
MEZARINI DERİN KAZ
- 17 Şubat 2019
- Güven Kaya
- Başlık; Türkiye
- 23
17.02.2019 / ANAKARA
Suriye bataklığına 2011 yılında balıklama daldı bu ülkeyi yönetenler. Görünür neden GOP/BOP eş başkanlığının gereği, mezhepsel kin ve nefret ile iktidar olurken veya hemen öncesinde projelendirilirken ABD’ye verilen sözler gibi duruyor.
Suriye’de batağa saplanırken ilginç cümlelerin edildiğini de görmüyor değiliz. Suriye ile Türkiye tarafından yaratılan kontrollü gerilimin yaşandığı ve yine Türkiye tarafından tırmandırıldığı günlerde “Sabah çıksak öğlene Şam’dayız.” diyen zihniyete sahip kişilerle başladı belki de bu abuk sözler silsilesi. “Cuma namazını Emevi camiinde kılacağız.” ile devam etti ve gelinen en son söz ise “Onları kazdıkları çukurlara gömeceğiz.” oldu. Bize de bu durumda “Hey adamım mezarını derin kaz.” demek düşüyor.
Pek tabi ki edilen laflar edenlerin kişisel ve mesleki bilgilerinin derinliğini, olaylara bakış açılarını ve düşünsel yapılarını göstermiyor değil.
Onları kazdıkları çukurlara gömeceğiz dendiğinde, aklıma, kovboy filmlerindeki kötü adamların iyi adamların önlerine bir kürek -genelde “D” saplı- atarak mezarlarını kazdırmaları ama sahnenin bitiminde, bir şekilde, o mezarda yatanların kendileri olduğu geldi. Burada teröristlere iyi adam, o lafı edene de kötü adam demek yanılgısında bulunduğumu düşünmeyin. Sadece, ağızdan çıkanı kulak duymadan önce beyne gönderin diyorum. Hoş bunların kulakları da duymuyor ama yine de insanlığımızı yapalım. Terörle ve teröristle mücadele eden biri olarak, teröristlerin tümünün, onlarla görüşen ve anlaşanların, terör sorunu yoktur Kürt meselesi vardır diyenlerin ve benzeri düşüncede olanların insanlık suçu işlediğini bilirim ve ona göre cezalandırılmalarını isterim.
Nedense aklıma “şiddetin ozanı” Sam Peckinpah ile spagetti uzmanı Sergio Leone geldi. Şiddetin ozanının çektiği Bana Onun Kellesini Getirin filmindeki kahramanın, kesik kellenin içinde bulunduğu, kanlı torba ile koşturup durması gözümün önünde belirdi. Derken ani bir sıçrama ile kendimi Sergio Leone’nin kendine özgü anlatımında buldum. Herkes İyi, Kötü ve Çirkin filmini bilir. Filmin kötü karakterinin adı Tuco’dur (Eli Wallach). Çirkin karakteri ise Lee van Cleef, iyiyi ise -sarışın- Clint Eastwood oynamaktadır. Filmin bir sahnesinde kuzeyli asker Lee van Cleef kötü adam Tuco’yu, konuşturmak için, baraka içinde bir gözü kör çam yarması çavuşa dövdürmektedir. Dışarıda ise diğer esirler dayak sıralarını beklemektedir. Bir ara Çirkin, müzik olsun ister. Dışarıya haber salınır: Müzik yapın. Esirlerin başındaki kişi başlatır müziği ve esirler şarkı söyler. İçerden komut gelir: Daha canlı olsun. Müzik daha bir canlanır… Bu arada içerdeki dayağın şiddeti artmaktadır ve sanki bir bağ varmış gibi müzik daha canlı ve daha acıklı yapılır… Dayak şiddetlendikçe söylenen şarkılar daha acıklı olur. Hey Ennio[1], bize de bir müzik yap, acıklı olsun.
Sabah gireriz, öğlene Şam’dayız lafının haddini aşan bir laf olduğunu 8 yıldır naklen izledik. O kadar haddini aşan bir lafmış ki parçası gösterilen, anonsu geçilen, çalgıcılara çengicilere çaldırılan, cambazlara bağırttırılan, şarkı sözü gibi bir gece ansızın gelebiliriz, birkaç güne giriyoruz, az sonra denilen yere hala girilemedi. Demek ki neymiş, “lafla peynir gemisi yürümezmiş…” Öyle çeyrek ekmek arası döner der gibi çeyrek günde Şam’da olunmuyormuş, koruma ordusu eşliğinde Kocatepe’de Cuma üzeri cenaze namazı kılar gibi Cuma namazını Emevi camiinde kılacağız demekle de olmuyormuş. Bakalım o çukurlara o kazanları gömecekler mi? Bari bir dediğinizi yapın da görelim. Bu arada bir de sitem edeyim; keşke “Hey adamım, mezarını derin kaz.” deseydin, böylece nüktedan olduğunu görürdük…
Mezar derin kazılmaya devam ediyor. Ama hangi mezar? Ülkenin iktidar partisi, yönetimi 2002 yılında aldı. 2012 yılında ise Türkiye’nin hava savunma sistemi olmadığını görmüş (öyle diyorlar eskiyi lanetlemek adına, oysa kendi bilgisizliğini ve ilgisizliğini beyan ediyor esasında). BAKINIZ. Bu konuda; Türkiye’nin birinci körfez savaşına girmemesinin askeri nedenlerinden biri NBC[2] savunmasının olmaması ise ikincisinin hava savunma sistemi olmamasıdır demeyeceğim. Hatta 2002 yılında iktidar olanların bu eksikliği 2012 yılında fark etmelerinin ne manaya geldiğini, dahası ülkeye hizmet için orada olmadıkları manasına gelip gelmediğini de soracak veya konu edecek değilim. Sadece şunu soracağım, bu konuyu çözerken ettiğiniz dansın türü nedir? Çok kıvrak ve aynı anda birçok eş ile birlikte yatay arzuların dikey tatbiki yapılıyor. Ben, bunca yaşıma rağmen, bu konuda bilgisizim, lütfen yardım. İlgilisine bilgi; İslam’da yatay arzuların dikey tatbiki, pardon, dans yasaktır.
Önce Çin ile dans edildi. Esas eş devreye girdi, sağlam bir zılgıt yendi ve kaz hemen çevrildi: Efendim, fiyat pahalı ve ayrıca teknoloji devri konusunda anlaşamadık. Oysa Çin en ucuz fiyatı vermişti, teknolojiyi vermeye de hazırdı. Sonra Rusya ile uçak üzeri bir dömisek dans edildi ve bir dömivole hareketi ile S-400 kucakta kaldı. Sonra İtalya, Fransa gibi ülkelerle ortak bir sistem üretimi dillendirildi. Derken sağlam şamarlar inmeye başladı ve “başlangıç konumu” işaret edildi. BAKINIZ. Devreye F-35 uçakları ile diğer alımı yapılacak silahlar öne sürülerek bunların satımı ve sevkiyatı durduruldu. Akabinde doların değeri ile oynandı. Derken bir baktık ki nur topu gibi Patriot da kucağa düşmüş. BAKINIZ. Yanlış anlamayın; vatansever a canım, vatansever[3]. İyi vatansever karşı tarafa mezarını derin kazdırandır.
Konuyla ilgili bir hükümde bulunacağım ama önce biraz bilgi. 1986 yılının ağustosunda piyade subayı çıktım. Piyade okulunda güdümlü tanksavar kurası çektim ve akabinde komando temel kursuna gittim. 1987 yılının eylül ayında, hoca lakaplı adamın tugay komutanı olduğu 70’nci Piyade Tugayı/SİİRT ilk kıtam oldu. Derken, 1988 yılında ise komando ihtisas kursu gördüm. 1989 yılı atamaları ile 66’ncı Zırhlı Tugay/İSTANBUL atandığım yer oldu. Mekanize bölük komutanı olmuştum. Kısa süredeki yelpazeye bakar mısınız? Bu bir “Mesleki gelişime katkı mıdır, yoksa hiçbir şey öğrenmeden olduğun yerde kal.” mıdır? Yorum muhteliftir ama ben yorumsuzum.
66’ncı zırhlıya katılışımdan kısa bir zaman sonra (Mehmetçik 89 Manevraları akabinde), mesleğime ve mesleki gelişime saygım açısından bir gereklilik olduğunu düşündüğümden, Savunma ve Havacılık Dergisi ile M5 Dergisine abone oldum. Bu arada Jane’s Defence dergisini elde etmek için çaba gösterdim ama olmadı. Kallavi makamlara gidiyormuş… Emekli olduğum 2003 yılına kadar kolilerce dergi oluşmuştu ve ben bunları hem taşımaktan bıktığımdan hem de artık başka bir mesleğe geçeceğimden kâğıtçılarla tanıştırdım. Ayrılmayı bilmek lazım, yoksa derin izler bırakır.
Hükmüme gelince; eğer Türkiye’nin seçilmişleri ciddi adamlar olsaydı, Türkiye en geç 2000 yılında kendi hava savunma sistemi ile seyir füzelerini yapar, şimdiye de dış satıcı olurdu. Şimdilerde yapılabilir mi? Haydi, canım sen de, nerede o ciddiyet, o derinlik. Baksanıza, 1990 öncesi ve sonrasında üretilen tüm projeler sulandırıldı veya yandaşa peşkeş çekildi. Milgem’de, Altay tankında olduğu gibi… Koç Holding beş adet tank prototipi üretti, her türlü testi yapıldı ve onaylandı. Ne oldu, elinden alıp erkeğe âşık olan Arap düşkünü dönek adama verildi. Sonuç, o yapabilsin diye de ülkenin en etkin silah fabrikası adama peşkeşlendi. Yine de yapamayacaklar. O derinlik yok. Çünkü motor yok. Bu motor Adnan Hocanın motoru değil ki her cinsel ilişkide bir tane üretilsin…
Önce Putin, 1998 Adana Mutabakatını işaret etti. Ancak Türkiye tarafı bunu kendi bildiği gibi yontunca, Lavrov biraz da diplomatik nezaket sınırları dışına çıkmak zorunda kalarak “Gidin, Esat ile görüşün diyoruz.” demek zorunda kaldı. Dönülüp, dolaşılıp, yüzlerce sivil vatandaşı katlettirip, binlerce askeri zayi ettirip, milyarlarca doları çöpe gömdükten sonra gelindi mi 1998 yılında yapılan mutabakata veya 2010 yılında onun güne uydurulmuş haline? Ne derinlik ama… Hem de kendi kendine kazılan ve içinde kalınan derinlik. Yanlış anlamayın, mezar değil, stratejik derinlik canım, stratejik derinlik…
Yukarıda bahsi geçen derinlikten olsa gerek, geçenlerde dışişleri bakanı en iyi büyükelçilerin Tokyo ve Pekin büyükelçileri olduğunu basına beyan etti (aslında Hollanda büyükelçisine haksızlık ediyor, o da bunlar gibi ve dahası darbeci bir Fetişgilin abisi). Bu adamlar meslekten değildir, dışarıdan atamalı, imam hatip mezunu ve iktidar partisinin kurucusudur. Bu da stratejik derinliğin bir gereğidir babından, imamların derin işlerden anladığının bir göstergesi olarak karşımıza çıktığı anda Tokyo ve Pekin büyükelçilerinin ülke çıkarına olan işleri ıskaladıklarını gördük. Elbet vardır derin bir mevzu bu ıskanın içinde. Ayrıca ve pek tabi olarak, Berlin büyükelçisi, değerli vatansever Mehmet Ali İrtemçelik’i, 2006 yılında, mevzuata uygun fotoğraf istedi diye azarlamak ve yuhalatmak da stratejik derinliğin bir gereğidir. Yoksa yüzeysel miydi?
Tokyo büyükelçisi, Japonya’nın 345.000 yabancı işçiye ihtiyacı olduğunu ıskaladığı gibi, meclisten geçirilen “Türkiye’den işçi alınmayacaktır” kanununu da ıskalamıştır. Anlaşılan o ki, kendisi, o sıralarda Japonya kıyılarına yakın olan Marianna Çukurunun derinliklerinde gezinmekteydi. Kal adamım orada kal, bizce sorun yok, o derinlik seninle uyumludur. Ne de olsa her yönü ile kıskanılan bir ülkedir Türkiye.
Pekin büyükelçisine gelince; kendisi, oraya atayanlar tarafından yerli ve milli olarak nitelenmekle birlikte, o cenah bilmese de, o yerli ve millilerin esas kaynağı olan doğu Türkistan’da yaşayan Türklere yapılan asimilasyonu görememektedir. Hatta bunu, havuz medyasının kalemşorları vasıtası ile “eğitim” olarak değerlendirmektedir. Bu davranış davayı öldüren iç darbedir.
Daha derin darbe ise Çin’in Ankara büyükelçisi tarafından vurulmuştur. Büyükelçi, hükümetten çıkan cılız sesleri, yine Türkiye’den çıkan yandaş medyanın haberini hatırlatır ve ders verircesine “Bunlar eğitim kamplarıdır ve on yıllardır var. Bugünlerde bunlara ses çıkarılması, iktidar partisinin yakın gelecekteki seçimlerde safları pekiştirmek istemesinden kaynaklanmaktadır.” mealinde cümleler ile susturmaktadır. İlgilenenlere bir not vermeliyim. Odatv kumpası kapsamında öldürülen Kâşif Kozinoğlu, Şincan-Uygur bölgesinde çeşitli çalışmalarda bulunmuştu, Türklüğün yüksek çıkarları doğrultusunda. Daha sonra orada görevlendirilen ve yine MİT görevlisi olan bir şahıs bana, Kozinoğlu’nun oraları karıştırdığını söylemişti. Çok ters bakmıştım adama. Demek ki bunlar, seçime yönelik lakırdıları geçersek, esasında, Çin ne derse o olsun düşüncesindedirler. Görün mevcut iktidarın ve onun bürokrasisinin Türklüğe bakış açısını.
Neyse devam edeyim kaldığım yerden. Ben de bu noktada, milyonlarca kişinin öldürüldüğü, Nazi toplama kamplarının esasında çalışma kampı olarak gösterildiğini ve girişlerinde “Çalışmak özgür kılar.” yazdığını hatırlatmak isterim. Bakar mısınız düşülen derinliğe?
İşte size stratejik derinlik denen ama ne derinlikte olduğu çözülemeyen bir mezar daha. Oralarda diplomasiyi ve devlet çarklarının nasıl işlediğini bilen meslekten büyükelçiler olsaydı işler bu şekilde gelişmezdi. Ama varsa yoksa imam hatip mezunu ve “benden olan” sığlığı. Bu sığlıkla hiçbir yere gidilemez, yerin dibinden başka. Zaten bu iktidar iş başı yapar yapmaz getirdiği sicil affı ile devletin yozlaşmasının önünü açmıştı. Asla bir meslek gurubunun etik ilkelerine, sicil ve yükselme işleyişine karışmayın. Bir başka meslek grubunca kötü olan bir uygulama bir başkasınca makbul olabilir. Bunun ne manaya geldiğini ancak o meslek icra edilirken öğrenmek mümkündür. Gelinen noktada bizzat kendileri tarafından kazılan çukurlara düşmektedirler. Niteliksiz memurlar, seciyesiz bürokratlar, evet efendimci subay ve generaller, tam bağımlı ve tam taraflı yargıçlar… Tarihin derinliklerinde kaybolmaya az kaldı.
Arşipel denizinde gerçekleşen olaylara baktığımızda, sanırım, Osmanlının son döneminden daha berbat durumdayız. Abartı olduğu düşünülen “Bu gidişle ayaklarımızı bile denize sokamayacağız.” lafı uygulama bulacak. Ben bu konuda oldukça sekterimdir. Kendi tarih bilgim ve bilincim gereği söylemek zorundayım ki kendi konu ve kapsamında en iyi barış anlaşmalarının en iyisi olan Lozan’ın hükümleri karasularında uygulanmalıdır. Buradaki hüküm 3 mildir. Eğer birileri Lozan’ı beğenmeyecekse veya onun değişimi için uğraşacaksa Lozan’da kabul edilen 3 millik karasuları mesafesini 1 mile çekmeye çalışmalıdır, öyle 6 mili uygulamaya veya 12 mile çekmeye değil. Madem Hellenler ile “aranızda” dostluk ve müttefiklik varmış, yapın ve yaptırın o zaman. Onlar rica edince yapıyordunuz, şimdi siz rica edin.
Hellenler, Türkiye’ye bırakılan, neredeyse, tüm adacıkları ve kaya parçalarını ele geçirmiş olup, adeta beton duvar örmüşlerdir. Artık Türk gemileri betonları delip uluslararası derin sulara çıkmak zorundadır. Derin dediysem, hemen atlamayın. Denizde mezar derin kazılamaz. Ayrıca deniz gerçek denizcilerin mezarıdır, kendilerini betonların içine hapsedenlerin değil.
[1] Ennio Morricone. İtalyan müzisyen. Genellikle film müzikleri yapmıştır. Yönetmen Sergio Leone’nin sık çalıştığı müzisyendir.
[2] Nükleer, Biyolojik, Kimyasal demektir.
[3] Öz Türkçesi ile Patriot demektir.
Hits: 102
Cumhuriyet’in İlk Yıllarında İç İsyanlar: 13. Böl...
- 15 Şubat 2019
Cumhuriyet’in İlk Yıllarında İç İsyanlar: 14. Bölü...
- 22 Şubat 2019