
Savaş bir tercih değil zorunluluktur
- 28 Mart 2018
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Küresel Sorunlar
- 1
Mehmet Çanlı
Dünyaya gelen her canlı yaşamak, büyümek, üremek ve gelişmek ister. Bu içgüdü, canlıların doğasında vardır. Bunları yapabilmek için canlılar enerjiye, yani yiyeceğe ihtiyaç duyarlar. Canlılar bu ihtiyaçlarını doğada var olan mineralleri, diğer canlıları, onların tohumlarını, yumurtalarını ve artıklarını yiyerek karşılarlar. Bu sebeple, her canlı diğer canlı türlerini yiyerek hayatını devam ettirirken, kendisi de başka canlıların yemeği konumundadırlar. Yani her canlı, yaşadığı sürece bir avcı ve aynı zamanda bir avdır.
Mesela, sabahın erken saatlerinde kahvaltı için fare arayan bir yılan aynı zamanda bir kartalın kahvaltı mönüsündedir. Bu sebeple canlılar hem avlanmak hem de avcısından korunmak zorundadır. Canlılar hayatları için sürekli ölüm kalım mücadelesi verdiklerinden bu mücadele sürecinde hem kendilerini savunan hem de diğer canlılara saldıran bir savaşçı olmak zorundadır.
Konu hayatta kalmak olduğu zaman ilk olarak birini mideye indirmek yerine öncelikle birilerinin midesine inmemeye çalışmak esastır. Bunun için de canlılar evrim süreci içinde avcılarına karşı kendilerini korumak için bazı yetenekler ve yöntemler geliştirmişlerdir.
Bunlardan av olmamak için geliştirilen yetenekler ve yöntemler temelde savunma niteliklidir. Bu yeteneklere ve yöntemlere örnek verecek olursak, bazı bitkiler ot oburlar tarafından yenilmemek için sert odunsu gövdelere sahiptir. Bazılarının kendilerini yiyecek olanların ağzına ve diline batarak onlara zarar verebilecek dikenleri vardır. Bazı bitkilerin ise yapraklarının ve meyvelerinin tadı acı veya zehirlidir.
Bu durum hayvanlarda da benzer bir gelişim göstermiştir. Örneğin bazı balıklar kumların içine gömülerek kendilerini gizleyebilirken, bazıları bulunduğu ortamda fark edilmemek için o ortamın renk ve şekillerine bürünebilmektedir. Bazılarının ise içine saklanabilecekleri sert kabukları veya saldırganları sersemletecek veya öldürebilecek zehirli dikenleri vardır.
Aynı şey karada yaşayan hayvanlar için de geçerlidir. Kaplumbağanın onu koruyan sert bir kabuğu, kirpinin ise dikenleri vardır. Bazı kara canlılarında bunların hiçbiri olmamasına rağmen onlar da diğer hayvanlara göre oldukça hızlı koşabilmekte ve bu sayede avcılarından kaçarak kurtulabilmektedirler.
Bu savunmaya yarayan yeteneklerin yanında canlılar, yiyecek temini için de saldırı yetenekleri geliştirmişlerdir. Kartal ve şahin gibi bazı hayvanlar çok yükseklerde uçarken bile küçük hayvanların hareketlerini görebilecek keskin bir görüş yeteneğine, çakallar leş kokusunu kilometrelerce uzaktan alabilecek koku alma yeteneğine, diğer etoburlar avlarını yakalayabilecek kadar hızlı koşma kabiliyetine ve onları öldürüp parçalayabilecek keskin dişlere, pençelere veya gagalara sahiptir.
Otoburlarda bu durum, otları rahatça koparabilecek kesici alt dişler ve onları öğütebilecek azı dişleri şeklinde kendini göstermektedir. Zürafa gibi bazı hayvanlar ise uzun boyları ve boyunları sayesinde çok yüksek ağaçların en uzak dallarındaki taze filizleri bile yiyebilmektedir.
Bu örneklerde de görüldüğü gibi, canlıların yaşaması ve türlerinin devamlılığını sürdürmesinde temel unsur besin kaynakları olduğundan, tüm canlılar savunma ve saldırı sitemlerini beslendikleri veya kendileriyle beslenen canlı türlerine göre geliştirmişlerdir.
Kendileri ile beslenen diğer canlılara karşı savunma sistemlerini ve beslendikleri canlılara karşı saldırı sistemlerini evrim süreci içinde sürekli olarak geliştirmeye devam eden canlılardan başarılı olan türler günümüze kadar gelebilmiş, başarısız olan türler ise yok olup gitmiştir.
Bu süreçte, müstakil yaşayan canlılarda savunma ve saldırı sistemleri ve yöntemleri bireysel bazda bir gelişim gösterirken, gelişmiş canlı türlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte bazı canlılar topluluklar halinde yaşamaya başlayınca bu topluluklar mücadele yöntemlerini karşılıklı iş bölümü ve iş birliği içinde yürütecek şekilde geliştirmişlerdir.
Bunun sonucunda insan da dâhil, toplumlar halinde yaşayan tüm canlıların gelişimi, beslenmeyi ve savunmayı belli bir iş bölümü içinde ve kolektif bir şekilde icra edilir hale getirdiğinden, bu canlılar oldukça iyi işleyen sosyal yapılar kurabilmişlerdir.
Kurulan sosyal yapı ve geliştirilen yaşam tarzına göre bu topluluklarda ihtisaslaşma ve sınıflaşma, yani ayrı işlevleri yerine getiren meslek grupları oluşmuştur. Mesela bal arısı kolonileri, kovanı yöneten ve sistemin merkezi gücünü oluşturan (aynı zamanda koloninin devamlılığını sağlayacak yeni nesillerin yetiştirilmesi için yumurtlayan) kraliçe arıyı hiyerarşik düzenin en tepesine koyan bir sosyal düzen içinde örgütlenmişlerdir.
Kraliçe dışında kovanda yaşayan diğer arılar, kovanın gıda ihtiyacını karşılayan üretici/işçi arı sınıfına veya kovanı saldırganlara karşı savunan asker arı sınıfına mensupturlar. Bu sınıflara mensup olanlar kendi konularında ihtisaslaşmıştırlar ve sadece ihtisaslaştıkları konuları yerine getirirler. Arılar doğarken ait olacakları sınıfın özellikleriyle doğduklarından sınıf atlamak veya sınıfını değiştirmek mümkün değildir.
Bu sınıflaşma ve ihtisaslaşma, bir yuva veya kovanda kalmayan fakat belirli bir bölgede açık havada yaşayan maymun türleri gibi canlılarda bu kadar belirgin değildir. Bu tür topluluklar, üreme kabiliyeti olan doğuştan belirlenmiş bir bireyin değil, en güçlünün lider olduğu topluluklardır.
Diğer klan üyeleri ise sadece, bölgelerini savunmak gerektiğinde oluşturulacak ordunun bir askeri durumundadır. Bu tür topluluklarda cinsiyet hariç hiçbir şey doğuştan edinilen bir özellik değildir. Yani arılarda olduğu gibi maymunlar asker maymun veya işçi maymun olarak doğmazlar.
Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi topluluk halinde yaşayan canlılar birbirlerinden oldukça farklı sosyal sistemler kurmuşlardır. Buna, bu canlı türlerinin evrim sürecinde edindikleri fiziksel özellikler ile üretim ve üreme ilişkilerinde ortaya çıkan farklılıklar sebep olmuş olmalıdır.
Bunlardan en önemli unsurun üretim ve tüketim alışkanlıklarından kaynaklandığı değerlendirilmektedir. Örneğin maymunlar toplu olarak üretilmesi gereken belli bir ürün üreterek ve bu ürünü kış döneminde tüketerek değil de yaşadıkları alanda bulunan gıdalarla bireysel olarak beslendiklerinden maymun sürülerinde iş bölümü daha az gelişmiş olabilir.
Bu şekilde sınıfsız ve üretim-tüketim açısından bağımsız hareket eden gruplarda ortak olan tek konu savunma ve saldırı olduğundan bunlar karınca ve arıların aksine herkesin savaşmak zorunda olduğu asker toplumlar olarak yaşamaktadırlar.
Sınırlanmış bir alan olan kovanda yaşayan ve üreme, savunma, üretme gibi yeteneklere sahip olanların daha doğuştan belli olduğu arı kolonilerinde daha kesin ve katı bir sınıflaşma varken, daha geniş ve sınırları kesin olarak belli olmayan bir alanda yaşayan ve erkek veya dişi olmaktan başka doğuştan gelen hiçbir ayırt edici özelliğin olmadığı maymun topluluklarında katı bir hiyerarşi ve sınıfsal yapı oluşmamış olması dikkate alındığında sosyal yapının oluşmasında yaşanan çevrenin ve ortamın da etkili olduğu söylenebilir.
Ama ister kapalı bir alanda, ister açık alanda yaşasınlar, topluluklar halinde yaşayan bu canlı türleri önceleri, koloni sayısı ve kolonide yaşayan birey sayısı çok az olduğundan genel olarak sadece doğal düşmanlarına karşı mücadele etmek zorundaydılar. Fakat her türün oluşturduğu koloni sayısı ve bu kolonilerde yaşayan birey sayısı arttıkça yaşam alanları daraldı ve artık birbirlerine daha yakın ve sınırları daha belirsiz olarak çoğu zaman birbirlerine karışmış halde yaşamaya başladılar.
Bu durum önceki savunma ve saldırı alışkanlıklarını değiştirdi, tehdit kaynaklarını artırdı ve mevcut tehdidi büyüttü. Bu ise belli bir noktadan sonra bu grupların hemcinsleri ile de yaşam alanları ve kaynaklar için mücadele etmesini zorunlu hale getirdi. Bunun bir sonucu olarak, artık aynı türlerden farklı topluluklar arasında da amansız bir mücadele yaşanmaya başlandı.
Nitekim bunu destekler şekilde Afrika’da yapılan bazı gözlemlerde, nüfusları arttığı için yaşam alanları ve besin kaynakları kendilerine yetersiz gelmeye başlayan maymun sürülerinin, sürü lideri yönetiminde, belli bir saldırı planı ve strateji uygulayarak göz koydukları komşu alanlarda yaşayan maymun sürülerine saldırdıkları ve onları öldürdükleri veya kaçmak zorunda bıraktıkları tespit edilmiştir. Bu saldırılar sonucunda diğer sürüyü yok eden veya kaçmak zorunda bırakan maymun kolonileri, yendikleri sürünün yaşam alanlarını işgal ederek kendi yaşam alanlarının sınırlarını genişletmektedirler.
Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi her canlı türü, yaşamak, çoğalmak ve kendi genlerini gelecek kuşaklara aktarabilmek için gerek bireysel olarak gerekse topluluk halinde kendi düşmanları olan türlere karşı savunma veya saldırılar yapmakta, nüfus artışı ve kaynakların yetersiz olması gibi durumlarda ise saldırılarını kendi cinslerinden olan topluluklara da yöneltebilmektedir. Bunda başarılı olanlar savaşı kazanmakta ve türlerini devam ettirmekte, başarısız olanlar ise ya diğer bölgelere göç etmekte veya yok olmaktadır.
Bu sebeple doğal ortamlarında yaşayan tüm canlılar, her gün yaşam mücadelesi için öldürmekte veya ölmektedirler. İnsan da doğanın bir parçasıdır. Bu sebeple diğer canlılarla aynı şartlara bağımlıdır. Yani her canlı gibi insanlar da hayatta kaldıkları her gün için bazı başka canlıların, savaş durumunda ise bazı insanların ölümünden sorumludur.
Ancak insan da dâhil hiçbir canlı türü (bazı seri katiller, psikopatlar, cinnet geçirenler vb. hariç) sadece öldürmek için öldürmez veya öldürmekten zevk almaz. Konu sadece hayatta kalma meselesidir. Dolayısıyla, devleti de yaşayan bir organizma olarak düşünürsek, savaşı ve öldürmeyi hastalıklı bir şekilde bir tatmin vasıtası haline getirmedikçe, yaşamak için savaşmanın zorunlu olduğu durumlarda savaşmak yanlış bir şey değildir.
Yanlış olmadığı için kötü bir şey de değildir. Bu durum ahlaki veya dini bir konu da değildir. Çünkü savaşmak insanın isteyerek yaptığı bir tercih değildir. Sadece mecbur kaldığında yaptığı bir zorunluluktur. Bunu tersten okursak savaş, zorunlu olmadıkça bir cinayettir.
Savaş saf bir zorunluluktan, yani yaşamaya devam etme içgüdüsünden kaynaklanan bir eylem olduğu zaman doğaldır. Bu sebeple insanoğlu, tarih boyunca barışa dair birçok yapay ahlaki, dini, kültürel ve insani değerler ve söylemler üretmiş olmasına rağmen savaş hala önlenemeyen bir gerçekliktir. Bir gün sona ereceğini düşünmek de pek olası görünmemektedir.
Hits: 23
Mondros Sonrası Vahdettin, Hükümet ve Aydınlar
- 24 Mart 2018
Modern Kölelik: İnsan Ticareti
- 29 Mart 2018