
Yeni İpek Yolu: Tek Kuşak, Tek Yol
- 1 Nisan 2018
- Mahmut Şahin
- Başlık; Küresel Sorunlar
- 10
Çin’den Tarihin Seyrini Değiştirebilecek Bir Hamle: Yeni İpek Yolu
Mahmut Şahin / Haziran 2017/ Ankara
Ufukta bir “Sarı Tehlike” mi var, yoksa Asya’ya ekonomik refah ve beraberinde özgürlük mü gelecek?
Yirminci yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile tek süper güç olarak ABD kalmış ve dünyanın tek kutuplu olacağı sanılmıştı. Öyle ya Sovyetler yıkılmış, Rusya kendi iç meseleleri ile uğraşıyordu. Dünya’nın tek süper gücü artık ABD idi. Nitekim ABD de tek süper güç ve dünyanın yöneticisi kendisiymiş gibi davranmaya ve her yere müdahale etmeye başlamıştı. Ama sahada işler kâğıt üzerinde düşünüldüğü gibi gitmiyordu, ABD’nin aşması gereken önemli zorluklar vardı. 1990’larda başlayan ABD’nin yoğun askeri hareketliliği hem kendi iç kamuoyunda önemli tartışmalara yol açıyor hem de askeri harekâtların finansmanı ayrı bir sorun teşkil ediyordu. Gerçi ABD, dünyanın en büyük silah satıcılarından birisi olarak bölge ülkelerine silah satışlarını artırmakla bir nebze bu yükü hafifletiyordu. Ancak ölen Amerikan askerlerinin ABD iç kamuoyunda yarattığı rahatsızlıkları aşmak daha zordu ABD yönetimleri için. Bu sorun, Obama yönetimi döneminde, ABD askerlerini çekip yerlerini özel güvenlik şirketlerine ve ABD’nin eğittiği yerel güvenlik güçlerine bırakmak suretiyle aşılmak istendi. Ancak daha önceki bir yazımızda belirttiğimiz gibi, bölge için ABD’nin varlığı ne kadar büyük bir dert ise yokluğu da o kadar büyük bir dert yarattı. Boşluğu doldurmaya çalışan bölgesel güçler ve aralarına neredeyse her gün bir yenisi eklenen devlet dışı örgütlerin mücadelesinin yarattığı kargaşa yakın zamanda bitecek gibi görünmüyor. ABD ise bölgedeki varlığını devlet dışı örgütler vasıtasıyla devam ettirmeye çalışıyor.
Orta Doğu ve Asya’nın ortası Afganistan’da bunlar yaşanırken Çin sessizce Afrika ve Asya’ya yönelik ekonomik atılımlarını ve nüfuzunu genişletme çabalarını devam ettiriyordu. Trump’ın seçilmesi ve Asya’ya yönelik politikalarına ilişkin söylemleri Çin’i daha da hareketlendirdi. Zira Trump ABD’yi kendi içine döndüreceğine ilişkin işaretler veriyor, liberal ekonominin kalesi ve küreselleşme kavramının yaratıcısı ABD’nin korumacı bir ekonomiye döneceğini söylüyordu. NAFTA ve Trans Pasifik İşbirliği Anlaşmalarının ABD ekonomisine zarar verdiğini Amerikan işçisini fakirleştirdiğini ve işsiz bıraktığını söyleyen Trump, NATO’nun da ABD’ye sadece yük getirdiğini ifade ederek bu anlaşmalardan çekileceğinin sinyallerini veriyordu. Nitekim Ocak 2017’de Trump bir başkanlık kararnamesiyle Trans Pasifik İşbirliği Anlaşmasını iptal etti. Bu hamleye en büyük itirazlar Japonya ve Avustralya’dan geldi. Dünya ekonomisinin neredeyse yüzde 40’nı temsil eden 12 ülkenin uzun uğraşlar sonucu ortaya koyduğu Trans Pasifik Ortaklığından ABD’nin bu şekilde çıkması dünyada büyük yankı uyandırdı. ABD gerçekten evine dönüyordu galiba.
Trump’ın politikaları ve yaptıkları Çin’in Asya’daki boşluğu doldurup dünya liderliğine oynaması için bulunmaz bir fırsattı. Çin bu fırsatı iyi değerlendirmiş gibi görünüyor. Davos Ekonomik Forumunda Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, ABD’nin görece geri çekildiği küreselleşme politikalarının bayraktarlığını devraldığını tüm dünyaya gösterişli bir şekilde duyurdu. Sanki dünya tersine dönmüştü. Küreselleşmenin yaratıcısı ve liberal ekonominin anavatanı ABD kabuğuna çekiliyor, Komünist Çin ise küreselleşmenin öncülüğünü devralıyordu. Elbette tüm bu hamlelerin neler getirip neler götüreceğini, dünyada ne gibi değişimler yaşanacağını hep beraber göreceğiz. Kesin olan şu ki dünya çok büyük bir değişime gebe.
Bugüne kadar genellikle sessiz ve derinden gitmeyi tercih eden Çin, sesini daha da yükselterek dünyanın yeni lideri ben olacağım diye, tabiri caizse, haykırmaya başladı. Mayıs ayı ortalarında Çin’in başkenti Pekin’de düzenlenen ve birçok ülke liderinin katıldığı Kuşak ve Yol Forumu zirvesinde tanıtılan “Tek Kuşak ve Tek Yol” projesi, yeni modern İpek Yolu, Çin’i Asya’dan başlayıp Afrika ve Avrupa’ya bağlayan bir dizi kara ve deniz yolu ağı ile enerji hatlarından oluşuyor. Yaklaşık 60 ülkeyi kapsayan bu yeni İpek Yolu projesi bu bölgede yaşayan 4,5 milyar insanı yakından ilgilendiriyor. Çin bu proje için bir trilyon dolar yatırımı öngörüyor. Ekonomistlerin görüşüne göre ise bu projenin maliyeti dört trilyon doları bulacak. Çin bu projenin finansmanı için, Türkiye’nin de kurucu olarak katıldığı, Asya Altyapı Yatırım Bankasını kurdu ve her yıl yaklaşık 100 milyar dolarlık bir yatırımı öngörüyor. Rakamlar çok büyük, yüzlerce milyar dolar yatırım demek, bu bölgede yeni iş alanları, yeni ekonomik faaliyetler ve karşılıklı büyük kazançlar anlamına geliyor. Projenin kapsadığı alan içerisinde büyük refah artışı anlamına da gelecek olan bu proje için hem Çin’in hem de projeye dâhil ülkelerin büyük hayalleri var.
Yeni İpek Yolu’nun Çin’in hayal ettiği biçimde gerçekleşmesi hem Çin hem de bölge ülkeleri açısından oldukça önemli. Dünya endüstriyel üretiminin yaklaşık yüzde kırkını yaratan, dünya nüfusunun yüzde yirmisini barındıran Çin’in devasa bir dış ticaret fazlası var. İhracata dayalı bir ekonomisi olan Çin kapasite fazlası veriyor her yıl. Üretimini etkili ve verimli bir şekilde dış pazarlara ulaştırması çok önemli. Her geçen gün endüstriyel üretimini artıran ve 1980’lerden bu yana, son birkaç yıl hariç, yaklaşık yüzde on büyüyen Çin’in enerji ve kaynak ihtiyacı da artıyor. Kaynak ve enerji ihtiyacının tamamını yurt içinden sağlaması mümkün olmayan Çin’in Rusya ve Orta Asya’daki hammadde ve enerji kaynaklarına gereksinimi var. Bu kaynaklara uygun fiyattan, zamanında ve sürekli olarak ulaşabilmesi için bu proje Çin açısından çok önemli. Gerçekleşmesi halinde ciddi Jeoekonomik ve jeopolitik değişikliklere sebep olacak bu proje, geçen sayımızda bahsettiğimiz gücün doğuya kaymasında baş aktör olma potansiyeline sahip.
Çok önemli ekonomik ve politik değişikliklere sahne olması beklenen yeni İpek Yolu projesi, getireceği varsayılan ekonomik zenginliklerin yanı sıra beraberinde bir dizi önemli soruyu da getiriyor. Kimi uzmanlara göre bu proje, İkinci Dünya Savaşı sonrası, Avrupa’yı Sovyetler’e kaptırmak istemeyen ABD’nin Marshall planına çok benziyor. ABD Marshall planı sayesinde Avrupa’nın kalkınmasını sağlamakla birlikte, Avrupa’yı hem ekonomik hem de politik nüfuzuna almıştı. Çin’in de benzer bir şekilde, hammadde kaynaklarına ihtiyaç duyduğu Asya’yı kendi ekonomik ve politik nüfuz alanına alarak ABD ve Japonya’nın Pasifik’te yarattığı jeopolitik baskıyı azaltmak ve Batı dünyasına karşı stratejik bir koz elde etme çabaları nedeniyle bu projeyi yürürlüğe koyduğu dillendiriliyor. “Zenginleşelim” derken Çin gibi bir devin ekonomik ve politik etkisinde sıkışma tehlikesi de mevcut. Elbette Çin bu tür eleştirilerin gerçek dışı olduğunu ve Çin’in böyle bir niyetinin olmadığını söylüyor. Projenin tamamen bölge ülkelerinin karşılıklı çıkarlarına uygun olduğu ve bir kazan-kazan projesi olduğu Çin tarafından sürekli yineleniyor. Tabii ki Çin’in, “Biz bu projeyi diğer ülkeleri sömürmek için yapıyoruz” demesi beklenemez. Ancak Çin gibi devamlı üretim fazlası veren bir ülkeyle ticaret yapan ülkelerin Çin’e ne satabilecekleri ve ticaretteki denge çok önemli. Çin genelde dış ticaret fazlası veren bir ülke, ticarette karşılıklı dengeyi tutturmak çok zor. Ticaret yapalım derken bir anda ülkenizin Çin malları ile istila edilmesi ve yerli üretiminizin zarara uğraması riski var. Göz ardı edilecek bir risk değil.
Proje ile ilgili cevaplanması gereken soru çok, iyi etüt edilmesi ve değerlendirilmesi gereken yanları mevcut. Çin bu proje ile dünya liderliğine soyunurken gerçekleştirmeye çalıştığı bu projenin bölge ülkelerine ne getirip ne götüreceği derin bir değerlendirmeye muhtaç. Projede Türkiye kilit ülkelerden bir tanesi, coğrafi konumu itibarıyla hem kara yolu ağlarının hem de deniz yollarının kesişme noktasında. Proje Türkiye’ye çok önemli fırsatlar sunarken beraberinde önemli zorluklar da getiriyor.
Mackinder, Demokratik idealler ve Gerçekler adlı kitabında Çin’den bahsederken “Sarı Tehlike” der. Mackinder İngiltere’nin dış politikasını oluştururken dikkat edeceği en önemli şeyin Rusya-Almanya-Japonya-Çin ittifakının mutlaka engellenmesi olduğunu söyler. Almanya’nın jeopolitik kültürü, Rusya’nın doğal kaynakları, Japonya’nın çalışkanlığı ve teknolojisinin Çin’in nüfusu ile birleşmesi olasılığına “sarı tehlike” der. İngiltere buna mutlaka mani olmalıdır. “Bu ittifak Orta Asya’nın düzlüklerini demiryolu ağlarıyla sıcak denizlere bağlayabilir ve bunu yaparsa dünyaya hâkim olur, mutlaka engellenmelidir” der Mackinder. Ancak bu proje ile İngiltere ve Çin’in demiryolu bağlantısının tamamlandığı düşünülürse, İngiltere’de Mackinder’i dinleyen yok gibi. Mackinder’in dediği gibi ufukta bir “Sarı Tehlike” mi var, yoksa Asya’ya ekonomik refah ve beraberinde özgürlük mü gelecek. Proje ilerledikçe, proje kapsamındaki ülkeler arasındaki ticaret büyüdükçe göreceğiz hepsini. Proje ile Çin Orta Asya’da önemli bir stratejik hamle yaptı, bakalım Batı bu hamleye nasıl cevap verecek.
Hits: 49
Modern Kölelik: İnsan Ticareti
- 29 Mart 2018
Toplumlar Nasıl Sürüklenir
- 2 Nisan 2018