
Kıbrıs: Türkiye’nin Vazgeçilmezi!
- 15 Mayıs 2018
- Mahmut Şahin
- Başlık; Bölgesel Sorunlar
- 10
Mahmut Şahin / 15 Mayıs 2018 / ANKARA
Akıncı’dan Rumlara Çağrı
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın Kıbrıs Rum Yönetimine mayıs ayı başında yaptığı çağrı Kıbrıs konusunu tekrar hatırlattı. Her ne kadar, seçim havasına giren ülkede yeteri kadar gündemi meşgul etmese de Kıbrıs konusu Türkiye açısından yaşamsal öneme sahip bir konudur. Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı Rumlara yaptığı çağrıda 2017 yılı temmuz ayında uzlaşma olmaksızın tıkanıp sonlanan Kıbrıs konferansında Guterres tarafından sunulan çözüm planının sulandırılmadan kabul edilip edilmeyeceğini sormuş, kabul edilmesi halinde uzlaşıya varılabileceğini belirtmişti. Akıncı çağrısında “Rumlar Guterres çerçevesini sulandırmadan kabul etsin, Bunu stratejik anlaşma yaparak boşlukları dolduralım” demişti. İlgili habere buradan ulaşabilirsiniz.
Rumlar bu çağrıya ne Yanıt verdi
Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın yaptığı, “Rumlar Guterres çerçevesini sulandırmadan kabul etsin, Bunu stratejik anlaşma yaparak boşlukları dolduralım” önerisi üzerine Rum lider Nikos Anastasiadis, Akıncı’nın çağrısına cevap vererek Türkiye’den Kıbrıs’taki garantörlük hakkından vazgeçeceğini doğrulamasını istemişti. İlgili habere buradan ulaşabilirsiniz.
Guterres planındaki garantörlük ve güvenlikle ilgili kısımda ne var diye baktığımızda özet olarak şunu görüyoruz:
“Garantörlük ve asker: Türkiye’ye müdahale hakkı veren garantörlük sistemi sürdürülebilir değil. Garanti anlaşması yerine yeni bir anlaşmayla içinde garantör ülkelerin de bulunabileceği bir izleme mekanizması kurulabilir. Garantör ülkeler, askerlerin çekilmesi (Türk askeri) zamanı, takvimi, kalacak asker sayısı gibi konularda üst düzeyde anlaşmaya varacak.”
Yukarıdaki maddenin en açık anlamı Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılması anlamına geliyor ki Türkiye açısından kabul edilemez bir maddedir. Türkiye’nin güvenliği, bekası ve Kıbrıs’taki soydaşlarımızın yaşam hakları tehlikeye atılacak ve pazarlık yapılacak bir konu değildir. Kıbrıs’ın ülkemiz açısından yaşamsal önemini tekrar hatırlamak ve konuya dikkati çekmek için geçtiğimiz yıl şubat ayında yayınladığım yazıyı tekrar siz değerli okuyucuların ilgisine sunma gereği duydum.
Mahmut Şahin / Şubat 2017 / ANKARA
Kıbrıs’ın Jeopolitiği ve Türkiye Açısından Önemi
Ocak ayının dokuzundan bu yana Cenevre’de devam eden Kıbrıs görüşmeleri birçok uluslararası oyuncu tarafından toplumlar arası barış için büyük bir fırsat olarak görülse de görüşmelerin çok kolay geçmeyeceği, uzlaşmanın ve ortak bir çözüm bulmanın o kadar da kolay olmadığı çok açık. Zira İki toplumun isteklerini ortak bir noktada buluşturmak oldukça zor. Görünen o ki 1974 öncesine dönmek mümkün değil. Rum Kesimi’nin ve Yunanistan’ın tutumlarına bakınca bunu daha net olarak görebiliriz. Rumlar anlaşma için olmazsa olmaz şart olarak Güzelyurt’un tamamen kendilerine verilmesini ve Türk askerinin Ada’dan çekilmesini ileri sürüyor. Buna karşın Türk askerinin Ada’dan çekilmesi konusu Kıbrıslı Türkler ve Türkiye için kabul edilemez bir şart. 1950’lerden 1974’e kadar olan sürede Kıbrıslı Rumların yaptıklarını ve Yunanistan’ın Kıbrıs’ı kendi ülkelerine katma hayallerini düşününce Türk askerinin Kıbrıs’taki varlığının Türk toplumunun güvenliği açısından ne kadar önemli olduğu daha iyi değerlendirilir. Taraflar arasındaki tek anlaşmazlık konusu elbette güvenlik değil. Toprak paylaşımı, yetki paylaşımı, kayıplar konusu, ekonomik ve hukuki diğer konular da ciddi sorun teşkil etmekte, iki toplum arasında. Ancak insanoğlunun en temel hakkı olan yaşama hakkını temin etmenin yolu güvenlikten geçiyor. Yaşama hakkını teminat altına alacak güvenlik sağlanmadan diğer konular tali olarak kalacaktır.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen yıllardır süren müzakerelerde bir ilk yaşandı ve taraflar arasında harita takası yapıldı. Her ne kadar ayrıntılar kamuoyuna açıklanmasa da Türklerin kontrolündeki toprakların %37’den %29,2’ye çekilmesinin önerildiği kulislerde konuşuluyor. Müzakerelerde harita takasının yapılmış olması bile artık Kıbrıs’ta iki toplumlu üniter bir Kıbrıs Cumhuriyeti, 1960 anlaşmasında olduğu gibi, ihtimalini devre dışı bırakıyor kanısındayım. Görüşmelerden ne sonuç çıkacağını kestirmek şu an için oldukça güç, ama uzun soluklu bir maraton olacağı kesin, çünkü çözüme kavuşturulması gereken çok fazla konu var ve hem hukuki hem de ekonomik sonuçlar doğuracak ayrıntılarla dolu. Şu an için yüzeyde görünenler kabaca bu konular ve genellikle insanların günlük yaşamlarını doğrudan etkileyecek olan hususlar. Elbette Ada’da yaşayan insanlar için yaşamlarını huzurlu ve refah içinde sürdürmek, çocukları için iyi bir gelecek hazırlamak çok önemli ve onlar açısından birincil önceliğe sahip.
Konuya bir de Jeopolitik ve uluslararası güvenlik açısından bakarsak devletlerin çıkarlarının ve devletler arasındaki güç mücadelelerinin tüm bu insan gereksinimlerini pek de önemsedikleri söylenemez. Uzun yıllardır ülke olarak yaşadığımız sorunlara kısaca bir göz attığımızda arkalarında uluslararası güç mücadelelerini ve hegemonya savaşlarını görebiliriz. Ege sorunu batıdan, Kıbrıs sorunu güneyden, Ermeni sorunu doğudan, PKK ve Güneydoğu sorunu ise Türkiye’yi güneydoğusundan neredeyse kuşatma altına almış durumda. Bunlara, 90’lı yıllardan bu yana, Irak ve Suriye sorunları eklendi ve Türkiye’yi güneyden tehdit etmeye devam ediyor. Türkiye coğrafi olarak Dünya hâkimiyeti kurmaya çalışan emperyal güçlerin hegemonya savaşlarının kesişme noktasında.
Sahnelenen güç oyununda oyuncu çok. Bir yanda AB, bir yanda ABD ve İngiltere, bir yanda Rusya diğer bir yanda Çin ve sahnenin tam orta yerinde Türkiye. Soğuk savaş döneminde bir kenar ülke konumunda olan Türkiye, 1990 sonrası SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte merkez ve eksen bir ülke konumuna geldi. Gerek tarihi gerekse kültürel bağları nedeniyle Türkiye Balkanlar’da, Avrasya’da ve Orta Doğu’da dünya hâkimiyeti kurmak isteyen güçler için hem bir engel hem de güçlü bir ortak olma özelliğine sahip. Jeopolitik konumu itibarıyla Türkiye dünyanın en önemli enerji ve ticaret yollarını kontrol etme potansiyeline sahip. O yüzden, enerjide Rusya’ya olan bağımlılığından kurtulmak isteyen AB için Türkiye hem çok önemli bir ortak olabilir hem de çok ciddi bir rakip olabilir. Rakip ya da ortak olmak tamamen AB’nin tutumuna bağlı görünüyor. Bugüne kadar AB’nin izlediği politikalara bakacak olursak Türkiye’yi bir ortaktan ziyade rakip olmaya zorladıklarını söyleyebiliriz. AB’nin Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu, Ege sorunu ve terör sorunu konusunda Türkiye’ye karşı uyguladığı politikalar açıkça bunu göstermektedir. Türkiye güçler dengesi içerisinde Jeopolitik konumunu iyi değerlendirmek durumundadır ve uçak krizi sonrası Rusya ile ilişkilerini düzeltip yakınlaşarak Suriye sorununda öncelik alması bunun güzel bir örneğidir. Türkiye’nin jeopolitik konumu, tarihi ve kültürel bağları bunu zorunlu kılmaktadır.
Güçler dengesinde demokrasi ya da insan hakları değil güvenlik belirleyici etkendir. Ve ülkeler için; yaşamsal, ekonomik ve ticari alanlar; enerji kaynakları, pazarlar ve bunlara ulaşım yollarında güvenliği sağlamak birincil amaçtır. Ülkeler güvenlik stratejilerine göre ekonomi ve ticaret diplomasisi yürütürler, jeopolitik konumları da diğer ülkelere karşı rekabet güçlerini oluşturur[1]. Ünlü coğrafyacı McKinder’in dediği gibi coğrafya son gerçekliktir. Her şey değişirken değişmeyen tek gerçeklik coğrafyadır ve ülkelerin siyasetini belirleyen en başat etkendir. Jeopolitikten bağımsız bir güvenlik siyaseti belirlemek mümkün değildir. Coğrafi konumları ülkelere siyasetlerini dayatır da diyebiliriz. Örneğin Almanya’nın coğrafi konumu, Doğu Avrupa ülkelerini nüfuz alanına almasını zorunlu kılmaktadır. Hem güvenliği hem de yaşamsal ekonomik faaliyet alanı açısından Almanya için bu durum zaruridir. Zira AB içerisinde Almanya’nın politikalarına derinden bakarsak ki AB’nin Doğu Avrupa’ya genişlemesinde öncü rolünü Almanya oynamıştır, coğrafyanın politik etkisini çok rahat görebiliriz. Aynı şekilde Dünya hakimiyeti kurmak isteyen İngiltere’nin bir ada ülkesi olması ona denizde üstün güç olmayı, güçlü donanmaya sahip olmayı ve deniz ticaret yollarına hâkim olmayı dayatmıştır. İngiltere’nin Kıbrıs ve Akdeniz politikası bunu doğrulamaktadır.
Dünya hâkimiyeti kurmak isteyen güçlerin mücadeleleri ve bu güç mücadelelerinin içinde kalan diğer ülkelerin güvenlik siyasetleri, ekonomik ve ticari ilişkileri coğrafyadan bağımsız düşünülemez. Kıbrıs sorununu da jeopolitik değerlendirmelerden bağımsız olarak düşünemeyiz. Jeopolitik kaygılardan uzak her türlü değerlendirme eksik kalacaktır ve ülkenin güvenlik siyasetinde bir zafiyet yaratacaktır.
Kıbrıs, tarih boyunca dünya hâkimiyeti iddiasında olan güçler açısından, özellikle Doğu Akdeniz’e olan hâkimiyeti sebebiyle elde tutulması gereken stratejik bir mevkii ve kritik bir askeri üs olmuştur. Kimi jeopolitikçiler Kıbrıs’ı dev bir uçak gemisine benzetirler. Akdeniz’in en büyük adalarından birisi olması, Anadolu’yu güneyden, Orta Doğu’yu batıdan, Afrika’yı ve Süveyş Kanalı’nı ise kuzeyden kontrol altında tutma potansiyeli açısından çok stratejik bir konumdadır. Dünyanın en önemli enerji ve ticaret yollarının kesişme noktasındadır.
Kıbrıs’ın Türkiye’nin kontrolü dışında, Türkiye’ye hasım güçlerin elinde olması ülkenin güvenliği açısından önemli bir risk teşkil etmektedir ve Türkiye’nin güneyden kuşatılması anlamına gelir. Kıbrıs hem ekonomik sebeplerle hem de güvenlik açısından yaşamsal öneme sahiptir. Akdeniz’deki güçler çatışması ya da dengesinde en stratejik nokta Kıbrıs’tır diyebiliriz, sadece Akdeniz’deki mücadele alanı için değil, Avrasya’ya (Kalpgâh) uzanan yolda da kritik bir konuma sahiptir.
Elbette, Ada’da yaşayan soydaşlarımızın can güvenlikleri, ekonomik refahları ve aydınlık gelecekleri tüm jeopolitik mülahazaların ötesindedir. Ancak dünya üzerinde, tarih boyunca var olan ve halen devam eden güç çatışmaları, güç dengesi göz ardı edilemez. Biz istesek de istemesek de bu mücadelelerin tam ortasındayız ve coğrafyamızın gerekliliklerini yerine getirmek durumundayız. Kıbrıs Türkiye açısından kaybedilemez bir coğrafi gerçekliktir.
[1] Gürlesel, Can Fuat, http://arsiv.ntv.com.tr/news/47699.asp
Hits: 15
Caydırıcılık
- 2 Mayıs 2018
Savaşın Yeni Boyutları ve Yeni Çözümler.
- 16 Mayıs 2018