
ROMA’DA DİN VE YÖNETİM
- 1 Şubat 2019
- Mahmut Şahin
- Başlık; Küresel Sorunlar
- 20
- Facebook25
- Twitter15
- WhatsApp30
- LinkedIn10
- Telegram0
- Paylaşım
Bugünü anlayıp yorumlamak için geçmişe bakmak gerekir bazen. Anlayıp yorumlayabilenler için geçmişte bugüne ışık tutacak, yarınları daha aydınlık yaratmamıza yarayacak çokça örnek vardır.
Aşağıda siz değerli MGM Strateji takipçilerine sunduğum, 2010 yılında yaptığım bir çalışmaya ait makalenin, Türkiye’nin ve Dünya’nın bugününü anlayabilmek adına küçük de olsa bir ışık tutacağı kanaatindeyim.
1. GİRİŞ
Yeryüzünde insana ilişkin maddi manevi her şeyin temelinde dinin, dinsel düşüncenin izlerini bulmak mümkündür. İnsanlık tarihi boyunca uygarlık yolunda atılan her adımda dinin etkilerini görebiliriz. Dinin çıkış amacının, her ne kadar, insanlığı iyiye güzele doğruya ulaştırmaya çalışmak olduğu iddia edilse de tarih bunun böyle olmadığını bize göstermektedir. Din genel olarak gerek Tiranlar gerekse diğer çıkar grupları tarafından iktidarlarını pekiştirmek ve çıkarlarının devamını sağlamak için kullanılmışlardır. Asırlarca insanlığın kan ve gözyaşı akıtmasının geri planında da dinin izlerini görmek mümkündür. Kısaca özetleyecek olursak binlerce yıllık insanlık tarihinde, din olumlu ya da olumsuz olarak önemli bir işlev üstlenmiştir. Dinin bu olumlu ya da olumsuz işlevi genelde dinin kendi dogmatik yapısından kaynaklanmıştır. Zira dogmatik yapı sorgulamayı engellemiş, başkaldırılara engel olarak yönetimde görece istikrarı sağlamıştır. Sorgulamayan, itaatkâr bireylerden oluşan toplumları yaratmak din ile mümkün olmuş, yönetimi Tiranlar için daha kolay kılmıştır. Ancak din Tiranlar için işleri kolay kılarken bir yandan da paradoksal bir biçimde, yarattığı katı inanç yüzünden, Tiranların işlerini zorlaştırarak yıkılmalarına da sebep olmuştur. Zorbaları iktidarından eden katı dinsel inançlar insanlığa mutluluk getirmek yerine insanları daha da köleleştiren başka diktatörler ve oligarklar getirmiştir. Bkz. İran İslam Devrimi
İlkçağ tarihinin en önemli, eski Yunan kadar hatta ondan daha parlak devleti olan Roma İmparatorluğunun oluşumunda da dinin önemli bir işlevi vardır. Krallık Cumhuriyet ve İmparatorluk dönemlerinde Hristiyanlığın Roma’da resmi din olarak kabulüne kadar, her türlü pagan dini hoş görü ile karşılayan ve bunlardan İmparatorluk kültü için yararlanan Roma, Hristiyanlığın kabulünden sonra da Hristiyanlık dinini İmparatorluğun devamı, gelişimi ve kalıcılığı adına kullanmıştır.
Yaklaşık 1200 yıl kadar süren Roma devletinin varlığında dinin ya da diğer bir deyişle dinlerin önemli bir rolü vardır. İ.S IV. Yüzyıla kadar pagan dini ve kültürü etkisinde kalan Roma bu tarihten itibaren büyük Konstantin’in Hristiyanlığı kabulü ile Hristiyanlığın etkisi altında kalmıştır.
Bu çalışmada Roma yönetiminde ve toplumsal yapısında dinin etkileri incelenecek olup konu giriş ve sonuç bölümleri dışında 3 ana başlık altında incelenecektir. Bunlar “Roma’da Toplum Ve Siyasal Düşünce”, “Hristiyanlığın Doğuşu ve Roma’da Yayılması” ve “İmparatorluğun Çöküşü” dür.
2. ROMA’DA TOPLUMSAL YAPI VE SOSYOEKONOMİK GELİŞMELER
İlk çağın, eski Yunan kadar parlak ve belki de daha önemli uygarlığını Romalılar kurmuşlardır. Burada kastettiğimiz parlaklık en azından daha uzun ömürlü olduğu şeklinde değerlendirilmelidir. Çünkü uygarlığın ne kadar parlak olduğu göreceli bir kavramdır. Kimisine göre uzun süre tarih sahnesinde kalmak daha parlak bir uygarlığı ifade ederken, kimilerine göre de insanlık tarihine ve uygarlığa katkıları açısından yaptıkları daha parlak bir uygarlık olarak değerlendirilmektedir.
Romalılar, Yunanlıların aksine soyut ve kurgusal düşünceye uzaktırlar. Çiftçi – asker kökenli Romalılar, pratik yaşama daha çok önem verirlerdi. Bu yüzden Romalılar siyasal konularda özgün bir düşünce geliştirmemişler, genellikle öncülleri Yunan düşünürlerinin düşünce sistemleri arasında sentezler kurup onları izlemeyi yeğlemişlerdir. Ancak Romalıların insanlık tarihine en önemli katkıları hukuk alanında olmuştur. Pratik yaşama ilişkin öncelikleri, Romalıları karşılaştıkları sorunlara kalıcı çözümler oluşturabilecek hukuki düzenlemeler oluşturmaya ve hukuk sistemleri kurmaya yöneltmiştir.
Roma’nın hukuksal ve yönetimsel düzenlemeleri gelecek çağlara önemli bir miras olarak kalmış, aynı zamanda eski Yunan felsefesini ve siyasal düşünce sistemlerini Latinceye çevirmelerinden dolayı da Romalılar eski Yunan felsefesini Hristiyan Avrupa’sına bağlayarak önemli bir köprü vazifesi de görmüştür.
Roma’nın toplumsal ve siyasal örgütlenmesini anlayabilmek için Krallık dönemlerinden itibaren toplumsal ve siyasal yapıyı incelememiz gerekir. Romalılar Krallık yönetimine son verip Cumhuriyet sistemini kurmalarına rağmen Krallık dönemine ilişkin yapıları büyük oranda devam ettirmişlerdir. Tamamen yeni bir siyasal rejim kurmak yerine eski kurumlarda yeni düzenlemeler yapmak yolu ile siyasal rejimi kurmuşlardır. Roma’da toplumsal yapı ve sosyoekonomik gelişmeleri dört dönem halinde inceleyeceğiz. Bunlar; 1. Krallık Öncesi Dönem 2. Krallık Dönemi 3. Cumhuriyet Dönemi 4. İmparatorluk Dönemi
2.1 Krallık Öncesi Dönem (İ.Ö 753 Öncesi)
İtalya’da eski taş çağından beri yaşayan insan toplulukları vardı. İ.Ö 3000’lerde yeni taş çağına geçmiş Akdeniz halkları görülür. İtalya’ya gelen, İ.Ö 1200, kabileler italiklerdir. İtaliklerin yerli halkla karışmalarından Latinler (ovalılar) denen halk doğmuştur. İtalya’ya Anadolu’dan gelen Etrüsklerin denizcilikte usta bir halk olduğu söylenmektedir. Etrüsklerin Latinler üzerinde egemenlik kurması ile toplumsal farklılaşma ve uygarlık ortaya çıkmıştır. Bu olaylardan yüzyıl kadar sonra da Latin köyleri birer kent durumuna gelmiş, ticaret, tarım ve maden işletmeciliği gelişmiştir. Ticaretin gelişmesi ile diğer toplumlarla ilişkiler ortaya çıkmıştır. Siyasal örgütlenme bu dönemde “civitas” denen bağımsız kent devletleri biçimindedir. Kent devletleri önceleri seçimle iş başına gelen krallarca yönetilmiştir. Krallar hem en yüksek komutan hem yargıç hem de din adamı idiler[1].
2.2 Krallık Dönemi ( İ.Ö 753 – 509 )
Romalılar tarihlerini söylencelerle yoğurarak açıklama yoluna gitmişler, kentin İ.Ö 753 yılında Romulus tarafından kurulduğunu kabul etmişlerdir. Romulus’un soyunu Troyalı savaş kahramanlarından Aeneas’a kadar bu mitolojik tarih anlayışına göre Roma kuruluşundan İ.Ö 509 yılına kadar Krallıkla yönetilmiş ve bu süre içerisinde Romulus dâhil yedi kral iş başında kalmıştır[2]. Etrüskler Latin köylerini birleştirip Roma kentini kurarken yerli halkı kentin kurulmasında zorla çalıştırmışlar, bu da iki toplumun arasını açmıştır. Nitekim Latin halkın zamanla güçlenen aristokratları ayaklanarak İ.Ö 509’da Etrüsk kralını kovarak Cumhuriyeti kurmuşlardır.
2.3 Cumhuriyet Dönemi ( İ.Ö 509 – 27 )
Etrüsk kralını kovarak yönetimi ele geçiren ve kendilerine “patricii” (babalar) denen Latin aristokratları Cumhuriyeti kurmuşlardır. Batı dillerinde Cumhuriyet anlamına gelen “rebublic” Latince (halk için , halk yararına) demek olan “res publica”dan gelmektedir. Res publica zamanla toplumun tek kişi tarafından değil meclislerce yönetilmesi anlamını kazanmıştır[3].
Roma’da Cumhuriyet tam bir aristokrat Cumhuriyetti ve yönetime nüfusun %10 unu oluşturan patriciiler hâkimdi. Patriciiler büyük toprak sahipleri sınıfıydı ve tam vatandaşlık hakkına sahipti.
Roma’da toplumsal sınıflar 1. Köleler 2. Sığıntılar (vatandaşlık hakları olmayan özgürler) 3. Vatandaşlardan oluşmaktaydı vatandaşlar da kendi aralarında patriciiler (aristokratlar) ve plebler (avam halk) olarak ikiye ayrılıyordu.
Roma’da Cumhuriyet dönemi, dışta Roma’nın genişlemesinin içeride de sınıf kavgalarının tarihi olmuştur. İçeride yaşanan sınıf kavgaları ve köle ayaklanmaları sonucunda Roma vatandaşlığı Romalılar dışındaki bağlaşıklar halklarına da verilmiş ve son olarak da İ.Ö 287 yılında pleb ayaklanması sonucu pleb (halk) meclisinin senatoya eşit yasama gücüne sahip olması kabul edilmiştir.
Dışta da Roma Cumhuriyeti İ.Ö 146 yılında Yunanistan’ı da topraklarına katarak genişlemesini sürdürmüştür.
2.4 İmparatorluk Dönemi ( İ.Ö 27 – İ.S 476 )
Cumhuriyetin son yıllarına doğru İ.Ö II. Yüzyılın sonlarından başlayarak, bir kent devleti için oluşturulmuş Cumhuriyet ideolojisi çözülmeye başladı. Latinlere ve diğer İtalyanlara yurttaşlık hakkının tanınmasıyla birlikte, Roma yurttaşlığı değerini ve ideolojik işlevini yitirdi. Roma halkı yabancılarla çoğalarak kolaylıkla senatörler patisine karşı bir tutumu benimsemeye başlamıştı. Artık insanlar eski Roma geleneklerine , yaşam ve düşünce biçimine , dinine ,siyasal ve toplumsal nedenlerden dolayı pek ilgi duymuyorlardı. Anayasal kurumların yüceliği, Roma’nın tanrısal görevi gibi ideolojik söylemler artık ekonomik sıkıntıları göz ardı etmede etkili olamıyordu[4].
Roma’da ahlaksal çöküntü başlamış, ayrıca soylular giderek siyasetten uzaklaşmışlardı. Toplumsal ve siyasal bozulma beraberinde Roma’yı ayakta tutacak yeni siyasal düzen arayışlarını da getirdi. Halk arasında da giderek monarşi düşüncesi yaygınlaşmaya başladı[5].
İ.Ö 31 yılında Actium savaşını kazanan Octavianus ülkenin tümünün denetimini eline geçirdi, ancak mutlakçılığa kaymak yerine iktidarına anayasal bir nitelik kazandırdı. İktidarını İ.Ö 27 yılında üstlendiği pro konsüllük görevine özgü İmperium yetkisi üzerine kurdu. Octavianus aynı yıl Agustus unvanını alır . Agustus Cumhuriyet yönetimini getirdiğini söyler ve kendisinin birinci yurttaş anlamına gelen Princeps diye anılmasını ister. Bu nedenle İmparatorluğun ilk yılları Principatus (birinci yurttaşın yönetimi) olarak adlandırılmıştır. Daha sonraları İmparatorların gereksiz buldukları göstermelik Cumhuriyetçilikten vazgeçilip mutlak birer monarka dönüşmeleri ile birlikte Principatusun yerini Dominatus (uyrukların efendisi) almıştır[6].
Agustus eski Cumhuriyetçi geleneklere büyük saygı göstermesine rağmen, senatonun sayısını azalttı ve devlet yöneticileri ile senatörlerin yetkilerini önemli ölçüde kıstı. Kölelerin durumunu düzeltti, orta sınıfı ve atlılar sınıfını kendine bağladı. Agustus’un en büyük başarılarından birisi orduyu yansızlaştırmak olmuştur. Agustus bunu , askerlere büyük ödüller ve toprak dağıtarak hatta İtalya dışında askeri koloniler kurarak yaptı. Tüm bunları yaparken Agustus askeri güçlerin tamamını kendisine tabi kılmayı da başardı[7].
Agustus ekonomiyi de düzeltmek için köylere kırlara geri dönüşü teşvik etti ve tarımsal üretimin de artmasını sağladı. Reformlarla Roma yönetimini merkezi bir yapıya kavuşturdu.
Agustus’la başlayan İmparatorluk dönemi İ.S 476 da barbar paralı askerlerin şefi Odoacer’in İmparator Romulus’u tahttan indirmesine kadar devam etti. Bu süreç içerisinde İmparatorlukla ilgili en önemli sorunlardan biri de İmparatorun nasıl seçileceği sorunu idi. Bu İmparatorluk içerisinde orduların birbirleri ile çarpışmalarına kadar varan çeşitli sorunlar doğurmuştu. İ.S IV. yüzyıldaki Hristiyanlığın yaygınlaşması da önemli bir sorun olmuş iç kargaşalara yol açmıştı.
İmparatorluktaki kargaşa dönemlerinde , Agustus’la başlayan, İmparatorlara tapınma şeklinde, İmparatorluk kültüne daha çok önem verdiler ve iktidarlarını dinsel temellerle de güçlendirmeye çalıştılar. Daha sonraları da Hristiyanlığı , Theodisus döneminde, kabul ederek iç birliklerini sağlama yoluna gittiler ancak bu dış etkilere karşı İmparatorluğu koruyamadı ve kuzeyden gelen barbar kavimlerin saldırıları İmparatorluğu zayıflattı. Sonunda, İ.S 476 da Romulus’un devrilmesi ile Roma İmparatorluğu (Doğu Roma 1453 yılına kadar devam etmiştir.) tarihe karıştı.
3. ROMA’DA SİYASAL DÜŞÜNCE
Roma’nın toplumsal ve sosyoekonomik yapısına baktıktan sonra, siyasal düşünce sistemine ve bu sistemi geliştiren, etkileyen düşünürlere bakabiliriz.
Romalıların kendine özgü siyasal düşünüşü olduğu söylenemez. Soyut felsefi düşünceler ve siyasal kurumlar, çiftçi-asker olan Romalıların ilgi alanında değildi. Hatta uzun süre Romalılar felsefe yapılmasını aşağılamışlar ve gereksiz bir uğraş olarak görmüşlerdir. Romalılar için savaşmak, para kazanmak ve yönetmek öncelikli kavramlardı. Romalıların yaptığı tek soyutlama hukuk alanındaydı. Hukuk da Romalıların karşılaştığı sorunların çözümü için ihtiyaç duydukları bir şeydi ve pratik gündelik hayatla da çok ilgiliydi. Yunanlıların felsefi ve siyasal düzlemde ele aldıkları konuları Romalılar hukuksal kavramlarla düşünüyorlardı[8].
Romalıların siyaset anlayışı etnik merkezli bir bakışa sahipti ve bunda fetihlerin ve savaşların etkisi büyüktü. Romalıların çevreleri ile ilgilenmelerinin en önemli sebebi, diğer ülkeleri fethetmek ve bu ülkelerdeki toplumları kendilerine tabi kılarak onları kul-köle yapmaktı. Romalılar için fethettikleri ülkelerin yasalarının ya da siyasal sistemlerinin bir önemi yoktu.
Romalıların soyut düşünmeye ilişkin en önemli siyasal yaklaşımları, emperyalist yayılmacılıklarını meşrulaştıran, Roma’nın yüceliğini ve Roma yurttaşlığının önemini vurgulayan düşüncelerdi. Cumhuriyet, ideolojisinin merkezine Roma’nın tanrısal bir işlevi olduğu görüşünü yerleştirerek yurttaşlarında kendilerini tanrısal bir amaca adama duygusu yaratır[9]. Romalılar Romanın korunmasının tanrısal bir görev olduğunu yineleyerek ve bütün yurttaşlara bunu benimseterek, kutsal bir birlik sağlamışlar ve çoğu kez sınıf kavgalarını da böylelikle önlemişlerdir.
Roma siyasal düşüncesini etkileyen en önemli düşünürler, Polybios, Cicero ve Seneca olarak sayılabilir. Şimdi kısaca bu düşünürlerin siyasal düşüncelerine değinelim.
3.1 Polybios (İ.Ö 204- 120 )
Polybios aslen Yunan asıllı olup sonradan Roma’ya yerleşmiş bir düşünürdür. Yunan siyasal düşünüşünü Roma siyasal düşüncesine bağlayan halkadır. Siyasal kültürünü Yunanistan’da edinmiş, yapıtlarını Roma’da vermiştir.
Polybios herhangi bir felsefe akımına bağlı görünmez, Yunan felsefesindeki çeşitli akımlardan etkilenmiştir. Toplumsal ve siyasal düşüncelerinin temelinde yatan görüş, insan toplumlarının uzun süren tarihsel süreçler içinde, bozulma ve düzelme dönemleri geçirdikleri inancıdır. Zamanının toplumlarını da bozulma içinde görür. bu anlayış içinde Polybios, yönetimlerin de monarşiden tiranlığa kadar birbirlerine dönüşüp, tiranlıktan yeniden monarşiye geçilmesi ile çemberin tamamlanıp döngünün yeniden başlayacağı şeklinde bir siyasal görüşü vardır ve buna yönetimlerin dolaşımı kuramı denmektedir. Bu kuram gereği olarak Polybios döngünün yasası ve sırası bilinirse değişimlerin yönünün belirlenebileceğini ve gelişmelerin yanlış ya da doğru olup olmadığının görülebileceğini belirtir.
Polybios’un önemli siyasal düşüncelerinden birisi de dinin işlevi konusundadır. Polybios, Roma devletini bir arada tutan başlıca öğenin tanrılara karşı duyulan korku olduğunu ve sıradan halkın bu yolla denetlenebildiğini söyleyerek tanrılara inananların değil, asıl buna inanmanın aptallık olacağını söyleyenlerin aptalca düşündüklerini belirtip ,bir ideoloji olarak dinin işlevini de açıklamıştır[10].
3.2 Cicero (İ.Ö 106- 44)
Roma siyasal düşüncesinin en önemli temsilcisi olan Cicero , bu konumunu, Polybios gibi yarı Yunanlı yarı Romalı düşünür sayılmayıp tam bir Roma düşünürü olmasından ve Roma Stoacılığının[11] doğal hukuk öğretisini formülleştirip, kendinden sonraki Roma düşünüşünü etkilemesinden alır[12].
Cicero’nun hukuk ve devlet felsefesi ile ilgili düşüncelerinin temelinde stoacı inançlar yatar. Ona göre insan ırkının tohumlarının atılacağı zaman bu tohuma tanrısal bir armağan olarak ruh bağışlanmıştır. Ruh insanın ölümsüz, aynı zamanda tanrılarla da ortak yanıdır. Cicero’nun bahsettiği ruh akılsal ruhtur. Akıl gibi ortak bir öze sahip olan tanrılarla insanlar aynı devletin üyeleridir. Akıl evrensel devletin yöneticisidir. Akıl yalnızca tanrıları ve insanı değil doğayı ve evreni de yöneten ilkedir. Aklın aynı zamanda bir doğa yasası olduğunu söyleyen Cicero şöyle der:
“yasa yapılacak ve yapılmayacak olanı buyuran yüce akıldır…. O doğanın gücüdür, o ruhtur, bilgenin aklıdır, adaletli olanla olmayanın ölçüsüdür.”(Cicero , Yasalar, I, IV)[13]
Cicero doğal hukuk anlayışını benimser, siyasal anlamda da Cicero bir bakıma aristokratların sözcüsü gibidir. Cicero’nun en önemli çabası Cumhuriyetin sürdürülmesini sağlamaktı. Toplumsal çatışmalar ve iç savaşlar döneminde yaşamış olan Cicero Romanın ayakta kalması ve devamı için Cumhuriyetin devamı gerektiğini düşünmüş ve bunun için çaba göstermiştir. Devlet üzerine, yasalar üzerine ve görevler üzerine adlı eserlerinde siyasal düşüncelerini ayrıntılı bir biçimde dile getirmiştir[14].
Cicero doğal hukuk kuramından hareketle stoacıların Kosmopolis düşüncesine ulaşır. İnsanlar aynı aklı paylaştıklarına ve doğal yasa bütün insanları kapsadığına göre , tek bir devlet olmalıdır. Çünkü “Tanrılar insanlara yurt olarak dünyayı vermişlerdir ve her insan bir dünya yurttaşıdır.” Gerçekte “insanlar ayrı ayrı devletlerin değil, doğal yasaların yönetimi altındaki evrensel devletin üyeleridir.” Kosmopolis adını almayı hak eden tek devlet yasaları , kurumları ve gelenekleri doğal yasalarla uyum gösteren Roma Cumhuriyetidir, zaten Roma’nın tanrısal görevi bütün insanları bir çatı altında birleştirmektir.
Cicero’nun evrensel devlet düşüncesi Romanın emperyalist düşüncesine sağlam bir temel kazandırmıştır. Cicero ayrıca, yaşadığı dönemde devlet görevlerinden ve politikadan uzaklaşan bilgelerin ve aristokratların politikadan ve devlet görevlerinden uzaklaşmamaları gerektiğini belirtmekte, halkı becerikli ve doğuştan yetenekli insanların yönetmesi gerektiğini savunur.
Cicero Polybios’tan aldığı karma anayasa düşüncesi ile karma olmayan yönetimlerin iyi ve yetkin olmadığını söyleyerek, karma yönetimlerin hem iyi hem de kötü yanlarının bulunduğunu belirtmiştir, amacı bu yönetimlerin iyi yanlarını bir araya getirebileceği bir karma yönetim oluşturabilmektir. Cicero devlet üzerine adlı yapıtında şöyle demektedir:
“Böylece ben, monarkların uyruklarına duydukları sevgiden dolayı krallığı, akıl vermedeki bilgeliğinden dolayı aristokrasiyi, özgürlüğünden dolayı da demokrasiyi yeğliyorum…. Bir kez, bir kamu devletinde, egemen ve monark niteliğinde bir öge olmalıdır. İkincisi bazı yetkiler aristokrasiye ayrılmalıdır… üçüncüsü, belli birtakım konular, karar ve yargılama için halka bırakılmalıdır.[15]” (Cicero, devlet, I. XXXV)
Cicero , paradoksal bir şekilde , Cumhuriyeti korumayı ve onun devamını sağlamayı düşünürken ve bunu sağlamak için çabalarken, İmparatorluğun düşünsel temellerini de atmıştır.
3.3 Seneca ( İ.Ö4 – İ.S 65 )
Seneca politikadan çok ahlak üzerinde durmuştur. Seneca’nın da Cicero’da olduğu gibi, düşüncelerinin temelinde stoacı felsefe yatmaktadır. Ancak Seneca, Cicero’nun aksine bilge kişilerin politikadan ve devlet görevlerinden uzak durmaları gerektiğini savunmuştur.
Seneca devleti iki şekilde tanımlamış ve bölgesel ve evrensel devletten bahsetmiştir. Seneca İmparatorluk döneminde yaşamıştır ve eşitsizlikçi düzene doğrudan karşı çıkmadan eşitlikçi düşünceler ileri sürebilmek için iki devlet tanımlamıştır. “İki devlet düşünüyorum, birinin gerçekten büyük olan ve kamunun olan, tanrıları ve insanları kapsayan… sınırlarını güneşle ölçtüğümüz devlet, öteki tüm insanları değil de insanların belli bir bölümünü içine alan, doğuş koşullarımızın bizi yazdığı devlet.[16]” Sözleri ile bu iki devleti belirtmiştir.
Seneca bilgelerin devlet işlerinden ve politikadan çekilerek, daha üstün işler olan felsefe ile uğraşmaları gerektiğini belirtmiş ve böylece evrensel devlete daha büyük hizmetler vereceklerini söylemiştir.
4. ROMA İMPARATORLUK DÜŞÜNCESİNİN OLUŞUMUNDA DİNİN ROLÜ
Romalılar, insanlık tarihi boyunca toplumların yönetiminde en önemli ilkelerden olan itaat etme ve boyun eğmede dininin önemine ilişkin gerçekliği iyi kavramış ve devlet yönetimlerinde bunu uygulamışlardır. Özellikle de gönüllü boyun eğme ve eğdirme yöntemini kullanarak yurttaşlarında devlete bağlılığı pekiştirmiştir. Bu gönüllü bağlılık insanlara kutsal bir görev yaptıkları hissini veriyor ve bu da kendilerine ve devlete olan güvenlerin pekiştiriyordu[17].
Roma bu rızaya gönüllü boyun eğmeye ilişkin düşünceden hareketle, fethettiği topraklardaki düşmanlarını dost ediniyor onları Romalılaştırıyordu. Cicero ve Horatius Roma’nın gelişmesini ve gücünü korumasını, inançlara ve dine bağlamışlardır.
Pagan dönemden başlayarak Roma bir devlet dini yaratmış ve bunu bir kült haline getirmiştir. Roma fethettiği topraklardaki din ve tanrıları da bu kültün içine katarak, bir hoşgörü ortamı yaratmış, fethettiği topraklardaki toplumların Roma’ya olan bağlılıklarını sağlamlaştırmıştır.
Roma dini başlangıçta basit bir aile dini olmasına rağmen, kent devletlerinin kurulması ile birlikte giderek halkın ve devletin dini haline gelmiştir. Tıpkı ailede babanın hem ruhani hem de dünyevi lider olması gibi Roma’da da hükümdarlar hem dünyevi hem de ruhani liderdiler.
Fethedilen toprakların din ve tanrılarının Roma dinine dahil edilmesi devletin birliğini sağlamaya çok önemli katkılarda bulunmuştur. Devletin bu dinlere ve Tanrılara karşı olan hoşgörüsü, kendi varlığını tehdit eder hale gelmediği sürece devam etmiştir.
Bir diğer yandan da devletin resmi dini törenlerinin zamanla kutsal yasa haline getirilmesi de Roma hukukunun oluşumunda temel teşkil etmiştir. Bu hukuk paganizm döneminde putperestlikten, Hristiyanlık döneminde de Kiliseden etkilenmiştir. Hukukun temelini oluşturan itaat de Roma dininde mevcuttur. Roma devlet düşüncesi aileden topluma, askerden bürokrata kadar her kesimi bir sistem içinde yerine oturturken dinin bu işlevsel gücünü kullanmıştır.[18].
Cumhuriyetin son dönemlerinde Roma dinine olan inancın azalması ve yozlaşması sonucu toplumsal ve siyasal kargaşalar baş göstermeye başlamış , iç isyanlar patlak vermiştir. Bunun üzerine başlayan askeri diktatörlükler döneminde değişik tedbirler alınsa da yeteri kadar başarı sağlanamamıştır. Ancak İmparator Agustus İ.Ö 31 de yönetimi ele alınca, bu konuya önem vermiş ve tekrar Roma dinini canlandıracak tedbirler almıştır. İmparatorluğun her yerinde yeni mabetler açtırmış, tüm Tanrıların en güzel heykellerini bu tapınaklara koydurmuş ve bu tapınaklarda ibadeti zorunlu kılmıştır. Kendisini de ilah ilan eden Agustus kendisine tapılmasını da bir fermanla emretmiştir. İmparatorluk Agustus’la birlikte ruhani ve dünyevi liderliği birleştirerek, tanrısal bir güç kazanmış oldu.
Bu durum uzun yıllar sürecek bir Pax-Romana dönemini de başlatmıştır. Ancak Agustus’un ardılları döneminde dinin bu etkisi yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştır. Bunda doğudan gelen yabancılarla Roma’ya yayılmaya başlayan dinlerin de etkisi olmuştur. Bu dinler Roma dininin aksine devlete ilişkin söylemler yerine bireyi öne çıkaran söylemler getiriyorlardı. Bu dinler bireysel kurtuluşu vadediyorlardı. İ.S 30’lu yıllarda ortaya çıkmaya başlayan Hristiyanlıkla birlikte Roma dininin etkisi de yavaş yavaş kaybolmaya başladı.
İ.S I. Yüzyılın ortalarından itibaren Hristiyanlık halk tabanında ve ezilenlerin nezdinde güç kazanmaya başlamış ve İmparatorluğun neredeyse her yerine yayılmıştı.
5. HRİSTİYANLIĞIN ROMA’DA YAYILIŞI
Hristiyanlığın Roma’da yayılışını üç dönem olarak inceleyebiliriz. Hoşgörü dönemi, Zulüm dönemi ve Barış dönemi. İ.S 30’da Hz. İsa’nın Yahudiliğe ilişkin yozlaşmayı eleştirmesi ve Hz. Musa’nın dinini yeniden özüne döndüreceğini ve kurtuluşu vaat etmesi ile başlayan Hristiyanlık Hz. İsa’nın yaşadığı dönemde daha çok bir Yahudilik mezhebi, tarikatı gibi algılanmıştır. Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi olayından sonra öğretileri havarileri tarafından yayılmış ve gittikçe Filistin dışına taşmıştır. Özellikle Aziz Paulus döneminde Hristiyanlık adını alan din gittikçe yaygınlaşmaya başlamış, ezilen halk kitleleri ve aşağı halk tabakaları arasında önemli taraftar kitlelerine ulaşmıştır.
İlk dönemler Hristiyanlığın söylemleri Roma devlet ve siyasal yapısına zarar verir nitelikte olmadığı için İmparatorluk tarafından hoş görü ile karşılanmıştır, tıpkı diğer dinlere gösterilen hoşgörü gibi.
Ancak İ.S II. Yüzyıldan itibaren Hristiyanlığın söyletileri ve yayılma hızı İmparatorluğu rahatsız etmiş ve Roma ile Hristiyanlık karşı karşıya gelmiştir. Özellikle İmparator Trajan ( İ.S 98- 117 ) döneminde Hristiyanlığa karşı organize bir mücadele başlamıştır. Bu dönem zulüm dönemi olarak adlandırılmıştır.
Bu dönem ve bundan sonra gelecek İmparatorlar döneminde Hristiyanlıkla Roma İmparatorluğunun sert mücadelesine tanık oluyoruz. Bu dönemde binlerce Hristiyan katledilmiş, binlerce asker ve devlet görevlisi Hristiyan oldukları için cezalandırılmışlar, sürgüne gönderilmişler ve işlerinden olmuşlardır.
Neredeyse Hristiyanlık bitmek ve yeryüzünden silinmek üzereyken İ.S 305’te büyük Konstantin’in İmparator olması ile Hristiyanların talihi dönmüştür. Büyük Konstantin Hristiyan olmuş ve İ.S 313’te çıkardığı Meşhur Milano fermanı ile Hristiyanlığa hoşgörü ile bakılmasını emretmiş, Hristiyanlığın İmparatorluk topraklarında yayılmaya devam etmesini sağlamıştır.
İ.S 379-395’te İmparator Theodusius’un Hristiyanlığı devletin resmi dini yapmasından sonra, Roma tapınağındaki, Romanın kuruluşundan bu yana yanan kutsal ateşi söndürmesi ile Paganist inanç sindirilmeye başlamış ve zamanla tarihten silinmiştir.
Hristiyanlığın resmi din olmasından sonra Konstantin’le başlayan barış dönemi sonunda Hristiyanlık İmparatorlukta etkin din konumuna gelmiş ve giderek devlet üzerindeki etkisini artırmıştır.
Zamanla Paganistliğin yok edilmesi ile Kilise devlette iyice etkin konuma gelmiş ve Kilise giderek devletleşmeye başlamıştır. Hristiyanlıkla İmparatorluğun mücadeleleri sırasında yaşanan iç kargaşalar , İmparatorluğun Hristiyanlaşması ile nispeten durulmuş ancak dış etkilere karşı zayıflamış olan İmparatorluk, İ.S 476’da barbar kavimlerin Roma kentini ele geçirerek İmparator Romulus’u tahttan indirmesi ile İmparatorluk ( 1453’e kadar devam eden Doğu Roma İmparatorluğu hariç) yıkılarak tarihe karışmıştır.
6. SONUÇ
Yönetim ve devlet anlayışı ile ilk çağa damgasını vuran ve tarihte en uzun süre yaşayan İmparatorluk olan Roma devleti, yönetimde dinin işlevselliğinden ve kitleleri etkileme gücünden de yararlanmış bu sayede de uzun süre gücünü koruyabilmiştir.
Roma devlet yönetimi yönetimde denge anlayışını gözeterek, hemen hemen her halk kesiminin yönetime katılması durumuna, biçimsel de olsa önem vermiştir. Aynı şekilde tüm dinlere ve Tanrılara da fethettiği toprakların Tanrıları ve dinleri de dahil, Roma devlet dininde yer vererek, halkın devlete olan bağlılığını pekiştirmiştir. Bu da yönetimde iç kavgaların ve sınıf çatışmalarının önlenmesinde etkili olmuştur.
Roma pagan dönemde putperestlikten, Hristiyanlık döneminde de Kilise’den yararlanarak yönetim ve devlet sistemini sağlamlaştırma yoluna gitmiştir. Ancak son dönemlerde Kilise’nin devlet katında etkinliği iyice artmış hatta Kilise devletleşme yoluna girmiştir.
Roma devlet yönetimi gerek hukuksal sistem açısından gerekse de dinin devlet yönetiminde kullanılma yöntemleri açısından incelenmeye değer ve önemli bir örnektir. Romalıların bugüne bıraktıkları en önemli miras olan hukuk sistemi ve devlet yönetim yapısında dinin oldukça önemli bir katkısı vardır.
[1] Şenel, Alaeddin, Siyasal Düşünceler Tarihi, V yayınları, s.236,237
[2] Ağaoğulları, M.Ali, Köker, Levent, İmparatorluktan Tanrı Devletine, 3. Baskı, İmge Kitap Evi, Ankara,1998, S.15
[3] Şenel, Alaeddin, Siyasal Düşünceler Tarihi, V yayınları, s.237
[4] Ağaoğulları, M.Ali, Köker, Levent, İmparatorluktan Tanrı Devletine, 3. Baskı, İmge Kitap Evi, Ankara,1998, S.42,43
[5] A.g.e s. 43
[6] Ağaoğulları, M.Ali, Köker, Levent, İmparatorluktan Tanrı Devletine, 3. Baskı, İmge Kitap Evi, Ankara,1998, S.60,61
[7] Tanilli , Server, Yüzyılların Gerçeği Ve Mirası, Cilt I: İlkçağ: Doğu, Yunan, Roma, adam yayınları, 2005, s.484
[8] Ağaoğulları, M.Ali, Köker, Levent, İmparatorluktan Tanrı Devletine, 3. Baskı, İmge Kitap Evi, Ankara,1998, S.23
[9] A.g.e s.25
[10] Şenel, Alaeddin, Siyasal Düşünceler Tarihi, V yayınları, s.243-248
[11] Stoacılık: Stoacılık ya da Stoa Okulu, kurucusu Kıbrıslı Zenon olan, Megara okulunun bir kolu olan felsefe okulu. Helenistik felsefenin en önemli akımlarındandır.
Stoacılar için insanın temel amacı mutluluktur. Mutluluğa ulaşmak içinse doğaya uygun yaşamak gerekir. Dolayısıyla doğaya uygun yaşamayı felsefi olarak benimsemişler ve dünya vatandaşlığını savunmuşlardır.
Doğaya uygun davranmak, usa uygun davranmak ve dolayısıyla insanın kendi kendisine uygunluğu demektir. En doğru seçen, sabırla katlanan, en ölçülü ve en adaletli üleştirici doğadır (Zenon’un dört ana erdemi: Doğru seçme, sabırla katlanma, ölçülü olma, adaletle üleştirme)
.
[12] A.g.e s. 248
[13] Aktaran, Şenel, Alaeddin, Siyasal Düşünceler Tarihi, V yayınları, s.249
[14] Ağaoğulları, M.Ali, Köker, Levent, İmparatorluktan Tanrı Devletine, 3. Baskı, İmge Kitap Evi, Ankara,1998, S.44,45
[15] Aktaran, Şenel, Alaeddin, Siyasal Düşünceler Tarihi, V yayınları, s.253
[16] Aktaran, Şenel, Alaeddin, Siyasal Düşünceler Tarihi, V yayınları, s.257,258
[17] Çelik , Mehmet , Siyasal Sistem Açısından Bizans İmparatorluğunda Din – Devlet İlişkileri, Akademi Kitabevi, İzmir , 1999, S. 1,3
[18] A.g.e. s.4
Hits: 4362
BERBAT DURUMDAYIZ – 1
- 29 Ocak 2019
ONU YÜKSEĞE ASIN
- 1 Şubat 2019