
NGO (Non Govermental Organizaton) Nedir? – 3
- 24 Aralık 2018
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Küresel Sorunlar
- 5
3. NGO’ların Tarihi Gelişimi.
Daha önce, NGO’larla ilgili olarak NGO Nedir, 1. Bölüm ve NGO Nedir 2. Bölüm başlıkları altında iki yazı yayımlamış ve NGO’larla ilgili bilgiler vermiştik. Bu yazımızda da NGO’larla ilgili bilgiler vermeye devam edeceğiz. Bu günkü konumuz, NGO’ların ortaya çıkışı ve tarihi gelişimi hakkında olacaktır.
Yardım, dayanışma ve dini amaçlı dernekler, tarihin en eski dönemlerinden beri vardır. Bunlardan Orta Çağ’da ortaya çıkan Hristiyan örgütleri oldukça etkili olmuş, Katolik kilisesi ise bu dönemde etkinliği ve gücü en belirgin devlet dışı aktör olarak büyük bir kabul görmüştür. Bu örnekler dikkate alındığında, NGO’ların ortaya çıkan ilk uluslararası örgütler olmadığı açıktır.
Bununla birlikte, bu günkü şekliyle NGO’ların ilk olarak 19. Yüzyılda ortaya çıkmaya başladıkları anlaşılmaktadır. Genellikle, 1838 yılında kurulan İngiliz ve Yabancı Kölelik Karşıtları Cemiyeti’nin, kurulan ilk NGO olduğu kabul edilmektedir. Bununla birlikte bazı araştırmacılar ve yazarlar da o dönemde kurulmuş başka cemiyetleri ilk kurulan NGO olarak kabul etmektedir.
Örneğin, 1855 yılında kurulan, Dünya İttifakı kurulmasını savunan ve Belçika, İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, İskoçya, İsviçre, ABD gibi birçok ülkede taraftarı olan YMCA’nın (Genç Hristiyanlar Birliği) ilk NGO olduğunu kabul edenler vardır. Başka kişiler tarafından ise bu tarihten önce de bazı NGO’lar kurulduğu ve 1849 yılında dört NGO kurulduğu iddia edilmektedir.
Bu iddialardan hangisinin doğru olduğu kabul edilirse edilsin, NGO’ların 19. yüzyılın ortalarında kurulmaya başlandığı, fakat bunların sayılarının oldukça sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Bu örgütlerin faaliyet alanlarına bakıldığında ise, daha çok suçlulara yapılan kötü muamelelerin önlenmesi, esir ticaretinin önlenmesi, kadın ve çocuk ticaretinin önlenmesi, organize suçların önlenmesi, afyon ticaretinin önlenmesi ve barış ve insani yardım gibi hepsi de o dönemin önemli sorunlara çözüm bulmak maksadıyla kuruldukları ve oldukça geniş bir alanda faaliyet gösterdikleri görülmektedir.
Bunların dışında, uluslararası ilişkilerin geliştirilmesi ve savaşta yaralılara yardım ve müdahale gibi konularda da bazı cemiyetler kurulmuştur. Örneğin 1885 yılında Paris’te kurulan Le Societe İnternationale D’etudes, De Correspondance Et D’eschanges örgütünün amacı, uluslararası ilişkilerin geliştirilmesi ve ulusların, sınırları ötesindeki insani olaylarda iyi niyetli teşviklerde bulunmasının teşvik edilmesidir.
1859 yılında da, Solferineo Savaşı’nda bir yaralıya yardım ederken yaşadığı tecrübelerden etkilenen İsviçre vatandaşı bir kişinin çabalarıyla Cenova’da savaş yaralılarına yardım konusunda çalışan bir komite kurulmuştur. Bu komite daha sonra Kızıl Haç Uluslararası Komitesi ismini almıştır.
Bu dönemde oldukça yaygınlaşan ve eğitim ve insani yardım amacıyla kuruldukları iddia edilen örgütler ise başta Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere daha çok doğu ulusları arasında faaliyet gösteren misyoner teşkilatlarının kurduğu örgütler olmuştur. Bunlar, insani yardımdan ziyade bu bölgelerdeki Müslüman ve diğer dinlerden olan insanları Hristiyanlaştırmak için çalışmışlardır. Bunun mümkün olmadığı durumlarda, başka mezheplerden olan Hristiyanları kendi mezheplerine devşirmek için faaliyet göstermişlerdir.
Örneğin bu misyoner kuruluşları faaliyetlerine başlamadan önce Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeniler tek mezhebe mensup tek bir millet olarak kabul edilirlerken, misyonerlerin bazı Ermenileri kendi mezheplerine devşirmeleri sonucunda Ermeniler, Gregoryen, Katolik ve Protestan gibi birçok mezhep arasında bölünmüştür.
Bunun yanında misyoner örgütlerinin demografik çalışmalar yaparak faaliyet bölgelerindeki toplumları etnik, dini ve kültürel temelde böldüğü ve devlet aleyhine kullanmaya çalıştığı kısa süre içinde tespit edilmiş ancak devletin zayıflığı sebebiyle bu örgütlerin faaliyetleri engellenememiştir. Misyoner teşkilatları bu faaliyetler yanında kendi ülkelerinin ekonomik çıkarları için de çalışmalar yapmışlardır. Bunlar, çeşitli bölgelerin tarım potansiyelini tespit ederek bunların ticareti ve doğal kaynakları araştırarak bu kaynakların kendi ülkelerince sömürülmesini sağlamak gibi amaçlarla da faaliyet göstermişlerdir.
Bu mahzurlarına rağmen 1914-18 yılları arasındaki I. Dünya Savaşı sırasında bu teşkilatların çoğu faaliyetlerine devam etmiştir. Uluslararası alanda ise daha birçok yeni NGO ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Uzlaşma İçin Dostluk, Barış ve Özgürlük Cemiyeti gibi 50’ye yakın yeni uluslararası cemiyet kurulmuştur.
Dört yıl süren ve insan kaybı ve ekonomik kayıplar açısından tam bir yıkım olan I. Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle savaşa sahne olan bölgelerde yeni sorunlar ortaya çıktığından savaş sonrasında bu sorunların çözümüne yönelik yeni cemiyetler ortaya çıkmaya başlamıştır. Daha da önemlisi, her bölgede aynı amaçla birçok cemiyet kurulduğu için bu cemiyetlerin faaliyetlerini ortak bir şekilde yürütmek için bazı yeni organizasyonlar kurulmuştur.
Örneğin Avrupa ve Ortadoğu’da açlıktan ölen çocukların aşırı artması sebebiyle kurulan birçok cemiyetin faaliyetlerinin tek elden yürütülmesi için 1920’de Çocukları Koruma Uluslararası Birliği kurulmuştur. Aynı yıl Verdun yakınlarındaki bir çalışma kampında ise Uluslararası Sivil Yardım ve Uzlaşma Cemiyeti’nin temelleri atılmıştır. Milletler Cemiyeti’nin kurulmasıyla birlikte ayrıca, Milletler Topluluğu Federasyonu gibi oluşumlar ortaya çıkmıştır. Bu oluşumun maksadı Milletler Cemiyeti’nin çalışmalarını denetlemek olarak tespit edilmiştir.
1920’den 1930’a kadar, birçok alanda diplomatik görüşmelerin tıkanması ve giderek daha da zor bir hale gelmesi sebebiyle, mevcut ve yeni kurulan cemiyetler ülkeler arasında temasın sağlanması için bir vasıta olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Ayrıca, savaş sırasında kadınların iş hayatına atılması, kadın hakları konusunda bilinçlenmeyi artırdığından birçok ülkede kadın hareketleri serpilmeye başlamış, bunun etkisiyle 1929 yılında Dünya Birleşmiş Milletler Kadınları Cemiyeti kurulmuştur.
Savaş sonrasında toplumlar yeniden toparlanmaya başladığından öğretim faaliyetleri yaygınlaşmış ve 1932 yılında Uluslararası Öğrenci Yurtları birliği kurulmuştur. Bu cemiyet ilk defa ülkeler arasında öğrenci gezi ve ziyaretlerinin düzenlenmesini sağlamış, 1935 yılında kurulan Dünya Hristiyan Öğrenci Federasyonu ise ülkeler arasında öğrenci değişimi ve öğrencilerin bilinçlenmesi için görev yapmaya başlamıştır.
Bu çabalar sonucunda NGO’ların sayısının 1920’de 400’e çıktığı ve bu sayının 1939 yılında 700’e ulaştığı tahmin edilmektedir. Cemiyetlerin sayısı oldukça hızlı bir şekilde artmasına rağmen bu cemiyetlere üyelik geniş halk kitleleri arasında yaygınlaşamamış, bu cemiyetler daha çok seçkin sınıfların güdümünde kalmışlardır.
Bununla birlikte, zamanla uluslararası sorunlara yönelik kamuoyu bilinci güçlendikçe, bu örgütler sadece üyeleri için değil, küresel çapta çok sayıda insanın faydası ve çıkarı adına hareket eden, geniş bir temsil niteliği olan kuruluşlar haline gelmişlerdir. Böylece bu örgütler, sadece ahlaki duyarlılık açısından değil, halkın büyük bir kesimini ulusal ve uluslararası alandaki bazı olaylara kitlesel tepki göstermek için harekete sevk edebilme yeteneği açısından da güçlenmişlerdir.
Bunun da etkisiyle NGO’lara üye olan kişi sayısı hızla aratarak milyonlarca kişiye ulaşmıştır. Örneğin günümüzde Uluslararası Af Örgütü, Vahşi Yaşamı Koruma Fonu, Greenpeace, Uluslararası Çocukları Koruma Derneği, Doğal Kaynakları Koruma Konseyi, İnsan Hakları Savunucuları, İnsan Hakları Avukatlar Komitesi, Kadınlara Özel Evler gibi örgütler ve uluslararası grupların üye sayıları milyonlarla ifade edilmektedir.
Dernek ve bu derneklerin üyelerinin sayısının bu şekilde artması sonucunda bir de Uluslararası Dernekler Birliği teşkil edilmiş ve bu kurum kurulur kurulmaz, 5.000’den fazla üyesi olan 14.500 uluslararası dernek ve NGO’yu resmi olarak tanımıştır. Bundan sonraki gelişmeler incelendiğinde, uluslararası NGO’ların ve kuruluşların 1930’lu yıllardan itibaren artmaya başladığı ve bu artışın 1980’li yıllardan itibaren oldukça hızlandığı görülmektedir.
Nitekim 1956-1986 yılları arasında uluslararası NGO’ların sayısı tedricen artarak 5.000 sayısına ulaşmış fakat 1987-2000 yılları arasında 30.000 olmuş ve bundan sonra da yeni NGO’lar kurulmaya devam edilmiştir. Bu sayı günümüzde milyonlarla ifade edilmektedir.
Örneğin sadece ABD’de iki milyon, Hindistan’da ise bir milyondan fazla NGO bulunduğu ileri sürülmektedir. Rusya Federasyonu’ndaki NGO sayısı 1990’lı yıllarda yok denecek kadar az iken 2000’li yıllarda bu ülkede faaliyet gösteren NGO sayısı 65.000’i geçmiştir. Endonezya’da sadece çevre sorunları ile ilgilenen 2.000’den fazla NGO olduğu ve bunların çoğunun 1990’lardan sonra kurulduğu söylenmektedir.
1987 ve özellikle de 1990’lardan sonra meydana gelen bu hızlı artışın, soğuk savaşın sona ermesinden, hızlı ve yaygın iletişime imkân sağlayan internetin yaygınlaşmasından, küreselleşmenin artmasından ve hatta uluslararası sistemin temel aktörlerinin başında gelen devletlerin rolünün giderek zayıflamasından kaynaklandığı ileri sürülmektedir.
Gerçekten de son yıllarda NGO’ların gösterdiği etkinlikler bunu doğrular niteliktedir. Bir grup insan tarafından; insan haklarının korunması, ozon tabakasının delinmesinin çevreye ve insan sağlığına etkisi, elmas ticaretinin etnik çatışmaları körüklemesinin önlenmesi, kadın haklarının geliştirilmesi, ilaç üreticilerin patent haklarının korunması, gelişmekte olan ülkelerin dış borçlarının azaltılması gibi birbirinden çok farklı birçok alanda faaliyet göstermek üzere kurulan milyonlarca NGO, günümüzde ulus devletler, uluslararası kuruluşlar, şirketler ve sendikalar gibi kendi amaçları doğrultusunda kararlar alabilecek makamları bulunan hemen hemen her oluşumu değişik seviyelerde etki altına alabilecek güce ulaşmıştır.
Çünkü bu NGO’ların büyük bir kısmı, gerek mali kaynakları, gerek yüksek eğitimli teknik personelleri açısından söz konusu karar makamları tarafından göz ardı edilemeyecek birer aktör haline gelmişlerdir. Bu sebeple ABD ve Çin gibi büyük devletler ile AB gibi bölgesel örgütler ve Dünya Bankası gibi büyük nüfuza sahip olan teşkilatlar, uygulayacakları politikaları NGO’ların muhtemel tepkilerini dikkate alarak belirlemekte, hatta bu politikaları belirlerken belli ölçülerde NGO’ların da sürece katılmalarına imkân sağlamaktadırlar.
Buna 1985 yılında imzaya açılan ‘’Ozon Tabakasına Zarar Veren Maddeler Hakkında Montreal Protokolü’’, 1997’de sonuçlandırılan ‘’Kara Mayınlarının Önlenmesine Dair Sözleşme’’ ve 1998’de Roma’da imza aşamasına getirilen ‘’Uluslararası Ceza Mahkemesi’’nin kurulmasına dair anlaşmanın ortaya çıkması sürecinde NGO’ların çok büyük katkıda bulunmuş olması somut örnekler olarak gösterilebilir.
Bunlardan en çarpıcı olanı, kara mayınlarının yasaklanması ile ilgili anlaşmanın hazırlanma sürecidir. Çünkü ‘’Kara Mayınlarının Yasaklanması Uluslararası Komitesi’’, bünyesinde bulunan 23 ülkeden 350 NGO ile birlikte önce konuyu dünya gündemine sokmayı başarmış, daha sonra ABD gibi güçlü bir ülkenin muhalefetine rağmen bir anlaşma taslağı hazırlamış ve diğer NGO’larla birlikte yürüttüğü yoğun bir kampanyanın ardından 1997 Nobel Barış Ödülü’nü almaya hak kazanmıştır. Bu örnek, NGO’ların belli bir konuyu uluslararası toplumun gündemine yerleştirme ve hukuki açıdan bağlayıcı kurallar oluşturulmasında ne kadar önemli bir role sahip olduğunu göstermiştir.
NGO’ların uluslararası ilişkilerdeki rolü bununla da sınırlı değildir. Artık NGO’lar devletler arasında yürütülmekte olan çeşitli müzakereleri de etkileyebilme kapasitesine ulaşmışlardır. Örneğin ABD, Kanada ve Meksika, ‘’Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’’ (NAFTA)’yı kurmak için müzakerelere başladıklarında bu görüşmeleri mümkün olduğu kadar kapalı kapılar ardında yapmaya çalışmışlardı. Fakat bu ülkelerdeki NGO’lar ortaklaşa hareket ederek hükümetleri üzerinde büyük bir baskı oluşturmayı ve müzakerelerin daha şeffaf bir şekilde yürütülmesini sağlamışlardır. Hatta ABD üzerinde öylesine büyük bir baskı kurmuşlardır ki, ABD NGO’ların istekleri yönünde bu anlaşmanın kapsamına çevre ve çalışma koşulları ile ilgili hükümlerin girmesini kabul etmiştir.
Benzer şekilde, müzakereci taraflar üzerindeki baskılar sayesinde NGO’ların 1992 Rio Çevre Zirvesi’nde ozon tabakasına zarar veren gazların kontrolü konusunun belgelere girmesini sağladıkları, 1995 yılında Pekin’de yapılan Dünya Kadın Zirvesi’nde de birçok konuda etkili oldukları bilinmektedir.
Bu tip uluslararası forumlarda, devletler arasında yürütülen müzakerelerde NGO’ların işlevsel açıdan bir başka özelliği daha dikkati çekmektedir. Hükümet temsilcilerinin müzakerelerde çıkmaza girdikleri bazı konularda, zaman zaman NGO temsilcilerinin gayri resmi şekilde müzakereci ülke temsilcileri ile temasa geçerek orta yolun bulunmasını sağladıkları görülmektedir. Buradan da anlaşılacağı gibi NGO’lar, görüşmelerin ana aktörü olmasalar da, bazen müzakerelerin uzlaşıyla sonuçlanmasını kolaylaştırıcı rollerde ön plana çıkabilmektedir.
Kimyasal maddelerle ilgili konularla ilgilenen NGO’ların 1997 yılında bir araya gelerek ‘’Kimyasal Silahlar Sözleşmesi’’ konusunda kurdukları daimî denetim mekanizması ‘’Eguality Now’’ adlı NGO’nun kadın hakları ve kadın erkek eşitliği konusunda bütün ülkeleri dönemsel denetime tabi tutması, Uluslararası Af Örgütü’nün insan haklarını sürekli izleyerek ihlalleri uluslararası çevrelerde gündeme getirmesi gibi örneklerden ise NGO’ların gözlem ve denetim işlevi de gördükleri anlaşılmaktadır. Günümüzde NGO’ların bu yönünü dikkate almadan hareket eden pek fazla ülke kalmamıştır.
NGO’lar, ortaya koydukları tarafsızlık görüntüleri ile bazı durumlarda çok hassas kabul edilen konuların çözümünde bile başarılı olabilmektedirler. Mozambik’te 13 sene süren iç savaşın 1992 yılında sona erdirilmesi sürecinde ‘’Community Of San Egido’’ isimli NGO, taraflar arasında uzlaşma sağlanmasını tek başına başarabilmiştir. Bu NGO, Sudan, Sierra Lion ve Sirilanka’da da benzer girişimler içinde bulunmuştur.
Bu durum NGO’ların çatışmaların önlenmesi ve sorunların çözülmesi için arabuluculuk rolüne de soyunduklarını göstermektedir. Bu kapsamda, Avrupa Çatışma Önleme ve Transformasyon Platformu bünyesinde 500’den fazla NGO faaliyet göstermektedir. Bu durum, NGO’ların gelecekte bu alandaki işlevlerinin daha da ön plana çıkabileceğini göstermektedir.
Tüm bunların yanında NGO’ların belki de en önemli faaliyet alanlarından biri, insanlara doğrudan hizmet ve insani yardım malzemesi götürmek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir çatışma ve doğal afet durumunda NGO’lar, diğer devletlerden ve uluslararası kuruluşlardan çok daha hızlı bir şekilde olay bölgesine yardım ulaştırabilmekte, bürokratik işlemlerden arındırılmış olmaları ve insanlarda tarafsızlık ve güven hissi uyandırabilmeleri sebebiyle bu alanlarda etkili bir şekilde faaliyet göstermektedirler.
Bu sebeple, günümüzde NGO’ların yaptığı insani yardımın hacmi, BM çerçevesinde sağlanan yardımları aşmış durumdadır. NGO’ların 2000 yılı rakamlarıyla yılda 8 milyar dolar kaynak oluşturabilme hacmine ulaşmış olduğu göz önüne alınırsa, bu konuda günümüzde ulaştıkları kapasitenin ne kadar yüksek olduğu kolayca anlaşılabilir.
NGO’ların oynadığı bir başka rol ise, kitlelerin belli hedeflere yönelik olarak harekete geçirilmesi ve düzenlenen protesto kampanyalarıdır. 1994 yılında Dünya Bankası’nın 50. kuruluş yıldönümünde kamuoyunu harekete geçiren NGO’ların oluşturduğu baskı, Dünya Bankası’nın gelişmekte olan ülkelere yardım programını gözden geçirmesini, ayrıca Hindistan, Malezya ve Çin’deki baraj projelerine bankanın destek vermekten vazgeçmesini sağlamıştır.
Son dönemlerde kazandıkları büyük kapasite ve etki kabiliyetleri ile NGO’lar birçok ülkedeki devrimci hareketlerden ve hatta bazı ülkelerde rejimlerin ve hükümetlerin değişmesinden bile sorumlu oldukları iddia edilmektedir. Birçok eski Doğu Bloğu ülkesinde meydana gelen renkli devrimler buna verilebilecek en bilinen örnektir.
Arap Baharı diye bilinen olayların arakasında da NGO’ların olduğu iddia edilmektedir. Buna delil olarak AB’nin soğuk savaş sonrasında Kuzey Afrika ve bazı Orta Doğu ülkelerine demokratikleşme yönünde adımlar atmaları koşuluna bağlı olarak AB fonlarından sağladığı uzun vadeli yardımlar ve bu yardımların söz konusu ülkelerde kullanılmasında NGO’ların da rol alması gösterilmektedir.
Türkiye’de devleti çökme noktasına getiren kumpas operasyonları ve ardından hükümete karşı yapılan darbe girişiminin de dünya çapında faaliyet gösteren ve bir sivil toplum kuruluşu olduğunu iddia eden FETÖ tarafından yapılmış olması da bu konuda üzerinde durulması gereken çok önemli bir örnek teşkil etmektedir.
NGO’ların yukarıda açıklamaya çalıştığımız konularda son yıllarda giderek daha etkili hale gelmeleri, hükümetlerin, uluslararası kuruluşların ve iş dünyasının NGO’ların faaliyetlerine daha çok dikkat etmelerini ve NGO’larla daha fazla işbirliğine gitme yollarını aramalarını sağlamıştır.
Nitekim neredeyse bütün devletler, her yıl daha da artan bir şekilde, uluslararası toplantılara katılacak heyetlerine konuyla ilgili kendi ülkelerindeki NGO’ların da temsilciler gönderilmeye ve bu yolla NGO’ların uzmanlık alanlarından yararlanmaya çalışmaktadır. Ayrıca resmi kurumlar bünyesinde NGO’larla ilgilenecek özel birimler kurulmakta, özellikle bir çatışma bölgesine yardım gönderilirken bu yardımları eskiden olduğu gibi yerel resmi makamlara vermek yerine NGO’lar aracılığıyla dağıtılması tercih edilmektedir.
Bağımsız devletler gibi uluslararası örgütler de aynı yönde bir eğilim içindedir. Örneğin Dünya Bankası, NGO’ları kalkınma bölgelerindeki faaliyetlere daha fazla dâhil edebilmek için banka bünyesinde bir NGO birimi kurmuştur. Bankanın kredi projelerine NGO’ların doğrudan katılımı 1988 yılında yüzde 3 seviyesinde iken bu gün bu oran yüzde 50 seviyesinin üzerine çıkmıştır. AB’nin kalkınma yardımı, insani yardım ve eğitim ve çevre projeleri için NGO’lara tahsis ettiği mali kaynak da aynı şekilde bir yükseliş terendi göstermektedir.
BM de NGO’larla işbirliğini her geçen yıl daha da artıran uluslararası kuruluşlar arasındadır. Nitekim BM nezdinde istişari statü sahibi NGO’ların sayısı 1968 yılında 377 iken 2000’li yıllarda 2000’e ulaşmış, bu gün ise bu rakamın çok daha üzerine çıkmıştır. NGO’lar aldıkları istişari statü sayesinde BM toplantılarına katılabilmekte, konuşma yapabilmekte, belge dağıtabilmekte ve hatta belli koşullar altında BM gündemine yeni maddelerin eklenmesini önerebilmektedirler.
Halen çok sayıda NGO’nun BM nezdinde statü alabilmek için başvuruda bulunduğu göz önüne alınırsa BM-NGO ilişkilerinin gelecekte daha da gelişeceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü BM çevrelerinde, NGO’ların dünyanın ekonomik ve sosyal gelişiminde olumlu bir rol üstlendiklerine inanılmaktadır.
Görüldüğü gibi NGO’lar, son yıllarda kazandıkları güç ve etkinlikleriyle tüm bağımsız devletlerin ciddiye almaktan kaçınamayacakları kuruluşlar haline gelmişlerdir. Bu kuruluşlar insanlık için yaptıkları olumlu katkıların yanında devletlerin iç meselelerinde de etkili olabildikleri için, dünya üzerinde mevcut bütün bağımsız devletler, NGO faaliyetlerini yakından takip etmek, eğer mümkünse bunların faaliyetlerini kontrol etmek ve böylece NGO’ların olumlu yönlerinden faydalanmaya ve olumsuz yönlerine karşı tedbirler geliştirmeye çalışmak zorundadır. Bu hususlarla ilgili bilgi ve değerlendirmelerimizi de daha sonraki yazılarımızda açıklamaya çalışacağız.
Hits: 236
SARI YELEKLİLER -2
- 19 Aralık 2018
NGO (Non Govermental Organizaton) Nedir? – 4
- 25 Aralık 2018