
Yıldız Savaşları Başladı!
- 23 Şubat 2018
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Bilim ve Teknoloji
- 0
Mehmet Çanlı
Bu günlerde kamuoyu iç çekişmelere, Suriye sorununa, Afrin operasyonuna vb. gelişmelere odaklanmışken, uluslararası askeri ve siyasi çevrelerde geleceğin nasıl şekilleneceğini belirleyecek olan çok önemli bazı konular konuşulmakta ve tartışılmaktadır.
Örneğin geçenlerde bir arkadaşım, Venüs Gezegeninde inanılmaz derecede çok miktarda elmas bulunduğunu, meydana gelen yer sarsıntıları ve patlamalar sebebiyle gökyüzüne savrulan bu elmasın tekrar gezegen yüzeyine elmas yağmuru olarak yağdığına dair (sanırım NASA’nın yapmış olduğu) bir tespiti sosyal medyada paylaştı.
Birkaç gün önce bir belgesel kanalında, dünyaya büyük bir göktaşı düşme olasılığını araştırmak için Güneş etrafında dönerken zaman zaman Dünya yakınlarından geçen göktaşlarını tespit etmek için NASA’nın yaptığı çalışmalarla ilgili bir program seyrettim. Bu programda konuşan Amerikalı bir bayan profesör, şu ana kadar tespit edilen göktaşlarındaki altın vb. değerli madenlerin dünyada yaşayan her insan başına 100 milyar dolarlık bir gelir getirecek kadar çok olduğunu söyledi.
Daha tespit edilen göktaşı miktarının tahmin edilen göktaşı miktarının çok az bir kısmı olduğunu göz önüne alırsak bütün uzay bir yana yakın uzayın bile sonsuz denebilecek kadar çok kaynağa sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bir başka televizyon programından öğrendiğime göre Güneş sisteminin en büyük gezegeni olan Jüpiter ise adeta bir sınırsız büyüklükteki helyum kaynağı durumundaymış. Aynı programda konuşan bazı yabancı bilim adamları helyumun dış uzaya yapılacak seyahatlerde nükleer yakıt olarak kullanılabileceğini söylüyorlardı.
Öte yandan Satürn’ün 60 uydusundan en büyüğü olan Titan’ın yüzeyi sıvı metan okyanusları ile kaplıymış ve gezegende metan yağmurları yağıyormuş. Ve bu metan da uzay yolculuklarında yakıt olarak kullanılabilirmiş. Bu uydu Merkür Gezegeni kadar büyük bir gök cismi olduğundan kaynağın büyüklüğünü siz düşünün.
Bu doğal kaynakların yanında uzay, turizm açısından da büyük bir potansiyele sahip. Bazı yabancı şirketlerin uzay turizmi için şimdiden yatırımlar yaptığını ve Ay ve Mars gibi gök cisimlerinde hoteller yapmayı planladıklarını okuyorum. Daha geçenlerde Güney Afrika asıllı Amerikalı mühendis, mucit, yatırımcı ve girişimci, SpaceX’in kurucusu ve Tesla Motors ile PayPal’ın kurucu ortaklarından biri olan Elon Musk’ın uzaya gönderdiği roketi televizyonlardan milletçe ağzı açık ayran budalası gibi seyrettik.
Ama hiç kimse bu adamın durup dururken neden uzaya gitmeye çalıştığından bahsetmedi. Bu adam adı üstünde bir girişimci. Bu işte para, hem de çok para olduğunu düşünmese bu işlere bu kadar çok yatırım yapar mı? Bu denemenin temelinde, uzayın değerli metaller açısından zengin yerlerine gitmek olduğu aşikâr. Televizyonlardan veya internetten takip ettiğim kadarıyla başta Amerikalılar olmak üzere uzayla ilgili çalışmalar yapan insanların çoğu uzay madenciliğinden, uzay turizminden ve bunlardan elde edilecek inanılmaz gelirden bahsediyorlar.
Biz ise hiç anlayamadığım bir şekilde asansörde halvet mümkün mü, değil mi onu tartışıyoruz. Avrupalılar Amerika’yı keşfederken biz, dünyanın en güçlü devletiyiz (ki bu o zamanlar doğruydu) diye böbürlenerek bu işlerle ilgilenmedik. Sonuç olarak keşifler çağını kaçırdık. Avrupa bilime yönelirken biz daha mutaassıp bir toplum haline gelerek sanayi devrimini kaçırdık. Bu iki şeyi kaçırdığımız için, o çok güvendiğimiz imparatorluğumuz paramparça olduğu gibi millet olarak ta çok büyük acılar yaşadık. Günümüzde hala devam eden bilişim devrimi veya bilgi çağı denilen şeyi de kaçırdık ama sonuçlarının hala farkında değiliz.
Tüm bunlarda öncü olma fırsatını kaçırsak ta, büyük bedeller ödeme pahasına ucundan da olsa şimdilik dünyayı takip edebiliyoruz. Ama hızla yaklaşan uzay çağını kaçırırsak bu da mümkün olmayacak gibi görünüyor. Çünkü uzayın kaynakları keşifler çağında Avrupalıların keşfettiği Amerika kıtası ve okyanuslardaki adaların kaynaklarıyla kıyaslanamayacak kadar büyük. Teknoloji de sanayi devrimiyle Avrupalıların ulaştığı üretim kapasitesiyle kıyaslanamayacak kadar fazla imkânlar sağlayacak şekilde çok hızlı gelişiyor.
Biraz yabancı yayın okuyan biri bu durumun ne kadar vahim olduğunu kolayca anlayabilir. Çünkü aklı başında insanlar tarafından yönetilen ülkeler, uzayın sonsuz kaynaklarına ilk el atanın gelişmede şimdiye kadar insanlık tarihinin görmediği kadar büyük bir hız kazanacağının farkında. Hatta bu işin bir çatışmaya sebep olacağını düşünüyor olmalılar ki işin askeri boyutu ile ilgili olarak ta şimdiden çalışmaya başlamışlar.
Geçen yıl bu konu ile ilgili olarak bir Rus askeri yetkilinin yabancı yayından okuduğum açıklaması ile ilgili bloğumda (mehmetcanli1966.blogspot.com) bir yazı yazmıştım. Bu yetkili, Rusya’nın bir uzaylı istilasına karşı hazırlıksız olduğunu söylemişti. Rus askeri yetkili, yaptığı açıklamada; ‘’Rusya’nın, dünyayı hedef alacak gezegenler arası bir saldırıda harekete geçemeyecek kadar güçsüz olduğunu kabul ettiklerini’’ belirtmişti.
Bu ani ve sıra dışı çıkışa bazı Rus yetkililer de değişik tepkiler göstermişlerdi. Mesela Rusya’nın Titov Uzay Kontrol Merkezi başkan yardımcılarından biri, bu konuyu soran gazetecilere; ‘’Rusya hava sahası/hava ve uzay sahası otoritelerinin bir uzaylı istilası durumuna karşı hazırlanmak gibi bir görevi olmadığını, zaten dünya üzerinde ve yakın uzayda yeterince sorun bulunduğunu’’ söylemişti.
Ben ilk açıklamayı okuyunca; votkayı fazla kaçırmış bir subay sarhoşken açıklama yapmış olabilir diye düşünürken ikinci açıklamayı okuyunca aklıma bir sürü soru geldi. Acaba neden bir Rus yetkili, şimdiye kadar ancak (bizde bile değişik örnekleri çekilen) bazı filmlerde görülebilen, uzaylı saldırısından söz etmiş olabilir? Acaba Ruslar uzayı silahlandırmak ve antlaşmalar hilafına hareket etmek için bir proje mi başlattılar? Veya bu antlaşmayı ihlal ettiklerini düşündükleri bazı ülkelere bir gözdağı veya uyarı mı göndermek istiyorlar?
Kendi kendime bu soruları defalarca sordum çünkü 1976 yılında yapılan; ‘’Dış Uzay Antlaşmasına’’ göre devletlerin, Dünya hava hudutları dışında (atmosferde ve atmosfer dışında) askeri kapasite geliştirmesi yasaklanmış durumda. Bu antlaşmaya göre; devletler yörüngeye klasik silahlar veya kitle imha silahlarının hiçbirini yerleştiremiyorlar. Rusya da bu antlaşmaya imza koyan ülkelerden biri.
Bir diğer önemli husus ta; bu konuşmaların konu ile ilgisiz kişilerin yaptığı anlamsız açıklamalar olmamasıydı. Bu şahıslar, Rusya’nın Titov Uzay Kontrol Merkezi’nin sorumluları. Titov Uzay Kontrol Merkezi, Rusya Uzay/Hava Sahası Savunma Kuvvetlerince yönetiliyor. Bu merkez Rusya’nın askeri ve ticari uydu kontrol faaliyetlerinin tamamına yakınından sorumlu. Rusyanın yörüngede faaliyet gösteren tüm araçlarının %80’i bu merkez tarafından yönetiliyor. Yani her iki kişi de dünyaya, önemli bazı mesajlar veriyor olabilir.
Gördüğüm kadarıyla bizde bu konu basına bile düşmedi. Siyasi ve askeri çevrelerden de bir ses çıkmadı. Belki de iç çekişmelere çok daldıklarından bu açıklamalardan haberleri bile yoktur. Bilemiyorum…. Ama eminim ki bizim ‘’Orion ve Sirius’’ gibi derneklerde örgütlenen UFO’cularımız bunu kaçırmamışlardır. Merakla sağa sola saldırıp, kulaklarını ve gözlerini açmış ve bu uzaylılar hakkında Rus yetkililerden ne haber alabiliriz diye araştırmışlardır. Eğer gerçekten de böyle bir şeye kalkışmışlarsa muhtemelen hayal kırıklığına uğramışlardır. Çünkü bence bu konunun sanıldığı gibi uzaylılarla uzaktan yakından bir ilgisi yok.
İkinci şahsın demecine de bakarsanız bu konu aslında bilinmeyen bir gezegenden geleceği beklenen uzaylılar ile ilgili değil. Artık dünyaya sığmayan ve uzayı da kontrol altına almak isteyen, bu sebeple de geleceğin uzaylıları olmaları kuvvetle muhtemel dünyalılarla ilgili. İsterseniz konuya biraz daha yakından bakalım. Belki de olayın detaylarını görünce daha doğru bir çıkarımda bulunabiliriz.
Uzayla doğrudan ilgili olan ABD’nin yıldız savaşları projesi, ortaya ilk çıktığı 70’li yıllardan beri Rusya’da rahatsızlık yaratmıştır. SSCB döneminde karşılıklı pazarlıklarla ABD’nin bu projesi durdurulmuş ancak SSCB yıkılınca Rusya artık buna engel olamamış ve ABD bu projeyi uygulamaya koymuştur. ABD askeri maksatlı uzay çalışmalarına ve bu arada askeri uydular vasıtasıyla uzayı fiilen askeri maksatlarla (öncelikle istihbarat maksadıyla) kullanmaya başlamış, buna halen de devam etmektedir.
Bununla birlikte henüz kimse ABD’nin 1976 antlaşmasına aykırı olarak uzay platformlarına silah yerleştirip yerleştirmediğini kesin olarak bilmemektedir. Ancak bazı başka ülkelerin yaptığı uzayla ilgili denemeler bu açıdan şüphe ve tedirginlik yaratmaktadır. ABD’nin bu faaliyetlerini yutan Rusya da sanırım uzaya dair başka ülkelerin çabalarını hazmedememektedir. Çünkü bir yandan bu çabalar çok ta barışçı amaçlar taşımıyor gibi görünürken diğer yandan denemeleri yapan ülkelerin aynı zamanda Rusya’nın komşuları olması Rusya açısından büyük bir tehdit teşkil etmektedir.
Peki, Rusya’yı bu kadar rahatsız eden denemeleri hangi ülke veya ülkeler yapmaktadır? Son zamanlarda; Hindistan, İran ve Pakistan uzay araştırmalarına yönelik (füze yapımı, uydu gönderme, uzaya canlı gönderme çalışmaları gibi) faaliyetler içine girdiler. Ancak bunlar; hem Rusya’nın ciddi birer rakibi olmadıklarından, hem uzay çalışmaları açısından Rusya’ya göre çok geride ve daha emekleme döneminde olduklarından ve hem de bu çalışmalarını askeri maksatlarla kullanabilecek şekilde geliştirmeleri zor göründüğünden Rusya’yı o kadar da rahatsız etmiş olamaz.
Bence Rusya’nın rahatsızlığı Çin’den kaynaklanmaktadır. Çin uzay çalışmalarına büyük kaynaklar ayırmakta ve oldukça hızlı sonuçlar almaktadır. Çin, yakın uzaya ve dış uzaya birçok uydu göndermiş ve hala yenilerini göndermektedir. Uzaya başarılı bir şekilde canlı (hayvan) gönderdiğine dair yabancı basın organlarında bazı haberler yayımlanmıştır. Bundan da önemlisi; Çin yakın zaman önce eskiyen ve arıza yapan bir uydusunu dünyadan gönderdiği bir füze ile başarılı bir şekilde vurarak imha etmiştir.
Çin’in uzayı askeri maksatla kullanmayı planladığının tek işareti bu değildir. Geçmiş yıllarda, bir ABD uydusunun, Çin topraklarından kullanılan bir yönlendirilmiş lazer huzmesi ile körleştirilerek kullanılmaz hale getirildiği, ABD bu olayı açıkça kabul etmese de değişik ülkelerin basın organlarında yer almıştır. Bu olay; Çin’in değişik vasıtaları uzayda silah olarak kullanma denemeleri yaptığı, ABD uydularının kendi üzerinde dolaşmasından rahatsız olduğu, bu saldırıyı yaparak hem yeni bir silah denediği ve hem de ABD’ye bir mesaj verdiği şeklinde yorumlanmıştır.
Çin’in şüphe çeken davranışları bununla da sınırlı kalmamaktadır. Çin ayrıca, anlaşılmaz şekilde çok sayıda küçük ve ucuz uyduyu (ağırlıklı olarak yakın uzaya) göndermektedir. Bu sebeple, uluslararası askeri çevrelerde, bu uyduların askeri maksatla, hem de saldırı maksadıyla kullanılabileceği yorumları yapılmaktadır.
İddialar şu şekildedir: Çin bu uydulara, bir miktar patlayıcı koymaktadır. Bu uydulara ayrıca, bunları istediği zaman uzaktan kumandalı olarak yönlendirilebilecek kadar yakıt koymaktadır. Gelecekte Çin, muhtemel bir çatışmada bu uyduları yönlendirerek düşmanı olan ülke veya ülkelerin uydu ve uzay araçlarına saldıracaktır. Yerden kendi uydusunu vurma denemesi de bunu sadece bu küçük uydularla değil yerden göndereceği füzelerle de yapmayı planladığını göstermektedir.
Bu gelişmeleri, bizim kamuoyu ve devletin ilgili kurumları ne kadar biliyor bilmem ama konu ile ilgili bütün büyük devletler (gerçekten büyük olan devletler, bizim gibi lafla büyük devletler değil) uzun süredir Çin’in bu faaliyetlerini yakından takip etmektedir. Muhtemelen ABD ve AB, (paraları ve teknik yetenekleri yeterli olduğundan) bu tehdide uygun önleyici tedbirleri sessiz sedasız almakta, ancak hem parasal hem de teknik yetersizlik sebebiyle yeterli tedbir alamayan Rusya’da ise bu konu, yukarıda bahsettiğimiz gibi bazı yetkilileri çileden çıkarmaktadır.
Bu çıkışın neden geçen yıl yapıldığı da tesadüfi değildir. Çünkü Çin, Rus yetkililerin bu açıklamaları yaptığı dönemde yeni bir uzay denemesini başarıyla gerçekleştirmiştir. Uzayda bulunan bir uydusundaki mekanik kollarla başka bir Çin uydusu yakalanarak etkisiz hale getirilmiştir. Aslında bu deneme, Rusya’da olduğu gibi ABD’de de büyük endişe uyandırmıştır. Ancak ABD buna fevri bir demeçle değil, muhtemelen bu Çin tehdidine karşı koyabilecek yeni bir yöntem geliştirerek karşılık vermiştir.
Bu deneme aslında sadece uzay çalışmaları yapan ülkeler için değil, uzayda herhangi bir uydusu olan tüm devletler için tehdit içeren bir gelişmedir. Televizyon kanalları ve cep telefonları dâhil hemen her şeyin uydularla bağlantılı olarak çalıştığı günümüz koşullarında bir ülkenin uydularının yok edilmesinin yaratacağı sonuçlardan burada bahsetmeye sanırım hiç gerek yok.
Söz konusu deneme ile ilgili olarak Çinliler hangi bahaneyi ortaya sürerse sürsünler azıcık askeri bilgisi olan birisi bu konuya endişe etmeden bakamaz. Çünkü bugün bir uydusunu kullanarak kendisine ait başka bir uyduyu etkisiz hale getiren Çin, yarın yaşanacak herhangi bir çatışmada bunu düşmanı olan devletlerin uydularına da yapacaktır. En azından bunu yapma kapasitesine sahiptir ve bir devletin kullanmayı düşünmediği bir kapasiteye sahip olmak için yatırım yapması pek akla yatkın bir şey değildir.
Onun için; Ruslar gibi ABD’de bu olayı yakından takip etmektedir. ABD’de Çin’in bu denemelerine bir isim de verilmiştir: Uydusavar Sistemi. Amerikalılara göre Çin; askeri maksatlarla kullanacağı bir Anti Satallite (Uydusavar) sistemi kurmaktadır. Rus yetkililerini de böyle acayip demeçler vermeye iten ana sebep budur. Çinliler, çekik gözleriyle herhalde biraz ET’ye benzetildiğinden Rus askeri yetkilisi bir Uzaylı istilasından bahsetmiştir.
Aslında istila lafı da rast gele seçilmemiş olsa gerek. Çin; şimdiden, eski Sovyet toprağı olan Orta Asya ülkelerini ve şu anda Rusya’nın elinde olan doğu Asya’nın nüfusu az topraklarını siyasi ve ekonomik antlaşmalarla, şirketleri ile ve Çinli kaçak göçmenleriyle ekonomik, siyasi ve demografik olarak istila etmeye başlamıştır. Rusya ise ne bu istilaya, nede askeri ve teknolojik yarışa uygun karşılık verememektedir. Sanırım bu durum da Rus yetkililerde gerginliğe sebep olmaktadır.
Bu konunun diğer önemli bir yönü ise, Rusya gibi ABD ve AB’nin de gelecekte uzay çalışmalarına Çin kadar kaynağı ayıramayabilecek olmasıdır. Eğer bu şartlar değişmez ve gelişmeler bu şekilde devam ederse Çin geleceğin yeni süper gücü olmaya adaydır. Zaten şimdiden en büyük ikinci ekonomik güç olmuş durumdadır. Sadece büyüyen ekonomisine paralel olarak askeri gücünü de geliştirmesi yeterli olacaktır.
Anlaşıldığı kadarıyla Çin’in tüm planları ve çalışmaları da bu yöndedir. Bu durumda Çin; Rusya açısından ABD gibi uzakta olan bir rakibe göre (Çin yanı başında olduğundan ve saldırılarını demografi dâhil her şeyi kullanarak yaptığından) daha tehlikeli bir devlet durumuna gelmektedir.
Tamam da tüm bunlardan bize ne diyenler olabilir. Ama bu konular bizi de çok yakından ilgilendirmektedir. Her şeyden önce Rusya bizim komşumuzdur. Komşuda yangın varsa bu bize de sıçrayacak demektir. Dolayısıyla tedbir almak gerekir. Bizim de uzayda uydularımız vardır ve hiçbir savunma sistemi olmayan bu uydular saldırıya açık durumdadır. Diğer bir husus ta Türkiye’nin gelecekteki beklentisine göre bir planlama yapması gereğidir.
Bizim yetkililerimiz artık siyasi hesaplarla boş boş ‘’Türkiye dünya devleti oldu.’’ diyerek milleti uyutmayı bir kenara bırakmalıdır. Çünkü bu ülkede son zamanlarda yapılanlar, Türkiye’nin geleceğini tehlikeye atmaktadır. Dünyada büyük güç olmak sadece nüfus sayısı, para veya lafla olmamaktadır. Eğer bunlar mümkün olsaydı; nüfusları ve toprak büyüklüğü toplamları bizim yarımız kadar olmayan Portekiz ve Hollanda bir zamanlar süper güç konumuna yükselemezlerdi.
Bugün bile küçücük iki devlet olan Portekiz ve Hollanda o zamanın uzayı olan denizciliğe ve deniz keşiflerine yöneldiler. Kendi güçleri ile kıyaslandığında, sınırsız sayılabilecek büyüklükte toprakları ve kaynakları kontrollerine aldılar. Bu durum da onları birer süper güç konumuna getirdi. Unutmayalım, Osmanlı’nın en güçlü olduğu Kanuni döneminde bu Portekizliler Kızıl Deniz ve Hint Okyanusunda bizi birçok deniz savaşında mağlup ettiler.
Bugün bütün denizler ve bütün karalar keşfedilmiş ve bölüşülmüştür. Yani artık deniz bitmiştir. O dönemin denizleri bugün artık uzaydır. O zamanın kıtaları gezegenler, adaları ise uydular ve göktaşlarıdır. Bu benzerlik bir yana bu yeni kaynaklar o zamanki sınırlı dünya toprakları ve denizlerine nazaran kıyaslanamayacak kadar büyük ve adeta sınırsızdır.
Bu sebeple bu sınırsız kaynaklara ve imkânlara sahip olan uzaya kim daha önce el atarsa geleceğin süper gücü de muhtemelen o olacaktır. Uzun lafın kısası, Atatürk’ün de dediği gibi ‘’İstikbal göklerdedir.’’ Türkiye derhal ve yoğun bir şekilde uzay çalışmalarına başlamalıdır. Eğer; büyük devlet olmak istiyorsa ve hatta uzun bir süre bağımsız bir devlet olarak yaşamak istiyorsa bu zorunludur. Ama maalesef şu andaki davranışlarımıza bakarsak fırsat hızla kaçmaktadır.
Bu konuda fırsatı kaçırmamak için derhal bir uzay araştırmaları merkezi kurulmalı, üniversitelerimiz uzay araştırmalarına yönlendirilmeli ve özel sektör de bu konunun içine dâhil edilmelidir. Bu iş için hemen kaynak ayrılması gerekmektedir. Başlangıçta öyle çok büyük bir paraya da ihtiyaç yoktur. Basın organlarında Suriye’li sığınmacılara ödendiği söylenen paranın yarısı bile ayrılsa bence çok büyük bir yatırım yapılmış olacaktır.
Hits: 19
ABD TÜRKİYE’NİN STRATEJİK ORTAĞI MI?
- 22 Şubat 2018
Türkiye’nin Güvenlik Stratejileri
- 24 Şubat 2018