
FIRATIN DOĞUSU – 3
- 22 Ocak 2019
- Güven Kaya
- Başlık; Bölgesel Sorunlar
- 18
21.01.2019 / ANAKARA
“Savaş ciddi bir amaç için ciddi bir eylemdir.” der Carl von Clausewitz.
Ama önce konunun gündeme getiriliş tarzı ile yakından alakalı yaşanmış bir öykü anlatayım.
22 Eylül 2017, saat 04.35 suları ve yer evimin olduğu semtteki Öveçler Vadisi Parkı.
Son beş yıldır her gün olduğu gibi o gün de saat 04.00’de kalktım. Bunun nedeni dört ayaklı sarışın kızımı, vadide kimse yokken gezdirmek. Neden kimse yokken? Maksadım kimseyi huzursuz etmemek. Gezdirirken boynunda tasması olur ama zincirini takmam, çantamda durur. Büyük olarak tanımlanan köpeği kendi yürüyüş ritminiz ile gezdirecekseniz hiç gezdirmeyin. Asla yetmez ona sizin hızınız. O kendi koşu ritmi ile sidik yarışına, orayı burayı koklama derdine düşmek ister. Bazen de uzun uzun koşular tutturur, son sürat bir yerlere koşar, sonra bana koşar. Yorulduğunda veya bıktığında ise evin önüne gider. Bu arada vadinin içinde kuzey-güney hattında bir tur atmış oluruz ve bu ortalama 75 dakika sürer. Yani özgürce istediği gibi gezer, arkadaşları ile oynar, yorulur ve karnı acıkır. İşte bu özgürlük sürecinde etrafta birileri olursa ya korkudan altlarına ederler ya da -özellikle kadınlar- o iğrenç çığlıklarını koyuverirler. Çünkü anne ve babalar çocuklarını, ilk andan itibaren, köpek korkusu ile büyütüyorlar ve sayelerinde, neredeyse, köpekten korkmayan ve bu korkudan dolayı zarar vermeyen insan yok gibi. Saat 05.00’den itibaren -bizim işimizi bitirmemize yakın- vadiye insanlar gelir, kimi yürür, kimi koşar kimi de insan anatomisine uymayan spor aletlerinde çalışır.
O gün de saat 04.15 gibi dışarı çıktık ve dört ahbap çavuşumuz bizi karşıladı. Bunlar Oya-Bora kardeşler, Alaca ve Enis Bey oluyorlar. Kardeşler birbirlerinin aynı renkte olup dişisi erkeğinden daha iridir. Bora çok akıllı ve çeviktir. Oya ise psikolojik sorunlar yaşayabilen kedi avcısı bir köpektir ve çok güzel yüzü vardır. Alaca kızım ile aynı cinsten, sert huylu, dişlerinin bir kısmı dökülmüş, çok güzel bir çift göz ile ismine kaynaklık eden üç renge sahiptir. Enis Bey işkence görmüş, arka iki bacağı ile ön sağ bacağında toplam beş kırık oluşmuş. O yüzden yandan çarklı ada vapuru gibi gezer. İsim verirken zorlandım ama “aleti” esin kaynağım oldu. Çok büyük olduğundan Penis Bey demek gerekiyordu ama nezaketen Enis Bey’de karar kıldım. Bunlara her gün tavuk etli veya kırmızı etli pilav ile kırabilecekleri nitelikte birer kemik veririm. Kışın buna dondurulmuş hayvan yağı eklerim. Ortak özellikleri okşanmayı çok sevmeleridir. Enis Bey patileri ile ayağımın üzerine basar ve beni engeller, mecbur okşarım.
Kızım işemek için parka atladı. İşini gördü ve biraz daha dolanıp durduktan sonra kakasını da salladı. Kakayı poşetleyip çöpe doğru giderken tanıdığım güvenlikçi yanıma geldi ve merhabalaştık. Ayaküstü konuşurken, parkta sürekli içen, gürültü eden ve bu yüzden polislik olanların elebaşı olan pislik, sanırım evinin olduğu yer olsa gerek, Kabil Caddesi tarafından geldi ve bana doğru konuşarak “Size bir soru sorabilir miyim?” dedi. Bu pislik gerçek bir pislik olmasına rağmen kılık ve kıyafetine özen gösteren biridir. O gün de özenliydi. Sarhoş olduğu, hatta ot da çektiği belli oluyordu. Konuşurken zamanımı çalacağını düşündüğüm için “Hayır soramazsınız, köpek gezdireceğim, sonra işime devam edeceğim, zamanım yok, size iyi geceler diliyorum.” Dedim ve dönüp kuzey tarafına doğru yürüdüm. Güvenlikçi ile yürürken sürekli konuştuğunu duyuyordum. Güvenlikçi “Abi sana diyor, duymuyor musun?” diye beni ikaz ediyordu. Ben de “Suat kardeş, duyarsam bunun bir sonucu olur, o sonuç onu sakat bırakır, beni ise rahatsız eder.” Diyordum ama o bunun ne manaya geldiğini anlamıyordu.
Bir ara sarhoş bize yaklaştı ve köpeklerden birini istediği zaman kesebileceğini söyledi. Etrafta kimse olmasa ve kimsenin görmeyeceğinden emin olsam onu o anda keserek öldürebilirdim. Sadece gözlerine baktım, ses çıkarmadım. Genelde yanımda ya dalgıç bıçağı ya da kaliteli bir çakı olur. O konuşmaya devam ederken biz yürüdük gittik. Bakar mısınız bu pislikteki özgüvene? Adam reddetmemi sindirememiş ve gurur yapmış. Bu tipik bir ilkel insan davranışıdır. Hiçbir şey bilmezler ama çokça gururludurlar ve tüm cahiller böyledir. Dahası bunlardan bu topraklarda çok sayıda vardır.
Birinci basket sahasının civarına geldiğimde, içimden bir ses, daha esas yerine gelmemişken, köpeklerin yemeğini vermemi söyledi. Çantamdan çıkarıp yemeklerini verdim. Çantamı sırtıma asarken, pisliğin bağıra çağıra koşarak geldiğini gördüm ve belimden, refleksi davranışlarla, bildiğiniz 14’lü Belçika Browning’i çıkarmam ile namluya mermiyi vermem bir oldu. Sonra, sakince, bir silahşor edası ile tabancayı havaya atarak namlusundan yakaladım. Kolumu, dirsekten kırmadan arkadan öne doğru hızla bir tam tur çevirip, tabancanın gezini, bana doğru son sürat koşmakta olan pisliğin alnına bütün gücümle çaktım. Görünmez bir duvara çarpmış gibi durakaldı. Evet, resmen çaktım, çivi çakar gibi… Gezin olduğu kısmın pisliğin kafasını ezdiğini hissettim. Gözlerinin kaydığını, alnının açıldığını ve kanın fışkırdığını gördüm. Yığılırcasına yere düştü. Tam sert burunlu dağ botum ile kasıklarına tekmeyi indirecekken canhıraş bir bağırtı eşliğinde kalktı. Biraz gecikse sövgülerine yüklem teşkil eden organı işlemez hale gelecekti. Kalkar kalkmaz da tornistan edip caddeye açılan ara sokağa kaçtı. Osuruğuna sapan taşı yetişmez türünden bir kaçıştı bu. İşlem 04.36’da bitmişti. Adam yaklaşık 20 dakika boyunca sövmüş, saymış ama sonrasında patlak kafasını eline almıştı. Peşinden koşmayı düşündüm ama bu düşünceyi hemen kovaladım. Çünkü koşarsam yakalar ve yakalarsam kesinlikle o pisliği temize havale ederdim.
Adamın kaçması tipik bir ilkel reflekstir. Baş edemeyeceği bir güç ile karşılaştığını gördüğünde ilkel insanların hepsi ilk fırsatta kaçar. Böylelikle yenilgiyi kabullenmiş olur. O andan itibaren dünyanın en sessiz ve “edilgen” insanıdır. İstenilen her türlü maddi ve manevi eylem üzerinde gerçekleştirilebilir ama hiç vakit kaybı yaşanmamalıdır… Evet, her türlü eylem, altını çiziyorum.
Tabancanın gezi alnına çakıldığında, sol tarafıma doğru, bir şeyin fırladığını görmüştüm. O kaçarken ben de o fırlayanı aldım ve tabancaya taktım, şarjürmüş. Anlayın artık darbenin şiddetini… Kızım ve ben evin yolunu tuttuk, işin neşesi kaçmıştı.
5-10 gün sonra yine aynı saatlerde gezinirken, kafa kırma vakasının olduğu yerin hemen beri tarafında birkaç kişinin konuştuğunu gördüm. O herif ve saz arkadaşları olabilir düşüncesi ile makineyi hazırladım. Yolumu değiştirmedim, pisliklere şeref paye edemem. Eğer onlarsa doğrudan ayaklarını sakat bırakacak şekilde vuracaktım. İbne gibi sürterek yürümelerini görmesem de hayal etmek güzel olurdu. Başkalarıymış. Merhabalaştık. İçlerinden biri “Siz o musunuz?” dedi. Yanıtım “Kim miyim?” oldu. “O geceki?” gibilerinden bir şey mırıldandı. Onayladım. Ne dese beğenirsiniz? “Sizin o geceki çaresizliğinize çok üzüldüm. Hiç cevap vermiyordunuz.” Bakar mısınız insanımızın düşüncesine. Konuşmayan insan çaresiz oluyormuş. Bence, asıl konuşan çaresizdir, çaresizliğinden ve korkaklığından böğürüyordur. Ağlayan asıl suçludur, suçluluğunu örtmek için zırlıyordur. Ben böyle öğrenmiştim yiğidin harman olduğu eski Üsküdar sokaklarında. Şimdi bademler pervane oluyor oralarda.
Benim ne yapacağım belliydi, çarem vardı ve olası daha iyisini arıyordum. Oysa o pislik ne yapacağını bilmiyordu, korkutmak için konuşup duruyordu. Ama ben çaremi uygulamamak için direniyordum. Çünkü yapacağım şey karşı tarafa mutlaka zarar verecek nitelikteydi. O zararın şiddetine bağlı olarak da beni etkileyecekti. Bu salağın da gözlerinin içine pisliğinkine baktığımı şekilde sessizce baktım. Ne düşündüyse sormak ihtiyacı hissetti “Öteki niye yere düştü, sonra da kaçtı?” diye sordu. Kafası kırıldı, yere düştü ve o yüzden kaçtı yanıtıma tepkisi şaşırmak ve sessizlik oldu. Zaten o gece bu genci evinin balkonunda görmüştüm ve bize sessiz olmamızı söylüyordu. O esnada polis çağırmış ama ben görmedim. Güvenlikçi ise pislik üzerime doğru koşarken kirişi kırmıştı. Bu arada yaptığım vuruşun şiddeti ile sağ omzumda oluşan ağrıdan dolayı 6 ay kadar göğüs pres çalışamadım. Onlar ise, içki içerken arkasına gizlendikleri minibüsü ertesi gün götürdüler ve bu güne kadar ortalıkta yoklar. Kısacası bir darbe vadiye huzur getirdi. Bazı korkaklar ve edilgenler gibi işi “Allah’ından bulsun” diyerek çöpe atmanın manası yok. Esasında, bu konuda, temelleri 1880 yılında Francis Galton tarafından ortaya atılan “öjeni/ojeni teorisinden” daha keskin görüşlere sahibim. Açıklarsam bilgisiz insanların alayı bana faşist der. Oysa faşistlikten çok uzağım; dokunma bana, dokunmayayım sana felsefesindeyim.
Bu öyküdeki ana fikir bu toprakların insanları tarafından sessizliğin çaresizlik ve korkaklık olarak görülmesidir. Oysa ben asla öyle düşünmem. Konuşmak fazladan güç kaybı ve hedefe kilitlenme bozukluğudur. Dahası ne yapacağının ipuçlarını düşmanına vermektir. Doğrudan işlem yapmak ise hedefe giden en kestirme yoldur, baskın etkisi yaratır, zamanla korkuyu egemen kılar ve korkakları sus pus eder…
Kişisel ilkelerimden biridir kimseyle tartışmamak. Tartışarak bir yere varılmadığını gördüğüm gibi tartışarak birine doğruyu anlatma olasılığı da sıfırdır. Benim anlayışıma göre doğru orada duruyordur, aklı olan, zekâsı yerinde olan gider alır. Onu alamayan insan zaten akılsız ve yetersiz zekâlıdır. Bununla neyi tartışacağım, buna neyi anlatacağım?
Şimdi konumuza geçebiliriz. Yukarıdaki öykünün konuyla olan alakası yeri geldiğinde belirtilecektir.
ABD BÖLGEDEN ÇEKİLECEK Mİ?
Ülkeyi yönetenlerin Fırat’ın Doğusu ile ilgili savaş söylemlerinin sıklaştığı bir dönemde, Trump bir poker oyuncusu edası ile “Çekiliyorum.” dedi. Sanki bu söz bekleniyormuşçasına “gireriz, asarız, keseriz, onları çukurlara gömeriz” söylemleri birdenbire durdu. Sanki ellerinden oyuncakları alındı…
Diktatörlük özentisi içinde olan Trump Suriye’den çıkıyoruz dese de öyle olmadığını, olamayacağını emperyalizm tarafından beslenenler bilmese bile emperyalizmi iyi tanıyan kişiler bilir. Hemen çekiliyoruz diyen ağız, kısa bir zaman sonra zamana yayılacağını, daha sonra ise Kürtleri yalnız bırakmayacağız, derken “Kürtlere saldırırlarsa Türkiye’yi ekonomik olarak mahvedeceğiz. 20 millik güvenli bölge kuracağız.” şeklinde cümleler kurmaya başladı.
Bu tip zikzaklar içinde ciddi bir cahilliği barındırmanın yanında, Türkiye’nin ABD ve NATO ile ilişkilerini gözden geçirmesine neden olabilmektedir. ABD aşınan etkinliğini daha fazla aşınır hale getirmektedir.
Trump ülkesinde, kendi çevresinde, gelişen olaylardan dolayı sıkıntılı konumdadır. Bir çeşit “topal ördeği” oynamaktadır. Hem 2020 seçimlerine az kaldı hem de Rusya’nın seçimlere etkisi iddiası gün geçtikçe daha sıkı bir cendere halini almaktadır. Hatta kimileri “artık görevden alınması gerektiğini” dillendirmeye başladı. Tüm bu nedenlerden dolayı Amerikan kamuoyuna hoş gelen cümleler kurmak zorundadır. Gelin görün ki, tamamen bilgisiz ve tamamen kişisel düşündüğünden olaylara devlet olmanın getirdiği ciddiyetten yoksun bakmaktadır. Her tüccar gibi, bu arada, kendisi hakkında konuşan diğer bilgisizlere de kendi çapında bir ders verme eğilimi de yok değildir. Yani bir nevi “operasyon mu yapacaksın kardeşim, al yap, ben gidiyorum” diyor ve bombayı ne konuştuğunu bilmeyenin kucağına bırakıyor.
Süreç esnasında yapılan PKK’nın üç teröristinin kelle avı ilanı ABD’nin fırsatçılık adına yapmayacağının olmadığını gösterir. Pohpohlanmayı sevenlerin ağzına çalınan bir parmak baldan öte geçmemiştir bu.
Dilerseniz ABD’nin Suriye’deki konumuna kısaca bakalım. ABD Suriye’de yasal olarak bulunmuyor çünkü yasal Suriye devleti tarafından davet edilmediği gibi, onun yıkılmasını projelendiren, uygulamaya koyan, bunu yapacak terör örgütlerini kuran, kendine yardım eden terör örgütlerini akla gelebilecek her şekilde destekleyen terörist sever bir ülkedir. ABD’nin öncelikle kendi yasallığını sağlaması için filmi başa sarıp davet edilmeyi beklemesi lazım. Mevcut durumda olacak iş değil ama bu böyledir. Sonra da mevcut tüm terör örgütlerine karşı içtenlikle mücadele etmesi gerekir. Bu da mevcut durumda mümkün değildir.
İşte, ABD bu açmazdan kurtulmak için ya ülkeyi terk edecek ya da orada bulunan bir ülke ile işbirliği yapıp veya yapıyor görünerek kendini yasallaştırma yoluna gidecek. Rusya ile işbirliği yapması mümkün değildir. İlke anlaşmaları yapabilir ama işbirliği yapamaz. İran ile hiç mümkün değildir. Geriye bir Türkiye kalıyor. Türkiye’nin şimdiki yönetimi ile ilgili daha ayrıntılı bilgi için BAKINIZ.
Peki, Türkiye orada yasal olarak bulunuyor mu? Kesinlikle hayır. Daha kötüsü Suriye devletini yıkmaya çalışan ÖSO denen terör örgütü ile de derin işbirliği içindedir. Bu durumda önce Türkiye’nin kendisini yasallaştırması gerekiyor. Bunun yolu ise mevcut rejim ile işbirliğine girmesi ve onun tarafından varlığının onaylanması gerekiyor. Türkiye bunu yapabilecek durumda mıdır? Bu da -şimdilik- “kesinlikle hayır” yanıtını alır ama mümkündür. Türkiye’yi yönetenler, anlaşıldığı kadarıyla, hala olayın farkında değiller ve iç politikaya oynayarak Şam’daki Emevi camiinde namaz kılmayı tasarlıyorlar. Bunun yanında sürekli olarak seçim ve referandum temelli olarak Suriye vakası kullanılıyor. Ancak ülkeyi yönetenler inanılmaz fırsatçıdır. Başka çıkar yol kalmadığında bu yola girecekleri, bugüne kadar yaptıklarından anlamak mümkündür. Zaten bağımsız ve tarafsız basına bazen bu konuda bazı bilgiler düşmektedir. Belki de ABD bunu zorluyordur.
ABD ara çözümler bularak -IŞİD ile mücadele gibi- varlığını sürdürme çabasında oluyor ama bu da bitti. Ancak tüm bunlar ABD’nin çekip gideceğini göstermez. Afganistan gibi var olmayı istediği yerlerden biridir.
Şekli veya şartı ne olursa olsun ABD Fırat’ın doğusundan son askerine kadar çekilmeyecektir ama kuvvetlerinin büyük bir kısmı ile kesinlikle çıkacaktır. Ancak bunun zamanını kendi belirleyecektir. Zamanın belirlenmesinde kendi çıkarlarının deruhtesi, kendi çıkarlarını sağlayacak ve koruyacak olanların güvenliğinin çeşitli anlaşmalar ile sıkı sıkıya sağlanması, kendisine tam biat eden yönetimlerin oluşturulması gibi son derece gerekli olan etkenlerin rayına oturtulması etkin olacaktır.
Henüz bu aşamada, ABD, kendi ülkesinin de niyet ve maksatlarının doğrultusunda kullanacağı Kürt Ordusunu istediği sayı ve eğitim seviyesine getirmeden çıkmayacaktır. Sayının en az 100.000 olduğunu değerlendiriyorum. Şimdilerde eğitilmiş olan 65-70.000 gibi bir rakamdan bahsediliyor ama bunun her geçen gün arttığını düşünüyorum. Sadece savaşmaya odaklanmış 100.000 kişilik bir orduyu durdurmak çok zordur. Konuyla ilgili olarak BAKINIZ. Bu ordu uzun süreli bir ordu değildir, kısa zaman sonra kullanıma sokulacaktır.
Bu arada, “Türkiye’yi IŞİD unsurlarından korumakla” izah ettiği gözlem noktaları meselesi var. BAKINIZ. Türkiye’nin PYD’yi korumak için yapıldığını değerlendirdiği bu konuda ABD’liler başka konuşuyor, Türkiye tarafı başka konuşuyor. ABD’liler bu konuda Türkiye bilgilendirildi ve anlaştık derken, iktidar tarafı ise kendilerini bunun yanlışlığı konusunda uyardık, yapmamalarını istedik tarzında söylemler üretiyor. Hangi tarafın doğru söylediğini tam embedid, tam taraftar ve tam bağımlı yerli basından öğrenmek mümkün olmuyor. Ancak şu da bir gerçektir ki, IŞİD daha güneydedir, sınır yakınlarında değildir.
Türkiye’nin Fırat’ın Doğusuna yapacağı operasyonu engellemek isteyen ABD, KDP destekli ENKS’ye bağlı Roj Peşmergelerini Kobani ve Tel Abyad sınırında konuşlandırdı. Türkiye’nin sıcak baktığı söylenen bu peşmergeler, Suriye Kürtlerinden olup, KDP tarafından eğitilmişlerdir. BAKINIZ.
Çekiliyorum lafı ile ABD-RUSYA Suriye’de Kürdistan’ın kurulması konusunda anlaştı söylemi de ortalığa saçıldı. Uçağı düşürülen ve “bir daha olsun bir daha düşürürüz” denilen Rusya ile Suriye pratiğinde ortak olunduğu söyleniyor ama hem Suriye konusunda hem de diğer konularda Rusya ile aynı yöne bakılmadığını gören gözler görüyor. ABD ile Rusya Kürtler konusunda neredeyse aynı söylem içindeler. ABD bunu federasyon ile açıklarken, Rusya “yapılacak anayasa Kürtler olmaksızın olmaz, Kürtler yönetimden dışlanarak yeni Suriye olmaz” diyerek açıklıyor. Basit bir bilgiyi hatırlatmakta fayda var: ABD PKK’yı terör örgütü olarak tanırken Rusya, geçtim PYD/YPG’yi PKK’yı bile terör örgütü olarak tanımıyor ve Rusya’da büro açmasına izin veriyor.
Böylelikle kurulması planlanan 4 parçalı Kürdistan’ın ikinci parçası da işlev kazanmış olacak demektir. Böylelikle geriye İran’dan kopartılacak üçüncü parça ile Türkiye’den kopartılacak dördüncü parça kalmış oluyor ve böylelikle Kandil dağından Akdeniz’e Büyük Kürdistan kuruluyor. Daha fazla ayrıntı için BAKINIZ.
İktidar partisinin bir milletvekili “Biz Türkiye’nin hava savunmasının olmadığını 2012 yılında öğrendik.” dedi. Buna “2002’de iktidar ol ve bunu 10 yıl sonra öğren, ne iş bu iş?” demeyeceğim. Başka bir tarafa bakacağım. Hikâyesi yılan hikâyesine dönen bir süreçten sonra Rus malı S-400’lerde karar kılındı. Ama bunun sonucunda ABD’nin çeşitli yaptırımları devreye girdi. Rus füzeleri 2019 yılında gelecek. Aklı başında olanlar “bunlar ABD malını da alırlar ve Rus mallarını ise önceliği olmayan bölgede kullanırlar” diye düşünürken, Türkiye’nin 3,5 milyar dolar karşılığı ABD üretimi Patriot’lardan da aldığı bir şekilde basına yansıdı. Yansırken bu siparişin Fırat’ın doğusu ile de bağlantılı olduğu hissettirildi. BAKINIZ.
Suriyeli Kürtler, çekilme dalaşına “Nihai kararımız, Şam’la anlaşmaya varmaktır; ne pahasına olursa olsun, Amerikalılar itiraz etseler bile bu yönde çalışacağız.” şeklinde tepki gösterdi. Pek tabi ki, bu en doğru çözüm olur. Çünkü onlar o toprakların insanı ve çözümü yasal devlet ile gerçekleştirmek zorundalar. Aksi çözümler mevcut ortamın devamı niteliğinden öteye geçemez. Zaten bazı yerlerde yasal Suriye ordusu konuşlandı ve oradaki Kürtler devreden çıktı.
Bu bağlamda, Türkiye sınırını Suriye ordusuna teslim etmeyi ama tek şartlarının Rusya’nın garantör olmasını istediklerini de beyan ettiler. Kürtlerin başlattığı tüm bu gelişmelerin Rusya tarafından desteklendiği dışişleri bakanı Sergey Lavrov tarafından dünya kamuoyuna açıklanırken “Ortadoğu’daki Kürt azınlıkların hakları, Kürtlerin temsilcileri ve merkezi hükümetler arasında diyalog kurularak temin edilmelidir.” cümlesi de unutulmamıştır. Bundan kasıt dört parçalı büyük Kürdistan’a göz kırpmak olup olmadığına dair net bir açıklama yok. Ancak Rusların, diğer ülkelerin terörist diye tanımladığı Kürt örgütlerini terörist sınıfına almadığı da bilinen bir gerçektir. Bu konu bir başka yazıya konu olacak kadar uzun olduğundan burada kesilecek.
İş döndü dolaştı, ABD bölgeden çekilecek mi alt başlığını takip eden ikinci paragrafta geçen güvenlik şeridine geldi. Buna Kürt koridoru demek mümkündür. Biraz daha ileri giderek kandil dağından Akdeniz’e Kürt koridoru demek de mümkündür. İnanılması güç ama Türkiye de bunu ister oldu. Yok, şu bir gerçek, kimse tarihten ders almak gibi bir aklı kullanmak istemiyor. Zaten tarihin ilk kuralıdır tarihten ders almamak. Böylesi bir duruma düşmek hazindir ve hazin olduğu kadar da trajiktir…
Böylesi bir koridoru / şeridi kim kontrol edecek? Bunu Türkiye kontrol edecekse mevcut halden farkı nedir? Bir başka güç kontrol edecekse uluslararası ilişki kurallarından olan “hakkaniyet” nasıl sağlanacak? Bir başka gücün getireceği olası sorunlar neler olabilecektir, bunlarla nasıl mücadele edilecektir? Böylesi bir koridor / şerit yeni bir Çekiç Güç vakası yaratmaz mı? Okurken gülüyorsunuz çünkü çok gülünç, değil mi?
Eğer başlangıçta mezhepsel davranmayıp “Emevî camiinde Cuma namazı kılacağız denmese ve Suriye devleti ile görüşülse,” bu sözü edilen koridor / şerit iki ülkenin anlaşması ile yapılsaydı, ne bu sorunlar yaşanırdı ne de hain Suriyeliler ülke içine girebilirdi.
TÜRKİYE GİRECEK Mİ?
Bir gece ansızın gelebiliriz (14.10.2018). BAKINIZ.
Birkaç güne kadar giriyoruz (12.12.2018). BAKINIZ.
Çok yakında harekete geçeceğiz (08.01.2019). BAKINIZ.
Dendi ama hala tık yok.
Peki, yukarıdaki cümleler deniyor ama Türkiye’nin orada bulunması yasal mı? Kesinlikle değil. Yasallığın sağlanması için Suriye devletinin daveti gerekiyor, tıpkı Rusların ve İran’ın davet edildiği gibi.
Sürekli yinelediğim gibi; “Bu ülkede Kürt meselesi vardır diyenlerin, ‘İmralı’ ile görüşenlerin, Oslo görüşmelerine katılanların, ‘İmralı’nın’ mesajını seçim meydanlarında okutanların, terörist olarak niteledikleri İngiltere merkezli Democratic Progress Institute (DPI)’e eski bakanları görüşmeye gönderenlerin ve Türkiye’ye gelen temsilcileri ile görüşenlerin” terörle veya teröristle mücadele edeceğini sanmak aklı duvara asmaktır. Bu açıdan bakıldığında, alt başlığın hemen altında sıraladığım cümlelerin kurulması en yakın seçime yönelik söylemden ibaret olduğunu görmek mümkündür ve ülkenin çıkarından ziyade egemen güçlerin çıkarlarına hizmet etmektedir. Bunun böyle olduğu Trump’ın çekiliyorum lafından sonra hareketsiz ve sessiz kalınmasıyla açığa çıkmıştır.
Biraz geriye çekilip daha geniş açı ile bakalım.
Başta ABD olmak üzere NATO ile yaşanan S-400 sürtüşmesi var. Buna karşılık ortaya sürülen F-35 uçaklarının teslimatını engelleme girişimi var. Bu girişimin sadece bu uçaklar ile sınırlı kalmayacağı diğer birçok silah sistemi için de geçerli olduğu yerli basında yer bulmamakla birlikte dünya basınında var. Bu arada Türkiye’nin Patriotlara doğru sürüklenmesi gibi bir gerçek de var. Diğer yandan Suriye gerçeğinde müttefik olunan Rusya’nın, İdlib konusunda üstlendiği görevleri yapmadığı (ayrıntılar için BAKINIZ) cihetle Türkiye’yi defalarca sert şekilde uyarmaları ve son Astana toplantısında Türkiye’nin TSK’nın İdlib’den çekileceği garantisini verdiği gibi gerçekler de var…
Afrin’den sonra Menbiç’e sonrasında ise Fırat’ın doğusuna girileceği sözleri verilen ama bir türlü gerçekleşmeyen söylemler, belli bir oranda, muhatabın ipe un sermesi sonucu gerçekleşmemiştir. ABD Menbiç’teki Kürtleri kesinkes savundu ve onlara zarar gelmemesi için “yumuşak güç” bağlamında ne yapılması gerekiyorsa yaptı. Buna askeri deyimle oyalama muharebeleri denebilir. Aynı süreci Fırat’ın doğusu için de uyguladı. Öylesine ustalıkla yaptı ki bunları, yüksek perdeden koşulmasına rağmen ne Menbiç’e ne de Fırat’ın doğusuna girilebildi. Buna uluslararası ilişkilerde diplomasi deniyor. İyi yapan kazanıyor, bihaber olan ise kaybediyor.
Bunun yanında, her iki ülkenin yöneticileri telefon veya toplantılar aracılığı ile görüşüyorlar. O görüşmelerden sonra edilen cümleler kısa bir zaman geçmeden diğeri tarafından yalanlanıyor. Böylesi görüşmelerden ve ilişkilerden bir sonuç çıkar mı?
Görüşmelerin konusu, IŞİD ile mücadele için verilen sözler, sınırda dikilmekte olan gözetleme kulelerinin kaldırılması, Fırat’ın doğusundaki sınırları koruyacak olan yerel güçlerin eğitilmesinin tamamlanması, çekilmenin zamanı ve süresi gibi sürüncemede bırakılabilecek ve hakkında olduğundan daha farklı yorumlar yapılabilecek konulardır.
Bu bağlamda, ABD kendini sıkıntıda hissettiğinde, Doğuluların işi zamana ve Allaha bırakması huyunu da kullanarak, bir bakanı veya birkaç kişiden oluşturduğu bir teknokrat ekibi Türkiye’ye (ayağına) gönderiyor ve nedense her istediğini de alıyor. Böylesi bir durum, tam olarak, kurallara uygun davranmayanların kaybetmeye mahkûm olduğu gerçeğini daha da bir pekiştiriyor. Buna en son örnek Bolton, Dunford ve Jeffrey üçlüsünün Ankara’ya gelmesidir.
Fotoğrafa daha geriden bakmayı denersek karşımıza hiç kimsenin Fırat’ın doğusuna girilmesini istemediği gerçeği ile karşılaşıyoruz. Birlikte mücadele edilen Rusya da, karşı karşıya kalınan ABD de, “sığınmacıları bir bırakırsak görürsünüz gününüzü” diye tehdit edilen Avrupa da istemiyor. Her ülkenin kendine göre gerekçesi var. Buna karşın, Türkiye’nin de kendine göre gerekçesi var. Hangisinin daha başarılı olduğunu zaman içinde göreceğiz.
Fırat’ın doğusuna girilmesi esasında ucu açık bir konudur. Nereye kadar girilecek? Ne kadar süre kalınacak? Bu iş 25-30 km ile sonuç alınacak türden değildir. Karşıdaki terörist taktik ve teknikleri uyguluyor. Kaçtıkça kaçacak ve derinliklere çekecek. Derine girdikçe ordu daha fazla yıpranacak ve belki de hedeften daha fazla uzaklaşacak. Bu da zayiatın daha fazla olması anlamına gelecek. Bunun yanında, sanki geleceği görmüş gibi, daha önce değindiğimiz doların değeri (BAKINIZ) ne olacak? Zaten Trump “ekonomik olarak çökertiriz” diyerek tehdit etmedi mi? E, sen Osmanlı tokadından bahsedersen o da doların değerinden bahseder.
Deniyor ki, girilirse, barış masasında el daha güçlü olur. O denilen öyle değil. Girildiği an işgalci yaftası gelecektir. Ayrıca kime karşı el güçlü olacak? Suriye’ye karşı mı? Onların toprağı değil mi o? Onlar, zaten, barış sürecinde Türkiye’ye zırnık koklatmayacaklarını en yetkili ağızlardan birçok kez beyan etmediler mi? Bu bilinmiyor mu? İdlib’ten çıkma garantisi veren bir ülke Fırat’ın doğusunda nasıl kalabilir ve bu kalış nasıl bir el gücü sağlar?
Sloganlar ile uluslararası sahneye çıkamazsınız. Dünya beşten büyüktür diyerek sadece bilgisizleri kandırmak mümkündür. O kastedilen beş ülkeden ABD 1., Çin 2., İngiltere 5., Fransa 7. ve Rusya 12. büyük ekonomi olup toplamda 39 trilyon USD seviyesinde bir ekonomik hacme sahiptir. Bu rakam 2018 değerleri ile yaklaşık 85 trilyon dolarda yaklaşık 40 trilyon dolar demektir. Ekonomik güç böyleyken askeri güç daha farklı değil. Tüm dünya ülkeleri birbirlerini tehdit ederken güvendikleri silahlarını bu ülkelerden alıyor. Buna ne denecek? Peki, uzaya bakalım mı? Neyse, uzatmayayım.
Allaha dua ederek, birinden yardım dilenerek, dünya devleti gibi olmadık sözler ederek dış politika, özellikle de silahlı dış politika güdülemez. Benim jeostratejik ve jeopolitik değerim yüksek diyerek de güdülemez. Ya nasıl yapılır? Akıl, bilim, vicdan ve ahlak temelleri üzerinden yapılır.
Şimdi konunun başında aktarılan öykünün ana fikrine gelelim. Ana fikri “Bu toprakların insanları tarafından sessizliğin çaresizlik ve korkaklık olarak görülmesidir.” şeklinde tespit etmiştik. Sürekli olarak yüksek perdeden konuşanlar, bu toprakların insanının nezdinde, çaresiz ve korkak olmadıklarını gösterme telaşına kapılanlardır. Konuşmadıkları, birilerini tehdit etmedikleri gün yok olacaklarını sanırlar, oylarının düşeceği vehmine kapılırlar.
“Türkiye girecek mi?” alt başlığının hemen altına sıralayıp tarih ve linklerini verdiğimiz alelacele yapılan açıklamalar bu telaştandır. Oysa kimse, kimsenin çaresiz ve korkak olduğunu düşünmüyor, “sadece doğru zamanda, doğru hareketin kurallarına uygun yapılıp yapılmadığına ve kazanç getirip getirmediğine” bakıyor.
Sözün özü Trump çıkıyorum dedi, Türkiye, yeni bir çekiç güç vakası yaratacak olan, tampon bölgeye razı oldu. Bu tamamen konulara yeterince vakıf olmadan hareket etmenin sonucudur.
Yazının en başında hatırlatılan Clausewitz’in “Savaş ciddi bir amaç için ciddi bir eylemdir.” sözüne tam da bu noktadan bakmakta fayda vardır.
BERBAT DURUMDAYIZ – 1
- 29 Ocak 2019