
Türkiye bir dünya devleti midir?
- 15 Aralık 2018
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Türkiye
- 7
Hükümete yakın çevreler tarafından uzun süredir,Türkiye’nin bir dünya devleti olduğunun ve Cumhurbaşkanının da dünya lideri olduğunun sıkça dile getirilen bir iddia olduğu, sanırım televizyon seyreden ve gazete okuyan herkesin malumudur. Fakat ne uluslararası ilişkiler literatürü nede başka bir literatürde dünya devleti veya dünya lideri diye bir kavramyoktur. Bu türedi kavramla ifade edilmeye çalışılan şeyler incelendiğinde, bukişilerin Türkiye’nin son 15-16 yıl içinde dünya çapında etkili bir jeopolitik güçmerkezi haline geldiğinin anlatılmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır.
Peki, bu iddia ne kadar doğrudur?
Bunu anlamak için öncelikle jeopolitik güç merkezi teriminin ne anlama geldiğini ortaya koymak gerektiği değerlendirilmektedir. Bu sebeple şimdi bu konu ile ilgili bilgi, düşünce ve değerlendirmelerimizi açıklamaya çalışacağız.
Jeopolitik güç merkezi; kendi coğrafyası içinde ve dışında sahip olduğu ve kontrolü altında bulundurduğu güç kaynaklarını diğer ülkelere oranla daha fazla geliştirerek bu kaynakları kendi lehine kullanabilen ve böylece mevcut veya gelecekteki siyasi ve askeri durumu şekillendirebilme kapasitesine sahip olan devlete veya devletler topluluğuna denilmektedir. Jeopolitik güç merkezleri, mevcut kapasitelerine göre değişik adlar atında sınıflandırılmaktadır. Bunlar; global, kıtasal, bölgesel, birleşik ve sınırlı jeopolitik güç merkezleridir.
Global jeopolitik güç merkezleri, etki alanları en geniş olan ve dünya çapında etkili güç merkezleridir. Kıtasal jeopolitik güç merkezleri, yer aldıkları kıtada, yakın çevresinde ve eğer varsa bu ülkelere ait denizaşırı topraklarda etkili olan, etki alanları oldukça geniş olmakla birlikte global güç merkezlerine göre daha sınırlı olan devletlerdir. Bölgesel jeopolitik güç merkezleri ise, etki alanları bulundukları bölge ve yakın çevresi ile sınırlı olan ülkelerdir.
Birleşik jeopolitik güç merkezleri, milli menfaatleri doğrultusunda belirli bir amaç doğrultusunda etkinlik kazanmak için birden fazla devletin güç kaynaklarını birleştirmesi sonucunda ortaya çıkan güç merkezleridir. Bunlara verilebilecek en iyi örnekler NATO ve Varşova Paktı’dır.
Birleşik jeopolitik güç merkezleri gibi bazı uluslararası topluluklar da, belirli kaynaklara sahip olmaları durumunda uluslararası siyasi ve ekonomik dengeler üzerinde etkili olabilirler. Böyle topluluklar sınırlı jeopolitik güç merkezleri olarak kabul edilirler. Örneğin; AB, OPEC, ASEAN, NAFTA vb. teşkilatlar sınırlı jeopolitik güç merkezleridir.
Tarih boyunca yaşanmış olan siyasi ve askeri olayları ve hatta tarihin kendisini bile şekillendiren unsurlar değişik dönemlerde ortaya çıkmış olan bu tür güç merkezleri olmuşlardır. Bu sebeple, her dönemde mevcut dünya sistemi bu güç merkezlerinin etrafında şekillenmiştir.
İnsan topluluklarının ve onların oluşturduğu kurumların davranışları çoğu zaman doğadaki bazı sistemlerin davranış şekilleriyle benzerlikler göstermektedir. Bu sebeple, konunun daha iyi anlaşılabilmesi için jeopolitik güç merkezlerini ve dünyayı nasıl şekillendirdiklerini, gösterdikleri büyük benzerlik sebebiyle, evrenin yapısı ile karşılaştırarak açıklamaya çalışacağız.
Teorik fizikçilerin iddialarına göre evrenin merkezinde bir veya daha fazla kara delik bulunmaktadır. Bu kara deliklerin çekim gücü o kadar fazladır ki bütün evren (evreni oluşturan alt birimler olan galaksiler vb.) bu karadelikler etrafında belirli bir yörüngede dönmektedirler. Bu karadelikleri, dünyada tarih boyunca ortaya çıkmış olan global jeopolitik güç merkezlerine benzetebiliriz. Fakat evrenin merkezindeki karadeliklerin aksine global jeopolitik güç merkezleri sabit değildir ve tarihin her döneminde değişmektedir.
Bununla birlikte, yerine getirdikleri işlev pek fazla değişmemektedir. Çünkü tarih boyunca diğer bütün devletler bu güç merkezi veya merkezlerine bağlı olarak kendi yörüngelerini çizmiş ve konumlarını bu güç merkezlerine göre ayarlamışlardır. Bu jeopolitik güç merkezleri bazen, Roma gibi, bilinen dünyanın oldukça büyük bir bölümünü etki altına alabilecek kadar güçlü ve tek güç merkezi olabilmektedir. Bazen de Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya gibi daha sınırlı global güç merkezleri ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, aynı anda birden fazla global güç merkezinin etrafında toplanmış devlet gruplarından oluşan bir denge oluşmaktadır.
Evrenin merkezinde bulunduğu farz edilen karadelikler, evrenin istikrarlı bir şekilde ve düzen içinde yaşayabilmesi için gereklidir. Çünkü bütün galaksiler bunların çekim güçleri sayesinde belli bir yörüngede dolaşarak istikrarlı bir şekilde yaşamlarına devam edebilmektedirler. Fakat iki özel durum, bu avantajı yok oluşa veya kaosa dönüştürebilmektedir.
Bunlardan biri, karadeliklere çok fazla yakın olma durumunda gerçekleşmektedir. Çünkü karadeliklere çok yakın olan galaksiler veya galaksilere mensup bazı gök cisimleri zamanla kara deliklerin daha fazla güçlenmesi sonucu ortaya çıkan ilave çekim gücü sebebiyle yörüngelerinde dönmeye devam edememekte ve karadeliklere doğru hareket etmek zorunda kalmaktadırlar. Bu durumda karadelik, o galaksi veya gök cisimlerini yutarak yok etmektedir.
İkinci durum ise, karadelikten çok uzakta, en dış kuşakta olma durumudur. Bu durumda çekim gücünden daha az yararlanma imkânı olduğu için istikrarlı bir yörüngede yol almak zorlaşmakta ve bazen dağılarak kaosa sürüklenmek mümkün olmaktadır.
Tarih boyunca bütün jeopolitik güç merkezleri etrafındaki daha küçük güç merkezleri ve devletlerin durumu da böyle olmuştur. Bu sebeple, uygun konumda bulunan küçük devletler için jeopolitik güç merkezleri istikrar sağlayıcı ve faydalı unsurlardır. Ama fazla yakın olanlar için yok olma, fazla uzak olanlar içinse farklı çekim merkezleri arasında yalpalamaya sebep olan istikrarsızlık kaynaklarıdır.
Soğuk savaş döneminde bu güç merkezleri, ABD ve Sovyet Rusya merkezli iki kutuplu bir dünya düzenine sebep olmuştur. Üçüncü dünya denilen oluşum ise, aralarında bu oluşumu bir arada tutacak kadar çekim gücüne sahip bir devlet olmadığı için bütüncül bir yapı kuramamış ve etkili bir sistem teşkil edememiştir.
Şu andaki dünya düzenine bakıldığında ise global çapta güç merkezi olarak kabul edilebilecek ABD, Rusya ve Çin gibi ülkelerin ön plana çıktığı daha parçalanmış bir yapı olduğu görülmektedir. Şu anda Türkiye’nin mevcut durumuna bakıldığında, ülkemizin hiçbir bakımdan bu güçlerle kıyaslanamayacağı açıkça görüldüğünden Türkiye’nin iddia edildiği gibi bir dünya devleti veya global jeopolitik güç merkezi olmadığını söylemek sanırım yanlış olmayacaktır.
Buraya kadar yaptığımız açıklamalarda Evreni dünyaya benzettiğimize göre, evreni oluşturan galaksileri de dünyadaki kıtalara benzetebiliriz. Bu durumda, kıtasal güç merkezlerini de her galaksinin merkezinde bulunan kara delik veya kara delikler olarak kabul edebiliriz. Nasıl bir galaksideki bütün yıldızlar bu karadeliklere çekim gücü ile bağlı olarak onların etrafında dönüyorlarsa, kıtasal güç merkezleri etrafındaki devletler de konumlarını bu güç merkezlerine göre belirlerler ve bunların etkisi altında hareket ederler.
Kıtasal jeopolitik güç merkezleri; İngiltere, Fransa vb. devletlerdir. Çin daha önce kıtasal jeopolitik güç merkezi olarak kabul edilirken son yıllarda gösterdiği ekonomik, siyasi ve askeri alandaki gelişmeler sonucunda artık daha çok global bir güç merkezi olarak kabul edilmektedir. Brezilya ve Hindistan gibi bazı devletler de benzer şekilde bölgesel jeopolitik güç merkezi olmaktan kıtasal jeopolitik güç merkezi konumuna yükselmiş gibi görünmektedir. Türkiye’yi bu devletlerle kıyasladığımızda, ülkemizin bir kıtasal jeopolitik güç de olmadığı kolayca anlaşılmaktadır.
Bu durumda Türkiye’nin en fazla bir bölgesel jeopolitik güç olduğunu söyleyebiliriz. Fakat yine de çok etkili bir bölgesel güç olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Çünkü ülkemiz son yıllarda ordusuyla, milli birliğiyle ve ekonomisiyle oldukça zayıflamıştır. Yani Türkiye, henüz bir kara delik olup kendi etrafında dolaşan birçok yıldızdan oluşan bir galaksi yaratamamıştır. Sadece etrafında birkaç uydu dolaşan bir yıldız gibidir. Ama büyük bir yıldız değildir ve son yıllarda enerjisini boşa harcayarak daha da küçülmüş ve her geçen gün eski parlaklığını yitirmektedir.
Daha da kötüsü, bazı kişiler hala Türkiye’nin dünya devleti olduğunu sıklıkla söylemesine ve hükümet çevrelerinin de bu yönde propaganda yapmalarına rağmen, uygulanan politikalar, hükümetin Türkiye’nin bırakın bir dünya gücü (global jeopolitik güç) olmayı, bölgesel güç olarak kalabilmesi için bile gerekli çabayı göstermediğini göstermektedir.
Bu durum, hükümetin Türkiye’nin büyük bir güç olmasını istemediği veya istese bile bunu nasıl yapacağına dair en ufak bir fikre sahip olmadığını göstermektedir. Çünkü yapılanlar bir ülkeyi jeopolitik güç haline getirmek için yapılması gerekenlerin tam tersi istikamettedir. Bunu politik ön yargılarla söylemiyoruz. Gördüğümüz ve yaşadığımız olaylar bizde, durumun bundan ibaret olduğu kanaati uyandırmaktadır. İsterseniz neden böyle bir kanaate vardığımızı daha detaylı bir şekilde incelemeye ve anlatmaya çalışalım.
Bir ülkenin jeopolitik güç merkezi olabilmesi için güçlendirilmesinin gerekli olduğu kabul edilen temel yedi alan bulunmaktadır. Bunlardan birincisini teknolojik alanda yapılacak faaliyetler oluşturmaktadır. Bir ülke güç kazanabilmesi için teknoloji yatırımlarına önemli kaynaklar ayırmalı ve özellikle enerji ve iletişim alanındaki gelişmelere hâkim olmak için çaba göstermelidir.
İkinci alan parasal alandır. Jeopolitik güç olmak isteyen bir ülke, mutlaka uluslararası itibarı olan ve tasarruf edilebilirlik açısından değerli olan bir paraya sahip olmalıdır. Üçüncü alan ekonomik alandır. Güç merkezi olabilmek için ülke ekonomisinin güçlenmesi ve halkın refah seviyesinin yükselmesi, yani ülkenin zenginleşmesi gerekmektedir.
Dördüncü alan askeri alandır. Jeopolitik güç merkezi olmak isteyen bir ülke, mutlaka güçlü bir orduya sahip olmalıdır. Bunun için kara, hava ve deniz kuvvetleri dengeli bir şekilde güçlendirilmeli, kuvvetlerin ihtiyaç duyduğu ana silahlar ülke içinde üretilebilmeli ve denizaşırı harekât yapabilme kabiliyeti kazanılmalıdır. Günümüzde askeri mücadele büyük oranda bilgi ve teknolojiye bağımlı hale gelmiştir. Bu sebeple orduyu güçlendirmek için yapılması gereken en öncelikli şey de; bilgili, tecrübeli ve teknolojiyi kullanabilen nitelikli personel yetiştirmektir.
Coğrafi alanda, ülke sınırları içinde ve dışında ulaştırma hatları geliştirilip güvenlik altına alınabilmeli, içilebilir ve tarım için gerekli su rezervlerini en iyi şekilde kullanmayı sağlayacak tedbirler geliştirilmeli ve enerji ihtiyacında dışarıya bağımlılığı en az seviyeye indirecek şekilde ihtiyacı kendi kaynakları ile sağlamak için gerekli tedbirler alınmalıdır. Ayrıca ülkenin gelişmesi ve savunulması için, üstünde oturulan coğrafya ve içinde bulunulan coğrafi çevre ile uyumlu politika ve stratejiler geliştirilmeli ve kullanılmalıdır.
Kültürel alanda ülke, içerde ve dışarda kültürel cazibe sahibi olmalı, halk kültürel olarak bölünmeye karşı korumalı, kültür birliği sağlamalı ve ülke kültürüne evrensel bir çekicilik kazandırılmalıdır. Son alan diplomatik alandır. Diplomasi ülkenin güç merkezi olma hedefini destekleyecek şekilde kullanılmalı, bunun için profesyonel ve ne yaptığını bilen eğitimli diplomatlar yetiştirilmelidir.
Tüm bunlara bakıldığında son yıllarda yapılanların, Türkiye’yi jeopolitik güç merkezi yapmak isteyen bir hükümetin yapması gerekenlerle hiçbir alakası olmadığı açıkça görülmektedir. Çünkü enerjide dışa bağımlılığımız artmış, teknoloji yatırımları azalmış ve ülkenin en eski ve köklü iletişim kurumu olan TELEKOM, içini boşaltınca şirketi bankaların kucağına atan üçkâğıtçı bir dış sermayeye satılmıştır.
Paranın değeri pul olmuş, cumhuriyet tarihi boyunca yapılan sanayi kuruluşlarının büyük bir kısmı yabancılara satılmış, ülkenin büyükşehirlerindeki değerli arsalar yerli ve yabancı bazı odaklara peşkeş çekilmiştir. Ordu, hükümet partisine mensup bazı milletvekillerinin televizyon ekranlarında açık açık itiraf ettiği gibi, FETÖ isimli bir ihanet şebekesi ve CIA ile koordineli olarak kumpaslarla zayıflatılmıştır.
Bunun sonucunda, 1990’lardan sonra ordunun temel silahlarını yurt içinde üretme hedefi kapsamında oldukça başarılı işler yapmış olan yetişmiş askeri personel ile iç güvenlik konusunda tecrübe kazanmış lider personel tasfiye edilmiştir. Onların yerine ordunun bütün kadroları nitelik açısından ikinci kalite olmaktan öteye gidemeyen FETÖ mensuplarına teslim edilmiş, ancak 15 Temmuz darbesinden sonra onlar da tasfiye edilince ordu yetişmiş, nitelikli ve tecrübeli personel sayısı açısından tarihinin en zayıf noktasına getirilmiştir.
Ülkede milli birliği sağlayan ortak kültür öğeleri yıpratılmış, ülke vatandaşları ideolojik, etnik ve mezhepsel temelli olarak parçalanma noktasına getirilmiştir. Bunun kasıtlı olarak yapıldığını düşündürecek şekilde, hükümet görevlileri halka seslenirlerken veya basına demeç verirlerken Türk milleti yerine bir sürü etnik ve dini grup ismini arka arkaya saydıktan sonra ne olduğu belli olmayan benim milletim ifadesini kullanmaktadırlar. Bu durum ise halkın zihnine bölücü mesajlar göndermek açısından oldukça etkili olmuş görünmektedir. Bunun sonucunda halkta zihinsel ve duygusal açıdan olduğu kadar kültürel açıdan da parçalanma belirtileri ortaya çıkmıştır.
En büyük yıkımlardan biri de diplomasi alanında yaşanmıştır. Monşer ifadeleriyle, uzun yıllar içinde yetişmiş olan değerli diplomat kadrosu halkın gözünde aşağılanmaya çalışılmış ve diplomatlıkla alakası olmayan kişiler dış temsilciliklere elçi ve büyükelçi olarak atanmıştır.
Tüm bunlara rağmen, yine de içine girilen bu girdaptan çıkmak mümkündür. Ancak bu yönde atılmış herhangi bir adım olmadığını görmek insanı ümitsizliğe sevk etmektedir. Örneğin ülkenin yaşadığı tüm sorunlara ve güç kaybına rağmen, bu zafiyeti birleşik jeopolitik güç merkezlerindeki etkinlik ve sınırlı jeopolitik güç merkezlerindeki etkinlik artırılarak kısmen de olsa dengelemek mümkündür. Ancak Türkiye, son yıllarda AB’ye girme hedefini terk etmiş, NATO’daki etkinlik ve ağırlığını da büyük ölçüde kaybetmiştir. D-7, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü vb. ağırlıklı olarak kendi inisiyatifi ile kurulmuş örgütlerin ise adı bile anılmamaktadır.
En kötüsü de ülke artık klasik ekseninde dönmekte bile sorunlar yaşamaktadır. Çünkü hükümet, hiçbir stratejik ve uzun vadeli düşüncenin eseri olamayacak kadar kısa süreler içinde ve sıklıkla bir güç merkezinden diğer güç merkezine doğru kayıp durmaktadır. Bir gün ABD’ye yakınlaşırken ertesi gün AB’ye, bir sonraki gün de Rusya ve hatta Çin’e yakınlaşan politikalar izlenmektedir. Bu gelgitler, ülkenin yörüngesinden yalpalanmasına sebep olmakta ve böyle devam ederse değişik yörüngeler arasında gidip gelerek tamamen istikrarsız hale gelmesine sebep olabilecek gibi görünmektedir.
Sonuç olarak; tüm bunlara bakıldığında, Türkiye’nin dünya devleti olduğu iddiasının, bir palavradan ibaret olduğu ve bir temenni olmaktan öteye gidemediği açıkça görünmektedir. Tam tersine, eski gücü ve konumunu büyük ölçüde kaybetmiş ve hızla daha da zayıflamaktadır. Bu böyle devam ederse, gelecekteki tüm endişemizi; dünya devleti olup olamayacağımız değil, bağımsız bir devlet olarak bugünkü sınırlar içinde var olup olamayacağımız oluşturacaktır.
Hits: 23
Rusya ve NATO arasında yeni soğuk savaş emareleri.
- 14 Aralık 2018
FIRATIN DOĞUSU – 1
- 17 Aralık 2018