
Tarihi Değiştiren Savaş: Çanakkale
- 17 Mart 2018
- Mahmut Şahin
- Başlık; Küresel Sorunlar
- 7
- Facebook0
- Twitter5
- WhatsApp20
- LinkedIn0
- Telegram0
- Paylaşım
TARİHİN SEYRİNİ DEĞİŞTİREN SAVAŞ: ÇANAKKALE
Mahmut Şahin
Neredeyse İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana, dünya hâkimiyeti kurmak isteyen güçler gözlerini Anadolu yarımadası ve Boğazlara dikmiştir. Yüzlerce yıl Roma İmparatorluğu’nun ve devamı Bizans’ın hâkimiyetinde kalan Boğazlar, Fatih’in İstanbul’u fethinden bu yana Türklerin egemenliğindedir. Her ne kadar Çanakkale daha önce Türk hâkimiyetine girse de İstanbul’un fethinden sonra Türkler Boğazlarda tam hâkimiyet kurmuşlardır. Gerek askeri gerekse ekonomik gerekçelerle Boğazlar, tarihin tüm dönemlerinde bölgeye ve dünyaya hâkim olmak isteyen güçler arasında hep bir çatışma alanı olmuştur.
Boğazlar üç kıtayı birbirine bağlayan önemli deniz geçitleri konumunda olmaları sebebiyle hem stratejik hem de jeopolitik olarak kritik bir yerdedir. İstanbul ve Çanakkale Boğazları Coğrafi olarak doğu –batı ve kuzey – güney yönünde dünyanın büyük deniz yollarını birbirine bağlar. Asya’nın uçsuz bucaksız topraklarındaki zengin kaynaklarını dünyanın dört bir yanına ulaştırmak açısından en kısa ve en ekonomik yoldur. Atlantik okyanusu ile Asya’yı birleştiren, Süveyş Kanalı ve Cebelitarık boğazları ile birlikte Asya, Afrika, Amerika ve Avrupa’yı birbirine bağlayan çok önemli bir deniz ticaret yoludur.
Tüm bu iktisadi ve ticari avantajlarının yanı sıra askeri açıdan da çok güçlü bir konuma sahiptir Boğazlar. Nitekim Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında bu durum ziyadesiyle kanıtlanmıştır. Boğazları geçemediği için Karadeniz’e ulaşamayan İtilaf Devletlerinin Rusya’ya askeri yardım götürememesi neticesinde Çarlık Rusya’sı varlığını devam ettirememiş ve yıkılmıştır. Bu örnek dahi Boğazların hem askeri hem de siyasi açıdan ne gibi etkilere sahip olabileceğini çok güzel göstermektedir.
Boğazların jeopolitik ve stratejik öneminden bahsederken Napolyon ve ünlü İngiliz coğrafyacı Mackinder’i unutmak olmaz. Dünya egemenliği hayali peşinde koşan Napolyon;
“Dünya tek devlet olsaydı merkezi İstanbul olurdu”, “Aslında büyük bir soru yerinde durmaktadır: Kim İstanbul’u elinde tutacaktır?”
gibi sözleriyle İstanbul ve dolaysısıyla Boğazların stratejik açıdan ne derece önemli olduğunu ifade etmiştir. Ha keza, Jeopolitik biliminin kurucularından sayılan ve görüşleri hala dünya siyasetini etkileyen Mackinder’in Kalpgâh (Heartland) diye tarif ettiği coğrafyanın içerisindedir İstanbul. Zira Mackinder “Tarihin Coğrafi Miğferi” adlı makalesinde;
“ Doğu Avrupa’ya hâkim olan Kalpgâh’a hükmeder, Kalpgâh’a hâkim olan dünya adasına hükmeder, dünya adasına hâkim olan dünyaya hükmeder”
diyerek o zamanlar iç hilal olarak tanımladığı bölgede yer alan Boğazların stratejik önemini de göstermiştir. Mackinder daha sonra Kalpgâh tanımını revize etmiş, İstanbul ve Boğazları Kalpgâh içerisinde göstermiştir. “Demokratik İdealler ve Gerçekler” adlı kitabında da Mackinder dünya barışının yolunun bir dünya devletinden geçtiğinden bahsederek, tıpkı Napolyon gibi, bu devletin başkentinin İstanbul olması gerektiğini söyler.
Tarih boyunca dönemin büyük güçlerinin mücadele alanı olan Boğazların, elbette 20’nci yüzyılın en büyük savaşlarından biri olan Birinci Dünya Savaşı’nda sahne alan süper güçlerin ilgisi dışında kalması beklenemezdi. Sanayi devrimi sonrası 19’ncu yüzyılın son çeyreğinde birliğini sağlayan Almanya’nın endüstriyel gelişimi ve buna paralel olarak askeri gücünü artırması Britanya İmparatorluğu’nun çıkarlarına tersti ve Almanya’nın durdurulması gerekiyordu. Almanya’nın endüstriyel ve askeri gelişimi Avrupa devletlerini ürkütmüş, bir silahlanma yarışı başlatmıştı, bu yarışın bir savaşla sonlanması kaçınılmaz görünüyordu. Almanya’nın, coğrafi açıdan sahip olduğu dezavantajları aşmasının yolu Doğu Avrupa’ya, Osmanlı üzerinden Orta Doğu’ya, İtalya üzerinden Afrika’ya açılmaktı. Britanya İmparatorluğu’nun ise bunu önlemesinin yolu Fransa ve Rusya ile ittifak yapmak ve Osmanlı ile Almanya’nın ittifakını engellemekti.
Kaçınılmaz son geldi ve 1914 yılının Haziran’ında, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliaht Prensinin bir suikast sonucu öldürülmesiyle savaş resmen başlamış oldu. İngiltere’nin başını çektiği İtilaf devletleri ile Almanya’nın başını çektiği İttifak devletleri arasında cereyan eden savaş birçok cephede oldukça çetin ve kanlı geçmekteydi. İngiltere’nin niyeti bir an önce savaşı kesin sonuçla bitirmek ve Almanya’yı savaş dışı bırakarak teslim almaktı. Ancak Alman savaş makinasını durdurmak o kadar kolay değildi. Dönemin İngiltere Donanma Bakanı Churchill denizden Çanakkale Boğazı üzerinden İstanbul’a ulaşıp Osmanlı ve Alman donanmasını tahrip etmek suretiyle hem Osmanlı’yı savaş dışı bırakmak hem de boğazlar yoluyla Rusya’ya askeri ve ekonomik yardım götürüp savaşın seyrini itilaf devletleri lehine değiştirmek üzerine bir plan yaptı. Bu planı kabul ettirmek o kadar kolay olmasa da inatçı Churchill planını kabul ettirmeyi başardı. Churchill’in bu planla elde etmek istedikleri mantıklı ve makuldü. Nitekim Çanakkale boğazını aştıktan sonra İstanbul ile İtilaf devletleri donanması arasında bir engel kalmıyordu. Dönemin şartlarında Çanakkale boğazından sonra İstanbul altı saat mesafedeydi. Çanakkale aşılırsa Osmanlı savaş dışı kalacak, Rusya’ya yardım ulaştırılacak, Almanya hem doğudan hem de güneydoğudan kuşatılacak ve Balkanlarda, henüz savaşa ne tarafta katılacağına karar verememiş Bulgaristan gibi ülkelerin Almanya saflarına katılması engellenmiş olacaktı.
Plan güzeldi, ama Churchill’in hesaba katmadığı bir şey vardı. O da Türk milletinin zor şartlarda gösterdiği azim ve fedakârlıktı. Vatanları söz konusu olduğunda Türklerin nasıl bir güç oluşturacağını hesaba katmamışlardı. Nitekim bu yanlış hesap İtilaf devletlerine pahalıya patlayacaktı.
Şubat 1915’te İngiliz donanmasının önderliğinde oluşturulan İtilaf devletleri donanması Çanakkale açıklarına geldi ve 19 Şubat’ta Boğazı top atışına tuttu. İlk aşamada bir karşılık görmeden ilerlemeleri düşman donanmasının cesaretini ve güvenini artırmıştı. Ama bilmedikleri şey, Türk topçusunun düşman gemilerin menzile girmesini beklediğiydi, menzilde olmadıkları için ateş etmemişlerdi. Bir de sabit tabyalar dışında Türklerin hurda gemilerden söktükleri toplarla ve obüs bataryaları ile oluşturdukları ve seyyar topları da kullandıkları savunma hatlarını hesap edememişlerdi. Düşman menzile girince Türk topçusunun cehennem ateşi başladı ve yenilmez, batmaz denen İngiliz ve Fransız zırhlıları, savaş gemileri yaralanmaya ve batmaya başladı. Bir gece düşman içlerine sızarak Nusret Mayın gemisi tarafından kıyıya döşenen mayınlardan da habersizdi düşman donanması. En önemli zırhlılarının ve savaş gemilerinin savaş dışı kalması düşmanı şaşkına çevirmişti. Çanakkale’yi aşamayan o mağrur donanma 18 Mart’ta geri çekilmek zorunda kalmıştı.
Prestij kaybeden ve deniz yoluyla Çanakkale’yi geçemeyeceğini anlayan düşman karadan Gelibolu’ya çıkarak İstanbul’a ulaşmaya karar verdi. Ancak tarihin yetiştirdiği en büyük komutanlardan biriyle henüz tanışmamışlardı: “Yarbay Mustafa Kemal”. Nisan ayındaki kanlı kara muharebelerinde Mustafa Kemal’i de tanıdılar ve gerisin geriye geldikleri yere dönmek zorunda kaldılar. Belki de tarihin en kanlı savaşlarından birisi olan Çanakkale savaşları herkesin kafasına “Çanakkale Geçilmez” olarak kazındı. Askerlerine:
“Ben size taarruz etmeyi değil, ölmeyi emrediyorum”
diyebilen bir komutana ve bu emre koşulsuz itaat edebilecek kadar komutanlarına güvenen askerlere sahip bir milleti hangi düşman dize getirebilir.
Churchill’in hesap etmediği Türk milletinin azim ve fedakârlığı ile sahip oldukları dahi komutanlar İngiltere’ye pahalıya mal olmuştu. Savaş öncesi yaptıkları hiçbir plan tutmamıştı. Neydi planlar?
– Savaş kısa sürecekti
– Rusya’ya yardım gidecek ve Rusya’nın savaşa kesin etkisi olacaktı
– Osmanlı Savaş dışı kalacaktı
– İtilaf devletleri Rusya’nın doğal kaynaklarına kolay ulaşabileceklerdi.
Evet, plan güzeldi ama Çanakkale geçit vermedi, tüm planlar alt üst oldu. Savaş iki yıl daha uzadı, Çarlık Rusya’sı yıkıldı ve Rusya savaş dışı kaldı; İngiltere’nin yenilmez olduğu düşüncesi yıkıldı, Sömürgelerde direnişler başladı; İtilaf Devletleri hem askeri hem de ekonomik açıdan çok yıprandılar, çok insan kaybettiler.
Çanakkale deniz ve Kara savaşları İtilaf devletlerinin tüm planlarını alt üst edip dönemin süper güçlerinin yenilebileceğini göstermesinin dışında siyasi ve kültürel sonuçlar da doğurmuştur. Birçok ulusa mensup insan Çanakkale cephesinde savaşmış ve savaş sonrasında uluslar arasında kültürel bağlar kurulmuştur. Özellikle savaştan yıllar sonra 1934’te Mustafa Kemal Atatürk’ün Anzak askerlerinin annelerine yazdığı mektupta söyledikleri hiç unutulmamış ve bu iki ulus arasında güçlü bağlar oluşmasına katkı sağlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk bu mektubunda Anzak askerlerinin annelerine seslenerek şöyle demiştir:
“Bu memleketin topraklarında kanlarını döken kahramanlar!
Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız.Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar!
Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Bu örnek Türklerin cephede savaştıklarına karşı bile ne kadar yüce gönüllü davranabildiğinin en güzel kanıtıdır.
Tarihin en kanlı cephe savaşlarından birisi olan Çanakkale tüm yönleri ile tarihin seyrini değiştirmiş, bir milletin yeniden doğuşuna kaynaklık etmiş, yenilmez denen emperyal güçlerin yenilebileceğini göstermiş önemli bir savaştır. Kurtuluş savaşı kadrolarının da yeşerdiği bu savaş birçok mazlum millete de örnek olmuştur.
Çanakkale Geçilmez sözünü tüm insanlığın hafızalarına kazıyan aziz şehitlerimizin huzurunda saygı ve minnetle eğiliyorum.
Hits: 48
MİLLİYETÇİLİK VE TÜRKLER
- 17 Mart 2018
Haberlerde Bir Rakam Olmak
- 22 Mart 2018