
Doğu-Batı Çatışması ve Türkiye
- 16 Kasım 2018
- Mahmut Şahin
- Başlık; Küresel Sorunlar
- 18
- Facebook10
- Twitter5
- WhatsApp5
- LinkedIn0
- Telegram0
- Paylaşım
Doğu! Batı! Coğrafi anlamda yön belirten iki kelime. Bulunduğumuz yeri tarif etmede, gideceğimiz yeri kestirmede bize yardım eden iki kelime, iki kavram. Peki, Doğu ve Batı sadece bundan mı ibaret? Elbette hayır, yönleri tanımlayan iki kelime olmanın ötesinde çok derin anlamları içeren kavramsal kelimelerdir Doğu ve Batı. İki kelime de birer medeniyeti, ideolojiyi ve kültürü ifade eder aslında. Yön anlamından daha fazla şekilde ifade ettikleri kültürleri çağrıştırırlar.
Doğu daha çok mistisizmi akla getirirken Batı akıl, bilim ve faydacı yaklaşımları ifade eder. Elbette bunları çok keskin çizgilerle ayırmak mümkün değildir. İki kavram da geçirgenliğe sahiptir, birbirlerinin içlerine geçtikleri yer ve alanlar çoktur. Ama tanımlama yapabilmek için, her alanda olduğu gibi, ihmal edilebilir istisnaları göz ardı ederiz çoğu zaman.
İlin ve Segal’in ortak yazdıkları “İnsan Nasıl İnsan Oldu” adlı kitapta bahsettikleri gibi Doğu ve Batı’nın ilişkisi biraz da akıl ve hurafenin çatışması gibidir. İkisi arasındaki mücadelede, güç zaman zaman yer değiştirir, kimi zaman Doğu kimi zaman Batı elde eder gücü. İlin ve Segal’e göre bu güç dengesi beş yüzer yıllık dönemler halinde yer değiştirir. Elbette ki çok keskin zaman aralıkları değildir bu bahsedilen. Kabaca tarif edilmiş bir zaman aralığıdır.
Dünya tarihinde gücün el değiştirmesini incelediğimizde karşılaşacağımız şey bilgi ve teknolojiye sahip olanın bu dengede belirleyici olduğudur. Özellikle askeri teknoloji; devletlerin, imparatorlukların ya da güç gruplarının, adına ne derseniz deyin gücü elde edip sürdürmelerinde başat bir etkiye sahiptir. Örneğin birer kara devleti olan Türk devletleri, zamanın üstün askeri teknolojisine sahip olduğu için Asya steplerinde ve Doğu Avrupa düzlüklerinde uzun yıllar baş oyuncu olarak dünya siyasetinde belirleyici oldular. Coğrafi keşiflerle birlikte deniz gücünün önem kazanmasıyla, kara devletlerinden yeni teknolojilere ayak uyduramayanlar güçlerini kaybedip tarih sahnesinden çekildiler.
Batı’nın doğuya karşı güç kazanıp üstün duruma geçmesindeki en önemli etkenlerden birisi coğrafi keşifler iken bir diğeri de kilise baskısından kurtulması idi. Kilise baskısı ve bağnazlığından kurtulan Batı, zincirlerinden kurtulmuş ve aklın yolu açılmıştı. Nitekim Batı’nın bu üstünlüğü bugünlere kadar devam etti. Hala da kolay kolay bu gücü bırakmayacak gibi görünüyor.
Biraz önce bahsettiğimiz beş yüz yıllık dönemlere değinecek olursak 1990’larda tarihsel olarak Batı’nın üstün geçen beş yüz yılı doldu. Ama dediğimiz gibi bu dönemleri çok keskin çizgilerle belirlemek mümkün değil. Güç dengesinin Doğu’ya kaydığına dair bir takım göstergeler mevcut. Çin ve Hindistan gibi ülkelerin ekonomik ve askeri gelişimleri buna birer örnek olabilir. Siyasi, askeri ve ekonomik değerlendirmelerde bu güç kaymasından bahsedenler yok değil. Hatta artık Batı’nın sonunun geldiğini söyleyenler hiç de azımsanacak sayıda değiller.
Batı, neredeyse üç yüz yıldır dünyaya kendi uygarlığını, ulaşılması gereken bir medeniyet aşaması ve son insani değerler olarak anlattı. Bunda da oldukça başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Siyasal ve Felsefi olarak birçok kavram, düşünce ve sistem dünyaya Batı’dan yayıldı. İnsan Hakları, Demokrasi vb. kavramlar; Sosyal Devlet, Hukuk Devleti gibi sistemler Batı’da hayat buldu önce ve oradan dünyaya yayılmaya başladı.
Batı uygarlık anlatısı bir değerler sistemi idi. Mantıksal söylem, mülkiyet hakları, dinsel açıdan insanların özgür olduğu ancak teokrasinin egemen olmadığı kamusal alan, güçler ayrılığının esas olduğu yönetimsel düzenler temel değerleriydi Batı’nın. Bu temel değerler büyük devlet adamlığının belirleyicisi önemli standartlardı. Kral’ın mutlak hâkimiyetini sınırlayan Magna Carta ile başlayıp Rönesans ve İnsan Hakları Beyanı ile devam eden, aydınlanma çağı olarak da adlandırılan bu dönem Batı dediğimiz şeyin ta kendisiydi.
Kendisini uygarlığın kökü ve özü olarak anlatan Batı acaba sona mı yaklaştı? 1980’lerden bu yana, Başını ABD’nin çektiği Batı Bloğu dediğimiz ülkelerin, sözüm ona uygarlıklarını Doğu’ya ve Güney’e ihraç etme çabaları artık sorgulanır ve eleştirilir oldu. Batı’daki üniversitelerde dahi Batı’nın bu, kendi yarattıklarını ifade ettikleri, değerleri de hiçe sayan tutumları, kendi söylemleri ile çelişen ikiyüzlü politikalarına ilişkin eleştiriler her geçen gün daha da artıyor.
Batı dünyasındaki son gelişmelere bakarsak Batı’nın değerler sisteminin kendi içlerinde de aşındığını, bu değerlere aykırı gelişmelerin yaşandığını görebiliriz. Bunun en güzel örneği Avrupa’da geçtiğimiz yıllarda yaşanan seçim süreçleridir. Seçimler boyunca gördüğümüz şey; yabancı düşmanlığı, ırkçılığa varan aşırı milliyetçi söylemler ve korumacı ekonomik politika vaatleriydi. Her ne kadar aşırıcı partiler doğrudan iktidara gelemeseler de söylemleri ve politikaları iktidara taşındı. Demokrasi ve İnsan Hakları gibi kavramların doğum yeri olan Avrupa ve Kuzey Amerika’da bu kavramlara aykırı devlet adamı ve politikacı tiplemeleri çoğaldı. Ekonomik ve politik beklentileri karşılanamayan orta sınıflar daha totaliter ve güçlü tek adamlara yöneldiler. Dünyada da böyle bir eğilim var, ABD’de Trump, Rusya’da Putin örneğinde olduğu gibi insanlar güçlü ve pek de hukuk tanımayan diktatör tipli politikacılara yönelir oldu. Acaba tüm bunlar Batı uygarlığının ortaya koyduğu değerler sisteminin sonunun başlangıcı mı?
Batı dünyasında yükselen eleştiriler Batı uygarlığının sonuna gelindiği yönünde yorumlara neden oluyor. Kimisi de gücün Batı’dan Doğu’ya kaydığı değerlendirmesinde bulunuyor. Elbette gücün nereden nereye kaydığını, Batı uygarlığının sonunun gelip gelmediğini zaman gösterecek. Ama şu da bir gerçek ki Batı uygarlığında ve dolayısıyla tüm dünyada bir sıkıntı var. Gerginlik ve sert güç mücadelesi şu an için zirvede görünüyor.
Siyasi, askeri ve politik arenada oldukça sert bir mücadele var. Batı ciddi sıkıntı içinde olduğunun işaretlerini veriyor, Çin ve Rusya’nın başını çektiği Doğu yükselişte gibi. Kimin çöküp kimin yükseleceğini öngörmek oldukça güç. Yazının başlarında söylediğimiz gibi gücün belirleyici etkeni bilgi, teknoloji ve onun getirdiği askeri, ekonomik kapasite. Şu anki göstergelere baktığımızda bilgi ve teknolojik gücün halen açık farkla Batı’nın elinde olduğu görülmekte. Yakın gelecekte bunun değişme olasılığı ise pek ihtimal dahilinde değil.
Bazı göstergeler yanıltıcı olabilir, duygusallıktan uzak daha akılcı ve sağlıklı değerlendirmelere ihtiyaç var. Nitekim yakın tarihe bakacak olursak, yaşı 50’nin üzerinde olanlar hatırlayacaktır, 1970’lerde Sovyetler Birliği’nin başını çektiği Doğu Bloğunun gücü göz kamaştırıyordu. Ancak aradan 20 yıl bile geçmemişti ki Doğu bloğu dağıldı. Rusya’nın tekrar sahneye çıkması da zaman aldı. Şu anki mücadele ise oldukça sert. Her ne kadar Çin ekonomik olarak ABD’yi yakalamış görünse de hala askeri ve teknolojik kapasitesi ABD’nin oldukça gerisinde duruyor.
Türkiye hem coğrafi hem de kültürel olarak Doğu ve Batı’nın kesişim noktasında. Ülkede hala Batı değerleri (Demokrasi, İnsan hakları, laiklik, Akıl, Bilim v.b) ile kavgalı, henüz Türk ulusu kavramını kabullenmeyip ümmet olmak isteyen azımsanmayacak sayıda insan topluluğu var. Küresel düzeydeki Doğu-Batı kavgasının küçük bir örneğinin ülkemizde yaşandığını söyleyebiliriz. İçimizdeki bu çatışma, küresel medeniyetler kavgasının orta yerinde duran ülkemizi maalesef zayıf duruma düşürüyor.
Cumhuriyetle birlikte Batı değerlerini, çağdaş medeniyeti hedef olarak belirleyen ülkemizde o günden bu yana, 1995 seçimlerinde Refah Partisinin kazandığı zaferle, koalisyonun büyük ortağı olarak ilk iktidar denemesini yapan dinci siyaset 2002’de AKP ile zirve yapıp iktidara tek başına sahip oldu ve halen iktidarda. Entelektüel birikimden yoksun, okumayı ve okumuşluğu küçümseyen, kurnazlığı zekâ zanneden çarıklı siyasetçilerle kör topal giden Türkiye bu medeniyetler çatışmasında nereye varır bilinmez. Görünen o ki ilerlediğimiz yolda görünenler pek de iç açıcı değil, dağılma ve ulus kimliğimizi kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyayız.
Kurnazlığı bırakıp, cin olmadan şeytan çarpmaya kalkmadan, tarihi birikimimizden faydalanıp akıl ve bilimle bu medeniyet kavgasında doğru tarafta yerimizi almalıyız. Doğu ve Batı’yı salt coğrafi kavramlar olarak görmek yerine, Batı’nın temsilcileri olan ülkelerin çifte standartlarına takılmadan, Batı’nın temsil ettiği değerlere odaklanıp çağdaş medeniyete ulaşmak için çalışmamız, çalışmamız, üretmemiz, üretmemiz ve yine çalışmamız gerek. İhtiyacımız olan tek şey, Mustafa Kemal Atatürk’ün de belirttiği gibi bilim ve aklı rehber alarak çalışmak ve yılmadan çağdaş medeniyet hedefine ilerlemek.
Umudumuz var…
Hits: 330
AYNI GEMİYMİŞ
- 15 Kasım 2018
Türk Devlet ve Yönetim Anlayışının Yazılı Kaynakla...
- 30 Kasım 2018