
NİYE BAŞKANLIK SİSTEMİ
- 27 Temmuz 2018
- Güven Kaya
- Başlık; Türkiye
- 57
- Facebook25
- Twitter0
- WhatsApp5
- LinkedIn0
- Telegram0
- Paylaşım
GÜVEN KAYA 27.07.2018 / ANAKARA
“Türkiye’nin bu şekliyle, Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Ülkeyi kuranlar denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde, meclis; meclisi ikna ettiğimizde, ordu; orduyu ikna ettiğimizde, yargı karşımıza geçebiliyor. Eğer Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir federal devlet kurulması ise mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir. Bir kişiyi ikna etmek birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır. Eğer o kişi Amerikan çıkarlarına yardım etmek konusunda tereddüt ederse, bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olmaz.”
Evet, yukarıdaki cümleler 2006 yılında CIA Türkiye şefi olan Paul Bernard Henze (herze değil) tarafından yazılan raporda geçer. Zaten, öteden beri Sevr destekçilerinin bir projesi olan ve “üst akıl” tarafından kendisine verilen BOP/GOP eş başkanlığı ile övünen zihniyete başkanlık yolu, emperyalistler tarafından, bu rapor üzerine açılır.
Niye parlamenter sistem değil de başkanlık sistemi? Yanıt aslında çok basittir: Kurumların yumuşak karnı olmaz, kişilerin olur. Kurumlar kendilerini zora sokan kişi veya kişilerden bir hamlede kurtulur ama kişi kendisinden kurtulabilir mi? İşte, emperyalistler işlerini kişiler -hem de suça bulaşmış kişiler- üzerinden götürürler. Çünkü bu nitelikteki kişileri yönlendirmek çok kolaydır, yumuşak karınları çoktur, hemen boyun eğer, diz çökerler. Ama onlar bunu zeybek oyunu diye yutturmayı becerirler.
2003 yılında, zaten, federasyonun öteden beri düşünüldüğü anlamına gelebilecek olan “Türkiye’de Kürt meselesi vardır” lafını etmiştir bu zihniyet. Böylelikle Türkiye’den toprak koparabilecek olan hazır ama yenilmiş olan terör örgütüne hayat öpücüğü verilmiştir. O gün bu gündür örgüt kontrol altına alınamamıştır. Hala “çözüm süreci” lafları ediliyor.
Bu zihniyet, iktidarının daha ilk zamanlarında orduya karşı olduklarını her hareketleri ile belli ediyorlardı. Kendi çıkarları zedelendiğinde “ey Amerika” diyen bu zihniyet, 4 Temmuz 2003’de her zorlukta gölgesine sığındıkları milletin gururu -bu zihniyeti yöneten emperyalistler eliyle- kırıldığında “ne notası, müzik notası mı bu” demiştir. Esasında böyle demek zorundadır. Çünkü işi tezgâhlayan bu zihniyettir. Bu zihniyeti projelendiren ise çuvalı geçirendir. İşin yönetmeni ise o zamanın ABD savunma bakanıdır. Bunun böyle olduğu Ahmet Akgül[1], AKP İntihara Gidiyor Bizden Söylemesi-1, ISBN:978-9944-183-07-9, Bilge Karınca, 2007, İstanbul kimlikli eserin 270. sayfasında yazmaktadır. Devam eden sonraki üç sayfada ise konunun ayrıntıları anlatılıyor ve çevrilen dümenlerde kimlerin nasıl kullanıldıkları da söylenmeden edilmiyor. Her eve lazım bir kitap denebilir, alınız ve kütüphanenizde bulundurunuz.
Bu saldırıdan sonra bekledikleri olmayınca, orduya daha fazla saldırırlar. Zaten iş ortakları ahlaksızlıkta sınır tanımayan bir yapıya sahiptir. Halkı himmetle soymaktadır. Bu iş ortağı 2004 yılı ağustos Milli Güvenlik Kurulu toplantısında, o zamanın genelkurmay başkanı tarafından, hem yazılı hem de sözlü şekilde, terör örgütü olarak nitelendirilmiştir. Ancak bu örgüte karşı hiçbir şey yapılmamıştır. O zamanın başbakanlık müsteşarı olan Ömer Dinçer, daha sonra yazdığı, ilk baskısı 2015 yılında yapılan “Türkiye’de Değişim Yapmak Neden Bu Kadar Zor” adlı eserinde daha ayrıntılı olarak ilk ağızdan anlatmaktadır: Toplantıdan sonra başbakanla bir araya geldik. Bu konu ile ilgili olarak hiçbir şey yapmamayı kararlaştırdık. O siyasi sorumluluğu üzerine alacaktı, ben ise idari ve hukuki sorumluluğu… Bu eser de her eve lazım eserlerden biridir.
Neden bir şey yapılmadı? Çünkü aynı mihverde hareket eden iki ortaktılar. Ayrıca siyasi iktidarın devlet içinde örgütlenmesi yoktu ve terör örgütü olarak tanımlanan devletin her yerinde üyesi olan bu örgüte muhtaçtı. Ne için muhtaçtı? Onun da cevabı yazının başına alınan CIA raporunda yazmaktadır: Ordu ve yargıyı ortadan kaldırmak için.
Çeşitli kanunlarda değişiklikler yaparak TSK mensuplarını kolayca yargılamanın yollarını açtılar. Yargı üzerinden orduyu bitirmek fikri, yazının en başına alıntılanan rapordan anlaşılacağı üzere, Amerikan fikridir. Yasayı değiştirecek olan siyasi iktidardır, yargılayacak olanlar ise iş ortaklarının öteden beri yargı içine yerleştirdiği millet düşmanı hain savcı ve yargıçlardır. Bundan hemen sonra ise kendi demeleri ile “kumpas davaları” başladı. Aslında orduya kumpas kurdular diyerek kendilerinin de işin içinde olduğunu itiraf ettiler. Ama kimse bu itirafı görmek istemedi. Malumunuz, kumpaslar mekanik veya elektronik olabiliyor. Çalışma usulü ne olursa olsun, her kumpasta, ölçülecek materyali sıkıştıran veya içine giren bir hareketli, bir de sabit ayak vardır. İşte o ayaklardan biri şimdilerde terör örgütü olarak adlandırdıkları iş ortaklarıdır (hareketli ayak), diğeri ise onlara her istediklerini veren siyasi zihniyettir (sabit ayak).
Bu davalar sürekli artarak, her seferinde daha fazla kişiyi karalayarak 17/25 Aralık 2014’e kadar devam etti. Bu süreçte binlerce subay tasfiye edildi. Böylelikle ordu göz ardı edilecek konuma getirildi.
Meclis zaten kendilerinden olduğu için sorun teşkil etmiyordu.
Sıra yargıya geldi. 2010 yılındaki referandum ile yargı da istedikleri şekli aldı ve tüm sorunlar halledilmiş oldu.
Geriye artık bir tek başkanlık sisteminin oturtulması kalmıştı. Bunun için de devreye 2011 yılındaki seçim bildirgesinin kapağına “2023’e Doğru Yükselen Ülke Türkiye Sözleşmesi” yazan MHP genel başkanı Devlet Bahçeli 2016 yılında, birdenbire, devreye girerek başkanlık sisteminin önünü açar. Şaşırdınız mı? Bence şaşırmayın. Çünkü ta 2011 yılında ne yapacağını, seçim bildirgesinin kapağına, sürekli hakaret ettiği ve didiştiği, asacağım seni dediği rakip zihniyetin sloganlarından olan 2023 tarihini koyarak beyan etmiş aslında. Aklınıza “bu da mı projenin bir parçası yoksa” sorusu takılabilir. Bunun yanıtını her seferinde Türkçü olduğunu ve Türkün anayurdunun Anadolu toprakları olduğunu söyleyen zihniyetin vermesi gerekmez mi? 2023 lafı ve o laf çevresinde oluşturulan tüm politikalar iktidardaki siyasi zihniyete aittir. 2023 hem cumhuriyetin kuruluşunun hem de ülkenin tapu senedi olan Lozan Barış Anlaşmasının 100. yılıdır. Bu yılda bunlar yok edilerek “üst akla” olan hizmet tamamlanacak ve kendileri de bir fiske ile tarih sahnesinden silinecekler. Artık ülkeler, tıpkı fikirlerde olduğu gibi, top ve tüfek ile yıkılmıyor, içlerinden devşirilen kişi ve kurumlar kullanılarak yıkılıyor.
Sonuçta günümüze geldik.
Başkanlık sistemi oluşturuldu. Siyasi zihniyetin lafından çıkmayacak kişiler bakan yapıldı ve bakanların meclise karşı en ufak bir sorumluluğu dahi yok çünkü gensoru kavramı anayasadan kaldırıldı.
Her şeyin kararını bir kişi verecek ve bu kararlar %99 oranında yanlış çıkacak. O an için durumu kurtarır gibi görünse de zaman içinde kararların hatalı olduğu gerçeği yüzümüze şamar gibi çarpacak.
Ekonomide gelinen nokta ortada ve IMF ile borç para görüşmeleri yapılıyor ve rakam olarak da 50 milyar dolar ortalıkta dolaşıyor.
Sene sonuna kadar ödenmesi gereken borç 180 milyar dolardan daha fazla.
Dolar kuru şu an için 4,85-4,90 arasında geziniyor.
İflas ertelemeler ve konkordatolar mahkeme kapılarında sıraya girdi. Bundan da çözüm bulamayacaklar fabrikalarını yakıp, sigortadan para almaya çabalıyor.
Yabancı sermayeyi yazmaya gerek var mı?
Ülkenin duruma müdahale edecek üretim alt yapısı zaten ilk 5-10 yılda yandaşlara ve şimdilerde “eyy” denen ülkelere bir yıllık vergisi veya karı karşılığı satıldı.
Lozan barış anlaşmasına olan saldırılar daha fazla olmaya başladı. Neymiş 2023 yılında açıklanacak gizli maddeleri varmış. İşte, dinci zihniyetin aklı ve mantığı bu kadardır. Neymiş adalar Lozan’da verilmiş. Okuyan bilir; Lozan’da verilen bir tek ada yoktur. Sadece Kıbrıs’ın İngilizler tarafından yüzyılın başındaki ilhakı bu anlaşma ile kabul edilmiştir. Ama bu cumhuriyet gidip o Kıbrıs’ın en önemli tarafını 44 yıl önce ele geçirmiştir. Son 16 yılda ise 18 adet ada ve yüzlerce kayalık Yunana verilmiştir.
Bugün, yerli ve milli olduğunu savlayan kişilerin dayak ve ölümden sonra en korktuğu ülkenin bölünmesi ve parçalanmasıdır. Ama bölünme ve parçalanmaya her zamankinden daha yakın olunduğunu görmüyorlar. Çünkü aynaya bakmıyorlar, suçluyu görecekleri korkusu ile.
[1]Ahmet Akgül: http://www.millicozum.com/mc/kitaplarimiz/book/1-mill-cozum/6-akp-intihara-gidiyor-bizden-soylemesi-1
Hits: 350
Avrupa’daki Askeri Gelişmeler ve Türkiye.
- 3 Temmuz 2018
İRAN’A KARŞI YAPTIRIMLAR
- 11 Ağustos 2018