
Mondros Sonrası Vahdettin, Hükümet ve Aydınlar
- 24 Mart 2018
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; MGM Tarih
- 0
Mondros Mütarekesi Sonrasında Vahdettin, Hükümetler ve Aydınlar.
Mehmet Çanlı
Giriş.
30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanıp uygulamaları ortaya çıkmaya başlayınca buna değişik kesimlerden farklı tepkiler geldi. Daha önceki yazımızda Mütareke’nin uygulanmasına ordu komutanlarının gösterdiği tepkileri incelemiştik. Şimdi de padişah ve hükümetler ile halkın gösterdiği tepkileri inceleyerek ortaya koymaya çalışacağız. Devleti yönetenlerle halkın gösterdiği tepkiler birbirlerine göre oldukça farklı özellikler gösterdiğinden bu tepkiler ayrı başlıklar altında incelenecektir.
1. Mütareke Sonrasında Kurulan Hükümetlerin Tepkileri.
8 Ekim 1918 tarihinde Talat Paşa’nın hükumetin istifasını vermesinin ardından 19 Ekim 1918’de, Ahmet İzzet Paşa, Harbiye Nazırlığı (Savunma Bakanlığı) da uhdesinde olmak üzere yeni hükumeti kurdu.[1] Paşa, hükumeti kurarken en çok İttihatçılardan çekiniyordu. Bu yüzden kabine üyeleri arasına Cavit, Fethi ve Rauf Beyler gibi İttihatçıları da aldı. Bunda Mustafa Kemal Paşa’nın gönderdiği mektubun ve Talat Paşa’nın telkinleri de etkili olmuş gibi görünmektedir.
Bu kabine, kurulur kurulmaz Mütareke’nin imzalanması gibi çok zor bir görev üstlendi. Nitekim hükümet daha güvenoyu almadan İngilizler, Fransızlar ve Amerikalılar nezdinde girişimlerde bulunmaya başladı. Bu maksatla İstanbul’da bulunan esir İngiliz Generali Towsend İngiliz ordusu ile temas kurmak için Limni Adası’na, bir bankacı Fransız ordusu ile ve Yahudi Hahamı da Amerikalılarla temas kurmak için yurt dışına gönderildi.
Bunun sonucunda İngilizler, Mondros Limanı’na ateşkes görüşmeleri için bir heyet gönderilmesini bildirdiler. Rauf (Orbay) Bey başkanlığında İzmir üzerinden Limni adasına giden Osmanlı heyeti, Mondros Limanı’nda yapılan görüşmelerin ardından 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Anlaşmasını imzaladı.
Hükumete göre imzalanan Mütareke diğer müttefiklerin imzaladıkları Mütarekelere göre daha hafif şartlar içeriyordu. Bu sebeple Mütareke sahiplenildi ve ordulardan Mütareke şartlarının yerine getirilmesi istendi. Fakat Ordu Komutanları, Mütareke’nin kayıtsız şartsız teslim olmak anlamına geldiğini düşünüyor ve işgallere karşı direnme yönünde tavır sergiliyorlardı.
Bu sebeple hükümet, orduları lağvetmeye ve askerleri terhis etmeye başladı. Fakat, hem Mütareke uygulamalarına gösterilen tepkiler ve hem de İTC (İttihat ve Terakki Cemiyeti) ileri gelenlerinin yurt dışına kaçmasına göz yumduğu gerekçesiyle oluşan baskılara dayanamayarak 8 Kasım tarihinde istifa etti. Yerine, padişahın tam desteğini almış olan, Ahmet Tevfik Paşa hükumet kurdu.
Padişah, İttihatçılardan tamamen temizlenmiş bu hükumet ile otoritesini artırmaya başladı. Nitekim bu hükumet döneminde Padişahın da hiç sevmediği ve çok korktuğu İttihatçılar yargılanmaya ve İngilizlerin her istediği yapılmaya başlandı. Hükümetin bu uyumlu tavrından cesaret alan İngilizler, ordu komutanlarında baş gösteren direnişleri etkisiz hale getirmek için müdahalelerini giderek sertleştirdiler. Fakat buna rağmen, kararsız bir idare sergileyen ve hiç kimseyi memnun edemeyen bu hükumet, muhalefet ve İşgal Orduları Komutanlığı’nın baskıları sonucunda 4 Mart 1919 tarihinde istifa etti.
Yeni hükümeti, İngilizlerin isteklerini Tevfik Paşa gibi gönülsüz bir şekilde değil de sanki kendi istek ve düşünceleriymiş gibi yerine getirecek olan, Padişah ve İngilizler gibi Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin de desteğine sahip olan Damat Ferit Paşa kurdu. Damat Ferit Paşa iktidarını, tam da beklendiği gibi, padişahın siyaseti ve işgal orduları komutanının isteklerini harfiyen yapıp İngilizlerin desteğini sağlamaya çalışarak yürüttü.[2]
Meslek ve kişilik özellikleri açısından birbirinden çok farklı üç kişi tarafından kurulmalarına rağmen Mütareke’nin imzalanmasının ardından göreve gelen üç hükumet te genel olarak işgalcilere ve özellikle de İngilizlere karşı sert davranılmasını sakıncalı görüyor, onlara karşı hoşgörülü olmanın barış konferanslarında Osmanlı lehinde bazı çıkarlar sağlanmasına hizmet edeceğini düşünüyor ve işgalcilerin kararlarının protestolarla yumuşatılabileceği sanıyorlardı.[3]
İngilizlerin desteğini kazanmak için, Sovyet tehdidi öne sürülerek İngiliz sömürgelerine gidecek yollar üzerinde Rus saldırılarını ancak bütün bir Türkiye’nin durdurabileceği ve Sovyet yayılmasını da bu bütün ve güçlü devletin engelleyebileceği basın yayın organları vasıtasıyla duyuruluyordu. Hatta Kafkasya’daki Türk askeri birliklerinin de kullanılması ile Kafkasya’da bağımsızlık ilan etmiş devletleri birleştirerek bu bölgede Rus yayılmasının önüne büyük bir engel konulabileceği bile ifade ediliyordu.[4]
2. Padişah 6’ncı Mehmet Vahdettin’in Tepkisi.
Vahdettin, 28 Haziran 1918’de, Sulan Mehmet Reşat’ın ölümü üzerine, Mütareke’den çok kısa bir süre önce tahta çıkmıştı.[5] Mütareke döneminde padişahın çabası; iktidarını sağlamlaştırmak için İttihatçılardan ve onların kurum ve teşkilatlarından kurtulmak, Mütareke şartlarına uyarak İngilizlerin desteğini kazanmak ve mevcut haliyle ülke bütünlüğünü sağlamak yolundaydı.
Padişahın İttihatçılardan başka endişe ile baktığı diğer bir kurum da ordu idi. Bunun için Harbiye Nezareti’nde değişiklikler yaparak İttihatçı olmayan ve kendine bağlı olabilecek kişileri Ordu’da etkili yerlere getirmeye çalışıyordu. Abdülhamit gibi saray merkezli bir yönetim kurmayı planlayan Vahdettin, yine onun gibi Ordu tarafından devrilebileceğini düşünerek orduyu kontrol etmeye çalışıyordu.
Padişah, hükümetler ve bürokratların çoğu, yani Osmanlı devletini yönetenler esas olarak Wilson Prensipleri’ni, ülkenin parçalanmasını önlemek için bir kurtarıcı olarak görüyor ve başta İngiltere olmak üzere ABD, Fransa veya İtalya tarafından bir bütün olarak himaye edilmeyi bunun için en uygun çözüm olarak düşünüyorlardı.[6] Bu sebeple Mütareke’den hemen sonra Wilson Prensipleri ve İngiliz Muhipler Derneği gibi dernekler kurdular.
3. Aydınların ve Halkın İleri Gelenlerinin Tepkileri.
Mütarekenin imzalanmasından sonra lider kadronun yurt dışına kaçması sonucu zor durumda kalan İTC mensupları, hem ülkenin hem de kendilerini savunmak için 3 Kasım 1918’de[7] ‘’Teceddüt’’ ismiyle yeni bir siyasi örgütlenmeye gittiler.[8] Enver Paşa’nın yurdu terk etmeden önce lağıvettiği ‘’Teşkilatı Mahsusa’’ üyeleri de gizli bir şekilde örgütlendiler. Taşradaki İTC şubeleri ise Wilson İlkeleri gereği, kendi bölgelerinin Osmanlı’ya bağlı kalmasını sağlamak maksadıyla genellikle bölgelerinin İstanbul’daki milletvekilleri ile ‘’Hakları Koruma’’ (Müdafiyi Hukuk) dernekleri kurarak faaliyetlere başladılar.[9]
Değişik bölgelerdeki aydınlar ve ileri gelenler de Osmanlı İmparatorluğu’nun genel bir dağılması ihtimaline karşı bölgesel tedbirler almaya kendi aralarında örgütlenmeye çalışıyorlardı. İlk örgütlenmeler Aralık 1918 tarihinde Trakya ve İzmir’de ortaya çıktı.[10] Bunların bazılarının amacı Osmanlı İmparatorluğuna bağlı kalmayı sağlamak iken bazıları da Osmanlı İmparatorluğu’nun artık dağılmakta olduğunu veya Osmanlı İmparatorluğu’na katılmalarının mevcut durumda mümkün olmadığını düşünerek yeni hükumetler veya devletler kurmayı hedefliyordu. Yeni hükumet veya devlet kurma çabalarına en açık örnekler; biri Trakya’da, diğeri de Doğu’da gerçekleşen iki girişimdi.
Atatürk’ün de Nutuk’ta bahsettiği gibi Trakya ve Paşaeli Cemiyeti, Batı Trakya ve Doğu Trakya’yı birleştirerek yeni bir devlet kurmayı planlıyorlardı.[11] Doğu’da ise Elviyei Selase’de (Kars, Ardahan ve Batum) 14 Temmuz 1918’de, Brest Litovsk Antlaşması gereği bir halkoylaması yapılmış ve bu bölge Osmanlı’ya katılmayı seçmişti. Mütareke’den sonra İngilizler, bu illerin boşaltılmasını istediler. Rauf Bey bunun sakıncalarını anlatarak itiraz etti fakat İngiliz General Caltroph bunu dikkate almadı. Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa, 24 Kasım tarihinde, bunun mahsurlarını tekrar anlattı fakat General Murphy tarafından üstü kapalı tehdit edilerek bu talepte ısrar edildi. Yakup Şevki Paşanın benzer itirazları da İngilizler tarafından kabul edilmedi.
Durum ümitsiz göründüğünden halkın kendi kaderini tayin etmesi prensibiyle bazı girişimler başladı. 5 Kasım 1918’de Kars’ta bir İslam Şurası toplandı. Bu şura, kendisi bölgeyi terk edene kadar, Yakup Şevki Paşa tarafından desteklendi. Şura sonrasında seçimler yapıldı. 17 Ocak 1919’da, bir kongre toplandı ve bu kongre bir anayasa ilan etti.
Kongre, Cenubi Kafkas Hükûmeti Muvakkatei Milliyesi’ni seçti. Böylece üç vilayetten oluşan bir cumhuriyet kurulmuş oldu. Bu yönetim İngilizlerin de tabir ettiği gibi milliyetçi Müslümanların kurduğu yeni bir devlet idi. Bu yönetim, Ermenilerin geri dönmesine müsaade etmiyor gerekçesi ile 12 Nisan 1919’da İngilizler tarafından dağıtıldı. Hükumet başkanı ve bazı üyeler tutuklanarak Malta’ya gönderildi.
Kars’ta idare Osebyan ve Gerganof isimli Ermenilerin yönetimine geçti. Oltu ve Kağızman yönetimleri buna Milli Mücadele sonuna kadar direndi ve mücadele etti. Fakat Ermeni saldırılarına başarıyla direnen Oltu ve Kağızman hariç bütün şuralar kısa sürede ortadan kaldırıldı. Ancak Ermenilerin bölgeye hâkim olmasını kabul etmeyen halk bundan sonra da mücadelesine devam etti.[12]
4. Mondros Mütarekesi Sonrası Gösterilen Tepkilerin Genel Değerlendirilmesi.
Mütareke döneminde halkın[13] ve çoğu devlet adamının genel olarak Wilson Prensipleri’nin Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili maddelerinden etkilendikleri, bu ilkeleri olarak benimsedikleri ve Mütareke sonrasında yapılacak barış antlaşmasının bu ilkelere uygun şekilde yapılacağı inanç ve beklentisi içinde oldukları görülmektedir. [14]
Bunlar aynı zamanda, Mütareke imzalandığı zaman, orduların fiilen bulundukları hatlar içinde kalan toprakları Wilson Prensiplerinde bahsedilen Türklerin çoğunlukta olduğu yerler olarak kabul etmektedirler. Yalnız, bu inanç ortak olmakla birlikte, bunun gerçekleşmesi için nasıl davranılması konusunda değişik kesimlerde değişik yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.
Bunlardan, cephedeki Ordu Komutanları ile bazı general ve subaylar; bu toprakların artık tartışılmayacak şekilde Türk toprakları olduğunu, bu toprakları muhafaza edecek şekilde bir barış antlaşması yapılması gerektiğini, ancak imzalanan Mütareke maddelerinin, İtilaf Devletlerince kendi çıkarlarına uygun şekilde yorumlamasına açık olduğunu düşünmekteydiler. Bu kişiler genel olarak, eğer gerekirse silahlı bir direniş te dâhil her türlü direnişin gösterilmesi taraftarıydılar.
Başta padişah olmak üzere iktidara gelen hükumetler ve bazı devlet adamları ise; galiplere karşı uysal ve işbirliği içinde davranılırsa bu durumun barış görüşmelerinde ülke lehine kararlar alınmasına yardımcı olacağını düşünüyorlardı. Bunlar, bu düşüncelerine paralel olarak; işgalcilerin isteklerini uygulamaya, işgalci devletler nezdinde dostluk girişimlerinde bulunmaya ve işgalci devletlerin adıyla değişik dostluk cemiyetleri kurmaya başladılar.
Aslında, bu gruptakiler de bir önceki gruptakiler gibi ülkenin kurtuluşunu isteyen insanlar olmakla birlikte; kendilerine ve millete güvenleri olmadığından direnerek bir şey elde edemeyeceklerini, direnilirse devletin bölüneceğini, bu sebeple bütün olarak bir güçlü devletin koruması altında devletin varlığını korumanın daha uygun olduğunu düşünüyorlardı.[15] Bu gruptakilerden bazıları, daha sonra, Milli Mücadele’ye katıldılar ancak büyük bölümü daima mücadelenin karşısında oldular. Hatta bazıları kendi çıkarlarını işgalcilerin çıkarları ile birleştirerek ihanet etme noktasına kadar gittiler.
Üçüncü Grup diye tarif edeceğimiz grup ise daha çok değişik bölgelerdeki aydınlar ve ileri gelen kişilerden oluşmaktaydı. Bunlar artık Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılmakta olduğunu, bunun da milliyet esasına göre yapılacağını düşünerek bölgelerinde Türk ve İslam nüfusunun fazla olduğunu göstermeye, bunların haklarını korumaya çalışıyorlardı. Bu grup her bölgede değişik isimlerle Müdafaayı Hukuk Cemiyetleri vb. isimlerle dernekler kurdular. Bu cemiyetler, Wilson Prensiplerinin 12’nci Maddesinden faydalanmak isçin çalışıyorlardı.
Başlıca maksatları ise bölgelerinin ellerinden alınarak başkalarına verilmesini önlemekti.[16] Bunların büyük bir bölümü, Osmanlı İmparatorluğu içinde kalma çabasındayken bazıları da bunun mümkün olmadığını düşünerek ayrı bir devlet kurarak komşu devletler tarafından işgal edilmeden yaşamayı düşünüyordu. Bunlardan birincileri Milli Mücadele’ye daha başlangıçtan itibaren katılırken ikinci düşüncede olanlardan bazıları uzun bir müddet tereddütte kaldılar.
[1] N. Yüceer., Osmanlı Ordusunun Azerbaycan ve Dağıstan Harekâtı, Gnkur. Basımevi, Ankara, 2002, s.158.
[2] Zekeriya Türkmen, Mütareke Döneminde Ordunun Durumu ve Yeniden Yapılanması, (1918-1920), TTK Basımevi, Ankara, 2011, s.29-33.
[3] Gothard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Çev. Cemal Köprülü, 3. Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2011, s.26.
[4] A.M.Samsutdinov, Mondros’tan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-19, Çev. Ataol Behramoğlu, Epsilon Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul, 2007, s.35.
[5] Stanford ve Ezel Kural Show, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, 2’nci Cilt, 2’nci Baskı, E Yayınları, İstanbul, 1994, s.391.
[6] Samsutdinov, s.44.
[7] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, 1’inci Cilt, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1991, s.362.
[8] Türkmen, s.34.
[9] Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 26’ncı Baskı, İstanbul, 2011, s.221.
[10] Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, 5’inci Baskı, Çev. Boğaç Babür Turna, Arkadaş Yayınevi, Ankara, 2011,s.324.,
[11] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Günümüz Türkçesi. Mehmet Seçkin, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 2004, s.18.
[12] Jaeschke, s.42-44.
[13] Kazım Özalp, Milli Mücadele, 1919-1922, TTK Basımevi, Ankara, 1998, s.3.
[14] M.Derviş Kılınçkaya, Osmanlı Yönetimindeki Topraklarda Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Suriye, AAM Yayınları, Ankara, 2004, s.150.
[15] Nutuk, s.23.
[16] Kemal Çelik, Milli Mücadelede Adana ve Havalisi, TTK Basımevi, Ankara, 1999, s.145.
Hits: 195
AFRİN’DE SİYASİ HEDEF NE?
- 23 Mart 2018
Savaş bir tercih değil zorunluluktur
- 28 Mart 2018