batılı düşünce kuruluşları ile resmî kurumlarda yapılan toplantılarda benim de yukarıda kısaca değindiğim gibi Suriye iç savaşının başlamasında su konusunun büyük bir etki yarattığı konuşulmaktadır. Bu yöndeki raporlara dayanarak bazı yabancı televizyon kanallarında yapılan programlarda ise bunda Türkiye’nin yaptığı barajların su akışını azaltmasının etkili olduğundan bahsedilmektedir. Yani, biz olayın bu yönüne hiç dikkat etmememize rağmen, yıllardır sözü edilen Ortadoğu’daki su savaşları başlamıştır ve bunun ucu Türkiye’ye de dokunacak gibi görünmektedir.
Ama bizim ne hükümet çevrelerinden ne basından, ne televizyonlardaki strateji ve güvenlik uzmanlarından ve ne de üniversite çevrelerinden bu yönde bir yorum, açıklama veya araştırma yapıldığını görmedim duymadım. Bizim strateji uzmanlarımız (artık o da ne demekse) kafalarını tamamen herkesin gördüğü günlük çatışmalara soktuklarından su meselesinin çatışmalara ve tarafların izlediği stratejilere etkisinden hiç bahsetmemektedirler. Hâlbuki bazı yabancı uzmanlar IŞİD’in oldukça hızlı bir şekilde büyük bir bölgeyi kontrol altına almasının sebebini, su stratejisi uygulamasına bağlamaktadır.
Bu strateji gereğince IŞİD’in Fırat ve Dicle Nehri kıyılarındaki stratejik bölgeleri ele geçirerek suyu kontrol altına aldığı ve böylece susuz yaşaması mümkün olmayan halkı yanına çektiği söylenmektedir. Bu stratejik mevkilerin en önemlisi de çok önemli bir su rezervi olan Musul bölgesindeki barajdır. Musul ayrıca, suların ve yolların kesişme noktasında olan stratejik bir mevkidir. Nitekim IŞİD, Musul’u ele geçirdikten sonra gücünün zirvesine ulaşmıştır. Çünkü IŞİD, bu suyu tankerlerle veya borularla satarak büyük paralar kazanmıştır.
Önümüzdeki yıllarda küresel ısınmaya bağlı olarak su yüzünden muhtemelen daha birçok savaş ve mücadele ortaya çıkacaktır. Bizim yetkililerin bir an önce buna yönelik stratejiler belirlemesi gerekir. Yoksa iş işten geçtikten sonra üzerine bir bardak soğuk su içmekten başka çaremiz kalmayacak. Tabii o bir bardak suyu bulabilirsek.
Çünkü bu ülkenin batısında bile ben küçük bir çocukken 5-6 metreden bol miktarda su çıkarken şimdi su seviyeleri 200 küsur metrelere düştü. Yani Türkiye’nin de su kaynakları gün geçtikçe azalmaktadır. Küresel ısınma ve yarattığı etkiler böyle giderse bizim de su kıtlığından kaynaklanan önemli iç sorunlar yaşamamız kaçınılmaz olacaktır. Ayrıca bizim su kaynaklarımızda gözü olanların, klasik veya gayrinizami güçlerle gelecekte yapacağı saldırılara da şimdiden hazırlıklı olmak gerekir.
Bu hazırlıklara, en azından yaptığımız barajların emniyet ve güvenlik tedbirlerini artırarak başlanabilir. Çünkü bugün Suriye’de birbirine ölesiye saldıranlar yarın suyu tutan bu barajlara da saldırabilir. Bu saldırganlar sadece terör örgütü değil bazı komşularımız da olabilir. Öte yandan bu konuda yoğun bir uluslararası baskıya da maruz kalmamız muhtemeldir. Zaten bunun ilk işaretleri bu konuların konuşulup tartışıldığı bazı mahfillerde şimdiden görülmektedir.
Saygılar sunarım.
Hits: 9
ABD: Ortak mı, Düşman mı?
- 19 Şubat 2018
ABD TÜRKİYE’NİN STRATEJİK ORTAĞI MI?
- 22 Şubat 2018