
AFRİN – 5: HAREKÂTIN BÖLGEYE YAPTIĞI ETKİLER
- 3 Nisan 2018
- Güven Kaya
- Başlık; Bölgesel Sorunlar
- 29
GÜVEN KAYA 03.04.2018 / ANAKARA
20 Ocak 2018’de başlayan ve halen devam etmekte olan Zeytin Dalı Harekâtı birçok ülkeyi ilgilendirmiştir. Bu etki, ilginin şekline ve boyutuna bağlı olarak olumlu veya olumsuz olmuştur. Bunun yanında kimi ülkeler karşı çıkarken kimileri de destek vermek durumunda kalmıştır. Bu yazıda bu ülkeler ve yaptıkları değerlendirilmektedir.
Esasında konu terör ve terörist ile mücadele ise, tüm terör örgütlerinin küresel temelde birbirleri ile ilgilerinin olduğu, aynı ideolojiyi paylaşmasalar bile birbirlerine gerektiğinde taşeronluk yaptı bir gerçektir. İşte bu gerçekten hareketle, terörle mücadele edilen bir ortamda tüm dünya ülkelerinin ilgisinin olduğunu veya etkilendiğini değerlendirmek yanlış olmasa gerek. Terör ile mücadele sahası bir başka ülkenin sınırları içindeyse, ayrıca o ülkenin üyesi olduğu devletler grubu ile de ilişki yaşanmaktadır.
Afrin Operasyonundan Etkilenen Ülkeler
Suriye:
Harekât en başından beri yasal Suriye devletinin topraklarında cereyan etmiştir. Haliyle en çok etkilenen ülke kendisidir.
Suriye ilk günden son güne kadar sürekli karşı çıkmıştır. Hiçbir ülke kendi topraklarında başka bir ülkenin silahlı kuvvetini görmeyi istemez. Bakınız: 2003 yılındaki ikinci körfez savaşı öncesi Türkiye’nin gündemi.
Bunun yanında, Türkiye, satır arasında dediği gibi fetih amaçlı değil de, açıkça beyan ettiği gibi “Suriye’nin toprak bütünlüğü” taraftarıysa, zaman içinde bu topraklar yasal Suriye devletine teslim edilecek demektir. Böylece Suriye rejimi savaşarak elden çıkardığı topraklarını savaşmadan elde edebilecektir. Bundan dolayı mutlu olması gerekmez mi? Ancak Suriyeli yetkililerin açıklamalarına bakıldığında buna dair derin şüphelerin varlığına rastlamak mümkündür. Fetih gibi sözcüklerin kullanıldığı ve bunun fetih olduğu savlanan bir ortamda bu şüpheler yersiz değildir.
Bunun yanında rejim ordusunun, İdlip Bölgesindeki El Nusra unsurları ile kapışması ve onları daha kuzeye itmesi bu operasyonun yarattığı ortam sayesinde gerçekleşti. Tıklayınız.
Diğer yandan, Zeytin Dalı Harekâtı Kürtlere ABD’ye güvenilmeyeceğini gösteriyor olabilir. Bu durumda Suriye rejimi bazı çıkarlar elde edebilir. Zaten Afrin’in düşmesi Kürtlere bu gerçeği göstermiştir. Belki de bundan dolayı başkan Trump Suriye’den çekilmeyi planlıyor olabilir. Tıklayınız. Böylesi bir gelişmeden hemen sonuç alınmasını beklemenin biraz acelecilik olduğunu belirtmeliyim.
Rusya:
Harekâtın başından beri hava sahasını TSK’ya açmıştır. İdlip bölgesinde düşürülen uçağın sonrasında hava sahasını -bazı iyileştirmeler gerekçesi ile- zaman zaman kapatmış olmakla birlikte başlangıçtaki tavrını korumuştur. Düşünen beyinler, Rusya’nın niye hava sahasını açtığını ve bunun karşılığında ne beklediğini sorgulamaktadır. Batı’nın Afrin faturasını Rusya’ya kesme gerçeği ortada dururken bu riske girmesi gerçekten ne karşılığında olmuştur? Tıklayınız.
Hamisi olduğu Suriye’nin “savaşmadan toprak elde etmesini sağlamak olabilir” düşüncesi ilk akla gelendir ama kesinlikle yeterli değildir. Üstelik geçmişte uçağını düşüren, bir daha olsun yine düşürürüz diyen yöneticilerinin, Rusya devleti tarafından -IŞİD’e verdiği destek ve yaptığı petrol ticareti nedeniyle- uluslararası ceza mahkemesine delilleriyle birlikte şikâyet edilen ülkeye hayati önemi çok olan yardımın altında nelerin olabileceğini oturduğumuz yerden tespit etmemiz mümkün değildir. Kayıtlı veya kayıtsız, sözlü veya yazılı anlaşmaların açıklanması ile buna erişmek mümkün olacaktır. Ya da bazen övünmek için konuşurken ağızdan kaçırılan itiraflar ile öğrenmek mümkün olacaktır…
Belki de bunun ipuçlarını PYD/YPG’nin genel komutanı Sipan Hemo’nun verdiği demeçte bulmamız mümkündür: Ayrıntı için tıklayınız.
Ruslar iki yıldır Afrin’dedir ve bize “Kürtler olmaksızın bir çözüm mümkün değildir” diyorlardı. Ayrıca Rusya ile bazı anlaşmalarımız vardı. Ama Rusya bir gecede bu anlaşmaları yok sayarak bize ihanet etti. Açık şekilde bizi sattı… Rusya tüccar bir ülkedir. Anlaşılan Türk devleti ile bazı anlaşmalar yapmışlar. Ruslar bir gün bu tutumlarından dolayı Kürtlerden özür dileyecekler.
İzin verirseniz, bunlara, “büyük devletlerle yatağa girmenin bir bedeli vardır, ‘kız gelir, dul gidersiniz,’ sırada ABD’den de dulluk var” demek istiyorum.
Buraya kadar anlatılanlardan sonra Rusların verdiği iznin kapsamına bakmakta fayda var. Bunun izlerini Rusya Hariciye ve Savunma Politikaları Konseyi Başkanı Fyodor Lukyanov’un demecinde görmek mümkündür:
Rusya, sınırsız bir harekât olmaması ve harekâtın süresi ile bölgelerinin belirlenmesi koşuluyla Ankara’ya bu konuda onay verdi. Türklerin en azından tampon bölge kurması ve Kürt güçleri zayıflatması gerekiyor. Bu meyanda Türklerin eylemleri Suriye’deki ana aktör durumundaki Rusya ile yapılan anlaşmaya istinaden son derece kısıtlıdır.
Rusya, Esad’a verdiği desteğin şartsız olmadığını göstermek için bile olsa, (sebebinin ne olduğu açık olmayan) Esat karşıtlığı hastalık derecesine varmış olan Türkiye’ye, bu izni vermiş olabilir. Bunun yanında ve daha önemlisi, esas beklentisinin, iki NATO müttefiki ülkenin arasının daha da açılmasını ve giderek Türkiye’nin NATO’dan kopmasını sağlamak olduğunun çıplak gözle bile göründüğünü eklemek gerekir. Böylelikle kendi silah sistemlerine daha yatkın bir komşu daha elde etmenin yolunu açabileceğini değerlendirdiğini görmek için de dürbüne gerek yok. Rusya tüm bunları yaparken, işbirliği yaptığı kişileri iyi tanıyan bir tüccar gibi hareket etmektedir. Türkiye’deki hâkim otoritenin gizli bir gündemi olduğunu bilmekte, dolayısıyla tam olarak güvenmemekte ve Türkiye’nin her an ABD tarafına geçebileceğini değerlendirmektedir.
Gözden kaçırılmaması gereken bir konu da 200.000 civarında nüfusa sahip Afrin bölgesinde güvenliği sağlamaya çabalayan Rusları, Kürtlerin ABD ile tam bir işbirliğine girişmesinin kızdırmasıdır. Sayıları 2000 civarında olan ABD danışmanları, ABD dışişleri bakanının açıklamasına göre uzun bir süre Kürt bölgesinde kalacaktır. Bu diplomatik anlatımla Kürtlere verilen bir garantidir. ABD’den verilen uzun vadeli garanti hem Türkiye’nin hem de Rusya’nın sabrını taşırdı. Bu sebeple Rusya hava sahasını açtı ve TSK bölgeye girdi. PYD/YPG genel komutanı olan şahsın, bunu doğrular nitelikteki demecinden yukarıdaki satırlarda bahsedildi.
İran:
Rusya gibi İran da Suriye devletinin desteğine koşmuş bir bölge ülkesidir. Dahası Rusya’yı Suriye’ye müdahil olması konusunda ikna edendir. İran, Suriye topraklarında TSK’yı görmek istememektedir. TSK’nın bölgede bulunmasını hukuka aykırı görmektedir. Ancak kendisine de sorun yaratacak olan ve Wilson prensipleri gereği kuruluş aşamasındaki dört parçalı Kürt devletine karşı olan her müdahaleye sevinmesi gerektiğini kendisi de bilmektedir. Bunun yanında bu harekâtın sebebini ABD’nin bölgede gayrimeşru bir şekilde bulunmasına ve yaptıklarına bağlıyor. Bu arada Türkiye’nin yaptıklarının ABD’nin oyununu bozmaya yönelik olduğunu da değerlendirmiyor değil.
Kendi mezhepçi yaklaşımına karşılık Türkiye’deki hâkim zihniyetin de mezhepçi olması ve bu mezhepçilikten kaynaklanan reflekslerle, Suriye’de ortaya çıkan tüm radikal Sünni ve selefi örgütlere Türkiye’nin yardımının olduğu gerçeği İran’ı sürekli şüphelendirmektedir. Şüphelerinde haksızdır diyebilmek için beyni yıkanmış olmak gerekir.
Irak:
Türkiye’nin, dediğini yaparak, kendi Irak sınırına kadar olan bölgede Kürt devleti meraklısı Kürt unsurları bertaraf etmesi Irak devletini de çok yakından ilgilendirmektedir. Kendi kanayan yarası olan ayrılıkçı Kürtler, başta Barzani olmak üzere başından beri, Zeytin Dalı Harekâtına karşı çıkmışlardır.
Şimdilik IŞİD belasından kurtulan Irak, aslında, bölgedeki taşların yerleşmesine göre konum belirleyeceğinin işaretlerini vermektedir. Şengal veya Sincar diye tabir edilen bölgedeki PKK unsurlarının gönderildiği beyan edilmekle birlikte, Türkiye yöneticileri buna şüphe ile yaklaşmıştır. Gönderilenlerin gittiği yer yine Irak sınırları içinde olan bir başka yerdir.
ABD:
Kendini “biraz kül, biraz şiir, işte o ben” diye tanımlayan şair Ümit Yaşar Oğuzcan’ın dizelerinde dediği ve Rüştü Şardağ’ın “rast” makamında bestelediği gibi, hayli uzun zamandır beyan edilen ama nedense “beklemediği ve engelleyemediği” bir gece ansızın gelebiliriz harekâtı ile açığa düşmüş durumdadır. Her an her türlü olumsuzluğun yaşanabileceği bir sürece girildiğini kendisi de görmektedir. Hatta en son haberlerde Başkan Trump’ın Suriye’yi en kısa zamanda terk edeceklerine yönelik haberler basına yansımış durumdadır. Tıklayınız.
Acaba terk ederler mi? Bunu yanıtlamak kolay değildir. Terk edeceklerini düşünmemek akla daha uygun olandır. Suriye’den çıktıkları an Ortadoğu’ya tekrar girmeleri oldukça sorunlu olacaktır. Her şeyi hesaplayan ABD yönetiminin bu basit gerçeği hesaplayamayacağını düşünmek pek akılcı durmuyor.
ABD’nin terk edip etmeyeceği, esasında ilk olarak, kendisinin bileceği iştir. O yüzden üzerinde durmaksızın geçelim ve tam bu noktada “Türk ordusu neden Suriye’nin kuzeyine girdi” sorusunu sorup, yanıt arayalım. ABD aslında tam olarak gözüne fener tutulmuş tavşan konumuna düştü ve apışıp kaldı. Çünkü Türkiye sınırı boyunca çevirdikleri dolapları kendi ağızları ile itiraf ettiler ve bunun farkına vardıklarında kıvırdılar ama iş işten geçmişti. ABD, eylemli bir şekilde, halen dahi, Türkiye sınırı boyunca son derece büyük (30 ila 60.000 kişi), savaş yeteneği olan ve iyi eğitilmiş Kürt güçleri oluşturmaktadır. Bunlar, bu bölgede zaten var olan ve kendilerince de PKK’nın kolu olduğu resmen kabul edilen PYD/YPG unsurlarıdır. Türkiye’nin sınır boylarındaki terörist varlığını yok etmesi isteğini ve uyarılarını önemsemeksizin kendi amacına ulaşmak için hem IŞİD ile hem de eş zamanlı olarak Türkiye’yle mücadele eden güçlere güveniyor ve onları hazırlıyor. Türkiye’yi yönetenlerin kişisel politikalarının niteliklerine bakılmaksızın, hiçbir devletin böyle bir şeye izin vermeyeceği ortadadır.
Bazı çevrelerde, Zeytin Dalı Harekâtının, ABD’ye rağmen yapıldığı algısı hayli yaygındır. Zaten açık beyanlarda, ABD, karşı olduğunu her seviyede beyan etmiştir. Daha sonrası için seslendirilen Menbiç operasyonu ise ABD’nin Menbiç’teki varlığına rağmen yapılacağı düşünüldüğünde prestij açısından son derece kötü bir durumdur. Fırat’ın doğusu için seslendirileni ise ABD için çok daha fazla değer kaybettirici niteliğe sahiptir. Ama tüm bunlar için “acaba öyle mi” denmesi gereken noktadayız. Öyle bir devirde yaşıyoruz ki, soğuk savaş döneminden daha fazla gizli oyunların döndüğü ve bunların “kayda” alınmadığı bir dönem…
Zeytin Dalı Harekâtı için kaygılı olduklarını, sivillerin ölmemesini önemsediklerini ve IŞİD ile olan mücadeleyi olumsuz etkilediğini sürekli tekrarladı. Tarihe mal olmuş “sorunu yaratanın sorunu yok edemeyeceği gerçeğinden” hareket ederek rahatlıkla diyebiliriz ki IŞİD’i yaratanların IŞİD ile mücadele etmesi mümkün değildir. ABD’nin bu gibi söylemlerle algı operasyonu yaptığı açıktır. Ayrıca Suriye topraklarındaki varlık nedenini IŞİD olarak açıklayan bir ülkenin o gerekçeyi ortadan kaldırması akla yatkın değildir. Hal böyle olunca bu gerekçe yerlerde sürünmeye mahkûmdur. Zeytin dalı harekâtının hemen başlarında, Afrin’de bulunan IŞİD’li mahkûmları YPG’nin serbest bırakması ABD’nin bu söylemini hükümsüz kılıyor.
Suriye, Zeytin Dalı Harekâtına ABD’nin yeşil ışık yaktığını ileri sürüyor. Belki de haklıdır. Türkiye’nin Menbiç üzerine yürümemesi için Afrin’i teslim etmiş olabilir. Buna karşın bazı uzmanlar ise ABD’nin Kürtleri vermeyeceğini söylüyor.
İsrail:
Azılı bir Kürt sevicisi ve -kendisi de terörden çok çekmesine rağmen- terör destekçisi olan bu ülke açısından, bölgeden, Kürtlerin kovulması hoşa gitmeyecek bir gerçektir. Çünkü o bölge, kendi en büyük yalanlarından olan, “vaat edilmiş toprakları” (Arz-ı Mevud) içinde barındırıyor. Bunun için birkaç cümle kuracak olursam, bunun kocaman bir yalan olduğunu, o denilen topraklarda ve Mısır ülkesinde bu etniğin hiç yaşamadığını, kral Davut ve kral Süleyman ile ilgili tatmin edici hiçbir delilin olmadığını ama yine de buraları ele geçirmek gibi bir dertleri olduğunu söyleyebilirim. Bu topraklar için yine kendi kendilerine verdikleri gazlardan biri olan Armageddon denilen savaşı bile çıkarmaya hazırlarken, kendileri için kanlarını dökecek birilerini (Kürtler) bulduklarında bu fırsatı kaçırırlar mı? Ama öle öle Kürtlerin de bir gün gözlerinin açılacağını değerlendirmiyor değilim.
Uzun bir süredir bazen gizliden bazen açıktan Kürt Yahudiler deyimi kullanıldı. Tarihi gerçeklerle alakası olmayan bu tamlamayı uyduran İsrail uyruklulardır. Maksatları Kürtleri kullanarak istedikleri toprakları ele geçirmektir.
Suriye devletinin parçalanmasını ve o parçalardan birinin de kendi ve hamisi olan ABD güdümündeki Kürtlere ait olmasını çok arzulamaktadır. Kendisi öteden beri Suriye topraklarında işgalci olan -su deposu Golan Tepeleri- bir devlettir ama o bunu görmezden gelmektedir.
Zaman zaman sudan bahanelerle Suriye kentlerini ve ordu mevzilerini bombalamaktadır.
Fransa:
Son günlerde, birden bire, ortama giriverdi. Menbiç bölgesine askeri yığınaktan bahsediliyor. Bundan Türkiye karşıtı söylem içinde olduğunu anlamak mümkündür. Tıklayınız. Zaten öteden beri Kürt ve terör seviciliği yapmaktadır. Tüm dünya, Fransa’nın bu gibi sorunlarda nasıl davrandığını ve sonuçta ardına bakmadan kaçtığını bilmektedir. Buna Süveyş Kanalı ile Vietnam tipik örnektir. Önemli olan Suriye’deki çıkarının ne olduğudur. Suriye devleti tarafında olmadığı kesindir. Yeni bir Cezayir mi yaşatmak istiyor?
İngiltere:
İçişleri bakanının ağzından Türkiye’nin haklılığını vurgulamakla birlikte, Suriye rejiminin sonunu getirmekten bahsediyor ve öznelerden biri olarak da Türkiye’yi kullanıyor. Tıklayınız.
Almanya:
Türkiye ile olan silah anlaşmalarını, özellikle LEO 2 tanklarının modernizasyonu işini, askıya alarak ne tarafta olduğunu gösterdi. Ancak, kişisel görüşümü beyan etmem gerekirse, silah satışını askıya alması tamamen Türkiye tarafında olduğunu göstermektedir. Bu güzel bir şeydir. Çünkü 1974 yılında uygulanan ambargo sayesinde Türkiye, ASELSAN, ROKETSAN, HAVELSAN, ASPİLSAN, TAİ gibi tamamen yerli ve ulusal/milli (ümmetçilerin millisi değil) oyuncular[1] elde etti. Ancak Almanya yaptığı hatayı hemen fark etti ve çark ederek el altından silah ve mühimmat göndermenin yollarına bakmaktadır.
Hollanda:
Ülkesinde, Türkiye’deki iktidar partisince, halk oylaması öncesi tiyatro sergilenen ülkelerden biri olan Hollanda’nın hükümeti, olaya nesnel ve gerçekçi yaklaşarak dışişleri bakanının ağzından, konuyla ilgilenen milletvekillerine cevaben, doğru cümleler sarf etti:
Zeytin Dalı Harekâtı Türk-Kürt çatışması değildir. Bunun Hollanda’da da böyle olmaması gerekir. Kabinede, ülkede gerginliğin tırmanmaması için gereken görüşmeler yapılıyor. Birleşmiş Milletler (BM) Şartı’nın 51. maddesi meşru müdafaa hakkını düzenlemektedir. Türkiye’ye karşı açıkça saldırılar oldu. Türkiye’nin kendini savunması için yeterli işaretler var. YPG masum değil. Hollanda hükümeti YPG’yi hiçbir zaman desteklemedi. YPG ile PKK arasında güçlü bağlantılar var. PKK ise hem Hollanda hem de Avrupa’ya göre bir terör örgütüdür. Harekâtla ilgili kaygılarımız var ve bunun için Türkiye ile gereken görüşmeleri yapıyoruz. Fakat Türkiye’nin yaptığı harekât, uluslararası mücadeleye karşı veya yasa dışı değil. Bu durumda hareketi yargılamamız doğru olmaz.
Barzani:
Her ne kadar kendisi bir devlet değil ve teröristin ta kendisiyse de bir kenara atılamayacak bir konumda olduğu tarihsel bir gerçektir. Babası gibi kendisi de teröristtir. Irak perspektifinde olaylar bu şekilde gittiği sürece kendinden sonraki nesiller de terörist olarak hayata devam edeceklerdir. Ortadoğu’yu kana bulayanlardan biri olarak ağzına yakışmayan cümleler kuruyor:
“Çok kaygılıyız, sivillerin ölümüne yol açtığını düşündüğümüz operasyona hemen son verilmesini umuyoruz. Savaş ve şiddet tarihsel olarak Ortadoğu’daki sorunları daha da karmaşık hale getirmiştir. Bölgenin sorunları için en iyi olası çözüm, barışçıl yollardan geçiyor.”
Evet, “bak sen, neler de biliyormuş” dediğinizi duyar gibiyim. Ekleyeceğim tek şey “sen misin bu teröristi mitinglerde başrole oturtan, alkışlatan, bayrağını göndere çektiren?” olacaktır.
Barzani için de Kürtlerin bölgeden kovulması sindirilecek bir lokma değildir. Belki de konjonktür değişti ve bunların isteklerine karşı çıkıyor. Zaten ilan etmeye çabaladığı bağımsızlık midesine oturdu ve elindeki bölgesel başkanlık da gidiverdi.
[1] Her ne kadar bilim karşıtı zihniyet bu kuruluşlarda çalışan beyin takımını öldürmek ve hapis ile cezalandırmak yoluna gitmişse de arzuladığı sonucu elde edememiştir.
Hits: 41
AFRİN – 4: HAREKÂT ERKEN Mİ BİTTİ?
- 2 Nisan 2018
AFRİN – 6: BÖLGEDEKİ DEVLETLERİN AMACI
- 4 Nisan 2018