
Türkiye’de Müziğin Gelişimi ve Değişimi
- 1 Mart 2018
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Kültür ve Sanat
- 5
- Facebook65
- Twitter10
- WhatsApp40
- LinkedIn35
- Telegram35
- Paylaşım
1960-1980 Yılları Arasında Türkiye’de Müziğin Gelişimi ve Değişimi.
Development and Transformation of Music in Turkey, Between 1960-1980.
Mehmet ÇANLI*
ÖZET:
Türkiye’de müzikte köklü değişim esas olarak Osmanlı İmparatorluğu devrinde, Sultan 3’üncü Selim’in başlattığı yenilik hareketleriyle başlamıştır. Bundan sonra yaşanan tarihi süreçte, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasına kadar ortaya çıkan düşünce hareketleri içinde müzik konusu da yoğun şekilde tartışılmıştır. Bu konuda değişik fikirler olmakla birlikte, ağırlıklı olarak; Klasik Osmanlı Müsikisi’nin Türklere ait olmadığı ve yetersiz bir müzik olduğu, Türklerin esas musikisinin Halk Müziği olduğu, Halk Müziği’nin Batı Müziği formları ile işlenerek hem modern hem de milli bir müzik oluşturulabileceği savunulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar da aynı görüşü benimsediğinden bu amaca ulaşmak için bazı inkılaplar yapmışlardır.
Uzun süren tek parti yönetiminin ardından, çok partili sisteme geçiş ve 1950 yılında iktidar değişikliği müzik alanında da değişime sebep olmuştur. Yeni iktidar, milli müzik oluşturma gayretlerini terk etmiş ve Batı’dan yeni müzik türleri hızla yurda girmiştir. Bu dönemde yabancı müzikler orijinal haliyle alınıp değişiklik yapılmadan orijinal dilinde söylenmiştir.
1960 yılından sonra yeni anayasanın özgürlükçü yapısı, yabancı fikirlerin olduğu gibi yabancı müziklerin de ülkeye girişini hızlandırmıştır. Yerli orkestraları koruyucu kanunlar yapılmış, yabancı şarkılara Türkçe sözler yazılarak yeni bir tür (aranjman) oluşturulmuş, yabancı müzik formları ile Halk Müziği şarkıları yeniden düzenlenmiş, aynı esaslarla yerli besteler yapılmıştır. Bu dönemin tüm dünyada yaygınlaşan gençlik ve kitle hareketleri, müzik akımları ve ideolojiler Türkiye’yi Batı ile hemen hemen aynı zamanlarda etki altına almış, bu durum ise müziğe de yansıyarak ideolojik anlamda müzik sloganlaşmaya başlamıştır. Ülkenin sosyal, ekonomik ve politik değişiminin de etkisi ile değişik yerel müzik türleri de ortaya çıkmıştır. Bunların en etkin ve günümüze kadarda etkisini sürdüreni arabesk müzik olmuştur.
1980 yılında yapılan askeri darbe ile politik müzik yapanlar ülke dışına kaçmış ve şarkıları da yasaklanmıştır. Darbe ülkenin siyasi yapısında olduğu gibi müzikte de bir durağanlığa ve bir bunalıma sebep olmuştur.
Anahtar Sözcükler: Klasik Türk Musikisi, Osmanlı Klasik Musikisi, Türk Sanat Müziği, Halk Müziği, Dini Müzik, Tasavvuf Müziği, Klasik Batı Müziği, Pop Müzik, Türkçe Sözlü Hafif Müzik, Aranjman.
ABSTRACT:
Tranformation of musics in Turkey basicly started in the Ottoman Empire with the revolutionary movements of Sultan Selim III. After then, during the historical process, espacially in the ideological movements which arised untill the collapse of Ottoman Empire, music olso had dicussed intensively. İn these dicussions, although there were differen ideas, mainly it was claimed that; ’’Classical Ottoman Music doesn’t belong to Turks, real music of Turks is People’s (folk) Music and the best choise is to treat People’s Music with the Western Musical Forms and by doing so; a music, both modern and national can be created.’’ The founders of Turkish Republic also agreeded with these ideas so they made some revolutions to menage this aim.
After the longstanding one party goverment; transition to multi party system and in 1950 cahanging of the goverment caused some transformations in musical area too. The new ruling party, leaved the policy to create a national music and western music came in the country quickly. During this period, foreign musics were imported in the country without no changes and sang in original languages.
After 1960, the construction of new liberal constitution, accelerated the incoming of foreign musics like the foreign ideologies. New laws legislated to protect domestic orchestras, created a new kind of music (aranjman) by writing Turkish words for foreign songs, Turkish Peoples’ songs rearrenged by using foreign musical forms and new songs composed with the same guidelines. During this period, groving youth and mass movements, new kins of musics and ideologies all aroun the World affected Turkey almost at the same time with the West and this situation caused the music to act with slogans in an ideological way. With the effect of the social, economic and politic transformation of the country, new kinds of domestic musics erased too. The most effective one and the one which could survive until nowadays has become Arabesk.
With the military coup in 1980, people who made political music escaped abroad and their songs were prohibited too. Coup d’etat caused stability and depression for musics like political conditions.
Keywords: Turkish Classical Music, Ottoman Classical Music, Turkish Art Music, Popils (Folk) Music, Religious Music, Sufi (Tasavvuf) Music, Western Classical Music, Pop Music, Light Music With Turkish Words, Aranjman.
Giriş:
Konuya başlamadan önce ‘’Müzik nedir?’’ sorusuna cevap aramanın, inceleyeceğimiz hususları daha iyi anlamamıza yardım edeceğini düşünüyorum. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nü incelediğimizde üç ayrı yerde, üç ayrı müzik tanımının geçtiği görülmektedir. Bunlardan birincisi; Güncel Türkçe Sözlük’teki tanımdır ve şu şekilde ifade edilmektedir: Müzik; birtakım duygu ve düşünceleri, belli kurallar çerçevesinde, uyumlu seslerle anlatma sanatıdır. İkinci tanım ise Halkbilim Terimleri Sözlüğü’nde verilmektedir. Bu tanıma göre müzik; insanoğlunun toplumsal, dinsel, büyüsel, duyusal, düşünsel, eşeysel gereksinmelerini karşılamak için kullandığı uyaklı uyaksız, ölçülü ölçüsüz, düzenli düzensiz ses, sözlü ses, doğal ya da yapay aygıtların seslerinden oluşan evrensel kültür düzenidir. Üçüncü tanım da Eğitim Terimleri Sözlüğü’nde; duygu, düşünce ve imgeleri, tek ya da çok sesli olarak türlü biçimlerde anlatma sanatı; bu biçimde düzenlenmiş eserlerin söylenmesi ya da çalınması şeklinde ifade edilmektedir.[1]
Bu tanımlardan anlaşılacağı gibi müzik; her türlü inanç, duygu ve düşünceyi ifade etmek için ‘’seslerin kullanılması’’ faaliyetidir. Yaşamı ifade etmenin bir biçimidir. Bu anlamda düşününce belki de konuyu aydınlatacak en iyi tanım, Atatürk’ün 14 Ekim 1925 İzmir Kız Öğretmen Okulu’nda yaptığı konuşmasında ortaya koyduğu tanımdır: ’’Hayatta müzik lazım değildir. Çünkü hayat müziktir. Müzik ile ilgisi olmayan varlıklar insan değildirler. Eğer söz konusu olan hayat, insan hayatı ise müzik mutlaka vardır. Müziksiz hayat zaten mevcut olamaz. Müzik; hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir.’’[2]
Atatürk’ün de söylediği gibi, müzik demek hayat demektir. Toplumun değişik katmanlarının oluşturduğu halk kesimleri ne yaşıyorsa, müzik te o yaşamla ilgili olarak bir şeyler söyler, insanlar neden etkilenirse, müzik te ondan etkilenir, ona göre değişir ve gelişir. Bunun yanında insan topluluklarının yaşam biçimleri arasındaki farklılıklar (göçebe, tarım toplumu, tüccar vb.) ile birlikte yaşanılan coğrafyanın doğal özellikleri ve dünya üzerinde bulunduğu yer gibi faktörler de müziğin oluşumuna etki etmektedir. Hatta müziğin icra edildiği mekân bile müzik üzerinde etkilidir.
Yukarıda açıkladığımız sebeplerden dolayı, değişik toplumların müzikleri arasında farklılıklar olabileceği gibi aynı toplum içerisinde değişik grupların dinlediği müzikler de farklı olabilir. Nasıl toplum homojen bir yapıdan oluşmuyorsa, değişik sınıfsal yapılanmalar, etnik ve dini gruplaşmalar, entelektüel seviye farklılıkları her toplumda var olan gerçekliklerse, bu grupların dinledikleri ve icra ettikleri müzik türlerinin de ona göre çeşitlendiği diğer bir gerçekliktir.
Bunlara örnekler verecek olursak; Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan müzik ve folklorda tarımın ve komşu bölgelerde yaşayan Arap kültürü etkisinin izleri görülürken, Orta Anadolu’da coğrafi yeknesaklığa paralel olarak bozlaklar, Karadeniz de hareketli deniz yapısı ve dar yaşam alanlarının eseri olan horonlar görülebilir. Tekkelerde, kapalı mekânlarda, bir dini hiyerarşi içinde icra edilen müzik kırsal halkın müziğine göre daha kurallı ve ağır olurken benzer durum yönetici elitin kapalı mekânlarda dinlediği Klasik Türk Müziği’nde de görülebilir.
Bu anlamda genel olarak bir ülkede müzik türlerinden söz ederken; devlet yöneticileri ile elit kesim arasında, dini kurumlarda ve halk kesimlerinde yaygın olan değişik müzik türlerinin bulunabileceğinden söz edilebilir. Türk Müziği türleri de, Osmanlı İmparatorluğu’na gelindiğinde benzer bir yapı arz etmekteydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa ülkeleri ile kültürel etkileşimi oldukça sınırlı olduğu dönemlerde bu yapı çok fazla değişmeden devam etmiştir. Ancak, 3’ncü Selim’le başlayıp esas ivmesini 2’nci Mahmut ve Abdülmecit’le yaşayan batılılaşma hareketleri, yöneticiler eliyle, devlet kurumlarında yapılan batılılaşmaya paralel olarak kültür yapısında da, bu arada müzikte de bir batılılaşma hareketine, Batı Müziği ve kültürü ile etkileşime sebep olmuştur. Bu durum uzun vadede; ülkemizde giderek artan bir Batı Müziği zevki oluşturmuştur. Bunun sonucunda bu müziğin kurumları da; ya bir reform anlayışıyla resmi olarak kurulmuş veya ticari yollarla ülkeye gelmiştir. Olayın ticari boyutu bir kâr vadedince, daha çok insana bu ürünleri satmak için, çoğunluğu oluşturan halk kesimlerine yönelik olarak daha basit, anlaşılır ve eğlendirici türler de gelmeye başlamış, ülke içinde kısa sürede yerleşmiş ve bunlardan etkilenerek bazı yerel türler de üretilmiştir.
Tüm bunların sonucu olarak, Osmanlı İmparatorluğu Cumhuriyet’e; yüzyıllardır elit kesimin dinlediği bir Osmanlı Klasik Musikisi[3] birikimi, 1826 yılından sonra kurulan Mızıkayı Hümayun’dan itibaren gelişmeye başlayan bir Klasik Batı Müziği birikimi, operet ve kanto gibi sıradan halka hitap eden Batı Müziği’nin daha popüler türleri birikimi, ülkenin her yerinde geniş halk kitleleri arasında yaygın olan ve yörelere göre farklılıklar gösteren Halk Müziği birikimi, Halk Müziği ve Osmanlı Klasik Musikisi özellikleri taşıyan değişik din ve mezhep gruplarının tasavvuf musikisi diye de bilinen Dini Musiki birikimini miras bırakmıştır.
Anadolu’da milli bir devlet kurmayı hedefleyen Atatürk’ün etrafında toplanan kadro, kurtuluş savaşının ardından, Anadolu coğrafyasını temel alan, kültürel yönü ağır basan bir Milliyetçilik temelinde yeni kurulan devleti şekillendirmeye başlamıştır. Bunun sonucu olarak bu kadro, yeni bir millet ve onun siyasi yapılanması olan bir milli devlet oluşturmak için, devlet ve toplum yapısında köklü değişimler getiren inkılaplar planlamış ve yürürlüğe koymuşlardır. Yeni devletin; milli bir devlet olabilmesi için kurumlarının millileşmesi ve devletin vatandaşlarının oluşturduğu halkın (daha homojen) bir ulus haline getirilmesi, yani yeni bir ulus oluşturulması faaliyetlerine başlanmıştır. Ulus oluşturmak için ise; bahse konu ulusun dilinin, tarihinin ve kültürünün hâkim kılınması, kutsanması, şanlı hale getirilmesi veya bunlar istenen ulus oluşumuna uygun görülmüyorsa yeniden düzenlenmesi, hatta yeniden yaratılması gerekmekteydi.
Bu sebeplerle; daha önce uluslaşma süreci yaşayan Batılı milletler (Almanlar, Fransızlar ve hatta Bulgarlar gibi milletler) ne yaptılarsa, Cumhuriyet’i kuranlar da benzer hamlelerde bulundular ve birtakım inkılaplar yaptılar. Yeni bir dil, sınırları çizilmiş yeni bir vatan, yeni bir tarih ve bu sacayağı üzerinde temelleri atılan yeni Türk Ulusu için kültürel alanda da inkılaplar yapılması tabii ki kaçınılmazdı. Kültür denince akla ilk gelen hususlardan biri de müzik olduğundan müzik te bu inkılapların ana konularından birisi haline geldi.
Müzik alanında inkılaplar aslında o dönemde icat edilmiş yeni şeyler de değildi. Bunlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, uzun yıllar boyunca tartışılmış, düşünülmüş, üzerine değişik yayın organlarında makaleler yazılmış hususlardı. Bunlarda değişik fikirler ileri sürülse de, yaygın olarak iddia edilen görüşler; Osmanlı Klasik Müziği’nin Türk Müziği olmadığı, yetersiz bir müzik olduğu, Arap ve Bizanslılardan kalma olduğu, gerçek Türk Müziği’nin Halk Müziği olduğu, ancak bunun da ilkel olduğu ve modern bir devlete/ulusa yakışmadığı, bu müziğin Batı Klasik/Çoksesli Müziği formları ile işlenerek modern ve milli bir müzik yaratılması gerektiği noktalarında toplanmaktaydı. Şimdi yapılan ise bu düşünceleri sistemli bir hale getirip uygulamaktan ibaretti.[4]
Cumhuriyet devrine gelindiğinde bu fikirleri teorize eden büyük düşünce adamı Ziya Gökalp oldu. Ziya Gökalp, 1923 yılında yazdığı ‘’Türkçülüğün Esasları’’ isimli kitabında; Halk Müziği+Batı formları şeklinde formüle edilebilecek düşüncenin esaslarını belirledi. Atatürk’ün müziğimize bakış açısı da daha çok Ziya GÖKALP’in görüşleri doğrultusunda gelişmiş[5], bunun sonucunda; Osmanlı’dan miras kalan müzik kültürü üzerinde devlet eliyle inkılaplar yapılmaya başlanmıştır.
Bu genel bilgilerin ışığında, esas konumuz olan 1960-1980 yılları arasında Türkiye’deki müziği incelemeye başlamadan önce bu döneme kadarki süre içinde müziğin gelişimine de kısaca değinilecektir. Bu dönem; 1923-1950 yılları arasındaki, tek partili siyasi sistemin uygulandığı yıllar ve 1950-1960 yılları arasında, çok partili sisteme geçildiği yıllar olmak üzere iki ana bölümde incelenmeye çalışılacaktır.
1923-1950 Yılları Arasındaki Dönem:
Cumhuriyetin ilanından hemen sonra, müzik reformu henüz konuşulmamasına rağmen, ilk adımlar hızla atılır. Bu kapsamda Osmanlı’dan kalma müzik kurumları ile ilgili bazı düzenlemeler yapılır. 1923 yılında, İstanbul’da bulunan Musiki Encümeni lağıv edilir, Darül-elhan ise Maarif Vekâleti’nden ayrılıp İstanbul Valiliği’ne bağlanır.[6] Mızıkayı Hümayun Ankara’ya nakledilir. Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası, Riyaset-i Cumhur Bandosu ve Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyeti adlarını alan Mızıkayı Hümayun’un alt kurumları Ankara’da çeşitli konserler vermeye başlar.[7]
1924 yılında, ‘’Atatürk’ün, ‘’Bizim hakiki musikimiz’’ dediği Halk Müziğinin derlenmesine ve kompozitörler tarafından işlenmesine başlanır. İlk derleme gezisi Batı Anadolu’ya yapılır ve derlenen türküler ‘’Yurdumuzun Nağmeleri’’ adı altında yayınlanır (1925). İstanbul Konservatuvarı da, 1926-1929 yılları arasında Anadolu’ya dört derleme gezisi düzenler, bu gezilerde derlenen türküler ‘’Halk Türküleri’’ adı altında 14 defter halinde yayınlanır.[8] 1924 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından üzerine halk şarkılarının sözlerinin yazılacağı derleme kartları öğretmenlere dağıtılır. Bu çaba sonucu da yaklaşık yüz tane halk şarkısı toplanır.
1924 yılında ayrıca, Musiki Muallim Mektebi kurulur ve yurt dışına Batı müziği eğitimi almaları amacıyla Maarif Bakanlığı tarafından öğrenci gönderilmesine başlanır.
Bundan sonra Klasik Osmanlı Musikisi ile ilgili bir takım yasaklamalar yapılır. Günümüzde konu hakkında inceleme yapan bazı çevrelerce, bu yasaklar basit bir eskiye düşmanlık, milletin kadim kültürüne karşı bir saldırı olarak sunulmaya çalışılmaktadır. Ancak bunu böyle basit ve duygusal sebeplere bağlamak kanaatimce doğru değildir. Bu yasaklamalar, örneğin 1926 yılında, okullardan klasik Türk müziği eğitiminin kaldırılması, modern bir Türk ulusu yaratma ve Osmanlı’yla kültürel bağlarını kopartmak isteyen düşüncelerin bir sonucudur.[9]
Bu yenilikler çerçevesinde, opera gibi Batı tarzlarının yerleştirilmesi, yerelleştirilerek kurumsallaştırılması konusuna da ağırlık verilir. Bu kapsamda; ‘’1931 yılında Opera Cemiyeti kurulur.’’ Öte yandan Halk Müziği derleme gezilerine devam edilir. İstanbul Konservatuarı’nca, 1932 yılında, beşinci derleme gezisi düzenlenir.
Yapılan tüm çalışmalara rağmen müzik alanındaki inkılaplar çok başarılı olamamıştır. Bunun üzerine Atatürk, bu inkılaplara ivme kazandırmak için değişik yerlerdeki konuşmalarda bu konuyu daha büyük önemle vurgulamaya devam etmiştir. Bu kapsamda, Atatürk’ün 1 Kasım 1934’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde söyledikleri, uygulanacak olan müzik görüşünü belirtmesi açısından da önemlidir.
‘’Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün dinletmeye yeltenilen musiki yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal, ince duyguları, düşünceleri anlatan, yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir an önce, genel son musiki kurallarına göre işlemek gerektir. Ancak, bu güzeyde Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir. Kültür işleri bakanlığının buna değerince özen vermesini, kamunun da bunda ona yardımcı olmasını dilerim.’’[10]
Bu konuşmanın ardından müzik alanında yapılan yenilikler yeniden hareketlenmeye başlar. Bu maksatla yapılan ilk ve en önemli faaliyet, müzik reformunun izleyeceği yol haritasını belirlemek üzere bir komisyon oluşturulmasıdır. 26 Kasım 1934 tarihinde, Ankara’da, Kültür Bakanı başkanlığında bu komisyon toplanır. Komisyon toplantısından çıkan en önemli sonuç, bu toplantıda oluşturulan Devlet Musiki ve Tiyatro Akademisi Komisyonu’nun ‘’Türkiye Devlet Musiki ve Tiyatro Akademisi’nin Ana Çizgileri’’ başlıklı bir rapor hazırlaması olmuştur. Bu rapora uygun olarak ilk olarak radyolarda Türk Müziği yayını yasaklanır.[11] Fakat Türk Müziği yayınlarının yasaklanmasıyla birlikte halk yoğun olarak Arap radyolarını dinlemeye yönelince, yayın yasağı iki yıl sonra, 1936’da kaldırılır.
Bu arada opera gibi batı türlerinin Türk ezgilerinden esinlenerek bestelenmesi ve icrası çalışmalarına girişilir. İran Şehinşahı Rıza Şah Pehlevi’nin 1934 yılında Ankara’yı ziyareti sebebiyle, Atatürk’ün teşvikiyle Adnan SAYGUN tarafından konusu İran mitolojisiyle ilgili ilk Türk operası ‘’Özsoy’’ [12] bestelenir ve şahın huzurunda oynanır.[13]
Bu dönemde, ulusal ve modern müziğin yaratılmasında yardımcı olmaları için yurtdışından bazı müzisyenler davet edilir. Türkiye’de müzik inkılabı yönünde ilk rapor veren kişi, ünlü müzisyen Lico Amar’dır. Amar bu raporunda kısaca; modern müziğin öğretilmesi için radyonun ve konservatuarların öneminden bahseder. Yabancı müzisyenlerden bir başka önemli kişi ise, ünlü opera ve tiyatro yönetmeni Carl Ebert’tir. Ebert, uluslararası opera örneklerinin Türkçe olarak sahnelenmesinde önemli roller üstlenir. Türkiye’ye gelen yabancı müzisyen ve bestekârların en önemlileri ise Paul Hindemith ve Bela Bartok’tur. Hindemith; Musiki Muallim Mektebi’ni ve Riyaset-i Cumhur Orkestrası ile ilgilenir ve bir konservatuar kurulması konusunda çeşitli raporlar yazar. Bartok ise, esas olarak Halk Müziği ile ilgilenir. 1936 yılında Halkevleri tarafından düzenlenen derleme gezisine katılır. Hidemith gibi Bartok ta bir rapor yazar.[14] Bu dönem, Türkiye Cumhuriyeti tarihi için çok önemlidir. Çünkü Türkiye’ye Doğu Avrupa ekolü olarak yansıyan bu müzik derlemelerinin, yalnızca yerel müzikleri derlemek gibi bir amacı yoktur. Doğu Avrupa ekolü, Halk Müziği araştırmalarına müzikolojik amaçların dışında, dört önemli işlev daha yüklemiştir. Bunlardan birincisi, milliyetçilik ideolojisi, ikincisi, geleneksel müziğin korunması, üçüncüsü, egemen milli kimliğin vurgulanması ve dördüncüsü ise eğitim müziği için Halk Müziğinin kullanılmasıdır.[15]
Öte yandan sivil alanda da müzikal faaliyetler devam etmektedir. Meşrutiyet’ten kalma topluluklar oyunlarını sürdürmekte, birçok operet heyeti tarafından operetler oynanmakta ve ilgi görmeye devam etmektedir. Daha Osmanlı döneminde Türkiye’ye gelen tango Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren hızlı bir gelişim göstermiştir. Bulunduğu ülkenin yerel müziğinden alabildiğine yararlanan Tango, Türkiye’de de kolayca yerelleşir, birbiri ardına tango yorumlayan ve besteleyen sanatçılar ortaya çıkar. 1935-37 yıllarında yurt dışında eğitim gören Orhan Avşar ve 1938’de Türkiye’ye gelen Macar asıllı Darvaş, bu türün ilk yerli öncüleridir. Caz ise Türkiye’ye 1920’li yıllarda girer. Ermeni asıllı Leon Avigdor, Avrupa’da duyduğu bu müziğe hayran olur ve Türkiye’de de icra etmeye başlar. 1933 yılına dek kurduğu değişik topluluklarla cazı İstanbul’da duyurur. 1940’lı yıllarda ülkede birbiri ardına caz toplulukları kurulur ve özellikle İstanbul’daki gece kulüplerinde icralar başlar.[16]
İkinci Dünya Savaşı sırasındaki gelişmeler ve hissedilmeye başlayan SSCB tehdidi devleti idare edenleri endişeye sevk eder. Gelişmeleri yakından takip eden ve doğru okuyan devlet yönetimi; Batılı ülkelere yanaşmaya, onların desteğini kazanmaya çalışır. Bu da, bir takım demokratik adımların atılması, tek partili merkezi yönetimin iplerinin gevşetilmesi ile sonuçlanır. Bu serbestlik artışı ile devletin bazı eski politikaları gibi müzik politikaları da eleştirilmeye başlanır ve eleştiriler arttıkça eski politikalarda bazı geri adımlar atılır. 1943 yılında, İstanbul Belediye Konservatuarı’nda, sınırlı da olsa Osmanlı Geleneksel Müziği eğitimine izin verilmesi müzik politikalarında ilk önemli geri adım olarak görülebilir. 1944 yılından sonra alaturka-alafranga müzik tartışmaları daha da hızlanır. Bu tartışmalar 1945 yılı bütçe görüşmeleri sırasında Meclis’e kadar sıçrar. Meclis’te dönen tartışmalar, Osmanlı Geleneksel Müziği’ni Türklere yabancı olarak gören düşüncede bir kırılma olduğunu gösterir.[17]
1950-1960 Yılları Arasındaki Dönem:
Uzun yıllar süren tek parti yönetiminin ardından, 1950 yılı seçimleri ile iktidara gelen Demokrat Parti, liberal ekonomik ve sosyal görüşleri çerçevesinde tamamen kontrolsüz bir ekonomik ve sosyal program uygulamaya koyar ve yapılan inkılapları gevşetme yoluna gider. Bu dönemde, ekonomi alanında ise; tarım makineleri ithalatı artar, tarım kesimine büyük destekler verilir, sanayileşme yatırımları, karayolları, köprüler vb. birçok yeni yatırımlar yapılır. Tarımın makineleşmesi ve destekler sonucu köylünün gelirleri artarken köyde işgücü fazlası ortaya çıkar. Bu fazla işgücü, sanayileşmeye başlayan şehirlere doğru yoğun bir göç hareketini başlatır. Bu dönemde nüfus artış hızındaki büyüme de bu göçü hızlandırır. Sonuç olarak; siyasal düzeyde tek parti döneminin son bulması, ekonomide tarımsal üretimden sanayi üretime doğru yönelişin hızlanması ve toplumsal açıdan kentlere doğru hızlı bir göçün ortaya çıkması Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik yapısında önemli değişimleri beraberinde getirir.
Gevşeyen sistem ve dışa açık ekonomi politikaları sonucunda Türkiye’ye değişik batı ürünleriyle birlikte batı kaynaklı popüler müzik türleri de serbestçe girmeye başlar. NATO ittifakına girmemizle beraber, başta TSK olmak üzere ABD ve diğer Batı ülkeleri ile yakın temasa geçen sivil ve asker kişi sayısı da artar. Bu da, yeni müzik türlerinin ülkeye girişini hızlandıran diğer bir etken olur.
Bir müzik piyasası 1900 yılından sonra ülkemizde plak satışlarının başlaması ve değişik plak şirketlerinin kurulmasıyla başlamış, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra da devam etmiş, ancak pikap ve radyo sayısının azlığından dolayı bu piyasa çok fazla büyüyememiştir. 1950 sonrasında, gerek toplumsal ve ekonomik yapıdaki, gerekse teknolojideki gelişmelerle hareketli bir müzik piyasası oluşmaya başlar. Plaklar, gelişen müzik ve kayıt teknolojilerinin de yardımıyla, daha çok eve ulaşır. Bu durum devletin müzik üzerindeki kontrolünün ve devlet kurumlarının müzik yayınındaki tekelinin kırılmasına sebep olur. Bu yıllarda devlet eliyle musiki yaratma planı bir daha açılmamak üzere kapatılır.[18] Bundan sonra yeni türler hızla ülkeye girmeye ve yayılmaya devam eder. 1940’lı yıllarda Amerika’nın Sesi radyo yayınının da etkisi ile Caz’a oluşan ilgi, 1950’li yıllarda Türkiye’ye gelen ABD’li subaylar vasıtasıyla daha da yaygınlaşır.
1950’li yıllar, Türkiye’de caz dışındaki Batı müziği türlerinin de iyice tanındığı ve yerleştiği yıllardır. Bu gelişim yıllarında ilk popüler yıldız ortaya çıkar: Celal İnce. Onun sesinden tüm Türkiye’ye yayılan Kovboy Şarkısı, bir dönemin en sevilen şarkısı haline gelir, böylelikle tango dışında bir türün de Türkiye’de tutulabileceğini göstermiş olur. Celal İnce’nin popüler olduğu yıllarda birbiri ardına kurulan orkestralar, mambo’dan çaça’ya birçok türde ürünler verir. Bu orkestraların çalışma alanları, art arda açılan gece kulüpleridir.
1955’te İstanbul’da Deniz Harp Okulu öğrencileri tarafından bir rock’n roll orkestrası kurulur. Bu, yeni bir dönemin başlangıcıdır. Türkiye’de belki de ilk defa yeni bir tür Batı’yla aynı zamanda icra edilir. Durul Gence ve Erkan Gürsal tarafından kurulan Deniz Harp Okulu Orkestrası, önce okul içinde, sonraları da Somer Soyata ve Arkadaşları takma adıyla İstanbul okullarında konserler verir.
O dönemde kurulan tüm gruplar İstanbul’da konserlere ağırlık verirler ve yabancı radyolardan dinleyerek öğrendikleri şarkıları kendilerince yorumlarlar. Makul olan, yorumun mümkün olduğu kadar az yapılmasıdır. Bir şarkı orijinaline ne kadar yakın olursa o kadar ilgi ve itibar görür. Bu arada provalarda da ilk beste çalışmaları başlar. Ancak yapılan bestelerin tümü İngilizce sözlüdür.[19]
1960-1980 Yılları Arasında, Türkiye’de Müziğin Gelişimi ve Değişimi:
1960 askeri darbesinden sonra yapılan daha özgürlükçü anayasa, başta işçi sendikaları olmak üzere değişik kesimlerin örgütlenmelerinin önünü açınca toplumsal yaşamdaki hareketlilik te artar. Bu dönemde, 50’li yıllarda uygulanan plansız ekonomi uygulamalarının olumsuz sonuçları dikkate alınarak yeniden planlı bir ekonomik sisteme geçilir. Beş yıllık kalkınma programları hazırlanır. Bu programlarda cumhuriyetin ilk dönemindeki gibi milli bir müzik yaratma vurgusu olmamakla birlikte, Türk Müziği’nin korunması ve gelişmesi ile ilgili bir takım kararlar da alınır. 1963 yılında yapılan ilk Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda, sanatla ilgili bölümde; Batı sanatının yurtta, Türk sanatının dünyada tanıtılması için güzel sanatlara önem verileceği belirtilir ancak bunun içinde müzik konusu muallakta bırakılmıştır. İkinci Planda; Halk Musikisi’nin devamı, korunması ve geliştirilmesi için konservatuarlarda musiki bölümlerinin kurulacağı belirtilir. Üçüncü Planda ise; Türk Sanat Müziği konusunda tedbirler getirilmesi ve Türk Musikisi Konservatuvarı kurulması öngörülür. Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı 1976 yılında kurulur ve Türk Halk Müziği eğitiminin tam olarak başlaması da konservatuvarın kurulması ile gerçekleşir. [20]
Ekonomide, dışarıdan ithal edilen malların ülke içinde üretilmesi anlamına gelen ithal ikameci bir politika uygulanmaya başlanır. Devlet, kredi imkânları sağlayarak, yabancı ürünlere yüksek vergi duvarları koyarak yerli sanayii desteklemeye başlar. Bunun sonucunda büyük şehirlerin etrafında birçok sanayi tesisinin oluşması sağlanır. Bu ise, 50’li yıllarda başlayan köyden kente göç akınını daha da hızlandırır. Bu durum, büyük şehirlerin etrafında devlet arazilerine kaçak olarak yapılmış gecekondu kuşağını giderek büyütür. Köyünden uzaklaşmış ama şehre tam adapte olamamış gecekondu toplumu sosyal yapıyı etkileyen önemli bir unsur haline gelir. Sanayileşme ile şehirlerde artan işçi sayısı, gecekonducular ve kendi örgütlerinin kuran üniversite öğrencileri sosyal ve siyasi hareketlerin artmasına sebep olur.
1950’li yıllarda, yabancı müzik türleri ve bu türlere ait şarkılar dışarıdan hiç değiştirilmeden alınır ve aslına uygun şekilde, aynı dilde ve yorum katmadan söylenirken, 1960’larda bu durum da değişmeye başlar. İthal ikameci ekonomiye benzer şekilde müzikte de yabancı parçalara söz yazma veya türküleri Batı teknikleriyle yorumlama gibi yerel üretimlerle ikameci yaklaşımlar hâkim olur. Bunun sonucu olarak 1960’lı yıllarda popüler müzik üretiminde köklü bir altyapı ve birikim meydana gelmeye başlar. 1960’lara kadar müzik; ‘’alafranga-alaturka’’ diye ayrılıyor, ama daha çok her ikisinin de popülerleşmiş örnekleri tercih ediliyorken geleneksel toplumun çözülmesiyle 1960’tan sonra merkezdeki bu genel ‘’alafranga-alaturka’’ zevk ikiliği de parçalanır. Klasik olanla popüler olan daha bir ayrışır. Popüler düzlemde ise yepyeni türler oluşur, çoğul bir musiki manzarası ortaya çıkar. Dahası türler iç içe geçer, ne alaturka ne alafranga olan yahut hem alaturka hem alafranga olan türler oluşmaya başlar.[21]
Tam bu dönemde karşımıza çıkan bir taş plak Türkiye’de popüler Batı Müziği açısından bir miladı işaret eder. Erol Büyükburç, kendi bestesi olan Little Lucy’yi, Kadri Ünalan’ın da içinde bulunduğu grubuyla yorumlar ve plak yapar. 1961 tarihli bu plak büyük ilgi görür ve o güne dek sadece yabancı sanatçı ve toplulukların ulaşabildiği bir satış başarısı yakalar. Bu, Türkiye’de, popüler Batı müziğinin ilk büyük başarısıdır. Türkiye’nin ilk ‘’kült’’ müzisyeni sayılabilecek Erol Büyükburç, önceleri Rock’n roll şarkıları söyleyip bu tarzda besteler yaparken sonraları Türk müziklerine merak salar. 1950’li yılların sonunda ‘’Yine Bir Gülnihal’’ gibi klasik şarkıları Batı anlayışına göre düzenler ve sahnede söylemeye başlar. Türkiye’deki ilk büyük turneyi 17 Nisan-5 Haziran 1961 tarihleri arasında gerçekleştiren Erol Büyükburç, Anadolu’ya açılan ilk pop şarkıcısıdır.
Taş plaklar yerlerini daha kullanışlı ve kolay üretilen 45’liklere bırakır. Plak piyasasındaki canlanma, 45’liklerin ortaya çıkışıyla ve firmaların çeşitli ödeme seçenekleri sunmasıyla birlikte daha da artar.[22]Türkiye’de ilk Batı müziği 45’liğini 1962’de, o dönemin Galatasaray Lisesi’nde öğrenci olan Barış Manço ve topluluğu Armoniler yapar: Twistin’ USA/The Jet.[23]
1963 yılında özellikle orkestra bazında türkü düzenleme akımı kendini göstermeye başlar.[24] Kentet Dogo (Orkestrası); Şanar Yurdatapan ve Doruk Onatkut’un çaça ritminde düzenlediği Kara Tren türküsüyle büyük ses getirir. Kara Tren, ilerleyen yıllarda, Tülay Gürman’dan Alpay’a pek çok sanatçı tarafından seslendirilir. Kara Tren, Türkiye’de, Batı tarzında yapılmış ilk türkü düzenlemesidir.[25]
60’lı yıllarda, Türkiye’de yerel müzikler, dönemin popüler müzik türleri olan iki farklı ve yeni müzik tarzı içinde de gelişmeye başlar. Bunlardan biri Anadolu Pop (ya da Anadolu Rock), diğeri ise arabesktir. Anadolu Pop, daha çok Avrupa’daki gençlik hareket ve eğilimlerinden etkilenmiş bir grup genç müzisyenin Anadolu’nun yerel müzikleriyle, Batı popüler müzik türleri arasında kurmaya çalıştıkları bağın ifadesidir. Bu yönüyle, milli musiki hedefinin kendiliğinden gelişmiş ve millilik tezi içermeyen bir popüler versiyonu gibidir. Diğer yandan, Orhan Gencebay gibi, iyi düzeyde bağlama çalan, yerel müzik geleneği içinden büyük kente gelmiş genç müzisyenlerin de, müzikal altyapı anlamında daha Ortadoğulu bir üslup benimseyerek, kalabalık yaylı gruplarıyla geleneksel motiflerden yararlanarak yaptıkları bestelere yöneldikleri göze çarpar. Bu üslup, kısa sürede geniş kitlelerin ilgisini görür. Süslemelerin çokça kullanıldığı, yerli müziklerde ve geleneksel Osmanlı musikisinde kullanılan makamlara dayalı bir üslup geliştiren Arabesk, bir anlamda Türkiye’nin ilk sivil ve kentli müzik hareketi olur.[26] Arabesk Müziğin ilk mimarları olarak Orhan GENCEBAY, Arif SAĞ ve Özer ŞENAY gibi isimler sayılabilir.[27]
1960’lı yılların başında bir yandan yerli beste ve düzenlemeler üretilirken bir yandan da meşhur yabancı şarkılara Türkçe sözler yazılır ve bu şarkılar aslı gibi çalınıp söylenir. O dönemde üretilmiş şarkılardan en önemlisi, İstanbul Radyosu diskjokeylerinden Fecri Ebcioğlu’nun, ‘’C’est ecrit dans le ciel’’ adlı şarkıya Türkçe sözler yazarak oluşturduğu ‘Bak Bir Varmış Bir Yokmuş’ tur. İlham Gencer tarafından seslendirilen bu şarkı, daha sonra ‘’aranjman’’ adını alacak olan bu türün ilk hit’idir. Aynı yıllarda ortaya çıkan Sezen Cumhur Önal, yabancı şarkıcı ve topluluklara yazdığı Türkçe sözlerle sivrilir. Daha sonra bu tarzın en iyi temsilcilerinden olan Ajda Pekkan, Fecri Ebcioğlu ile beraber çalıştığı dönemde adını duyurur ve Türkiye’nin ilk süperstar’ı olur.
İlham Gencer ise, kendi işlettiği Çatı adlı gece kulübünde piyanosuyla çaldığı şarkılarla adını duyurur. Sonraları küçük bir orkestra kuran Gencer, aynı kulüpte caz ve ‘’tropikal’’ şarkılar da çalar. 60’lı yıllara damgasını vuran Çatı, bir yandan caz icra edilen, bir yandan da yeni müzisyenlerin yetişmesine vesile olan bir okul gibidir. Gencer, buraya Batılı bazı müzik adamlarını da davet eder ve bu arada yerli çalgı aletleri ile Batı müziği yapılabileceğini dile getirir.[28]
Bu yıllar, Türkiye’de bir müzik medyasının da yavaş yavaş oluştuğu yıllardır. 50’li yılların sonunda Cumhur Alp, Yelpaze Dergisi’nde pop müzik yazıları yazmaya başlamıştır. Sonraları, bu tür yazıları Milliyet Gazetesi’nde Cüneyt Sermet’le dönüşümlü olarak sürdürür. Daha sonra onlara katılan Doğan Şener, müzik köşesini tam sayfa olarak Milliyet’in Pazar ilavesine taşır.[29] Bu sayfa, 70’li yılların başından itibaren, sonraki dönemde Türkiye’nin en önemli müzik dergisi olacak olan Hey’e evrilir.[30] 60’lı yılların önemli magazin dergilerinden Ses, 24 Kasım 1962 tarihli 53. Sayısından itibaren Renda Pogda tarafından hazırlanan ‘’Müzik Albümü’’ başlıklı sayfalarda her hafta Türkiye ve dünyada gelişen müzik olayları konusunda bilgi verir.[31] Yayıncıları müzisyenlerden oluşan Müzik Ekspres ve Ankara merkezli Melodi, o tarihlerde yayımlanmaya başlayan diğer müzik dergileridir. 60’lı yılların sonuna doğru yayımlanan Diskotek, Hey’in hemen öncesinde etkili olur. Aynı dönemde İstanbul Radyosu ve İstanbul İl Radyosu’nda program yapan Fecri Ebcioğlu ve Aykut Sporel, çaldıkları plaklarla pop müziğini radyoya sokarlar. Bu ikiliye daha sonra Sezen Cumhur Önal’da katılır. Fecri EBCİOĞLU, 1960’lı yıllarda bir dönem Hayat Mecmuası’nda her hafta ‘’Müzik Kulübü’’ isimli bir sayfa hazırlar. Bu sayfada; yabancı şarkıcıların biyografileri, yerli orkestraların tanıtılması, yabancı şarkıların sözleri ve İstanbul’da en çok dinlenen yabancı müzik listeleri gibi yazılar yayımlar.[32] Bu dergi ve gazete eklerinde o günlerin yerli müzisyenleri, yabancı müzik akımları ve müziğin durumu hakkında hemen her şey yazılmaya, tartışılmaya başlanır.[33] Bu arada bazı meşhur Batı pop şarkılarının sözleri orijinal dillerinde yayınlanır.[34] Hey Dergisi gibi yayın organları, çekilişle bedava bilet dağıtarak, okuyucularını o dönemin popüler şarkıcıların konserlerine göndererek insanların müzik basınına ilgisini artırmaya çalışır. Böylece hem bu konserlerin reklamı yapılmış olur hem de canlı müzik konserlerine ilgi artar. Böylece, bizde de Batı’da olduğu gibi büyük kalabalıkların katıldığı konserler görülmeye başlar.[35] Bu dönemde müziğin popülerleşmesine paralel olarak gazeteler yayınladıkları ‘’Magazin’’ eklerinde de müzikle ilgili konulara yer verirler. Bu yazılarda yabancı grupların davranış tarzlarının eleştirilmesinden, yabancı ve yerli müzisyenlerinin satış rakamlarına, bugün de bir problem olan korsana kadar müzik dünyasının güncel konuları tartışılır.[36]
60’lı yılların ilk yarısı, Türkiye’de orkestraların gruplara dönüşümü açısından da önemlidir. Bu dönemde sadece İstanbul’da değil, Anadolu’nun her yerinde birçok grup ortaya çıkar. Bu grupların ortaya çıkmasının en önemli sebeplerinden birisi, askeri darbeden sonra kurulan Müzisyenler Sendikası’nın girişimleri sonucu çıkartılan yasadır. Bu yasayla, yabancı orkestraların yanlarında bir tane yerli orkestra ile çalışma zorunluluğu getirilmiştir. Bu arada müzik festivalleri düzenlenmeye başlanır. Türkiye’deki hafif batı müziği çalışmalarını teşvik etmek maksadıyla Robert Kolej öğrencileri tarafından organize edilen Boğaziçi Müzik Festivali’nin ilki 1963 yılında düzenlenir.
Erol Büyükburç’un Anadolu’yu plakları ve konserleriyle kasıp kavurduğu bir dönemde Tülay Gürman, Türkiye’de yeni bir tarzın yıldızı olarak parlar. 1964’te Yugoslavya’da düzenlenen Balkan Melodileri Festivali’nde Erol Büyükburç ve Tanju Okan ile birlikte Milli Orkestra’nın solistliğini üstlenen German, bu festivalde seslendirdiği Burçak Tarlası’yla büyük beğeni toplar. Festival sonrasında piyasaya çıkan ilk 45’liği Burçak Tarlası/Mecnunum Leylamı Gördüm, çok satar. Bu 45’lik, yıllar sonra Anadolu Pop adını alacak olan türün resmi başlangıcı ve ilk hit’idir. Aslında daha önce de türkü düzenlemeleri yapılmıştır. Ancak ortaya çıkan ürünler Batı ses düzenine daha yakındır. Hatta türkülerin çoğu zaman melodilerini bile kaybetmiş olduğu söylenebilir. Bu yüzden Doruk Onatkut’un düzenleyip orkestrasıyla Tülay German’a eşlik ettiği Burçak Tarlası, melodiye sadık kalınarak yapılmış düzenlemesiyle, bu türdeki ilk plak olarak düşünülebilir. Burçak Tarlası ilgi görünce aynı tarzda yapılmış çok sayıda plak yayınlanır. ‘’Yerli melodileri Batı sazlarıyla yeniden yorumlama’’ olarak da tanımlanabilecek olan Anadolu Pop, bu tarihlerde hız kazanır. 1962-1965 arası, Anadolu Pop’un önemli isimlerinin müziğe başladığı ya da tanındığı dönemdir.
1965 yılında, Hürriyet Gazetesi tarafından düzenlenen Altın Mikrofon yarışması başlar. Ülke çapında büyük ilgi gören bu yarışma, taşranın da Batı müziği yapan gruplarla tanışmasını sağlar. Yarışmanın en önemli yanı ise birincinin halk tarafından belirlenmesidir. Üstelik yarışmaya katılan sanatçılar, Hürriyet tarafından düzenlenen bir turneyle Türkiye’yi dolaşır ve şarkılarını binlerce insan karşısında canlı olarak seslendirirler. Altın Mikrofon’un ‘’kazandırdığı’’ müzisyenlerden ikisi Cem Karaca ve Erkin Koray, 60’lı yılların sonlarında yaptıkları çalışmalarla popüler Batı müziğine yeni bir yol açarlar. Erkin Koray 1957 yılında müziğe başlar. 1963 yılında ilk solo plağı olan Bir Eylül Akşamı/İt’s So Long’u çıkarır. 1965’te bir süreliğine Almanya’ya gider ve çalışmalarını orada sürdürür. O dönemde ‘’underground’’ müziği öğrenir. Almanya dönüşü, İngilizce sözlü plakları yayınlanır. Erkin Koray, o günlerde dünyaca ünlü yabancı gruplarla da irtibat halindedir. Ve bu grupların üyeleri ile görüşmeleri büyük olay olarak gazete sayfalarında yansır.[37] Aynı tarihlerde Cem Karaca birbiri ardına yaptığı 45’liklerle ‘’Ulusal Türk Müziği’’ akımının öncüsü olarak tanımlanır. Cem Karaca’nın en önemli özelliği, rock’u türkülerle buluşturan ilk sanatçılardan biri olmasıdır. Bu akımı takip ederek Anadolu Pop/Rock diye adlandırılan grupta şarkılar besteleyen ve seslendiren diğer önemli sanatçılar ise; Moğollar, Esin Afşar, Modern Folk Üçlüsü (Türkülere çok sesli bir yorum getirmişlerdir.), Üç Hüreller, Barış Manço ve Fikret Kızılok’tur.
Bir yandan Anadolu pop gelişimini sürdürürken diğer yandan da ‘’aranjman’’ hızla yayılmaktadır. Aranjman; bestelerin İngilizce yapıldığı, Türkçe söylemenin ayıp sayıldığı bir dönemde ortaya çıkmış ve başarı kazanmış, böylelikle Türkçe bestelerin de önünü açmıştır. Burada, aranjmanları kıran iki isimden söz etmek gereklidir: Bora Ayanoğlu ve Timur Selçuk. Ayanoğlu, yaptığı bestelerle adını duyurmuş bir sanatçıdır. Özellikle Alpay’ın yorumladığı ‘’Fabrika Kızı’’, popüler olmuş ilk yerli beste olması itibarıyla önemlidir.[38] Timur Selçuk ise yorumladığı Fransız etkili besteleriyle adından söz ettiren genç bir müzisyendir. 1967 tarihli ilk plağı ‘’Ayrılanlar İçin’’ büyük başarı kazanmış, ‘’Sen Nerdesin, İspanyol Meyhanesi, Beyaz Güvercin’’ gibi bestelerle de yerini sağlamlaştırmıştır.
Bu dönemde, şehirlerde, yeni yaşam tarzları ve modalarla birlikte ekonomik ve sosyal anlamda bütün çelişkileriyle göreli bir özgürleşmeden söz edilebilir ve bu özgürleşme, özellikle kamusal alanda kadınlar için de farklı bir hayatı hazırlar. Her türlü kamusal mekânda, günün moda kıyafetleri içinde yer alan kadınların serbest tavırları, artık 45’lik plaklardan yükselen şarkılarla da dile gelir.[39]
1968 yılında bütün dünyada yayılan kitle hareketleri Türkiye’de de etkilerini gösterir. Bu durum; ülkemizdeki sosyal, ekonomik ve politik duruma yaptığı etkiye paralel olarak, müziğe de etki eder. 1960’lı yıllarda yerleşip palazlanan müzik türleri, bunları üreten ve icra eden müzisyenler ve bunları piyasaya süren müzik endüstrisi ve basını artık güçlenmeye ve kurumsallaşmaya başlamıştır. Bu kurumsal yapı gerek dünyada gerekse ülke içinde oluşan gelişmelere kendi dinamikleri içinde tepki vermeye başlar. Örgütlenir, şirketleşir, birbiriyle rekabet eder ve giderek siyasileşerek kamplaşır. 1972’de, Şanar Yurdatapan ve Atilla Özdemiroğlu tarafından kurulan ŞAT Yapım, Türkiye’nin ilk yapım şirketidir ve oldukça önemlidir. ŞAT, Topluiğne Şarkı Yarışması’nın yapılmasında ve TRT denetiminin kırılmasında da etkili olur.
İzmirli besteci Ali Kocatepe, Bora Ayanoğlu ve Timur Selçuk’un açtığı yoldan ilerleyen ve özgün besteler yapan bir başka isimdir. Ali Kocatepe’nin çalıştığı en önemli yorumculardan birisi Nükhet Duru’dur. 1974 yılında yaptığı ve iki türkü düzenlemesini seslendirdiği 45’likle (Aklımda Sen/Karadır Kaşları) müzik hayatına atılan Duru, 1977’den sonra Ali Kocatepe ile çalışır, bestecinin Sabahattin Ali şiirleri üzerine yaptığı şarkıları seslendirir. Nükhet Duru ile birlikte dönemin diğer iki yorumcusu Sezen Aksu ve Nilüfer’dir. Nilüfer ilk plağını 1972’de yapar.[40] Sezen Aksu ise Sezen Seley adıyla ilk plağını 1975’te çıkarır. Melodi Plak’ta grafikçi olarak çalışırken kendi bestelerini plak yapma imkânı bulan Hümeyra ise 70’li yıllara damgasını vurmuş özgün isimlerden, aynı zamanda pop müziğin en önemli ozan yorumcularından birisidir.
70’li yıllar, pop müziğin gerçekten popüler olduğu yıllardır. Bu, şarkıcılarımızın Avrupa’da da kendini göstermesine vesile olur. Beyaz Kelebekler, 1975 yılında, ‘’Sen Gidince’’ ile Hollanda listelerinde varlık gösterir. Bu, pop müzik adına, hem de Eurovision’a katıldığımız yıl kazanılmış ilk büyük başarıdır. Ancak siyasi hareketlerin tırmanışı, dengelerin değişmesi ve toplumsal muhalefetin güçlenmesi müziği de etkiler. Yıllardır, Anadolu kokulu çalışmalar yapan Cem Karaca, Selda, Edip Akbayram gibi sanatçıların başını çektiği bir grup, giderek sloganlaşan şarkılar üretmeye başlar. Ali İzzet Özkan’dan Âşık Mahsuni’ye, Âşık İhsani’den Ruhi Su’ya uzanan bir geniş kültürün üzerine sağlam yapılarla oturan bir başka tür daha gelişir. Yılların romantik şarkıcısı Timur Selçuk bile, 1977’de yaptığı tümüyle politik şarkılardan oluşan albümünü, Hey Dergisi’ne şu sözlerle tanıtır: ‘’Sesim tüm dünyada, Türkiye’de yaşayan ezilenlerin, zulüm çekenlerin sesi.’’
Politik müziğin yükselişe geçmesi yeni yorumcuları ortaya çıkarırken pop müziğin ünlü sesleri toplumsal mesajlar içeren şarkılar üretmeye başlar: Metin Ersoy, İskender Doğan, Füsun Önal, Tanju Okan bunlardan birkaçıdır. Kimi Ali Rıza Binboğa gibi köylücü şarkılar üretirken, kimi de Yeşim gibi ciddi çalışmalara imza atar. 1960’lı yıllarda, popüler sanatçıların, türkülerini yorumlamayı tercih ettiği isim Âşık Veysel’dir. 1970’li yıllarda Cem Karaca, Selda, Edip Akbayram gibi politik görev üstlenmiş sanatçılar Mahsuni Şerif türküleri söylerken, Barış Manço, Tülay, Neşe Karaböcek gibi isimler Neşet Ertaş türküleri söyler. Neşet ERTAŞ; 1938’de, Kırşehir’in Kırtıllar Köyü’nde dünyaya gelmiş, daha sonra Ankara ve İstanbul’da müzik yaşamına devam etmiştir. Düğün, konser vb. nedenlerle devamlı dolaştığı başta Orta Anadolu olmak üzere pek çok yörenin türkülerinden etkilenmiş ve bunları kendine has üslupla okumuş, 1960’tan sonra Ankara ve İstanbul’da yaptığı çalışmalarla Halk Müziği’ni geniş kesimlere sevdirmiştir.[41]
Müzik açısından diğer önemli bir unsur da gazinolardır. Gazinolar; şarkı programları ve eğlenceleriyle tam bir program sunuyor ve orta sınıfa uygun fiyatlarıyla büyük bir kesime hitap ediyordu. Bu gazinolar aile matineleri de düzenleyerek müzik dinleme ve müzikle eğlenme olayını geniş bir tabana yayıyorlardı.[42] Gazinolar 70’li yıllarda en çok rağbet gören eğlence mekânlarıydı. Zeki Müren dâhil birçok ünlü isim biraz da gazinolar sayesinde popüler hale gelmiştir.
Bu dönem aynı zamanda; toplumun, devletin ve kurumların hızlı bir değişime uğradığı, kabuk değiştirdiği, siyasi ve ekonomik krizlerin hayatın bir parçası olduğu, büyük sıkıntı ve acıların yaşadığı yıllardır. 1970’lerin sonlarına doğru ülke ekonomisi bozulur. Yüksek enflasyon, ekonomik krizler, işsizlik vb. sıkıntılar iyice artar. Bu durum oldukça güçlenmiş olan işçi sendikalarının organize ettiği işçi eylemlerini ve politik karışıklıkları daha da körükler. Bu eylemler ve politik gerginlikler politik şiddeti artırır. Güvenlik problemleri, işyerlerinin günlerce işgal edilmesi, işyerinin yakılması, döviz yokluğundan sanayi için gerekli ara mallar ve yatırım mallarının ithal edilememesi gibi sebeplerle sanayi üretimi daha da düşer. Ülkede büyük bir kargaşa yaşanmaya başlar. Asıl görevleri halkın sorunlarına çözüm üretmek olan politikacılar, çözüm üretemedikleri gibi kendileri de sorunun bir parçası haline gelirler. Bu durum toplumu bir umutsuzluğa, karamsarlığa ve infial haline sokar. Bu ruh hali müziğe de yansır.
Sıkıntı olan yerde isyan olur, protesto olur, eleştiri olur. Bunun da en yoğun dile geldiği alan sanattır, müziktir. Türkiye’de sosyal sorunlara duyarlı sol kesimler, Halk Müziği temelinden de yararlanarak bu tavrı göstermeye çalışırlar. Âşık Ali İzzet Özkan, Âşık Mahsuni, Âşık İhsani gibi isimlerle şekillenen bu üslup, sol kesimin sözcülüğünü üstlenir. Bu anlamda protesto geleneği, önceleri Ruhi Su ile 1970’lerin ortalarından itibaren ise Zülfü Livaneli, Rahmi Saltuk, Sadık Gürbüz gibi bağlama çalan yorumcular tarafından sürdürülür.[43] Sağ kesimler ise kendilerini; sistemi ve devleti koruyan bir pozisyona koyduklarından etkili bir protesto tarzı geliştiremezler.
Bunların yanında; köyden kente plansız göç ve gecekondulaşma sürecinin yaratıp beslediği, ekonomik krizlerin de ortaya çıkışına katkıda bulunduğu iddia edilen ve isyankâr diye tabir edilen bir müzik türü de vardır: Arabesk. Bazı araştırmacılar, bu müziğin popülerleşmesinin başlangıcı olarak kabul edilen Orhan Gencebay’ın ilk kasetinin gözde parçası ‘’Batsın bu dünya!’’ diye başlayan şarkıyı örnek göstererek bu türü bir protest müzik, bir başkaldırı müziği, bir isyan müziği olarak tanımlama eğilimindedirler. Oysa bu türün bilinen parçalarına bakıldığında böyle bir toplumsal başkaldırı, yönetime ve ondan kaynaklandığı düşünülen haksızlıklara isyan etme olmadığı görülmektedir. Bu müzik bir sıkıntıyı dile getirmektedir, bir isyan söylemi de vardır ama bu isyan sisteme değil kaderedir. Sıkıntıların sebebi ya felektir, ya kaderdir ya da yaradan. İsyan da, somut olmayan bu varlıklaradır. Bu yönüyle isyan ediyormuş gibi konuşan Arabesk aslında baş eğicidir, edilgendir, kadere isyan eder ama kaderine de razıdır. Sorunları net olarak ortaya koyamadığı için problemleri de çözümsüzdür. Devlete, toplumsal bir gruba veya sisteme isyan etmez, saldırmaz. Kader ve felek elle dokunulur varlıklar olmadığı için nefretini dışarıda var olan bir nesne veya varlığa da yönlendiremez. Bu sebeple boşalamaz. Onun için nefreti ve düşmanlığı, bu kötü kaderin sahibi ve doğal olarak hak edeni olan kendine yönelir. Kendini jiletler, uyuşturucu ve yoğun içki kullanma eğilimleri vardır. Başta; ‘’Batsın bu dünya/Bitsin bu rüya/Ağlatıp ta gidene yazıklar olsun’’ diye hızlı bir isyan havasında başlayıp; ‘’Kula kulluk edene yazıklar olsun.’’ diye sınıfsal bir eleştiriyi andıracak sözleriyle bazılarını heyecanlandırmaya başladıktan hemen sonra hayal kırıklığına uğratır; ‘’Ben ne yaptım kader sana/ Mahkûm ettin, beni bana/Her nefeste bin sitem var/Şikâyetim yaradana’’. Şarkıdan anlaşıldığı kadarıyla; kadere, hatta yaradana bile sitemde ve şikâyette bulunan Orhan Gencebay’ın, öyle iddia edildiği gibi, devlete, sisteme veya aslında mevcut durumun esas sorumlusu olabilecek herhangi birine bir itirazı yoktur. Ancak şu da bir gerçektir ki bu türün kendi içinde çok kaliteli örneklerini icra eden şarkıcılar ve çok güzel besteler de vardır. Bu da Arabesk’in popülerleşmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Bu türün en başarılıları, zaman içinde ‘’Babalar’’ diye tabir edilen Orhan Gencebay, Müslüm Gürses ve Ferdi Tayfur gibi günümüzde bile saygınlığını koruyan şarkıcılardır. Arabesk furyasında mantar gibi çoğalan ancak yine mantar gibi kısa ömürlü olan birçok şarkıcı, bu arada çocuk şarkıcılar da ortaya çıkar ancak çoğu kalıcı olamaz.
1970’lerin sonlarına gelindiğinde; artık klasik eserlerinin bazı radyo programları dışında pek söylenmediği[44], popüler türlerinin gazino ve şarkılı sinema filmleri sayesinde hala yaygın olarak söylenip talep gördüğü ve artık seçkin olarak telakki edilen Türk Sanat Müziği, politik ve sloganlaşmış türlerin artmasına rağmen hala varlığını yaygın bir şekilde devam ettiren Halk Müziği, oldukça popüler olan ve giderek daha da yaygınlaşan arabesk ve uzun bir oluşum sürecinden sonra artık yerel üretimi de olan ve bir taban edinmiş bulunan, o günlerin moda ifadesiyle, Türkçe Sözle Hafif Müzik türleri piyasaya hâkim şekilde varlıklarını sürdürdüğü görülmektedir.
1980 yılında meydana gelen askeri darbe ile Türkiye’deki her şey gibi müzik te tamamen değişen şartlara uyum sağlayacak, bazı türler etkinliğini artırırken bazıları da gerilemeye başlayacaktır. Askeri darbenin ardından politik müzik yapan şarkıcıların tamamına yakını yurt dışına kaçar. Bunun yanında askeri yönetim tarafından bu tür şarkı ve şarkıcılar yasaklanır. Bu yasaklama öyle noktalara gelir ki, politik hiçbir yönü olmayan Bülent Ersoy gibi şarkıcılar bile bundan nasibini alır. Eskinin büyük isimlerinin çoğu ortadan çekilince meydan devletle veya sistemle sorunu olmayan, her üzücü şeyi kadere/feleğe bağlayan kaderine razı ve pasifist türlere kalır. Eskinin büyüklerinin hala ülkede kalanlarına da bu ürkeklik sirayet eder ve yükselen arabesk onları da etkiler. Bu dönemde Türk Sanat Müziği’nin paşası Zeki Müren bile arabeske bulaşır. Hatta Anadolu Rock’un babalarından Erkin Koray’ın, Sezen Aksu ve Nilüfer gibi popun yıldızlarının bile arabeskleştikleri görülebilir. İbrahim Tatlıses ise çok daha önceden, Halk Müziği ile adını duyurduktan kısa bir süre sonra arabeskçiler kervanına katılmıştır.
Sonuç:
Çok eski devirlerden beri, ideal devlet ve toplum tasavvurunda bulunan düşünürler mutlaka müziğin de nasıl olması gerektiği konusunda fikirler ileri sürmüşlerdir.[45] Ancak hayat kimsenin tasavvurlarına aldırmaz. Onun kendine has tasarımları ve kuralları vardır. Siz bir şey planlarsınız ama o sizi alıp çok farklı bir noktaya getirir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarından Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar olan dönemde de kendine has milli bir müzik tasarımı öngörülmüş ancak sonuçta müzik yine tasarlanandan çok farklı bir gelişim göstermiştir. Çünkü hayat değişmiş, dünya değişmiş, her şey değişmiştir. Müzik te doğal olarak bu değişime ayak uydurmuştur. Bu değişim, özellikle 2’nci dünya savaşından sonra ortaya çıkan dünya konjonktürüne ülkemizin de ayak uydurmasıyla hız kazanmıştır. 1950-1960 yılları arasında müzikte özellikle popüler türlerde hızlı bir batılılaşma yaşanmış 1960’lı yıllardan sonra bu değişim daha da hızlanmıştır.
1960-1980 yılları arasında dünyada ve Türkiye’de çok köklü değişimler olmuş, müzik te bu değişime ayak uydurmuştur. Bu yıllar, Türkiye’de müziğin; sanayi ve teknolojideki gelişmeler, devlet politikalarındaki değişiklikler, sanayileşme ve makineleşmenin getirdiği köyden kente yoğun göç ve bunun yarattığı sosyal yapı değişiklikleri, dış dünyada yayılan müzik akımları, gençlik hareketleri ve ideolojik hareketlerin etkileriyle değiştiği ve geliştiği, müziğin daha çok popüler türlerinin yaygınlaştığı ve Türk Sanat Müziği’nin bile klasik türlerinden uzaklaşarak popüler türlerine yöneldiği bir dönem olmuştur.
Elbette müziğin sadece yukarıdaki değişikliklerin etkisine göre değiştiğini ve geliştiğini söylemek doğru olmaz. Müzik üzerine; din gibi, coğrafya gibi, iklim gibi, kültür gibi diğer faktörlerin de etkisi devam etmiştir. Ancak görülen odur ki; bu dönemde ortaya çıkmış yeni gelişmeler bunlardan daha belirleyici olmuş, hatta saydığımız bu faktörleri bile değiştirmiştir. Hayat değiştikçe, geliştikçe ve çeşitlendikçe müzik te bu yolu takip etmiştir. Kimi türler uygun bir iklim ve toprak bularak kökleşmiş, gelişmiş, dönüşmüş; kimileri diğer türlerle etkileşip melezleşmiş, kimileri de dönemsel ve mevsimsel olmuş ve kısa dönemde etkinlikleri azalmıştır.
Kaynaklar:
AREL, H.Sadeddin, (2008), Türk Musikisi Kimindir? Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara.
AY, Göktan, (2001), Müzikte 2000 Sempozyumu, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
BALKILIÇ, Özgür, (2009), Cumhuriyet, Halk ve Müzik, Türkiye’de Müzik Reformu, 1922-1952, Tan Kitabevi Yayınları, Ankara.
BUDAK, Ogün Atilla, (2006), Türk Müziğinin Kökeni-Gelişimi, Phoenix Yayınevi, Ankara.
MERİÇ, Murat, (2006), Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği, Pop Dedik, İletişim Yayınları, İstanbul.
AY, Göktan, (1993), İstanbul Türk Müziği Günleri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
AKSOY, Bülent, (2008), Geçmişin Musiki Mirasına Bakışlar, Pan Yayıncılık, İstanbul.
Hayat Mecmuası (1960,1962).
OK, Akın, (2004), 12 Eylül Şiddeti ve Arabesk, Akyüz Yayın Grubu, İstanbul.
ŞENER, Doğan, Hey Dergisi, 18 Kasım 1970, Sayı:0, s.6.
Hey Dergisi (Kasım 1970-Kasım 1975)
Milliyet Gazetesi ve Hafta Sonu İlavesi (1960-1979)
DORMEN, Haldun, Milliyet Gazetesi, Magazin İlavesi, 07.03.1976, s.15.
Ses Mecmuası(1962, 1964,1966)
TOKEL, Bayram Bilge, (2002), Neşet Ertaş Kitabı, 3.Baskı, Akçağ Yayınları, Ankara, s.23-33.
PLATON, Devlet, Gönül Yayıncılık, Düzenleyen; Mustafa KAHRAMAN, Ankara,s.83-117.
Siteler:
http://tdkterim.gov.tr/bts/ (BSTS/BSTS/Eğitim Terimleri Sözlüğü 1974), Erişim Tarihi, 16.05.2013
http://www.ahmetnuray.com/kucuk_resimler2/resim.asp?id=1428, Erişim Tarihi, 16.05.2013
www.muzikegitimcileri.net, Erişim Tarihi, 05.06.2013
http://www.muzikegitimcileri.net/bilimsel/bildiri/O-Ozturk_5.html, Erişim Tarihi, 05.06.2013.
http://www.anatolianrock.com/topic-a-17-2640-3.htm, Erişim Tarihi; 09.05.2013.
http://www.bgst.org/45lik-sarkilar-projesi-uzerine-yapilan-soylesiler/sarkilar-bir-pusula-turkiyede-populer-muzik-ve-kadin-1960-1980, Erişim Tarihi, 05.06.2013.
https://www.google.com.tr/search?q=Musiki+Enc%C3%BCmeni&aq=f&oq=Musiki+Enc%C3%BCmeni&aqs=chrome.0.57&sourceid=chrome&ie=UTF-8, Erişim Tarihi; 06.06.2013.
Dipnotlar
[1] http://tdkterim.gov.tr/bts/ (BSTS/BSTS/Eğitim Terimleri Sözlüğü 1974), Erişim Tarihi, 16.05.2013
[2] http://www.ahmetnuray.com/kucuk_resimler2/resim.asp?id=1428, Erişim Tarihi, 16.05.2013
[3] Bu müzik türü, değişik yerlerde; ’’Osmanlı Klasik Musikisi, Klasik Türk Musikisi, Türk Sanat Müziği’’ vb. değişik adlarla adlandırılmıştır. Bu isimlerle kastedilen aynı müzik türü olmakla birlikte bu müzik türüne değişik dönemlerde değişik isimler verilmiştir. Burada da metin içinde değişik dönemlerde bu müzikten bahsedilirken, o dönemde kullanılan isimler kullanılmıştır.
[4] Bu iddialara değişik zamanlarda birçok itirazlar olmuştur. H. Sadeddin AREL, yaptığı detaylı çalışmasında bu itirazları tüm yönleri ile ele almış ve Klasik Türk Müziği’nin Türklerin müziği olduğunu ispatlanmaya çalışmıştır. H. Sadeddin AREL, Türk Musikisi Kimindir? Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1988.
[5] Gaziantep Üniversitesi, Türk Musikisi Konservatuvarı Öğretim Görevlisi Gültekin ONAR’ın; ‘’Cumhuriyet Döneminde Müzikte Kurumsal Yapılanma’’ konulu bildirisinde Cumhuriyet dönemindeki müzik hakkında diğer görüşler de açıklanmaktadır. AY, Göktan, (2001), Müzikte 2000 Sempozyumu, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s.78,79.
[6] Atatürk Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bilimleri ASD. Y.Doç.Dr. Özgür Sadık KARATAŞ’ın Türk Musikisi Eğitimi Konusunda İstanbul Konulu Makalesi’nde bu kurumlar hakkında aşağıdaki bilgileri vermektedir: Klasik Türk Mûsikîsi’nin gelişmesinde yer alan kurumlar içinde, Osmanlı döneminde İstanbul’da kurulmuş ilk resmî mûsikî okulu Dârü’l-Elhân’dır. Dârü’l-Elhân, 1914’te kurulmuş olan Dârü’l-Bedâyî’nin mûsikî koludur. Savaş şartlarının güçlüğü ile baş gösteren mâlî sıkıntılar, 14 Mart 1916’da Dârü’l-Bedâyî’nin tamamıyla kapanmasına yol açmıştır. Dârü’l-Bedâyî’nin kapanmasından sonra yeni bir mûsikî okulu açılması için Maarif Nezareti’nce ünlü sanatçı mûsikî üstadları ile düzenlenen toplantı sonunda bir “ mûsikî encümeni” oluşturulmasına karar verilmiştir. Yusuf Ziya Paşa başkanlığındaki mûsikî encümenince hazırlanan talimatname gereği, mûsikî hocası yetiştirecek ve daha çok Türk Mûsikîsi’ne ağırlık verecek olan Dârü’l-Elhân’ın kurulduğu bildirilmiştir. Bu dönemden sonra da çeşitli açılma ve kapatılma gibi evreler yaşayan bu kurumun, Dârü’l-Elhân Mecmuası’nda yer alan Klâsik Türk Müziği yapıtları ve gezilerde derlenen halk ezgileri gibi çeşitli yayın ve araştırma faaliyetleri, Türk Mûsikîsi tarihinde önemli bir yer tutmuştur. Dârü’l-Elhân, Cumhuriyetten sonra nota yayımlayan ilk resmî kurumdur. https://www.google.com.tr/search?q=Musiki+Enc%C3%BCmeni&aq= f&oq=Musiki+Enc%C3%BCmeni&aqs=chrome.0.57&sourceid=chrome&ie=UTF-8, Erişim Tarihi; 06.06.2013.
[7] Özgür BALKILIÇ, Cumhuriyet, Halk ve Müzik, Türkiye’de Müzik Reformu,1922-1952, Tan Kitabevi Yayınları, Ankara, 2009, s.78,79
[8] Ogün Atilla BUDAK, Türk Müziğinin Kökeni-Gelişimi, Phoenix Yayınevi, Ankara, 2006, s.108
[9] Yrdc. Doç.Dr. Cenk GÜROYA,; ‘’Türkiye’deki müzik eğitimine müzikoloji disiplininin yapabileceği katkılar: tarihsel makam kuramının müzik eğitiminde kullanılabilmesi için düşünceler.’’ isimli makalesinde; ‘’Osmanlı’nın kültürel mirasını sahiplenmeden kurulan yeni Milli Devlet’in, Osmanlı’ya ve Osmanlı’yı yapılandıran ‘yabancı, öteki’ unsurlara ait olarak gördüğü Klasik Musiki’yi reddettiğini ve Halk Müziği örnekleri ile bütünleştirilen Batı Klasik Müzik yapılarının modern Cumhuriyet’in müzik çerçevesini çizmesi gerektiğini düşündüğünü’’ ileri sürmektedir. www.muzikegitimcileri.net, Erişim Tarihi, 05.06.2013
[10] BUDAK, age., s.94,95
[11] BALKILIÇ, age. s.80-89
[12] Konu, Firdevsi’nin Şehname adlı esrinden alınmıştır. http://www.isteataturk.com/haber/3443/. Erişim Tarihi; 10.06.2013.
[13] BUDAK, age, s.112
[14] BALKILIÇ, age. s.91-93
[15] Okan Murat ÖZTÜRK, Türkiye’de Yaşanan Modernleşme Süreci ve Anadolu Yerel Müzikleri, ‘’ SCA Müzik Vakfı, 21. YY Başında Türkiye’de Müzik Sempozyumu Bildirisi’’, Ankara, 2002, http://www.muzikegitimcileri.net/bilimsel/bildiri/O-Ozturk_5.html, Erişim Tarihi, 05.06.2013.
[16] Murat MERİÇ, Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği, Pop Dedik, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006, s.28-29.
[17] BALKILIÇ, age. s.98,99
[18] ÖZTÜRK, agb.
[19] MERİÇ, age., s.29,30
[20] Marmara Üniv. Atatürk Eğitim Fak. Müzik Eğitimi Bölümü Öğr. Elermanı Dr.Mehmet GEZER’in, ‘’21’nci Yüzyılda Türk Müziği Türk İnsanının Gündemine Nasıl Girmelidir?’’ Konulu Bildirisi. Göktan AY, İstanbul Türk Müziği Günleri, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1993, s.24,25.
[21] Bülent AKSOY, Geçmişin Musiki Mirasına Bakışlar, Pan Yayıncılık, İstanbul, 2008, s.269
[22] Örneğin; Odeon Firması pikaplarının taksitli satıl imkânı olduğu belirten reklamlar vermiştir. Hayat Mecmuası, Sayı: 38, 13.09.1962.
[23] MERİÇ, age., s.31
[24] http://www.anatolianrock.com/topic-a-17-2640-3.htm, Erişim Tarihi; 09.05.2013
[25] MERİÇ, age., s.32
[26] ÖZTÜRK, age.
[27] Akın OK, 12 Eylül Şiddeti ve Arabesk, Akyüz Yayın Grubu, 2004, s.12.
[28] Hayat Mecmuası, Sayı:24, 10.06.1960.
[29] Doğan ŞENER’in belirttiğine göre; Milliyet’te, Mayıs 1965’te, Müzik Kulübü’nün ilk sayısı yayımlanır, Eylül 1968’de ise Müzik ve Gençlik ilavesi yayımlanmaya başlar. Hey’in ilk sayısı ise Milliyet’le birlikte bedava verilecek, dergi her hafta Çarşamba günü yayınlanacaktır. Doğan ŞENER, Hey Dergisi, 18 Kasım 1970, Sayı:0, s.6.
[30] Hey Dergisi, 18 Kasım 1970 tarihinde sıfırdan başlıyoruz anlamında sıfırıncı sayı ile Milliyet Gazetesi ile birlikte satılır. Derginin ismi; ‘’ Hey; Gençlik ve Müzik Dergisi’’dir. Dergide fotoroman sayfası, moda kıyafetler, sinema ve tiyatrodan bahsedilen sayfalar da olmakla beraber ağırlık müzikle ilgili haber ve yazılardadır. Hemen her sayıda; Türkiye’de yabancı kasetler de dâhil en çok satan ilk 30 kaset listesi ve en çok satan Türk müziği listesi ve bir sayfa da; yabancı ve yerli şarkı sözleri yayımlanır. Yabancı ve yerli müzisyenler ve müzik grupları hakkında haberler yazıların çoğunu oluşturur. Hey; yayınlanmaya başlamasından bir yıl sonra müstakil bir dergi haline gelmiştir. Dergide; ağırlıkla Beatles, Al Bano-Romina Power vb. yabancı grup ve şarkıcılar ile Türk pop müziği söyleyen Barış Manço, Ajda Pekkan, Fikret Kızılok, Alpay gibi şarkıcılar haber konusu olmakla birlikte, Zeki Müren ve Emel Sayın gibi Türk Sanat Müziği şarkıcıları ve Özay Gönlüm gibi Türk Halk Müziği sanatçıların haber ve röportajları da yayımlanmaktadır.
[31] Ses Mecmuası bir magazin dergisidir. 10 Kasım 1960’ta kapağına Atatürk resmini koymasını saymazsak hemen her sayısında kapak resmi dönemin meşhur yabancı film aktrisleridir. Müziğe ayrılan sayfa sayısı bir veya en fazla ikidir. Müzik sayfalarında genellikle dünya çapında meşhur yabancı şarkıcı ve gruplar tanıtılır ve meşhur yabancı parçaların orijinal dilde sözleri yayımlanır. Zaman zaman yerli grupların tanıtıldığı yazılar da yayımlanır.
[32] Hayat Mecmuası’da Ses Mecmuası gibi bir magazin dergisidir. Kapak resmi; 01.07. 1960 tarihli 27’nci sayısında basılan Cemal GÜRSEL’in resmi hariç genellikle meşhur yabancı film aktrislerden birinin resmidir. Hayat Mecmuası, Sayı 32, 02.08.1962, Sayı 33, 09.08.1962, Sayı 35, 23.08.1962, Sayı 38, 13.09.1962.
[33] Örneğin bu tarihte her önüne gelenin pop şarkısı söylemeye kalkıştığı, pop şarkıcıları arasında gerçekten müzisyen olan insanların bu işi yapması gerektiği yönünde tartışmalar yayımlanmaktadır. Milliyet Gazetesi, Müzik ve Gençlik bölümü, 16.11. 1968, s.1.
[34] Milliyet Gazetesi, Milliyet Müzik Kulübü, Hafta Sonu İlavesi, 30.05.1971, s.2.
[35] Antalya Film Festivali sonunda o dönemin birçok ünlü pop şarkıcılarının katılımı ile yapılan konsere, Hey Dergisi tarafından 7 okurun özel konuk olarak gönderildiği belirtilmektedir. Milliyet Gazetesi, Hafta Sonu İlavesi, 30.05.1971, s.2.
[36] Haldun DORMEN, biraz da eleştirel bir tarzda, 1960’larda Beatles Grubu’ndan sonra yeni grupların dünya çapında popüler olduğunu, bunların elemanlarının garip hareketler sergilediklerini, mesela; David BOWİE’nin sahneye yarı kadın kıyafetiyle, Alice COOPER’in Boa yılanı ve iskeletle, o yıl meşhur olan ‘’Quin Grubu’’ solisti Fredy MERCURY’nin kimono ile çıktığı, bunların kasetlerinin 1 milyondan fazla sattığı, o yıl Türkiye’de en çok satan Hümeyra’nın ‘’Sessiz Gemi’’ kasetinin ise sadece 50 bin sattığını, aslında piyasada korsan olarak satış rakamlarının 200 bin civarında olduğunu anlatmaktadır. Haldun DORMEN, Milliyet Gazetesi, Magazin İlavesi, 07.03.1976, s.15.
[37] Erkin KORAY’ın, Cannes’te, John LENNON ile görüştüğü ve ona ‘’Mesafeler’’ isimli parçasını canlı olarak dinlettiği anlatılmaktadır. Milliyet Gazetesi, Hafta Sonu İlavesi, 30.05.1971, s.2.
[38] MERİÇ, age., s.33-43,
[39] Burcu YILDIZ-Fehmiye ÇELİK, Şarkılar Bir Pusula: Türkiye’de Popüler Müzik ve Kadın 1960-1980, Ankara, 2006, http://www.bgst.org/45lik-sarkilar-projesi-uzerine-yapilan-soylesiler/sarkilar-bir-pusula-turkiyede-populer-muzik-ve-kadin-1960-1980 , Erişim Tarihi, 05.06.2013.
[40] MERİÇ, age, s.35-61
[41] Bayram Bilge TOKEL, Neşet Ertaş Kitabı, 3.Baskı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2002. s.23-33.
[42] Gazinolarda aile matineleri de düzenlenir. Örneğin; Milliyet’te, Kazablanka Gazino’sunda, Sevim ÇAĞLAR’ın assolist olduğu ve aile matinesi düzenlendiğine dair bir reklam yayınlanmıştır. Milliyet Gazetesi, 01.01.1960.
[43] ÖZTÜRK, age.
[44] 1970’li yıllarda TRT Radyolarının sayısı artmış ve değişik müzik türleri yayınları yaygınlaşmıştır. Sanat Müziği’nin klasik eserleri yayımı radyolarda devam etmekle birlikte süre ve sıklığı çok azalmış, ağırlık şarkı, türkü, pop ve batı kaynaklı diğer müzik yayınlarındadır. Yayımlanan radyo programları incelendiğinde, arabesk yayınının hiç olmadığı, TRT-1 ve TRT-2’de genellikle Türkü, Şarkı, Hafif Müzik programları büyük bir ağırlıkta iken TRT- 3’te Türkçe müzik haricinde; caz, oda müziği, saz eserleri, barok müzik, bazı yabancı şarkıcıların eserleri, liedler ve aryalar gibi Klasik Batı Müziği eserlerinin yayınlandığı görülmektedir. Milliyet Gazetesi, 20.03.1976, s.8; 19.04.1977, s.12; 29.01.1979, s.10 ve 16.05.1979, s.10.
[45] Platon; ruh için müziğin gerekli olduğunu ve müziğin eğitimdeki önemini vurgulamış, müziğin sözlere uygun yapılmasını, askeri müziğin çok tonlu, çok makamlı, çok sazlı değil, dinleyene cesaret veren, askerin akılla ve ölçülü hareket etmesini sağlayan sade bir yapıda olması gerektiğini savunmuştur. Platon, Devlet, Gönül Yayıncılık, Düzenleyen; Mustafa KAHRAMAN, Ankara, s.83-117.
Hits: 7436
Yakın Dönem Tarihi Çalışmaları
- 1 Mart 2018
II. ABDÜLHAMİT VE JURNALCİLERİ-4
- 2 Mart 2018