
Günah keçisi Hacıanesti
- 2 Mart 2018
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; MGM Tarih
- 3
Orgeneral Yorgo Hacıanesti: Günah keçisi.
Hacıanesti, 1863 yılında Yunanistan’da dünyaya geldi. Buradan da anlaşılacağı gibi Atatürk’ten 18 yaş büyüktür. Yunanistan’daki askeri okullarında okuyan Hacıanesti, bu eğitimin sonunda topçu subayı olarak mezun oldu. Subay olduktan sonra girdiği sınavlarda başarılı olarak kurmay subay eğitimi almak için Almanya’ya gitti. Alman Harp Akademisi’nden mezun olduktan sonra kurmay subay olarak çeşitli birliklerde görev yaptı.
Bu görevleri sırasında astlarına ve özellikle de askerlere kötü davranan bir subay olarak kötü bir şöhret kazandı. Bu davranışları general olduktan sonra da azalmadı, tam aksine giderek arttı. Öyle ki, aşırı sert tavırları yüzünden 1915’te komutanı olduğu 5. Tümen’de isyan çıktı. Bu görevinden sonra Hacıanesti, monarşist Yunan subaylarının çoğu gibi I. Dünya Savaşı’nı kızağa alınarak boşta geçirdi.
22 Mart 1922’de İzmir ve çevresinde muhtar bir İyonya Devleti kurulması tartışmaları sebebiyle hükümete istifasını veren Yunan Küçük Asya Komutanı Papulas’ın yerine tayin edilmesi düşünüldü ancak hükümet Papulas’ın istifasını kabul etmeyince Doğu Trakya’daki Yunan Ordusu’nun Komutanlığına atandı. Hacıanesti, Edirne’ye giderek bir kolordu büyüklüğündeki (4. Kolordu) bu birlikte göreve başlayınca, 13.000 kişiyi geçmeyen zayıf Trakya Ordusu’nun Yunan çıkarlarını sağlamak için yetersiz olduğunu değerlendirdi. Bunun üzerine hükümete, İstanbul üzerinde etkili bir baskı oluşturulmak için Trakya ordusunun üç tümenle takviye edilerek güçlendirilmesini teklif etti.
3 Haziran 1922’de Papulas ordu komutanlığı görevinden istifa edince, onun görevi kendisine teklif edildi. Hacıanesti, Trakya ordusunun da kendisine bağlı olması koşuluyla bu görevi kabul etti. Bazı yazarlar tarafından, Hacıanesti’nin bu göreve uygun bir kişi olmadığı ve atandığı sırada ruh sağlığının ve akli dengesinin ciddi bir şekilde bozulduğuna dair emareler gösterdiği iddia edilmektedir. Fakat görevi devraldıktan sonra (diğer Yunan generallerinin anılarında da bahsedilen kişilik bozukluklarıyla ilgili emarelere rağmen) ordudaki idari, lojistik ve psikolojik sorunları doğru bir şekilde tespit ederek hemen etkili tedbirler almaya başladı ve bunda oldukça başarılı oldu. Dolayısıyla bu ruh sağlığı konusundaki değerlendirmeler biraz abartılı olabilir. Bunu anlamak için göreve başladıktan sonra yaptığı faaliyetlere bakmak yeterli olacaktır.
4 Haziran’da Yunan Küçük Asya Ordusu Komutanı olarak görevlendirilen Hacianesti, 5 Haziran’da İzmir’e giderek görevi devraldı. Hacianesti, görevi teslim aldıktan sonra cepheyi bir uçtan bir uca gezmeye başladı. Bu gezisi sırasında savunma tedbirlerini, mevzileri ve engel sistemini incelediği gibi cephedeki Yunan birliklerinin komutanları, subayları ve askerleri ile de görüştü. Çok iti hazırlanmış mevzileri ve tahkimatı görünce askeri hazırlıkları yeterli olarak değerlendirdi. Ancak personelle yaptığı görüşmeler sonucunda askerlerin memleketlerine dönmek istediklerini ve moralin düşük olduğunu tespit etti.
Bu gezi sırasında elde ettiği bilgiler ve kişisel gözlemleri sonucunda, eğer personel sorunları halledilirse çok iyi bir şekilde tahkim edilmiş olan savunma mevzilerinde uzun süre savunma yapılabileceğine ve Türkler taarruz ederse yapılan engel ve tahkimat sayesinde yenilgiye uğratılabileceğine inandı. Tek sorun ordunun moralinin düşmüş olmasıydı. Bu sebeple morali artırmak için; maaş, iaşe ve ikmal sorunlarını kısa sürede çözmeye çalıştı. Cephe gerisinde atıl bir vaziyette duran ve cephedeki personelin morali üzerinde olumsuz bir etki yaratan subay ve erleri de cepheye gönderdi. Böylece orduda, komutanlarına olan güven ve moral artmaya başladı.
Hacianesti, cephede yaptığı gezinin ardından ordu karargâhı ve birlik komutanlıklarında da bazı değişiklikler yaptı. Millî Mücadele sonrasında Trikupis gibi generaller tarafından komuta yapısı ve teşkilatta yaptığı bu değişiklikler ve askeri başarısızlığı sebebiyle onun liderlik ve askerlik yeteneklerinin çok zayıf olduğunu iddia edildi. Uygulamalarına bakınca bu konudaki iddiaların pek haksız da olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak astlarının fikirlerine değer verdiği veya en azından şekil olarak değer veriyormuş gibi göründüğü dikkate alındığında onun çok eleştirilen bu değişikliklerinde ve uğradığı başarısızlıkta savaş sonrasında onu eleştiren ast birlik komutanlarının da payı olduğu söylenebilir.
Çünkü Hacıanesti, 15 gün süren cephe gezisinin ardından ast birlik komutanlarının fikirlerini öğrenebilmek için tümen komutanlarının mütalaasını istedi ve bu mütalaalarda Türk ordusunun taarruz edemeyeceği yönünde ağırlıklı bir görüş vardı. Bu görüşü ciddiye alması onun bazı hatalar yapmasına sebep oldu. Örneğin Anadolu’dan bazı birlikleri çekerek Trakya’daki 4. Kolordu’yu takviye etmeye karar verdi. 25 Haziran’da verdiği bir emirle Kuzey ve Güney Grubu şeklindeki teşkilatı lağvetti ve üç bağımsız kolorduyu doğrudan orduya bağladı. Eğer Türkler Afyon bölgesinden taarruz ederlerse ve ordu komutanlığı ile irtibat kesilirse buradaki birliklere eskiden olduğu gibi yine 1. Kolordu Komutanı Trikupis komuta edecekti. 2 Temmuz’da bu yeni kuruluşa geçildi.
Fakat tüm bu olumlu çabalarına ve tespit ettiği duruma göre yaptığı kendince makul hal tarzları ve düzenlemelere rağmen Hacıanesti, 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz’da ast birliklerin teklif ve değerlendirmelerini dikkate almayarak İzmir’den cepheye müdahale etmeye kalktı. Hâlbuki doğru bir karar ve emir verebilmek için durum hakkında yeterli bilgi elde edememişti. Çünkü telefon ve telgraf irtibatının Türk süvarileri ve milli müfrezeleri tarafından kesilmesi sebebiyle ne olup bittiği konusunda tam bir bilgisi yoktu. Bu sebeple Trikupis’in oldukça mantıklı ve etkili tedbirlerini iptal etti.
Eğer böyle yapmasaydı belki de Büyük Taarruz’un sonucu ve hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü sınırları farklı olabilirdi. Çünkü Trikupis, 26 Ağustos’ta Türk taarruzu başlar başlamaz durumu inceleyerek derhal gerekli tedbirleri almaya başlamıştı. Trikupis, ilk tepeler hattı Türklerin eline geçince taarruzun sıklet merkezinin güneyde olduğunu anladı ve derhal kendi ihtiyatlarını muharebeye soktu. Ayrıca 2. Kolordu’dan (İhtiyat Kolordusu) bir tümen getirerek savunmayı takviye etti ve bir tümenin daha yola çıkarılması için emir verdi. Trikupis, kaybedilen tepelerin bir karşı taarruzla ele geçirilmesi durumunda savunmanın başarıyla devam edebileceğini düşünüyordu ve muhtemelen bu konuda haklıydı. Bu durumu Ordu Komutanı’na rapor etti fakat Hacıanesti onun gibi düşünmüyordu. Onun niyeti, ihtiyattaki 2. Kolordu ile Çay istikametinde genel bir karşı taarruz yapmaktı.
Buna uygun olarak, Hacıanesti’nin 26 Ağustos günü akşamüzerine doğru kolordu komutanlarının eline geçen emrine göre; Trikupis’in 1. Kolordusu ve Eskişehir bölgesindeki 3. Kolordu savunmaya devam edecek, ihtiyat kolordusu ise Çay istikametinde taarruz edecek ve bu taarruz 28 Ağustos sabahı başlayacaktı. Bu emri alan 2. Kolordu komutanı 1. Kolordu bölgesine göndermek üzere trene bindirdiği birlikleri durdurdu. Böylece güneydeki muharebelerin en kritik anında Trikupis’in yapmayı planladığı ve ihtiyat kolordusundan alacağı takviyelerle Türk taarruzunu durdurabilecek tedbirleri iptal eden Hacıanesti hem tehlikenin büyümesine hem de birliklerin sevk ve idaresinin karışmasına sebep oldu.
Bunun sonucunda Büyük Taarruz’un ikinci günü (27 Ağustos 1922), Yunan cephesi güneyden yarıldı ve bu bölgede bulunan General Trikupis komutasındaki Yunan 1. Kolordusu Afyon ovasına atıldı. Yunan birlikleri Türk ordusu tarafından hızla takip edildiğinden planlandığı şekilde bir gerideki savunma hattına da çekilemedi. Onun yerine kuzeye doğru çekilmeye başladı. Bu sırada İzmir’de bulunan ve hala duruma tam olarak vakıf olmayan Hacıanesti, bir önceki taarruz emrini daha da aşırı bir hale gelecek şekilde düzelterek yineledi. Bu emre göre; 1. Kolordu’nun karşı taarruzla Türk taarruzunu durdurması, ihtiyat 2. Kolordu’nun güneydoğu istikametinde taarruza geçmesi ve Eskişehir’de bulunan 3. Kolordu’nun Türk birlikleri karşısında zayıf birlikler bırakarak kuvvetin çoğuyla doğu istikametinde taarruz etmesi isteniyordu.
Bu sırada Trikupis, birliklerine emir verdiği gibi, bir gerideki savunma hattında savunmaya devam edebilmek için batı istikametinde çekilebileceği açık bir bölge bulmaya çalışıyordu. Ordu Komutanı’nın emrini alınca ne yapacağını düşünürken 2. Kolordu Komutanı kendisiyle irtibat kurarak verilen taarruz emrini uygulamasına imkân olmadığını bildirdi. Bunun üzerine Trikupis, Ordu Komutanının emrini dinlemeyerek ihtiyat kolordusunu da emrine aldı ve çekilmeye devam etmeye karar verdi. İzmir’den, meydana gelen gelişmeler hakkında bilgi almaya çalışan Hacıanesti akşamüzerine doğru durumun vahametini kavrayınca, taarruz emrini iptal ederek 1. Ve 2. Kolordu Komutanlarına, onların da karar verdiği ve uygulamaya çalıştığı gibi geri çekilmelerini bildirdi. Ayrıca bu çekilmesi koordine edebilmesi için 2. Kolordu ve bir bağımsız tümeni Trikupis’e bağladı. Yani göreve gelir gelmez iptal ettiği güney grubunu mecburiyet karşısında yeniden kurdu.
Böylece muharebelerin başladığı 26 Ağustos 1922’den sonra geçen iki günün ardından ilk defa Yunan ordu komutanı ve kolordu komutanları aynı fikirde birleşmiş oldu. Ama artık her şey için çok geç kalınmıştı. Çünkü Türk birlikleri, elde ettikleri başarıdan faydalanarak hızla Yunan birliklerini takibe geçtiklerinden Yunan birliklerinden Toklu Sivrisi Tepe’de uzun süre savunmaya devam eden General Franko emrindeki tümenler hariç diğer birlikler dağınık bir şekilde kuzeye doğru çekilmeye devam ediyordu. Türk birlikleri kuşatıcı manevralarla 1. ve 2. Yunan Kolordusuna yaklaştığından bu birlikler tüm çabalarına rağmen batıya doğru çekilemediler. 29 Ağustos’ta bir araya gelen iki kolordunun dağınık haldeki bu birliklerinin çoğu Çal dolaylarında toplandılar.
Trikupis’in planı, tüm birlikleri açık olduğunu düşündüğü tek istikamet olan Kızıltaş vadisinden kuzeybatıya doğru çekmek ve bir gerideki savunma hattında yeniden tertiplemekti. Telsizi arızalandığı için bir türlü irtibat kuramadığı ve ne durumda olduğuna dair herhangi bir bilgi alamadığı Franko grubu birliklerin de orada tertiplendiğini umuyordu. Bu karar, başarılması mümkün görünen en doğru hal tarzıydı ama bu karara göre bir an önce harekete geçmesi gereken Trikupis, oldukça yorgun olan askerleri dinlensin diye 29 Ağustos gecesini bulunduğu bölgede geçirdi. Bu da muharebelerin başından beri yaptığı en büyük hata oldu. Çünkü o askerlerini dinlendirirken, Türk ordusu komuta heyeti, Yunanlılardan daha yorgun olmalarına rağmen birliklerini Trikupis emrinde toplanmış olan Yunan birliklerini kuşatarak imha etmek için gece boyunca ilerlemeye devam ettiriyordu.
Afyon’da bulunan ve 29 Ağustos günü gece yarısından sonra gelen raporlardan durumu inceleyen Türk Ordusu Başkomutanı, Genelkurmay Başkanı ve Cephe komutanı, Yunan birliklerinin kuşatılmak üzere olduğu anlaşılınca ertesi gün kesin sonuçlu bir meydan muharebesi ile bu birlikleri imha etmeye karar verdiler. Bu maksatla, Batı Cephe Komutanı İsmet Paşa harekâtın genelini sevk ve idare etmek için Afyon’da kalırken, yapılması planlanan meydan muharebesini yakından sevk ve idare etmek için Başkomutan Mustafa Kemal Paşa 1. Ordu karargâhına, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa da 5. Süvari Kolordu Komutanı’nın yanına gitti.
30 Ağustos 1922 günü Türk birlikleri ile Yunan ordusu arasında yapılan (daha sonra Türk askeri literatürüne Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak geçen, Yunan askeri literatüründe ise Ali Viran Muharebesi denilen) meydan muharebesi sonucunda Yunan ordusunun önemli bir kısmı imha edildi. Bu sırada Hacıanesti, bu birliklerin durumundan habersiz olarak, İzmir ve çevresinde bulunan alayları trenle ileri gönderip yeni bir savunma hattı tesis etmeye çalışıyordu. Ancak bunu başaramadı, çünkü cephede General Franko komutasındaki oldukça zayıflamış üç tümen kadar kuvvetten başka birlik kalmamıştı. Bu sebeple, Yunanlıların Küçük Asya Seferi’nin, 30 Ağustos günü Küçük Asya Felaketi’ne dönüştüğü anlaşılıyordu.
Bu yenilgi Yunanistan için olduğu gibi Hacıanesti için de büyük bir felaket oldu. Hükümet onu görevden aldı ve Küçük Asya Ordusu Komutanlığı’na General Trikupis’i atadı. Fakat o sırada Murat Dağlarından bir yol bularak elinde kalan çok az birlikle batıya doğru çekilmeye çalışan Trikupis bu emri alamadı. Aç ve susuz, en önemlisi de moralsiz ve umutsuz bir şekilde birkaç gün dağlarda dolaştıktan sonra Türk birliklerine teslim oldu ve Ordu Komutanlığına atandığını Uşak’a götürüldüğünde görüştüğü Türk ordusu Başkomutanından öğrendi.
Bu sırada Hacıanesti, hala İzmir ve çevresindeki bazı birlikleri ileri göndererek İzmir istikametini kapatacak bir savunma mevzii teşkil etmeye çalışıyordu. Fakat bu hiçbir işe yaramadı. Hızla ilerleyen Türk ordusu, Yunanlıların savaş artıklarıyla yeni bir savunma hattı tesis etmek için mevzilendiği her yere taarruz etti ve bu birlikleri batıya doğru sürdü. Bunun üzerine Yunan hükümeti, Küçük Asya Ordusu Komutanlığına General Polyemekalis atadı. 6 Eylül’de İzmir’e gelen ve Türk ordusunu durdurmasına imkân kalmamış olan Polyemekalis, kaçıp kurtulabilen Yunan askerlerini ve yerli Rumları Yunanistan’a tahliye etmekten başka bir şey yapabilecek durumda değildi. Zaten Yunan ordusu ve yerli Rumlar tarafından İzmir tahliye edilmeye başlanmıştı.
Nitekim 18 Eylül tarihine kadar Anadolu’daki tüm yunan birlikleri gemilerle kendi ülkelerine gittiler. Kısa bir süre sonra da bu yenilmiş, yorgun ve kızgın ordu Venizelos’çu subayların (albayların) önderliğinde bir darbe yaparak ülke yönetimine el koydu. Hükümet düşerken Kral Konstantin de ikinci defa ülkesinden kaçmak zorunda kaldı. Kralcı generallerin ve özellikle de Küçük Asya Felaketinden sorumlu görülen subay ve generallerin çoğu tutuklanarak yargılanmaya başladı. Bu kapsamda, felaketin en büyük sorumlusu olarak görülen Hacıanesti de yargılandı ve suçlu bulunarak 1922 yılında idam edildi.
Doğal olarak her felaketin ardından toplumlar bu felaketin sorumlusunu ararlar ve genellikle bu sorumluyu ağır bir şekilde cezalandırırlar. Ama maalesef bu kişi genellikle felaketin gerçek sorumlusu olmaz. Benim kanaatime göre Hacıanesti örneğinde de aynı şey oldu. Çünkü Hacıanesti, Yunanlıların Küçük Asya Felaketi’nin asıl sorumlusu değil, sadece bu felaketin son safhasında hasbelkader sorumlu makamda bulunan biriydi.
Bence Yunanlıların Anadolu macerasının böyle bir felaketle sona ereceği daha İzmir’e çıktıkları ilk gün olan 15 Mayıs 1919’da şehirde büyük bir katliam yaptıklarında belli olmuştu. Dolayısıyla felaketin gerçek sorumlusu, büyük bir hayal ürününden başka bir şey olmayan kişisel hedeflerini gerçekleştirmek için Yunan ordusunu hiç te hazır olmadığı ve gücünün de yeterli olmayacağı böyle büyük bir denizaşırı sefere gönderen Venizelos’tu. Ama savaş sona erdiğinde felaketin gerçek sorumlusu olan Venizelos adeta ödüllendirilerek sürgünden dönüp başbakan olurken, bir kader kurbanından başka bir şey olmayan Hacıanesti ise onun sorumluluğun bedelini hayatıyla ödedi.
Evet… Muhtemelen Hacıanesti, kendisi hakkında Yunan ve Türk kaynaklarının söylediği gibi biraz haris, biraz çılgın, biraz da deliydi. Ama ülkesini felakete sürükleyen bir günahkâr değil, sadece tüm sorumluluk omuzlarına yıkılmış olan bir günah keçisiydi.
Hits: 464
II. ABDÜLHAMİT VE JURNALCİLERİ-4
- 2 Mart 2018
Şehit Teğmen Yıldırım Kemal
- 3 Mart 2018