
AKP’NİN 24 HAZİRAN 2018 SEÇİM BİLDİRGESİ İNCELEMESİ
- 3 Haziran 2018
- Güven Kaya
- Başlık; Politika
- 26
AKP 24 HAZİRAN 2018 SEÇİM BİLDİRGESİ İNCELEMESİ
GÜVEN KAYA 03.06.2018 / ANAKARA
Henüz parlamento tarafından onaylanmamış 24 Haziran 2018 erken seçimlerine tam gaz gidiyoruz. Bu seyir esnasında, hızdan dolayı olsa gerek, birçok şeyin görülmediğini gözlemliyorum.
İşte bu maksatla; seçim bildirgelerini yayımlayan partileri mecliste işgal ettikleri ve toplumda kabul gördükleri sıralama ile irdelemeye çabalayacağım. Seçim bildirgeleri; kimse okumayacak, okuyanlar da zaten bize oy vermeyecek ve zaten bu kişiler de toplumda %0,0 (sıfır) ile tanımlanıyorlar düşüncesi ile hazırlanır ve genelde kurusıkıdan öteye gitmez.
Önce ülkenin mevcut durumda seyretmesine neden olan partiden başlıyorum. Kullanılan başlıklar bizzat kendilerinin kullandığı başlıklardır ve o başlıkların altındaki konuları irdeleyerek ilerleyeceğim.
Her sayfanın başında görülen YAPARSA YİNE AKP YAPAR ile VAKİT TÜRKİYE VAKTİ sloganları var. Bunların ilkinden yine bir şey yapmayacakları gerçeğini anlıyorum. İkincisinden ise vakit namaz vaktidir gibi bir hava alıyorum.
Genel not: Alıntılardaki (diyor kısmı) her türlü hata, alıntı yapılan metinden kaynaklanıyor, yazarın bir dahli söz konusu değildir.
GELECEK VİZYONUMUZ
Kişisel notum: 2002 yılında iktidar olan ve Türkiye’nin hava savunma sisteminin olmadığını 2012 yılında öğrenen ve bunu 2015 yılında söyleyen bir partinin ve üyelerinin, benim gözümde, gelecek vizyonu olamaz. Böylesi bir tanımlama tamamen kandırmacadır. Ama yine de bakalım.
Diyor: Korumacılık eğiliminin küresel düzeyde yükseldiği bir ortamda geçici rüzgârlara kapılmayıp dışa açık, rekabetçi, serbest piyasayı esas alan ekonomik yapımızı güçlendirerek devam ettireceğiz.
Yorumum: Ülkede değer olarak ne kaldıysa hepsi satılacak, insanımız daha fazla sömürülecek, kula ve köleye dönüşecek. Fakirlik daha fazla olacak. Zaten otoyol ve köprüleri satmak için de yetki almışlardı. Dünya da devletçilik ve haliyle ülke ekonomisini koruma eğilimi yükselirken, Türkiye tamamen sömürgecilerin emellerine açılacak.
Diyor: Gelişmiş ülkelerin gıpta ile baktığı genç ve dinamik nüfusumuzun sunduğu fırsat penceresini ekonomik büyüme açısından en iyi şekilde değerlendireceğiz. Birlikte koşacağımız gençlerimizle küresel alanda yeni başarı hikâyeleri yazacağız. Başkalarını izleyen değil, başkalarının örnek aldığı, dünyada adından söz ettiren, sonuna kadar güvendiğimiz gençlerimizle başaracağız.
Yorumum: Gençler üzerinden yabancı topraklar içinde sıcak savaşlar icra edilecek. Yani Soros’un söylediği Türkiye’nin en iyi ihraç malı ordusudur lafı bu sefer bunlar tarafından da kayda alınıyor. Boşuna değil beş çocuk yapın isteği.
Diyor: “Son 16 yılda yaptığımız atılımlarla; alt orta gelir ülke grubunda olan ülkemizi, üst-orta gelir grubuna yükselttik. Yeni hedefimiz ülkemizi yüksek gelirli ülkeler ligine taşımaktır.”
Yorumum: Kişi başına düşen milli geliri yükselttik diyorlar. Ama onun öyle olmadığı bir gerçektir. Bu konu için bakınız. Asgari ücretin 1606 TL olduğu yerde kişisel gelir o denilen rakamlara ulaşamaz.
Diyor: Kapsayıcı bir ekonomik büyüme anlayışı içinde ekonominin nimetlerini daha adaletli bir şekilde tüm toplumsal kesimlere paylaştıracağız. Bir yandan gelir dağılımını iyileştirirken, diğer yandan bölgeler arası dengesizlikleri azaltacağız. Birleşmiş Milletler İnsani gelişmişlik endeksine göre “yüksek insani gelişmişlik seviyesi”ne çıkardığımız ülkemizi, “en yüksek insani gelişmişlik seviyesi”ne ulaştıracağız.
Yorumum: Bu konu da yeterince açık anlatılmamış, kandırmaya eğilim var. Dünyada 71 numara olmak iyi gibi görünebilir ama önde 70 ülkenin olduğu da bir gerçektir. Ayrıca “en yüksek insani gelişmişlik seviyesi” diye bir şey yok, çok ile sıfatlanan var ve sadece Ankara buna ulaşmış. Yüksek olanına ise İzmir, Kocaeli ve İstanbul ulaşmış. Konuyu internetten araştırabilirsiniz. Bakınız. Bakınız.
Diyor: Geçmişte önemli medeniyetlere merkez olmuş, kültürlere ev sahipliği yapmış olan ülkemizin, bu zengin coğrafyada dünya ile entegrasyonunu artırarak komşularıyla birlikte kalkınma sürecini hızlandırma çabasında olacağız.
Yorumum: Eski tas eski hamam devam edecek. Bakınız Suriye ile olan ilişkilere.
Soruyorum: 16 yıldır iktidarda olanlar, bugüne kadar yapmadıklarını, süresinin ne olacağı belli olmayan dönemde mi yapacak? Kimse bizi kandırmaya çalışmasın.
YENİ YÖNETİM MODELİ
Diyor: Ülkemizde her ne kadar ilk parlamento Meşrutiyet döneminde ortaya çıkmışsa da, gerçek anlamda 1950 yılında çok partili hayata geçişle birlikte demokratik bir yasama sürecinin temelleri atılmıştır.
Yorumum: buna yorum yapmıyorum, tamamen pislik atmaktır ve neyin devamı olduğunu itiraf etmektir.
Diyor: Güçlü meclis.
Yorumum: Tamamen kandırmaca. Kanun hükmünde kararname çıkarılan sistemlerde meclis güçlü olamaz. Bu yüzden bu madde ile ilgili konularda yorum yapmıyorum. Dikkat ediniz bu seçim için bile meclisten çıkarılması gereken kanun çıkarılmadı. Bu seçim bile kanunsuz. Bakınız. Bakınız.
Diyor: Güçlü hükümet.
Yorumum: Tek kişilik hükümet. Tam olarak bu sisteme geçilmeyen dönemde yapılanlara bile bakarak, gidişin daha kötü sonuçlara doğuracağını zekâ seviyesi 89 ve altındakiler de görebilir. Çünkü AKP genel başkanı, geçmişte elde edemediklerine, ulaşamadıklarına karşı kin ve nefret besleyen bir yapıya sahiptir ve o kurum ve kuruluşlar ile şahıslara elinden gelen kötülüğü yapabilmektedir. Bakınız.
Diyor: Bağımsız ve tarafsız yargı.
Yorumum: Tamamen bir kişiye bağlı ve taraftar bir yargı. Bu yargıya güvenmiyorum diyen AKP’nin, yargıyı bağımsız ve tarafsız olarak nitelemesi o yargının artık tamamen AKP’ye bağlı ve onun tarafında olduğunu görmek mümkündür. Bakınız. Gelinen noktada yargıya güvenen insan sayısının çok az olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek.
GÜÇLÜ DEMOKRASİ
Demokrasiye “gidecekleri istasyona ulaşmayı sağlayan tramvay” gözüyle bakanların güçlü demokrasi demeleri kadar çirkin bir şey yoktur. Bu durumda bunu “güçlü tramvay” olarak anlamak mümkündür. Çünkü içinde daha fazla kandırmaca istiyor olabilirler.
Yorum yapmadan geçeceğim bu bölümün, okuduğunuzda, tamamen kandırmacaya yönelik olduğunu ve soyut kaldığını göreceksiniz.
Yapmayacakları ve ilerleme kaydetmeyecekleri bir alandır bu alan. Çünkü bir dinin var olabilmesi hoşgörüsüzlüğe dayanır. Demokrasi ise hoşgörü zeminidir. Zaten dinlerde hoşgörü olsaydı orta yere sık sık yeni bir din atılmazdı, ilk çıkan ile idare edilirdi. Yine dinlerde hoşgörü olsaydı mezhepleşme, tarikatlaşma, cemaatleşme, klikleşme olmazdı. Haliyle din ile hemhal olan birinden hoşgörü beklemek pozitif akla uygun değildir.
Bu bölümü; Haklar ve özgürlükler, Din ve devlet ilişkisi, Katılımcılık ve sivil toplum, Şeffaflık, Güven veren adalet, Güven içinde yaşama alt bölümlerine ayırarak neler yaptık neler yapacağız diye de yapılanları sayıp, yapılmayanlar için ise yapılacak sözü verilmiş. Ben, yaşamsal değer olarak, “yalan söyleyen ağızdan ziyade duymak isteyen kulakların” suçlu olduğuna inanırım.
İNSAN VE TOPLUM
Çokça kullandıkları insan merkezli nitelemesini burada da kullanıyorlar. Sanki daha öncekiler hayvan veya bitki merkezli yapmıştı. İnsan merkezli söylemi, esasında, kendilerinden öncekileri aşağılamak ve “ey ahali bakın onlar size hayvana davranır gibi davrandı” demeye getirerek karalamak için kullanılmaktadır. Yine çokça kullandıkları ama asla orada olmadıkları ileri demokrasi veya demokratik nitelemesini de kullanarak kandırmacaya devam ediyorlar.
Haklar ve Özgürlükler
Diyor: İkinci olarak ise, eğitim sistemimizi insani, fiziksel, bilimsel ve teknolojik altyapı açısından geçmişle mukayese edilemeyecek ve çağdaş dünyadaki standartları yakalayacak şekilde geliştirdik.
Yorumum: Tamamen tersi. Her şeyde olduğu gibi bu saydıklarında da öğrencilerimiz en geriden geliyor.
Diyor: Eğitimde adalet temel düsturumuz oldu. Zorunlu eğitimi, 3 kademeli olmak üzere 12 yıla çıkardık ve müfredatı bu doğrultuda değiştirdik. Değerlerimize sahip çıkan, demokrasi hukuk devleti ve adalet gibi değerlere vurgu yapan yepyeni bir müfredat hazırladık. Müfredat içerisinde ayrıştırıcı ötekileştirici unsurları, açık ve örtük mesajları kaldırdık.
Yorumum: Tamamen kandırmaca. Zorunlu eğitim 12 yıl mı? Yani lise de mi zorunlu? Bunun yanında kendi koydukları mesajları ise anlatmıyor. Bu arada, pardon demokrasi, hukuk demişken laiklik nereye gitti?
Eğitimde bilgiye erişmeyi ve gelişmeyi bilgisayara bağlıyorlar. Oysa o seviyelerde bilgisayar eğitimi gerileten bir unsurdur.
Aslında bu bölümün neler yaptık kısmında anlatılanların büyük bir kısmı eğitim ve öğretimi nasıl yok ettiklerinin bir tablosudur. Neler yapacağız kısmında anlatılanlar ise o tabloda eksik kalan yerlerin tamamlanmasıdır. Değil midir ki “geçmiş geleceğin aynasıdır.”
Diyor: Milli Eğitim Bakanlığımız tarafından yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın ve soydaşlarımızın çocuklarına yönelik açılan okul sayısını 2002-2017 döneminde 23’ten 63’e yükselttik. Bu konuda daha hızlı ha reket edebilmek için Türkiye Maarif vakfını kurduk.
Türkiye Maarif Vakfı 22 ülkede 113 okul açmıştır. Bu okulların 80 tanesi FETÖ/PDY iltisaklı kurumlardan devir alınmış, 33 tanesi ise yeni açılmıştır.
Yorumum: Fetö gitti, Metö geldi, Fetö gitti Setö geldi olacak kısa zaman sonra. Maarif vakfının mütevelli heyetini incelediğinizde siz de aynı anlayışa ulaşacaksınız.
Kültür ve Sanat
Bu bölümü “Değil midir ki geçmiş geleceğin aynasıdır” diye yazıp geçecekken içinde olduğum bir konunun nasıl saptırıldığını gördüm ve irdelemek istedim.
Diyor: Türkçe’nin dünyaya tanıtımı için büyük bir gayret gösterdik. Son 16 senede uluslararası standart numarası alan (ISBN) kitap sayısını 4 katına çıkararak 60 bine yükselttik.
Yorumum: Bunu kendileri yapmadı. O zaman içinde açılan yayınevleri ve o yayınevlerinde eserlerinin yayımlanmasını isteyen yazarların sayesinde oldu. Aklı başında olan herkes, daha yayımlanmamış kitabın toplatıldığını ve basımının yasaklandığını gördü. Bunun yanında piyasaya çıkmış birçok eserin yasaklandığını ve toplatıldığını da gördü. Kimi kandırıyorsunuz? Kandırmak istediğiniz kesim belli. O kesim zaten sizin gibidir ve kitap okumaz. Özetini de okumaz. Bırakın okumayı elini dahi sürmez.
Aktüel not: Daha birkaç gün önce, bu ülkenin önde gelen yayınevlerinden DOST KİTAP’ın Kuğulupark Mağazası kapandı.
Bu ülkede kitabı satın alarak okuyanın %2 (iki) olmadığını hatırlatmak isterim. Eser yazarının ise %0,0 (sıfır) seviyesinde olduğunu da… Eğer adı geçen dönemde insanlar daha fazla eser üretmişse bu geçmiş 15-20 içinde oluşmuş demektir. Bir eser verebilmek için en az 1200 civarında eser okumak gerekiyor. İkincisi için ise en az 100-150 daha gerekiyor. Bu böyle devam eder gider. Eserlerin yasaklandığı ve toplatıldığı dönemden yazar ve şairin çıkacağını iddia etmek abestir. Zaten bunun sonucu önümüzdeki 10-15 yılda görülecektir.
Dediğim gibi bu da dostlar alışverişte görsün babından yazılan bir bölüm olmuş.
Sağlıklı Nesiller
Bu bölümde zaten yapılması gerekenleri yaptıklarını anlatıyor ama sonuçlarının ne olduğundan dem vurmuyor.
Bunun yanında hastaları kapitalizmin kucağına attığını da itiraf ediyor ama aslında başka bir şey söylerken yapıyor bunu: Özel hastaneleri sisteme entegre ettik. Vatandaşlarımızı özel muayenehanelerdeki yüksek ücretlere mahkum olmaktan kurtararak, özel sağlık tesislerinde hizmet alır hale getirdik.
Yaptıkları bölümünde şöyle diyor: İllerde uyuşturucu ile mücadele çalışmalarının takibi için “Uyuşturucu ile Mücadele İl Koordinasyon Kurulları” oluşturduk. İllerimizde uyuşturucu ve diğer bağımlılık yapıcı ürünlere yönelik tedavi ve rehabilitasyon hizmetlerini yürütmek üzere 2017 yılı sonu itibarıyla 37 AMATEM ve 7 ÇEMATEM merkezinde 1.035 yatak ile hizmet veriyoruz.
Yapacakları bölümünde ise böyle diyor: Bağımlılığa yönelik rehabilitasyon hizmeti vermeye başlayıp, 30 ilde yaygınlaştıracağız. 28 olan AMATEM sayısını 32’ye, 7 olan ÇEMATEM sayısını 11’e yükselteceğiz.
Yorumum: Yaptıkları bölümünde 37 AMATEM var diyor, yapacakları bölümünde ise 28 olanı 32’ye çıkaracağız diyor. Ne yapıldığının kendileri bile farkında değil. Ayrıca sanki iki ayrı kişi yazmış gibi. Hal böyle olunca bu bölümün kalan kısmını okur musunuz? Ben okudum, ne yazık ki… Daha kötüsü madde kullanımını engelleyici tedbirlerden bahsedilmiyor, rahatsızlananı ve tedavi isteyeni ilgilendiren tedbirlerden bahsediliyor. Kullanımını engellemek daha doğru ve ucuz bir yöntemdir. Bir ara gündemi meşgul eden bonzai meselesi vardı, bu kimin zamanında ortaya çıktı?
Bu arada zaman içinde karşımıza bir sömürü yuvası olarak çıkacak olan şehir hastanelerinden hiç bahsedilmiyor.
Gençlik
Diyor: Bize göre gençlik; düşünmeli, sorgulamalı, yeniliğe ve gelişmeye açık, farklılıklara saygılı, ahlaki değerlere sahip, sorumlu, bilgili ve özgüven sahibi olmalı ve karar alma mekanizmalarına dâhil olarak geleceğimizi şekillendirmede aktif rol almalıdır.
Yorumum: Tamamen kandırmaca. Neden mi? Farklılıklara saygı diyenlerin Alevilere saygı göstermediği çok iyi biliniyor. Karar mekanizmalarına dâhil olarak geleceği şekillendirmekten bahsedenler 18 yaşındaki bir kişiyi bile seçilebileceği yere koymadılar.
Öğrenim seviyelerine göre verilen bursların düşük olanları 2002 yılına, yüksek olanları ise 2018 yılına aittir. Ama bunu öyle bir anlatıyorlar ki -burada da hedef yine bilgisizlerdir- o miktarları hemen 2002 yılında o seviyeye çıkartmışlar. Siz 2002 yılında ABD, AB, İsrail ve Siyonistler ile oturarak neler yapacağınızı konuşup, duruyordunuz. Bilmeyen mi var?
Diyor: Spor kulübü sayısını 2 katına, lisanslı sporcu sayısını 22 katına çıkardık.
Yorumum: Dahası üstüne soruyorum: Dopingli sporcu sayısını kaça katladınız? Şampiyon olup da dopingsiz çıkan oldu mu? Pardon nerede kaldı yukarılarda bir yerde bahsettiğiniz ahlak kavramı? Bu anlatılanları seçmen kitleniz yalar yutar ama farkında olan insanlar yemez. Çünkü dinlerin ahlak vaaz etmediğini bilirler. Bilimsel ahlaktan yanadırlar ve sizi ahlaken yargılayacak sınırsız derinliğe sahiptirler.
Bu konunun da “neler yapacağız” kısmı öncekilerden farklı değil. Bozuk olan tabloyu daha fazla bozmaya yöneliktir.
Kadın
Diyor: AK Parti olarak iktidarlarımız döneminde kadınlarımıza hak ettikleri değeri verdik ve ülkemizin gelişme sürecinde rollerini güçlendirdik. Kadınlarımıza yönelik birçok reformu bu dönemde gerçekleştirdik.
Yorumum: Son 16 yılda kadınlar daha fazla taciz edildi, daha fazla tecavüze uğradı, daha fazla dövüldü, daha fazla haysiyeti kırıldı, daha fazla eve kapatıldı… Yani hak ettiği değeri verdik dedikleri bu olsa gerek. Sormak gerekmez mi bunların neresi reform diye.
Kadınları başörtüsü takmak zorunda olan yaratık gözüyle gördükleri için tüm algıları ve iradeleri o yönde gelişmiştir.
Aile, Çocuk ve Dinamik Nüfus
En çok çocuk taciz ve tecavüzünün bu dönemde ortaya çıktığını belirtmek isterim. Yine bu dönemde çocuk yurtlarındaki yangın, sömürü, işkenceleri de hatırlatmakta fayda var.
Tüm diğer konularda olduğu gibi yaptık denilenlerin hepsi zaten yapılmak zorunda olan işlerdir. Bunlar nefes almak, içmek, yemek gibidir. Bunları yaptığınızda kendinizi başarılı mı sayıyorsunuz? Eğer öyleyse size, gidin ölüme yatın. Çünkü insan bu değildir. İnsan başkası için var olduğunu anladığı sürece insandır.
Diyor: Evlat edindirme kapsamında 16 bin çocuğumuzu aileye kavuşturduk. Koruyucu aile kapsamında ise 2002 yılına nazaran çocuk sayımızı 520’den 5.878’e ulaştırdık. Son 16 yıl içerisinde kurum bakımındaki 14 bin çocuğu ailelerinin yanına döndürdük.
16 yıl öncesinde sayısı 3 olan çocuk evleri sitesini 108’e çıkardık. Çocuk evleri uygulamasını başlatarak 1.195 çocuk evi sayısına ulaştık. 2017 yılı itibarıyla çocuk evlerinde hizmet verilen çocuk sayımız 6 bin 343’e yükseldi.
Yorumum: Ne büyük bir çelişki. Sanki bir paragrafı başkası, diğerini bir başkası yazmış. Bir yanda azaltılırken öte yanda çoğaltılıyor…
Yoksullukla Mücadele ve Sosyal Koruma
Diyor: AK Parti olarak, ekonomik ve sosyal politikalarımızı sosyal adalete öncelik veren insani kalkınma anlayışımız çerçevesinde belirlemekteyiz.
Bizim için her bir insan değerlidir ve her bir insana karşı sorumluyuz. İnsan refahının artırılmasını, bulunduğu toplumda adil ve asgari bir gelir sunulmasını temel vazife olarak görüyoruz. Bu amaçla yoksulluğun ortadan kaldırılmasını, ihtiyacı olan herkese sosyal destek sunulmasını, sosyal desteklere duyulan ihtiyacın azaltılmasını ve gelir dağılımının daha da iyileştirilmesini temel görevlerimiz arasında görüyoruz.
Yorumum: Birkaç yıl önceki Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanı hanımefendi “emekliler alması gereken maaştan %60 eksik alıyor” demişti. Şunu demek istemişti: Emekli biri 1000 TL alıyorsa biliniz ki bu esasında en az 1600 TL olmalıdır. Bunu bir de çalışan açısından düşündüğümüzde ortaya çıkan tablo yukarıdaki cümleyi kökünden geçersiz kılıyor. Dolayısıyla bu bölümde yaptık denilenler, yapacağız diye yazılanlar bir anda askıda kalıyor.
Çalışma hayatı
Bu bölümün neler yapıldı denen kısmını okuduğunuzda işsizliğin %0,0 olduğunu, sendikalaşmada öncü parti olduklarını, herkesin gıpta ile baktığı bir çalışma hayatının sürdüğünü, yaşanan maden ocağı katliamlarının bu dönemde olmadığı, işçi-işveren ilişkisinin mükemmel olduğu hissine kapılırsınız. Ancak gerçekler hiç de öyle değil. Sendikalı olanlar işyerinden kovuluyor. İşsizlik %15 ve yukarıyı zorluyor ama oralı değiller, işsizliği düşürmekten hiç bahsetmemişler. Madenlerde hala içler acısı durum hüküm sürüyor.
Sosyal Güvenlik
Diyor: Üç ayrı sosyal güvenlik kurumunu (SSK, BAĞ-KUR ve Emekli Sandığını) tek çatı altında topladık. Sosyal güvenlik kapsamını genişlettik; eşit, kolay ulaşılabilir hale getirdik.
Yorumum: Değişen bir şey olmadı. Bağ-Kurlu yine aynı kapsamda, emekli sandığı da yine aynı kurallara bağlı, kapsam değişmedi. Üç sigorta kurumu bir yasaya bağlandı birine 4a, diğerine 4b, sonuncusuna da 4c dendi. Mayına basarak bacağını kaybeden emekli sandığı emeklisi ile kendi çiftliğinde çalışan ve bağ-kur çiftçi faslından emekli olan hiç aynı olur mu?
Diyor: Sağlığa erişimi kolaylaştırdık. Bir kişinin hekime müracaat sayısı 2002 yılında yıllık 3,2 iken, genel sağlık sigortasının tüm vatandaşlarımızı kapsama alması ve istenilen hastaneye başvuru imkânının getirilmesiyle 2017 yılında bu rakamı 8,6’ya yükselttik.
Yorumum: Bu cümleden bunların dediğini anlamıyorum, milletin daha fazla hasta olduğunu anlıyorum. Onlar diyor ki millet hastaydı ama hastaneye ulaşamıyordu. Öyle bir şey yoktu. Giden imkânlar ölçüsünde tatmin edici bir şekilde tedavi oluyordu. Şimdi ise giden bir kez daha, bir kez daha gitmek durumunda kalıyor. Halk iyi tedavi edilmediğinden sürekli hasta ve sürekli doktor kapısı aşındırıyor.
Diyor: Sosyal güvenlik sistemimiz güçlü bir mali pozisyona sahip oldu. SGK’nın prim alacaklarında yapılandırmaya gittik. Prim gelirlerinin emekli aylıkları ve sağlık giderlerini karşılama oranı 2002 yılında yüzde 63 iken, 2017 yılında bu oranı yüzde 72,3’e çıkardık. Açığın GSYH’ya oranı 2002 yılında yüzde 2,3 düzeyinde iken, bu oranı 2017 yılında yüzde 0,7 düzeyine indirdik
Yorumum: Basına yansıdığı kadarıyla SGK emeklilere maaş ödeyemez duruma geldi gelecek korkusu baş göstermiş durumda ve bu yukarıda bahsedilen ile hiç ama hiç örtüşmüyor.
Ayrıca bu konuya ayrılmış bölümü okuduğunuzda emek sarf etmeden sigortalı olanların alınteri ile sigortalı olanlardan göreceli olarak daha iyi konumda olduğunu hissedersiniz. Tembelliğin önü açılmış durumdadır.
İSTİKRARLI VE GÜÇLÜ EKONOMİ
İşte her şeyin başladığı -eskilerin dediği gibi zurnanın zırt dediği veya dananın kuyruğunun koptuğu- yere geldik.
Işıldağı yakıp olaylara öyle bakalım: İstikrarlı ve güçlü ekonomi tam bağımsız ekonomiden geçer, dış ülkelerden alınan kredilerden geçmez. Türkiye’nin dış borcu 460 milyar doları geçmiş durumdadır. Böyle bir borç yükü ile istikrardan ve güçlü ekonomiden bahseden kişiler çıldırmış olmalı diye düşünülür.
Zaten erken seçim kararı alınmasına gerekçe olan da, seçim sürecinde dahi yurt dışına heyetler gönderip borç para aranmasına yol açan da ekonominin kontrol edilemez bir şekilde kötüye gitmesi değil midir? Ağızlarından hiç düşürmedikleri kelime ile bir cümle kurarsak “istikrarlı bir şekilde ekonomiyi karaya oturttular.” Bu bağlamda devam edebiliriz: İstikrarlı bir şekilde sanayi üretimi düştü. İstikrarlı bir şekilde dışa bağımlılık arttı. İstikrarlı bir şekilde ithal etmeden ihraç edemez hale gelindi ve ithalat her seferinde arayı açtı. İstikrarlı bir şekilde “milli ve yerli” para güçsüzleştirildi. İstikrarlı bir şekilde borçlar arttı. İstikrarlı bir şekilde millet fakirleşirken, birileri zenginleşti.
Büyüme ve makroekonomik istikrar, ödemeler dengesi, enflasyon ve para politikası, mali piyasalar ve finansal hizmetler, mali disiplin, kayıt dışılığın azaltılması, özelleştirme, tasarruflar, yatırımlar ve iş ortamı, istihdam, girişimcilik ve kobiler, ticaret, turizm gibi alt başlıklarda incelenen bu bölümde “neler yaptık ve neleri yapacağız” yaklaşımında kurulan her cümleyi herkes çok rahatlıkla olumsuz olarak eleştirebilir. Çünkü o yaptık denilenlerin dedikleri gibi olmadığı, yapacağız dediklerinin ise yaptık dediklerinden daha farklı olmadığı ortada. Bunu hem kendileri görüyor -düzelteceğiz diyorlar- hem de ekonominin olumsuz gidişinden etkilenen herkes görüyor ve derinden derine yaşıyor. Nasıl yaşamasın? Bir ülkede asgari ücret 1.606,00 lira (325 $) olur ve bu da her geçen gün dolar karşısında erirken, dahası ülkede satılan her malın maliyetleri dolar ile ölçülürken, pek tabi ki geliri sabit dururken gideri sürekli yükselen insanlar bu olumsuzlukları nasıl yaşamasın? Deniyor ki satın alma gücü paritesine göre (SAGP) kişi başı gelir 21.000,00 USD seviyesindedir. Buna inanan var mı? Bu ne demektir biliyor musunuz? Kişi başı yıllık 100.000 TL demektir. Dört kişilik aileye giren para 400.000 TL demektir. Emeklilerin çok büyük bir kısmı asgari ücretten daha az maaş alıyor ve tek gelirleri maaşlarıdır. Ülkede çok büyük bir kesim asgari ücret seviyesinde gelire sabit. Hal böyleyken hala kişi başı gelir 21.000,00 USD deniyorsa biliniz ki ülkede birileri, hem de sayısal olarak hayli fazla olan birileri, inanılmaz ölçüde para kazanıyor ve o küçücük parayı denilen seviyeye çekiyor… İşte, gelir adaletsizliği toplumların değişime giden yola girmesine neden olan en önemli gerekçedir. Herkes buna hazır olsun. Bakınız.
Dış satımda övündükleri rakamlar hep yabancı firmalara aittir. Bunların gelirleri kendi ülkelerine gider, vergi ise tahakkuk etmez. Çünkü gider gösterirler. Vergiden kaçınmazlar, aleni kaçırırlar.
Yerel para birimini dışalım ve satımda kullanacağız diyorlar. Bu mümkün değil. Kullanılacak para veya paralar uluslararası geçerli olacak, hem güçlü olacak hem de birilerinin dolar kullanılmamasına göz yumması gerekecek. İran petrolü doları ($) terk ederek Euro (€) kullanayım dedi, başına gelmedik kalmadı. Çin ile petrol satımını Yuan üzerinden yapıyor ama kendi parası itibarlı değil.
Diyor: AK Parti olarak devletin, asli görevleri olan temel kamu hizmetlerine ve özel sektör tarafından yüklenilemeyecek altyapı yatırımlarına yönelmesini, işletmecilik rolünün sonlandırılarak ekonominin piyasa mekanizmaları tarafından yönlendirilmesini hedefliyoruz.
Yorumum: kamuya ait ne var ne yok satılacak diyor. Bunun manası piyasa kontrolünü yabancı devlere bırakmaktır, gelecek olan vergiden vaz geçmektir, elde edilecek karı yabancıya vermektir, piyasa dalgalanmalarına karşı ekonomiyi dengede tutamamaktır… Dahası millete ait olanı, kendi kişisel bağnazlıkları doğrultusunda harcamaktır.
Diyor: 1985 yılından 2002 yılı sonuna kadar satış ve devir işlemi tamamlanan özelleştirme uygulamalarının toplam tutarı 8,1 milyar dolar iken, iktidarlarımız döneminde şeffaf yöntemlerle ve daha yüksek değerler oluşumuyla toplam 61,2 milyar dolar tutarında özelleştirme gerçekleştirdik.
Yorumum: Depodaki malın ederi fiyatına satılan kamu mallarının da içinde olduğu özelleştirmeden elde edilen 61,2 milyar dolardan daha fazlası o işletmelerin vergisi ve karından elde edilirdi.. İşte bundan ve dış ekonomik güçlere karşı dik durmaktan, tam bağımsızlık yolunda ilerlemekten, sömürgecilere karşı güçlü hamle yapmaktan vaz geçilmiştir. Sorulduğunda ise yerli ve milli olduklarını beyan ederler. Araştırıldığında görülecektir Norveç’te kamunun payı %50 den, ABD’de ise %40’dan daha fazladır. Diğer önde gelen devletlerde ise bu pay genel olarak %35-50 arasında seyretmektedir. Bunlar ülkeyi sömürge konumuna götürmek için kendilerini oraya getirenlerin istediği her şeyi yapmıştır. Sömürge konumuna giden yol tam bağımsızlıktan vazgeçmekten geçer. Tam bağımsızlık ise ilk olarak ekonomik bağımsızlıktan geçer. Geliri olmayan kişi nasıl dilenir ve her şeyi istismar edilirse ülkeler de aynı şekilde muamele görür.
Geçilmeyen köprüye, kullanılmayan hava alanına, doldurulamayan şehir hastaneleri için eksik kalan kota miktarınca para ödemeyi taahhüt edenlerin ekonomi alanında yaptığı bir şey olmadığı gibi yapacağı bir şey de yoktur. Ekonomide, milletten yana olmayan ekonomi bilmezlerin verdiği sözler tamamen kandırmaya yöneliktir ve asla gideni geri getirmez. Bunların dediklerinin hepsinin üzerini çizmek en akılcı siyaset olacaktır.
STRATEJİK SEKTÖRLER VE YENİLİKÇİ ÜRETİM
Bilim-teknoloji ve arge, dijitalleşme, imalat sanayii, savunma ve havacılık sanayi, enerji ve madencilik, gıda ve tarım, ulaştırma ve lojistik alt başlıkları ile propagandası yapılan konularda, son 16 yıldır bu ülkede yaşamadığımız, dışarıdan geldiğimiz ve geldiğimiz bu yer hakkında brifing alıyormuşuz gibi davranılmış.
Savunma ve havacılık sanayi başlığı altında sayılan projelerin 1990’lı yılların ürünü olduğunu kendi seçmen tabakası asla öğrenmeyecek çünkü onların o modu kapalı. Enerji ve madencilik başlığı altında isterdim ki “yeni” petrol ile maden yasası da anlatılsın ve ülkenin yeraltı değerleri nasıl peşkeş çekiliyor ortaya dökülsün…
Yine aynı şekilde gıda ve tarım başlığı altında anlatılanlara tohumun İsrail’e bağımlı kılındığı, ekmeğin pardon buğdayın, etin, samanın ve birçok gıda maddesinin dışarıdan alındığı eklensin isterdim.
ÇEVRE, ŞEHİRCİLİK VE YEREL YÖNETİMLER
Çevrenin ve doğal kaynakların korunması, küresel ısınma ve iklim değişikliği, şehircilik ve yerel yönetimler, mekân planlaması ve imar, kentsel dönüşüm ve konut, kentsel altyapı, afet yönetimi, refahın bölgelere dengeli dağılımı, kırsal kalkınma alt başlıkları ile anlatılmış.
Herkes şehirlerde ve köylerde yaşadığı için buralardaki hayatın nasıl olduğunu biliyor, anlatmaya gerek yok ve nelerin yapıldığını, nelerin yapılmadığını ve nelerin bozulduğunu pekâlâ görüyor. Esasında 16 yıldır sürdürülen ciddi bir rantçılığın imar, çevre, kentsel dönüşüm üzerinden yapıldığını da yine herkes pekâlâ görüyor.
Bunların yanında bir örnek ile çevreye nasıl bir gözle baktıklarını anlatalım yine de.
Diyor: Çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) süreçlerini basitleştirdik. Bu kapsamda, işlemleri elektronik ortama aldık ve mevzuatta yapılan düzenlemelerle bürokrasiyi azalttık, yatırım ortamını iyileştirdik.
Yorumum: Denilenden anlaşılacağı üzere dertlerinin çevrenin korunması olmadığı, çevreyi katledeceklerin işlerini daha hızlı ve rahat yapmasının olduğu ortaya çıkıyor.
Gelişmişlik düzeyi yüksek olan yerlerden oy alamıyoruz diyen bu zihniyet, bütün köy ve mahalleleri il çatısı altına toplayan ve gelişmemiş yerlerden oy alarak belediye başkanlığını kaybettirmeyen bütün şehir yasasını çıkartmıştır. Bu yasanın asıl nedeni illerdeki belediye başkanlıklarını kaybetmemektir. Zaten bu yasa olmasaydı son belediye seçimlerinde İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanlıkları muhalefet partilerinin eline geçecekti. Bu da kırsala nasıl baktıklarına bir örnektir.
DIŞ POLİTİKA VE MİLLİ GÜVENLİK
Türkiye’nin komşuları ile olan belli başlı sorunları Ege adaları, fır hattı, kıta sahanlığı, karasuları, Kıbrıs, açık denizler, sınır aşan sular, Türk azınlıklar gibi herkesin bildiği konulardır. Bu bölümde bunlardan bahsedilip bahsedilmediğine bakmamız gerekiyor. Hep beraber bakalım:
Sadece Kıbrıs ile ilgili bilgi var. Önce yapılanı alıntılayalım:
Diyor: “Kıbrıs Türk Halkının uluslararası toplum içerisindeki haklı yerini alabilmesi, temel önceliklerimizden biri olmuştur. Bir taraftan Kıbrıs’ta kalıcı ve adil bir barışın tesis edilebilmesi için bugüne değin gerçekleştirilen tüm uluslararası çabalara destek olurken diğer taraftan barış gerçekleştirilene kadar da Kıbrıs Türk Halkının yanında olmayı sürdürdük.
Sonra da yapılacak olanı alıntılayalım:
Diyor: Kıbrıs Türk halkının yanındayız. KKTC’nin ekonomik altyapısının güçlendirilmesi ve refahının arttırılması için bugüne kadar kararlılıkla attığımız adımlara devam edeceğiz. Kıbrıs’ta, her iki halkın siyasi iradelerini ve Ada’nın ortak sahibi olmalarını temel alan müzakere edilmiş adil ve kalıcı bir çözüm için garantör ülke olarak yapıcı katkımızı sürdüreceğiz.
Her iki denilen ile ilgili olarak bir yorum içerisine girmeyeceğim. Çünkü her şey apaçık ortada duruyor.
Diyor: İktidarlarımız döneminde, ülkemizin menfaatleriyle uyumlu vizyoner ve gerçekçi bir dış politika geleneğini kurumsallaştırdık. Türkiye olarak dünyanın daha iyi yaşanabilir bir siyasi düzene kavuşması için üstümüze düşen sorumlulukları fazlasıyla yerine getirmeye çaba sarfettik.
Yorumum: Bakınız Libya meselesine. Bakınız Suriye meselesine. Bakınız Yunana kaptırılan 18 adet ada meselesine. Bakınız Kıbrıs’ın sömürgecilerin kucağına atılması meselesine. Demek ki bu şekilde davranmak “ülkemizin menfaatleri” ile uyumluymuş. İşte burada sormak durumundayım: ülke menfaatlerine mi uygun yoksa kişisel menfaatlere mi?
Yaptık denilenler ile yapacağız denilenler incelendiğinde, bunların birbirleri ile çelişen konular olduğunu anlamak fazla gecikmiyor. Bunların büyük bir çoğunluğu, ülkeyi, uluslararası ilişkilerde açığa düşürecek niteliğe sahiptir. Mesela bir yandan Rusya’ya yanaşıp dostluk kurmaya çabalarken, diğer yandan artık Rusya’nın en azılı düşmanı olmuş olan Ukrayna’ya stratejik ortak deniyor. İnsanın tam da bu noktada, güncel deyimi ile “ne içiyor la bunlar” diyesi geliyor ama ben demiyorum.
24 HAZİRAN SEÇİMLERİNE DOĞRU
Bu bölüm de bildirgenin kapanış bölümü oluyor ve onlarca yapılacaktan bahsediliyor ve kendime verdiğim görev bitiyor. Bahsedilen yapılacakların çok küçük bir kısmını yapacaklarını ama içinde medeniyet ve kültür barındıranları yapmayacaklarını biliyorum. Çünkü kindar ve dindar nesiller yetiştirmek isteyenlerin eline silah almayı düşünmekten, çok çocuk yaptırıp bunları asker edip ölmelerine seyirci kalmaktan başka yapacakları bir şey yoktur.
DEĞERLENDİRMELERİM
Tüm bu anlatılanların içinde stratejik hiçbir şey yok. Hepsi teknik ayrıntı ve kandırmaya yönelik. Orta yere konan ülkenin bulunduğu coğrafyadan ve sahip olduğu değer ve kavramlardan kaynaklanan bir strateji, politika, jeostratejik ve jeopolitik yaklaşım yok. Çünkü bunlar ülkenin ve ülkenin sahip olduğu değerlerin farkında olmadıkları gibi neyi nasıl yaptıklarının da farkında değiller. Bir hatayı veya yanlışı düzeltmek teknik bir konudur ve yapılmalıdır. Ancak bunlar 16 yıldır teknik konuları büyüterek anlatıp durdular. Bunu yaparken de teknik ayrıntılara çokça girdiler. Teknik ayrıntı nitelemesi literatürde palavra manasına gelir, hatırlatayım…
Yazılanlar incelendiğinde;
Yazmış olmak için yazılmış gibi,
Propaganda kokuyor ve düşünemeyen, algısı bozuk insanlara yönelik duruyor,
Yapılamayacaklar konu edilmiş,
Zaten yapılmak zorunda olunanlar başarı gibi anlatılmış,
Gereksiz rakamlara boğulmuş,
Kişilerin araştırmayacağı düşünülüp, ayrıntılarda çokça kandırmaca kapsadığını görüyoruz.
AMA ASLA KAYNAK BULMAKTAN VEYA YARATMAKTAN BAHSETMİYORLAR. Kaynak bulmaya özelleştirme bölümünde biraz yanaşmışlar. O da, tahmin ettiğiniz gibi, satmak yoluyla oluyor. Bunun yanında Kamu ihale yasasını 187 aylık iktidarları döneminde 186 kere değiştirenlerin ve böylelikle kendi taraftarlarına ihale verenlerin ekonomiye ve devlet gelirlerine olan yaklaşımları ortadayken, gerekli olan kaynağı bulamayacakları, bulsalar bile onun kamuya yansımayacağı gerçeği karşımızda duruyor.
AMA ASLA TAM BAĞIMSIZLIKTAN BAHSEDİLMİYOR. Aslında gayet doğaldır; tam bağımsızlıktan bahsedenler ve sağlayanlar diz çöktürülemez, boyun eğdirilemez. Ülke tarihine bakıldığında 1950’den sonra 2-3 kişi hariç diz çökmeyen boyun eğmeyen ülke yönetemedi.
Hits: 19
SEÇİM PROPAGANDASI
- 31 Mayıs 2018
CHP’NİN 24 HAZİRAN 2018 SEÇİM BİLDİRGESİ
- 7 Haziran 2018