
Zalim Fransız Polisi ve Türk Polisinin masumiyeti.
- 2 Aralık 2018
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Güncel
- 6
Fransa’da 2018 yılı içinde motorin fiyatları yüzde 23, benzin fiyatları yüzde 15 artınca 17 Kasım’dan itibaren geniş kitlelerin katıldığı protestolar başlatıldı. Bu protestolara Fransız polisi gün geçtikçe şiddeti artan bir şekilde müdahale etti ve bu günlerde basına yansıyan resimlerde polisin aşırı şiddet uyguladığı açıkça ortaya çıktı. Yine basına yansıyan haberlere göre çok sayıda ölü ve yaralı var.
Malum Avrupa’da kar yağsa bu Balkanlardan soğuk hava dalgası şeklinde ülkemize de gelir ve Avrupa’daki karın soğuğundan biz de etkileniriz. Bu durum sadece hava koşulları ile ilgili bir durum değildir. Tarih boyunca ve dolayısıyla Osmanlı ve Cumhuriyet tarihleri boyunca Avrupa’da ortaya çıkan sosyal, siyasi, ekonomik vb. her türlü olay bir şekilde ülkemizde de bu olayların şiddeti ve büyüklüğü ile doğru orantılı olarak bir etki yaratır. Bu sebeple doğal olarak Fransa’daki olaylar da ülkemizde etkisini göstermeye başladı.
Ama bu etki, yapılan protestoların dalgalar halinde Türkiye’ye de yayılması şeklinde ortaya çıkmadı. Mevcut siyasi ortamın ve ülkenin kısır düşünsel yapısının etkisiyle bu yansıma, olayları şekilsel olarak ve ideolojik saplantılar seviyesinde algılamayı aşamayan bir şekilde ortaya çıktı.
Bunu biraz açmakta fayda görüyorum.
Fransa’daki olaylar basın ve yayın organları tarafından; protestoların sebepleri, bu protestoların altında yatan etkenler, bu etkenlerin Türkiye’deki durumu vb. açısından değil de Fransız polisinin gösterdiği aşırı şiddet üzerinden yorumlanarak topluma da bu şekilde yansıtılmaktadır. Üstelik hükümet çevrelerinden de ‘’Fransız polisinin gösterdiği şiddeti’’ eleştiren açıklamalar yapıldığı görülmektedir.
Basın ve hükümetin neden bu şekilde davrandığı hakkında fazla kafa yormaya gerek olmadığını düşünüyorum. Çünkü bunun sebebinin ne olduğu açıktır. Hükümet ülkede yapılan her türlü protesto eylemini en sert ve çoğu zaman da haddini aşan bir şekilde bastırdığı için tüm dünyadan tepki alıyordu ve Fransa’daki olaylar hükümetin kendi yaptıklarını makul göstermesi için bir fırsat gibi görülmektedir. Öte yandan, ‘’Bakın, bize laf eden Avrupa neler yapıyor…’’ diye iç kamuoyuna da bir gönderme yapılmaya çalışıldığını sanırım söylemeye bile gerek yok.
Hâlbuki olaylara tarafsız bir gözle bakılırsa çok farklı yorumlar da yapılabilir. Ama kimse bu konularda bir şey söylemiyor. Ben aklım erdiği ve dilim döndüğünce bu olaylardan ne anladığımı anlatmaya çalışayım.
Öncelikle Fransa’daki olayların; Fransız polisinin de bizim polis gibi aşırı şiddet uygulama eğiliminde olduğunu gösterdiğini ve Fransız güvenlik güçlerinin yaptığı uygulamaların demokratik bir ülkede olmaması gereken insanlık dışı denebilecek kadar şiddet içerdiğini söylemekle söze başlayalım. Kendi ülkesi dışında her olaya demokrasi havarisi kesilecek kadar tepki gösteren Fransız hükümetinin bu polis şiddeti hakkında hiçbir şey yapmaması da ayrı bir garabettir. Ancak yine de, bu olaylar hakkında bizdeki bazı çevrelerin yaptığı eleştirilerin pek tutarlı olmadığını gösteren başka boyutları olduğunu düşünüyorum.
Örneğin polis hükümetin de onayıyla orantısız bir şiddet uyguluyor, bu çok kötü ama ben henüz Fransa hükümetinden veya basınından herhangi bir kimsenin bu protestoların dış güçlerin bir oyunu olduğunu veya protestocuların terörist olduğunu söyleyen herhangi bir kişi olduğunu duymadım. Bu protestoların hükümete karşı bir komplo veya darbe girişimi olduğunu söyleyen herhangi bir kişi veya basın organı da yok.
Ama bizde bu tür protestoların tamamı, hem hükümet hem de hükümetten beslenen basın organları tarafından dış güçlerin oyunu veya terör örgütlerinin faaliyetleri olarak gösteriliyor son yıllarda. Ayrıca, Fransız hükümeti ‘’Beni halk seçti, üç beş eşkıyaya pabuç bırakmam, salarım yüzde 52’yi sokaklara haaaaa…’’ diye kimseyi tehdit de etmiyor. Üstelik yapılan zamlar, daha az petrol tüketilmesini isteyen çevreci kesimlerce desteklenmesine rağmen ve sanırım onların da çabası sonucu yapılmasına rağmen Fransız hükümeti çevrecileri de öne sürmüyor.
Yani Fransız hükümeti çok kötü bir sınav veriyor ama yine de bizim hükümet kadar kötü bir sınav vermiyor. Çünkü bizim hükümet gibi topu taca atıp sorumluluktan kaçmıyor. Aksine sorumluluğu kendisi üsleniyor.
Gelelim olayın Türk basınındaki yansımalarına. Bizde yandaş basın Fransız polisinin uyguladığı şiddeti manşetlerine yansıtarak adeta Türkiye’de polisin toplumsal olaylarda gösterdiği orantısız şiddeti makul ve herkesin sıkıştığında yapabileceği bir şeymiş gibi göstermeye çalışıyor. Hâlbuki Fransız polisinin yaptığı yanlış bizim polisin yaptığı yanlışı haklı gösteremez. Göstermemeli. Çünkü bir yanlışı başkalarının da yapması o yanlışı doğru haline getirmez, aksine yanlış yapma alışkanlığının yaygınlaştığını gösterir.
Çok detaylı inceleme fırsatım olmadı ama Fransız basınının bu konuda bizim basına göre daha iyi bir performans gösterdiği görülüyor. Örneğin Fransız basınında hiç kimse, bizim basının ülkemizdeki benzer olaylarda yaptığı gibi; ‘’Oh!.. Polis ne güzel yapıyor…. Teröristlere haddini bildiriyor…’’ gibi bir manşet atan yok bildiğim kadarıyla. Hiçbir gazetede protestocuların dış güçlerin maşası veya terör örgütü mensupları olduğunu yazan bir Fransız gazetesi olduğunu da duymadım.
Bunlar Fransızların yaptığı protestolar ile polisin uyguladığı şiddet olaylarının bizdeki yansımalarının görünen kısımları. Bir de hiç kimsenin görmediği veya görmek istemediği ama bence çok daha önemli olan hususlar var. Çünkü bu hususlar sebebiyle Fransa’daki polis şiddeti kısa süre içinde çözülebilir, ilk seçimde hükümet düşebilir ve hükümet değişirse sorumlular cezalandırılabilir, ama Türkiye’de bunun olması pek mümkün görünmemektedir.
Peki, nedir bunlar?
Hemen anlatayım….
Fransa’da bu protestolar 2018 yılında mazotun %23, benzinin %15 pahalılaşması sebebiyle ortaya çıktı. Bu da gösteriyor ki Fransız halkı haklarını, tehdit kimden gelirse gelsin savunmak için ortaya atılabiliyor ve bu uğruda hükümete karşı çıkmaya bile cesareti var. Bu durum Fransa’da hükümetlerin her istediğini yapabilen, astığım astık kestiğim kestik bir yönetim tarzı uygulamasının mümkün olmadığını gösteriyor. Halk hükümetin vergi artırımı yoluyla artık temel tüketim maddelerinden biri haline gelmiş olan petrol fiyatlarını istediği zaman artırarak kendi yaşam standartlarını düşürmesine tahammül edemiyor ve hemen tepkisini koyuyor.
Madalyonun bir de Türkiye’den görünen tarafına bakalım. 2017 Aralık sonundan Fransızların sokağa döküldüğü 17 Kasım 1918’e kadar benzin ve mazot fiyatlarında ülkemizde meydana gelen artış ve buna gösterilen tepki üzerinden bu konuyu ele almak sanırım makul bir yaklaşım olacaktır.
Adana bölgesi ve Socar fiyatları baz alınarak bakıldığında Aralık 2017 itibarıyla benzinin 5.58 TL, Mazotun ise 5.07 TL olduğu görülmektedir. Fransa’da protestoların başladığı 17 Kasım’dan üç gün sonrası olan 20 Kasım değerlerine göre Türkiye’de benzin 6.46 TL, mazot ise 6.43 TL olmuştur. Bu rakamları yüzdeye vurursak benzinin litre fiyatı yüzde 17,9 oranında artmıştır. Mazotun litre fiyatı ise yüzde 26,8 oranında artmıştır. Yani Fransız halkının fiyat artışı sebebiyle sokaklara döküldüğü gün Türkiye’de fiyat artışı oransal olarak Fransa’daki artıştan daha yüksek bir seviyededir.
Peki, Fransızlar sokağa dökülüp hükümeti protesto ederken bizim halkımız nasıl bir tepki göstermiştir. Maalesef hiç kimse ses çıkarmamış veya çıkarmaya cesaret edememiştir. Bu konuda konuşanlar da sadece ‘’Ben hep 50 liralı benzin alıyorum, zamlar beni etkilemez.’’ Gibi komik ifadeler kullanan akli melekelerinin çok yerinde olmadığını düşündüğüm üç beş zavallı olmuştur.
İşte en kötü şey de budur.
Aynı olay karşısında Fansa vatandaşlarının tepkisi; onların özgür bireylerden oluşan ve haklarının çiğnendiğini görünce sokağa çıkmaktan çekinmeyen bir halk, bir millet olduğunu, bizim halkımızın tepkisizliği ise bireysel ve toplu olarak kendi haklarını savunmayı göze alamayan bir tebaaya dönüşmüş olduğunu göstermektedir.
Üstelik Türk halkı, Fransız halkının henüz feodaller ve kilisenin yarı kölesi gibi bir yaşam sürdüğü Selçuklular gibi eski bir dönemde bile Konya’da sarayın kapıları kapalı olduğu gün ‘’Şah halkına güvenmiyor mu?’’ diye tepki gösteren ve sarayın önünde toplanan hakları konusunda hassas bir halktı. Osmanlı dönemi boyunca da devletin keyfi olarak aşırı vergiler koyduğu zamanlarda isyan etmekten bile çekinmeyen bir halktı.
Türk halkı henüz çok yakın bir dönem olan Milli Mücadele sırasında da, dünyanın o zamanki süper güçleri olan İngiltere ve Fransa’nın azametli ordularından bile korkmayarak silaha sarılan ve haklarını savunan bir halktı. Ama bu gün geldiğimiz noktada halkımız, iğdiş edilmiş bir at gibi uysal ve ne yapılırsa yapılsın kaderine razı hale getirilmiştir.
İşte bir milletin başına gelebilecek en kötü şey budur.
Çünkü özgür bireylerden oluşan Fransız halkı 3-5 ay sonra işlerin düzelebileceğini umabilir.
Bunun için gerekli tedbirleri almaması durumunda hükümeti sandığa gömebilir.
Ama Türkiye’de aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Çünkü kendi çıkarlarının ne olduğunun farkında değildir.
Başkalarının çıkarlarının kendisinin de çıkarına olduğuna yıllar süren bir propaganda ile inandırılmış uyku halindeki bir halktır.
Bu uyku bir trans haline geldiğinden kendi kendine uyanması da mümkün değildir.
Ya birilerinin ‘’Şimdi elimi şaklatacağım ve uyanacaksın.’’ demesi veya birilerinin sarsarak zorla uyandırması gerekmektedir.
En azından ben böyle düşünüyorum.
Hits: 40
II. ABDÜLHAMİT VE JURNALCİLERİ – 7
- 2 Aralık 2018
Türklerde Kimler Devleti Yönetme Hakkına Sahiptir
- 4 Aralık 2018