
DOMATES BİBER PATLICAN
- 4 Mart 2019
- Güven Kaya
- Başlık; Türkiye
- 20
04.03.2019 / ANAKARA
İsterseniz bunu “domat, büber, baldırcan” diye de okuyabilirsiniz. Böylesi daha erotik olabilir; işin içine baldır bacak girmiş gibi oluyor. Hatta okurken barış Manço’nun meşhur şarkısını da terennüm edebilirsiniz ve bu sizi daha karizmatik yapar.
Daha da erotikleştirelim isterseniz: Domatesi salça, kadını kalça gösterir diye bir replik vardı, domates güzeli Ayşen Gruda söylerdi. Kadını kalçanın gösterip göstermediğini bilemem ama artık salça göremeyeceğiz gibi. Çünkü domates yok, olan ise pahalı. Düşünün artık siz salçanın kilosunun kaç lira olacağını.
Hazır, domates biber patlıcan demişken, “hıyar” nerede kaldı diye sorabilirsiniz, haklısınız. Bu dörtlü ayrılmaz olup, okeye yancı arar. Mutlaka vardır, iyi bakın, içinde göreceksiniz. Hıyar demişken hıyarın çok çeşidi olduğunu ama bunlardan en doğru sınıflandırmanın “soyulma” şekline göre olduğunu ve bunun da “dişle soyulmuş veya bıçakla soyulmuş” diye ikiye ayrıldığını belirtmeyi insanlık adına görev bilirim. Bu arada hıyara salatalık diyen manav kılıklı insanlar yok değil. Siz siz olun hıyara hıyar deyin.
Pek tabi ki burada, kışın tam orta yerinde yazlık sebzelerin neden yenmek istendiğini soracak değilim, demokratik haktır. Ancak yazın tam orta yerinde pek necip halkımızın karnabahar, lahana, pırasa gibi kışlık sebzeleri satın alıp almadığını gözleme ve eleştirme hakkımı saklı tutmuyor değilim.
Domates biber patlıcana nereden geldik? Çiftçiden geldik. Hani şu kovulan çiftçi var ya, işte oradan geldik. Kovulurken “ananı da al git” denmişti o Anadolu insanına. O da aldı anasını gitti: TOPRAK ANA’YI.
Peki, bu kovulan çiftçiye nereden geldik? İşte, onu ben de bilmiyorum.
1.Bu ülkede yaratılan yapay kargaşalardan olabilir. Tanık olduğum 1994 ve 2001 krizlerinde Batı, bir şekilde -Lozan’da kabul etmediklerimizi ceplerine koymuştu- ceplerinden çıkardıklarını ülkemin yöneticilerine dikte ederek, milli güç unsurlarından ekonomiyi tüketme yoluna gitmişlerdir. Mustafa Kemal tam bağımsızlığın ekonomiden geçtiğini görerek tam bağımsız ekonomi peşine düşmüştür. Bunun kilometre taşlarını ise, daha devletin şekli belli olmadan yapılan 1. İzmir İktisat Kongresinde döşemiştir. Her şeyin yerli üretim olması için gereken tüm koşulların sağlanması bu kongrede karara bağlanmıştır. Oysa şimdikiler dışarıdan alınan mallar için “iyi ya, paramız var da alıyoruz” diyor. Oysa o para da yurt dışından geliyor. Ne pişkinlik ama…
Batının dikte ettiği devletin üretim sektöründen çıkmasıydı. İçerdeki ilgisizler “devlet tezgâhtarlık mı yapar, bez mi satar” sözleri ile -kendilerince veciz- devletin üretimden çıkmasını gerçekleştirerek ülkeyi köleliğe giden yola soktular. Bugün Batıya bakıldığında birçok ülkenin ekonomisinde devlet payının %40-60 arasında gezdiğini görürüz. Ama ülkeyi yönetenler bunu görmek istemediler. Nedenleri çoktur ama yeri burası değildir.
2.Arkasına Yahudilerin saklandığı zeytin ağaçlarının kesilmesinden olabilir. Son 15-20 yılda ülkemde yüzbinlerce zeytin ağacı kesildi. Ekonomik getirisi çok yüksek olan zeytinlikler imara ve maden işletmesine açıldı. Evet, bundan olma olasılığı yüksek. “Çünkü onların arkalarına Yahudiler saklanır, onları kesiniz.” denmiştir. Malum, zeytin ağaçları Arap çölünün orta yerinde yetişmiyor, daha nemli olan Yahudi yerleşim yerlerinde yetişiyor ve biraz da özen istiyor. Topladığında meyvesinin acı olduğunu görüp tükürenler, bunun, yenmesi için uzun bir işlem sürecinin gerektirdiğini bir şekilde öğrenmişlerdir. Tembellikte zirve yapmış olanların bu işlem sürecine katlanmayacağı açıktır. Haliyle Arapların zeytin kültürü, en azından o dönem için, yok. Ama hurma ağacı öyle mi? Meyvesi olgunlaştıktan sonra rahatlıkla yenebiliyor. Savaşırken ağaç arkasına saklanan Yahudiler hurma ağacının arkasına saklanamaz mı? Pekâlâ saklanır. Yahudilerden ele geçirilen hurmalıklar kesilmemiştir, ganimet olarak pay edilmiştir ama zeytin ağaçları kesilmiştir. Ekonomik getirisi çok yüksek olan zeytin ağaçlarının kesilmesi daha değersiz olanların hepten unutulması ve yok edilmesi manasına geleceğinden ülkeyi yönetenler tarımsal üretimin azalmasından hiç ürkmediler.
3.Üzerine binlerce bina dikilen tarım arazilerinden olabilir. Ülkeyi bina bataklığına çevirirsen yokluğun pahalılığına katlanmak zorunda kalırsın. Ekonomide kuraldır: İhtiyaçlar sınırsız, kaynaklar ise sınırlıdır. Zaten rayında gitmeyen tarımı, tarım arazilerini imara açarak yerin dibine sokarsan daha kıt kaynaklarla baş başa bırakırsın ve o kıt kaynağın ürünü daha pahalı olur. Ekonominin bu kuralı her zaman işler ama ekonominin başına bu kuralı bilmeyenler gelir. Neyse, şimdilerde bina sayısı arttı ve konutlar nerdeyse “gardaş al şu anahtarı otur, kira mira istemiyorum, aidatın öde yeter” konumuna gelmek üzere. 1 Nisan 2019 itibari ile mevcut satış rakamlarının en az %10-15 ucuzlayacağı konut sektöründe sürekli konuşulmaktadır. Beter olun, satamaz olun diyerek devam edelim.
4.Açıklamalıyım. Çiftçi Arap edebiyatında kâfir rolündedir. Çünkü tohumu toprağa serper ve gömülmesini sağlar. Tohum gerçektir ama onun gömülerek yok olmasına neden olan çiftçidir. Bu yüzden Arap edebiyatına gerçeği gömen olarak geçmiştir. Belki de ülkemdeki çiftçi düşmanlığı buradan kaynaklanıyordur.
Gelinen noktada, devlet tanzim satış noktaları ile tezgâhtarlık yapmaya başladı. İşte şimdi sorma zamanı: Hani, devlet tezgâhtarlık yapmazdı? Buna da verilecek yanıtları vardır. Çünkü bunlar çok kıvraktır. Bu arada bu kıvrak insanları hicveden -sosyal medyada fotoşap ile yapılan- görsellere gülmüyor değilim, yakışır.
Ülkemin bulunduğu topraklar “bereketli hilal” içine dâhildir. Yeryüzünde ilk tarım, 11.000 yıl önce, bereketli hilalde yapılmıştır ve bu bölgede yetişen ürün sayısı ve çeşidi benzer yerlerde yetişenlerden kat be kat fazladır. Ülkemde yılda üç ürün alınabilen ovalar vardır. Kuzeyde Karadeniz dağları, doğuda sınırlar, güneyde Toros dağları ile batıda Murat Başyayla’sı arasında kalan Anadolu yaylasında tek ürün alınır ve bunlar da genelde baklagiller ile hububattır. Ama bunların dışında kalan yerlerin çoğunda iki ürün, bazı yerlerinde ise üç ürün alınır. Ülkeyi köy köy, dere dere, tepe tepe gezen biri olarak diyorum ki, bu topraklar iyi işlendiğinde en az 800 milyon ile 1 milyar arasında insanı doyuracak berekettedir. Eğer ülkem bu duruma düşmüş ise bu tamamen ülkeyi yönetenlerin suçudur. Kimse çiftçiyi suçlamasın, o en masumudur. Basit bir örnek vereyim. Ankara-Samsun yürüyüşüm esnasında genel olarak Kızılırmak vadisini kullandım. Bir zaman sonra Köse Dağını aşmam gerekti. Dağın batı yamaçlarında akan her damla su uygun bir yere toplanmış, bir metrekarelik düzlük bile tarım açısından değerlendirilmiş, böylelikle ekilmeyen ve sulanmayan yer kalmamıştı, hatta üretilmeyen ürün bile yoktu. Kivi bile üretiyorlardı. Her yer gibi insanlar da cıvıl cıvıl idi. İnanılmaz derecede şaşırdım. Dağın doğu yamaçlarında ise ciddi bir miskinlik vardı. Köyler terk edilmiş, kalanlar ise tam gün uyuyor, herkes kötü görünümlü ve aç gibi. Köpekler bile açtı. Sorduğumda dağın batı yamaçlarında herkesin horladığı ve Yavuz Sultan Selim önünden kaçan Alevilerin, doğu yamaçlarında ise herkesi horlayan ve kovalayan Sünnilerin yerleşik olduğunu öğrendim.
Bir zamanlar dışarıya sattığımız her şeyi artık dışarıdan alıyoruz: Soğan, patates, pamuk, baklagillerin tümü, hububatın alayı, ayçiçeği, zeytin, mısır, kırmızıbiber, tütün… Saymakla bitmez.
Kendi adıma konuşursam, kışın göbeğinde soyunulan bu yazlık tezgâhtarlığa ilgim yok diyebilirim. Zaten bu tezgâhtarlık işi yerel seçimlerle son bulacak, kendi cümleleridir bu. Baklagilleri ve temizlik malzemelerini de tezgâhlamayı planladıkları basına yansıdı ama henüz görmedim. Bir söz vardır: Yağmur duasına çıkan çamur ile baş edebilmelidir. Çiftçiyi kovanlar, yerli tohumu yasaklayanlar, devletin üretim araçlarını yandaşa bir yıllık karına veya vergisine peşkeşleyenler, devlet bez mi satar, tezgâhtarlık mı yapar diyenler, bunları yaparken, tezgâhtarlık yapmak zorunda kalacaklarını görmeliydiler ama göremediler. Bu bir bilgi ve birikim meselesidir, ben dedim oldu meselesi değil…
İçinde fırtına obüslerinin üretildiği, milletin, tank ve palet fabrikasını Araplara satanlar, onlardan atılacak top mermilerinin döktüğü vatandaş kanını hesaba katmalıdır.
Hits: 111
Cumhuriyet’in İlk Yıllarında İç İsyanlar: 14. Bölü...
- 22 Şubat 2019
Atatürk ve Kadın
- 8 Mart 2019