
III. DÜNYA SAVAŞI
- 5 Mart 2018
- Mahmut Şahin
- Başlık; Küresel Sorunlar
- 7
Üçüncü Dünya Savaşı Kapıda!
Mahmut Şahin / Nisan 2017
Savaş! İlginç ve kendi içerisinde çok çelişkili anlamlar barındıran bir kelime. Bir yanda, bağımsızlık ve hayatta kalma mücadelesi anlamında, işgalci saldırganlara, doğaya karşı yürütülen mücadele; diğer yanda ise başkalarının can ve mallarına, bağımsızlıklarına ve hayat haklarına kasteden saldırganlığı ifade eden yağmacı ve işgalci zihniyet. Savaş kelimesi bu iki anlamı da aynı anda bünyesinde barındırıyor.
Kurtuluş Savaşı, kelimenin ifade ettiklerini aynı anda gösteren önemli bir örnektir. Kurtuluş Savaşı’nın taraflarına baktığımızda göreceğimiz şey, bir yanda saldırgan, hasta dedikleri bir ülkeyi yağmalamaya gelmiş Emperyalist Batı; diğer yanda ise vatanını, yaşadığı toprakları korumaya çalışan, hayatta kalma mücadelesi veren bir ulus. Kazanan haklı olandı, ama kaybedenin durmaya, emellerinden vaz geçmeye niyeti yoktu. Birinci Dünya savaşı paylaşımı sağlayamamış, emperyalistler istediklerini alamamıştı. İkinci Dünya Savaşı, daha önce yapılamayanları tekrar hayata geçirmek için bir fırsattı. Neyse ki ülke olarak bu savaştan uzak durduk, elbette savaş bize de hasar verdi, ama doğrudan savaşa katılan ve milyonlarca canını kaybedenlerle kıyaslandığında kabul edilebilir bir durumdu.
İnsanların bitmek bilmeyen hırsları ve paylaşamadıkları, paylaşmaya doyamadıkları zengin kaynaklar yeni ve yıkıcı bir savaşı tekrar gündemimize soktu. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası tek süper güç olarak kalan ABD Obama döneminde, görece, dünyanın sorunlu alanlarındaki asker varlığını azaltıp bölgede kendine tabi yerel güçlerle sorunları çözme yoluna gitti. Ancak çelişkili bir biçimde, varlığıyla bölgeye savaş, kan ve gözyaşı getiren ABD’nin yokluğu kargaşayı çözmek yerine daha da alevlendirdi. Anlayacağınız ABD’nin varlığı da yokluğu da ayrı bir dert.
Uluslararası güç dengesinin en önemli ayağı olan süper güç ABD’nin sorunlu alanlardan uzaklaşması, bölgesel güçlerin boşluğu doldurma çabalarını hızlandırdığı gibi, ABD’ye rakip yeni süper güçlerin siyaset sahnesine çıkmasına zemin hazırladı. Suriye Savaşı’nda Rusya ve Asya- Pasifik bölgesindeki Çin’in askeri faaliyetleri buna güzel bir örnektir.
ABD’de başkan değişti, yeni ve alışılmadık söylemlere sahip bir başkanı var ABD’nin. Henüz ABD kamuoyunun bile alışamadığı Trump’a dünya nasıl alışacak ya da nasıl tepki verecek göreceğiz. Görünen o ki, Trump ile birlikte ABD kendine dönecek. Dünyanın bekçiliğini hem yüksek maliyetli bir iş hem de ağır bir yük gibi gören Trump Amerikan halkının bu yükü çekmek zorunda olmadığını belirterek NATO’yu sorgulamış ve diğer NATO üyelerinin maliyetlere daha fazla katkıda bulunmaları gerektiğini ifade etmiştir. ABD’nin bu tutumu, 19’ncu yüzyıl ABD politikalarını hatırlatmaktadır. ABD Avrupa ve diğer kıtaların sorunlarından uzak durmak ve o sorunları kendi ülkesine taşımak istemiyor ve ona göre politikalar izliyordu. Birinci ve İkinci Dünya Savaş’larında da benzer politika izleyen ABD Avrupa’nın sorunlarından uzak durmak istemiş ve Avrupa ülkelerinin kendi aralarındaki çekişmeye müdahil olmamıştı. O dönem tıpkı ABD gibi davranan Sovyetler Birliği de uzak kalmaya çalışmış ve müdahil olmamıştı. Ancak iki süper gücün devrede olmaması, birbirlerine denk güçlerin aralarındaki sorunları engelleyememiş ve nihayetinde savaş patlak vermişti. Savaş ancak ABD’nin savaşa müdahil olup dengeleri değiştirmesi ile son bulmuş, fakat o zamana kadar milyonlarca insan hayatını kaybetmiş, bir kıta neredeyse tamamıyla harap olmuştu.
Son dönemlerde dünya siyaset sahnesinde yaşananlara baktığımızda, bire bir olmasa da, benzer bir durum söz konusu sanki. ABD Trump’la birlikte Avrupa’dan uzaklaşıyor. Rusya ve Çin ABD’nin olmadığı yerlerdeki güç boşluğunu doldurmaya çalışıyorlar. Avrupa’da milliyetçi söylemler ve yabancı düşmanlığı giderek tırmanıyor. AB’nin lideri diyebileceğimiz Almanya ise ekonomik varlığının dışında askeri olarak da ülke dışında varlık göstermeye çalışıyor, Rusya ile mümkün olduğu kadar ipleri koparmadan ve gerilmeden ilişkilerini yürütmeye devam ediyor. İngiltere, AB’den ayrılmanın eşiğinde, tarihi müttefiki ABD ile ortaklığını pekiştirmeye gayret ediyor. Neredeyse tüm Avrupalı siyasetçiler aşırı milliyetçi söylemlere sığınmış durumdalar. Her ne kadar, şimdiye kadar yapılan seçimlerde, aşırı sağcılar Avrupa’da iktidara gelemese de söylemleri iktidara gelmiş görünüyor. Herkes sert ve kışkırtıcı ifadelerle siyaset yapıyor, kimse burnundan kıl aldırmıyor desek yeridir. Had bildirmek artık sıradan bir olay haline geldi, siyasetçiler arasında.
Siyaseten tüm bu gelişmeler yaşanırken dünyanın birçok yerinde devletler ve devlet dışı oyuncular hız kesmeden silahlanma yarışına devam ediyorlar. Gerilim her geçen gün tırmanıyor. Dünya, deyim yerindeyse patlamaya hazır bir bomba gibi. Nükleer silah denemelerini, balistik füze denemelerini duymadığımız bir gün yok gibi.
ABD Trump’la birlikte sıcak bölgelerden çekileceğini belirtse de NATO üzerinden, Avrupa’da Rusya’yı sıkıştırmaya devam ediyor. Her gün yeni bir NATO birliği eski Doğu Avrupa ülkelerine kaydırılıp konuşlandırılıyor, Rusya’nın burnunun dibine konuşlandırdığı füze savunma sistemleri de cabası. Rusya da ABD’nin NATO üzerinden yaptığı bu, kendince kışkırtıcı, eylemlere sert cevap veriyor. Ukrayna ve Gürcistan’da Rusya’nın yaptıkları ortada. Suriye’de ise Rusya’nın varlığı tüm dengeleri değiştirdi. Rusya Doğu Akdeniz’deki çıkarlarından vazgeçecek gibi görünmüyor. Rusya ABD’nin her hareketine oldukça sert ve askeri cevaplar veriyor. Şu an için ABD’ye karşı üstünlük kurmuş gibi görünüyor. Ama görüntü yanıltıcı olabilir. Uzun soluklu düşündüğümüzde daha farklı etkenler bu rekabetin sonucunu belirleyecektir. 1980’lerde dönemin ABD başkanı Reagan’ın başlattığı Yıldız Savaşları Projesini ve Sovyetler Birliği’nin buna cevabını düşününce insan ister istemez, gene ABD’nin ince ve uzun dönemli senaryoları mı var gündemde diye sormadan edemiyor. Nitekim bu rekabeti Sovyet ekonomisi kaldıramadı ve siyaseten de 1980’lerin sonunda dağılma noktasına geldi, 1991’de de resmi olarak ölümünü ilan etti. Bu düellonun sonucunu büyük olasılıkla Rus ekonomisinin yapısı ve rekabet gücü belirleyecek. Çünkü Her ne kadar Çin toplam ekonomik büyüklükte ABD’yi geçmiş olsa da, halen ABD ekonomisi, özellikle de silah endüstrisi, dünyanın en büyük ekonomisi sayılır. ABD’nin coğrafi ve ekonomik avantajlarını düşündüğümüz zaman Rusya ve Çin’in işinin ne kadar zor olduğu anlaşılır.
Olası bir dünya savaşı yüksek ihtimalle iki cepheden çıkabilir; Ukrayna, Suriye. Şu an her iki ülkede de sıcak çatışmalar devam ediyor ve bu çatışmaların her an etrafa sıçrama ihtimali var. ABD doğrudan bölgede değil, PYD ve Peşmerge gibi devlet dışı oluşumları vekil olarak kullanıyor savaşta. Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen de PYD gibi unsurları silahlandırmaya devam ediyor. Hatta zırhlı araçlar, hava savunma füzeleri, helikopterler ve tanksavar silahları gibi askeri dengeleri etkileyebilecek silahlar veriyor. Bölgedeki oyuncuların çoğu yaşanan savaşı kendi topraklarından uzak tutmaya çalışıyor. Örneğin İran Suriye’de doğrudan savaşın içinde, savaşı İran’dan uzakta sürdürüp kendi lehine sonuçlandırmak için elinden gelen tüm gayreti gösteriyor. İran diyor ki benim savunma hattım Suriye’dir. Suriye düşerse İran da düşer. Rusya Doğu Akdeniz’deki varlığını kaybederse sıcak denizlerle tüm irtibatı kesilecek ve soğuk denizlerde sıkışacak. Avrupa için, yeni bulunan doğal gaz rezervleri ile birlikte, Orta Doğu enerji açısından Rusya’ya olan bağımlılığı azaltacak çok önemli bir bölge, uzak durması mümkün değil. Askeri açıdan bakıldığında Bölgedeki güçler Rusya dışında birbirlerine denk sayılır. Denk güçlerin mücadelesi de uzun soluklu olur, dengeyi bozacak bir müdahale olmadığı sürece oldukça uzun sürebilir. Bu kadar uzun bir savaşı bölge ülkelerinin ekonomileri kaldırabilir mi? Şüpheli! Bu uzun savaş kime yarar iyi düşünmeli. ABD’nin şu an için bölgeye doğrudan müdahalesi söz konusu değil, ama daha önce bahsedildiği gibi, PYD ve IKBY gibi devlet dışı vekillerini silahlandırarak çıkarlarını kolluyor. Gerektiğinde kendi özel kuvvet unsurlarını tampon olarak kullanıp bölge güçlerinin kendi vekillerine müdahalesini de engelliyor.
Orta Doğu dışında da dünya pek farklı değil. Asya – Pasifik bölgesinde Çin’in askeri hareketliliği her geçen gün artıyor, Kuzey Kore sert ve kışkırtıcı söylemlerinin yanı sıra füze denemelerinden de vaz geçmiyor, her geçen gün yeni bir füze denemesi yapıyor. Avrupalı siyasetçiler ırkçı söylemlerini her gün tırmandırıyor. Dünya bir savaşa gebe gibi. Sovyetler Birliği’nin son lideri Gorbaçov’un dediği gibi “dünya hızla bir savaşa doğru sürükleniyor”. Siyasetçiler akıllarını kaybetmişler gibi davranıyorlar. Seçim süreçlerine girmiş olan Avrupalı siyasetçiler aklın ve sağduyunun değil popülist siyasetin doğrultusunda hareket edip kendi iç kamuoylarına şirin görünme derdinde. İnsanoğlu aklın ve sağduyunun sesine kulak verip bir an önce uzlaşmanın ve ortak hareket etmenin yolunu bulmak zorunda yoksa durum iyi görünmüyor. Uluslararası örgütler inisiyatif alıp kamuoyunu hareketlendirebilir. Süper güçler, güçlerini barıştan yana kullanıp ağırlıklarını savaşın sona erdirilmesinden yana kullanabilirler.
Türkiye, dünyanın en sıcak çatışma bölgelerinden birisi olan Orta Doğu’nun, Rusya’nın komşusu ve sıcak alanların tam da ortasında. Olası bir savaşta en çok etkilenecek ülkelerden birisi de Türkiye’dir. ABD ve batı ile NATO müttefikliği dışında uzun süredir devam eden siyasi ve ekonomik ilişkileri, Rusya ve İran ile olan hem rekabeti hem de dostane ilişkileri Türkiye’yi bölgenin en önemli oyuncularından biri konumuna getirmektedir. Bölge ile olan kültürel, siyasi ve ekonomik bağlarımız bize birçok avantaj sağladığı gibi dezavantajlar da getirmekte. Hemen yanı başımızdaki alevler ülkemizi de sarmadan savaşın sonlandırılması konusundaki çabalarımızı artırmamız, uluslararası örgütleri harekete geçmek üzere teşvik etmemiz gerekmekte. Çabalarımızı yoğunlaştırıp barışla sonuçlandıramazsak büyük ve yıkıcı bir savaş hemen kapıda bizi bekliyor olacak.
Hits: 9
Hrisostomos’un Ölümü
- 4 Mart 2018
İLERİ DEMOKRASİ, SINIRSIZ ÖZGÜRLÜK! – 1
- 5 Mart 2018