
Unutmak: Asıl İhanet Budur
- 26 Şubat 2018
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; MGM Tarih
- 1
Mehmet Çanlı
Millî Mücadele dönemini inceleyen çoğu kitapta iç isyanlardan bahsedildiğinden ve bu konu günlük yaşamda ve özellikle de sosyal medyada sık sık sohbet konusu olduğundan isyanlar konusu hakkında hemen herkesin az ya da çok bir fikri olduğunu düşünüyorum. Ama gördüğüm kadarıyla çoğu kişinin bu konu ile ilgili bilgisi genel olarak üç dört önemli isyanla sınırlı kalmaktadır.
Ancak Millî Mücadele’de ihanet içinde olan kişiler çok daha fazlaydı ve bunlar sadece siyasi, dini veya etnik sebeplerle isyan edenlerden ibaret değildi. Kişisel (siyasi veya ekonomik) çıkarı için işgalci devletlerle iş birliği yapan çok sayıda insan da vardı. Ayrıca Yunanlılarla, İngilizlerle, Fransızlarla ve hatta Ermenilerle birlikte ve onlardan da daha büyük bir şiddetle Milli Kuvvetlerle çarpışan birçok küçük eşkıya çetesi de bulunuyordu. Bunlardan bazılarını “İhanetin Cezası“ başlıklı yazımızda anlatmıştık. Şimdi de değişik bölgelerde işgalcilerle Milli Kuvvetlere karşı savaşan başka kişiler ve çetelerinden bahsedeceğiz.
Bu kişilerden ilk bahsedeceğimiz Memiş Efe ve çetesidir. Yunanlılar, Londra Konferansı’ndan sonra Lloyd George’la yaptıkları toplantı sonucunda Sevr Anlaşması’nı kabul ettirmek için Türk ordusuna taarruz etmeye karar vermişlerdi. Bu karar gereğince Yunan ordusu 23 Mart 1921’de taarruza başladı. Tarihe 2. İnönü Muharebesi olarak geçen kanlı çarpışmalardan sonra Türk ordusu karşısında yenilen Yunanlılar 1 Nisan’dan itibaren geri çekilmeye başladılar. Bunun üzerine, geri çekilen Yunan kuvvetleri Bursa istikametinde süvari birlikleri ile takip edildi.
Afyon kuzeyinde de bir süvari tugayı ile ileri doğru hareket edildi ve Yunanlıların durumunun tespit edilmesine çalışıldı. Süvari Tugayı hiçbir Yunan birliği ile karşılaşmadı ancak Çal bölgesinden geri dönmek zorunda kaldı. Çünkü Yunanlılar çekilmesine rağmen Çal bölgesinde Yunanlılarla beraber Türk ordusuna karşı savaşan Çal’lı asi Memiş Efe’nin adamları Türk süvari tugayını çok şiddetli bir ateşle karşıladılar. Bu Memiş Çetesi Millî Mücadele sonuna kadar Yunanlılarla birlikte Türk ordusuyla çarpışmaya devam etti.
Yunanlılarla birlikte Türk ordusuna karşı savaşan diğer bir çete de Çerkez Davut Çetesiydi. 2. İnönü Muharebesi’nden sonra ve Kütahya-Eskişehir Muharebelerinin hemen öncesinde Temmuz 1921’de Mustafa Kemal Paşa batısında Yunanlılarla desteklenmiş olan 200-300 kişilik eşkıya Davut Çetesi ile Türk birlikleri üç gün boyunca çatıştılar. İlginç bir şekilde 1920 yılından beri Yunanlılarla yakın iş birliği içinde çalışan bu çete Türk kuvvetleri karşısında Yunan askerlerinden bile daha inatçı bir şekilde savaşıyorlardı.
Türk ordusunun en sıkıntılı anlarını yaşadığı Kütahya-Eskişehir Muharebesi’nin ardından da ordu Yunanlılarla iş birliği yapan bazı küçük çetelerle mücadele etmeye devam etti. Daha önce Konya bölgesinde meydana gelen Bozkır İsyanı ’nın elebaşlarından ve bu isyan sırasında sıkıştırılınca İtalyan bölgesine geçerek oradan da İzmir’e giden Delibaş Mehmet de bunlardan biriydi.
2 Ağustos 1921’de alınan bir istihbarata göre Delibaş Mehmet’in İzmir’de Yunan karargâhı ile temas halinde olduğu ve yaptığı görüşmelerin ardından 250 kişilik kuvveti ile Afyon’a geldiği, buradan da Konya istikametine giderek burada isyan çıkaracağı öğrenildi. Bunun üzerine Konya bölgesinde hemen gerekli tedbirler alındı.
Bu tür hainler sadece Batı Cephesi bölgesinde bulunmuyordu. Güney bölgesinde de bir yandan Fransızlarla mücadele edilirken bir yandan da bazı çetelerle mücadele ediliyordu. Bunlardan en önemlilerinden biri, Kozan bölgesindeki Gâvur Ali çetesiydi. Uzun süre Milli Kuvvetleri uğraştıran Gâvur Ali çetesi Haziran 1921’e kadar yapılan mücadelenin ardından 5-6 kişi kadar kaldı.
Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi Millî Mücadele sırasında isyan eden, işgalci devletlerle iş birliği yapan ve hatta onlarla beraber Türk ordusuna karşı savaşan çok fazla kişi ve çete vardı. Peki, işgalci devletlerin orduları sırayla ülkeyi terk etmek zorunda kalınca bu kişilere ne oldu?
Hepsini tek tek araştırmadım ama bildiğim kadarıyla bunların bir kısmı beraber çalıştıkları işgalci devletlerin ordularıyla birlikte yurt dışına çıktılar. Lozan Barış Anlaşması görüşmeleri sırasında Millî Mücadele muhaliflerine ağır cezalar verilmemesi yönündeki talepler üzerine bu kişilerden yurt dışına kaçmayanlar da muhtemelen hiçbir şey olmamış gibi Türkiye’de yaşamaya devam ettiler. Üstelik yurt dışına kaçan hainler de Atatürk öldükten sonra çıkarılan af kanunlarıyla geri döndüler.
Ben meslek yaşamın boyunca Türkiye’nin birçok yerinde görev yaptım. Görev yaptığım yerlerde tanıştığım yaşlı insanlarla fırsat buldukça Millî Mücadele dönemi ile ilgili sohbet ederek onların o döneme ait anılarını dinledim. Bu işbirlikçilerin bazılarının çocuklarının kimler olduğunu bu yaşlılarla konuşurken öğrendim ve durumlarının yaşadıkları yerdeki diğer insanlara göre çok daha iyi olduğunu görünce çok şaşırdım.
Örneğin bir gün, görev yaptığım yerin bir köyünde böyle yaşlı bir amcayla sohbet ediyordum. Yaşlı amcanın anlattığına göre, o bölgeyi işgal eden devletin vergi memurluğunu yapan, işgalci ülke askerleri musallat olmasın diye kız çocuklarını dışarıya çıkarmayan Müslüman ailelerin hangisinin güzel genç kızı veya kızları olduğunu işgalci ordu subay ve askerlerine rapor eden ve işgalcilerle birlikte halkı soyan bir adamın çocuğu köyün bağlı olduğu ilçenin en ileri gelen kişilerinden biriydi. Bu kişi ayrıca bir siyasi partinin de o ilçedeki en önde gelen kişisiydi. O partiden seçimlere girmiş ve yüksek bir oy oranıyla seçilerek belediye başkanlığı yapmıştı.
Sohbet sırasında kılık ve kıyafetinden fakir biri olduğu anlaşılan biri yanımıza gelip selam verdi ve hâl hatır sorup yaşlı amcayla biraz sohbet ettikten sonra ayrıldı. Bu kişi yanımıza yaklaşınca yaşlı amcanın ayağa kalktığını ve ceketinin düğmelerini ilikleyerek gelen gariban adama büyük bir saygı gösterdiğini fark ettiğimden o şahıs gidince yaşlı amcaya onun kim olduğunu sordum. Yaşlı amca ciddi bir ses tonuyla ‘’Rahmetli Kara…’in oğlu.’’ dedi.
Bu ismi ilk defa duyduğumdan Kara…’in kim olduğunu sordum. Yaşlı amca; Millî mücadele sırasında o bölge işgal edilince arkadaşları ve bazı akrabalarıyla birlikte silahlanıp ilk Kuvayı Milliye birliğini kuran kişi olduğunu söyledi. Tüm fukaralığına rağmen bu adamın duruşunda, dedesinin yaptığı hizmetlerin bilincinde olmasından kaynaklandığını düşündüğüm bir vakar ve ağırbaşlılık vardı. Kendisinden çok daha yaşlı olduğu halde o dönemleri yaşayan yaşlı amcanın bu adamı görünce ceketlerini ilikleyip ayağa kalkması ve kendisinden çok genç olan bu adama (hiçbir resmi görevi olmadığı ve ekonomik olarak ta durumu iyi olmadığı halde) saygı göstermesi beni çok duygulandırdı.
Ama aynı zamanda çok üzüldüm. Çünkü bu ülkenin kurtulması için ilk silaha sarılanlardan birinin oğlu olan bu adamın, üstünde ve başında gördüğü bu saygı ve babasından duyduğu gururdan başka hiçbir şeyi yoktu. Yaptığı adilikler sebebiyle babasının birkaç defa pusu kurduğu ama işgalci devletin askerleriyle dolaştığı için bu pusulardan birinde yaralanmasına rağmen hep sağ kurtulmayı başaran kişinin oğlu ve torunlarının ise dünya malı olarak hemen her şeyleri vardı.
Hits: 93
Türkiye’nin Güvenlik Stratejileri
- 24 Şubat 2018
II. ABDÜLHAMİT VE JURNALCİLERİ-1
- 26 Şubat 2018