
BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİ
- 18 Mart 2019
- Güven Kaya
- Başlık; Bölgesel Sorunlar
- 27
- Facebook30
- Twitter190
- WhatsApp45
- LinkedIn20
- Telegram0
- Paylaşım
18.03.2019 / ANAKARA
Daha önceki bölümlerde Türkistan’ın ve Doğu Türkistan’ın konumu ile bölgenin kısaca tanıtımını yaptıktan sonra, işgal edilmesini ve bunun tarih içinde iki kez olduğunu, akabinde kurulan devletleri kısaca incelemiştik. Bu bölümde ise bölge insanının yaptığı bağımsızlık mücadelesini ayrıntılarına girmeden göreceğiz. Hareketlerin çok olması kimseyi kandırmasın. Çokluk birbirinden bağımsız yapıldığını ve aralarında bir koordinasyon olmadığını, birlikte işlem yapılmadığını gösterir.
BAĞIMSIZLIK İÇİN MÜCADELE
Tamamen ilhak edildiği 1949 yılından itibaren Doğu Türkistan’da, bölge halkı tarafından “milli kurtuluş hareketi” olarak tanımlanan direniş eylemlerinin önemli olanlarını bilmekte fayda var.
30 Ocak 1950 tarihinde, Arat Uruk ve Kumul bölgelerinde “İşgal Karşıtı Grup” adı altında Çinli işgalcilere karşı savaşıldı. Sonuç başarısızlık ve 2000 den fazla ölü ile şekillendi.
1950 Nisan ayında yaklaşık 20.000 insan ile Kumul’da Çin işgali protesto edildi. Protesto daha sonra 2 yıl süren bir gerilla savaşına evrildi ve sonuç olarak binlerce kişi öldü.
1951 Şubat ayında, bir önceki yılın nisan ayında başlayan olaylar devam ettirildi.
1951’de Gulya kentinde kanaat liderleri gizlice “51 Cemiyetini” kurdu. Cemiyetin amacı Doğu Türkistan topraklarını Çin işgalinden kurtarmak olarak belirlendi. Cemiyetin varlığını öğrenen Çin devleti cemiyetin birçok üyesini tutukladı.
1953 yılında tüm Doğu Türkistan genelinde direniş hareketleri gerçekleşti. Çin devleti, olayları bastırmak için bölgeye asker gönderdi. Olaylar kanlı bir şekilde bastırıldı.
1954 Aralık ayında Hotan’ın Atçoy köyünde “Doğu Türkistan İslami Kurtuluş Partisi” adında bir oluşum kuruldu. Bu oluşum Çinli askerlere saldırdı ve Atçoy Hapishanesini basarak buradaki Uygur mahkûmları serbest bıraktı. Daha sonra Hotan şehrini almak üzere askeri bir harekâta giriştiler ancak saflarındaki bir hain[1] tarafından ihanete uğradılar, sonuç yine başarısızlık ve çok sayıda ölü.
1956 Mart ayında, Hotan’ın Karakaş bölgesinde bir grup Uygur Çin işgaline karşı mücadeleye girişti. Direniş hareketi boyunca 800 Uygur “Çin İnşaat ve Üretim Grubu” askerleri tarafından katledildi.
1956 Mayıs ayında 1300 Uygur eylemci, Hotan’ın Lop bölgesinde Çin rejimine karşı bir protesto gösterisi yaptı ancak protestocular Çin devleti tarafından acımasız şekilde müdahale edilerek dağıtıldı.
1957 yılında, Urumçi ve Ulanbay bölgesindeki Uygur Atlı Birliği Çin devletine karşı bir protesto hazırlığına girişti. Ancak, planları Çin devleti tarafından keşfedildi ve Çinliler daha önce Doğu Türkistan Cumhuriyeti askeri olan tüm asker ve subayları tutukladı, işkence etti ve katletti.
1957 yılında Hatice isminde Uygur bir kadın tarafından Hotan’ın Han Erik köyünde Çin işgali protesto edildi. Çinli işgalciler tüm protestocuları tutukladı ve Hatice’yi infaz etti.
1958’de Hotan’lı çiftçilerin cılız bir işgal protestosu var.
1958 Ekim ayında, Camışhan ve Dalilihan, Altay bölgesinde aralarında Köktükay, Cıngel ve Beşbalık’ın da bulunduğu genellikle Kazaklar ve Uygurların yaşadığı yerlerde protestolar düzenledi. Ancak Çin devleti protestocuları acımasızca etkisiz hale getirdi.
1958 Ekim ayında, Kumul’da 7.000 kişinin katıldığı bir protesto gösterisi yapıldı ancak göstericiler Çin devletinin zalimliğini bir kez daha yaşadılar.
1959 yılında 24.000 Uygur Aksu’nun Bay ve Tokşun bölgelerinde Çin devletinin sözde “eşitlik” uygulamaları sebebiyle açlıktan öldü.
1962’de 10.000 Uygur Kaşgar’ın Payzivat bölgesinde açlıktan öldü.
1962 yılında Tursun Hapiz insanları Çin işgalini protesto etmek amacıyla organize etmeye çalışırken keşfedildi ve Çin devletinin tepkisi bilinenden farklı olmadı.
1969’da “Doğu Türkistan Halk Partisi” Çin işgaline karşı protestolar başlatmak istedi ancak Çinli casuslar tarafından planları fark edildi ve Çin devleti tarafından kendilerine ağır bedeller ödetildi. Doğu Türkistan Halk Partisi mensubu 32.000 kişi tutuklandı, işkenceye maruz kaldı, aralarından birçoğuna uzun süreli hapis cezası verildi, kimileri ise öldürüldü.
Aynı yıl bu olaylardan sonra “Doğu Türkistan Halk Partisi” liderlerinden bazıları Taklamakan çölünde Çinli askerlerle girdikleri çatışmada öldürüldü.
1980’de, Çin devleti Uygur bir yazar olan Abdulhamid Mahsud’u yazılarında Çin devletinin cürümlerini ortaya koyduğu için idam etti. Bu olay neticesinde, Urumçi’de binlerce Uygur barışçıl bir şekilde yazarın cenazesini sokaklarda gezdirerek ve adalet talep ederek protesto gösterisi yaptı.
27 Mayıs 1981’de 200’den fazla “Doğu Türkistan Savaşçısı” Kaşgar’ın Payzivat bölgesindeki Çin Halk Güvenlik Bürosuna (PSB) baskın yaparak bazı silahları ele geçirdi ancak bir kez daha ihanet neticesinde PSB tarafından etrafları çevrildi ve öldürüldüler.
12 Aralık 1985’de üniversite öğrenciler Urumçi sokaklarına ve Çin işgalini protesto ettiler. Daha sonra gösteriler Kaşgar, Aksu, Hotan ve Boratola’ya sıçradı, toplamda 15.000 öğrenci protestolara katıldı.
Protestocular Çin devletinden aşağıdaki taleplerde bulundu:
– Demokratik seçimler ve oy kullanma hakkı,
– Bölgede yapılan atom bombası denemelerinin durdurulması,
– Doğu Türkistan’a devlet eliyle göç ettirilen Çinli işçilerin durdurulması,
– Doğu Türkistan’a gerçek bir şekilde özerklik verilmesi,
– Doğu Türkistan Müslümanlarına zorla uygulanan “Aile Planlama Politikasının” sonlandırılması,
– Anadilde eğitimin geliştirilmesi.
15 Haziran 1988’de Uygur üniversite öğrenciler Çin devletinin Doğu Türkistanlılara karşı yürüttüğü ayrımcı politikaları görüşmek üzere bir toplantı düzenledi. Toplantının ardından 4.000 öğrenci Urumçi sokaklarından Çin rejimini protesto etti.
1989’un Nisan ve Mayıs aylarında, Çin Üniversitesi ve öğrencileri Çin genelinde daha fazla demokrasi çağrısında bulundu. Uygur Üniversitesi ve öğrencileri Urumçi’de Çinli demokrat öğrencilerin ayak izlerini takip ederek Çin devletini protesto ettiler.
18 Mayıs 1989’da, “Sincan İslami Enstitüsü” öğrencileri “cinsellik ve gelenek” isimli bir kitabı protesto ettiler. Kitap Çin devleti tarafından desteklenen Çinli bir yazar tarafından yayımlanmıştı. Kitabın amacı Uygur geleneklerini ve Müslüman ahlakını İslami inançlara, Uygur geleneklerine ve cinsel hayat tarzına saldırarak değiştirmekti. Olaylar sırasında herhangi bir taşkınlık yapmayan 300 kişi tutuklandı.
5 Nisan 1990 Barın (Baren) katliamı. 9 köy haritadan silindi, 5000 civarında Doğu Türkistan Türkü katledildi, 7000 kişi de tutuklandı.
1995 yılında, Çin devleti, halk tarafından kendisine büyük saygı duyulan Uygur âlim Ablet Mahsum’u Hotan’da kaçırdı ve bir kez daha Uygurları harekete geçip devleti protesto etmesine sebep oldular ancak geçmişte olduğu gibi Çin devleti barışçıl bir şekilde protesto yapan göstericileri ağır bir müdahaleyle dağıttı.
9 Şubat 1996’da Ahmedhan Hamut Aksu’nun Onsu bölgesindeki Uygurlara zalim Çin rejimine karşı olan mücadelede liderlik etti. Çin devleti Uygurlara en ağır şekilde saldırarak protestoculardan bazılarını öldürdü ve cesetleri de Tarım Yolu yakınlarında Taklamakan Çölü’ne gömdü.
5 Şubat 1997’de 1000’den fazla Uygur Gulya şehrinin sokaklarında Çin rejiminin Doğu Türkistan’daki politikalarını protesto etti. Çin polisinin açtığı ateş sonucunda 560 kişi öldürüldü. Daha sonra Çin devleti 75.000 Uygur sivili sorgulamaya aldı ve bunlardan 4.000 tanesini hapsetti.
1998 yılında, Şeyh İmin Haşim liderliğindeki Uygur savaşçılarıyla Çin polisi arasında Aksu bölgesindeki Karatak dağında çatışma yaşandı. Liderleri dâhil 9 Uygur savaşçı öldürüldü ve geri kalanlar hapsedildi.
23 Mart 2008’de yüzlerce Uygur kadın Hotan’da Çin işgalini ve devletin haksız ve zalim politikalarını protesto etti.
4 Ağustos 2008’de Çin polisi Kaşgar’da ve Kuka’da Uygur direnişçilerle ölüm ve patlamalarla son bulan bir çatışmaya girdi.
25 Haziran 2009’da fabrika işçisi kıyafetleri giymiş 10.000’den fazla Çinli asker ve polis Shao Guan Şehrindeki bir fabrikada çalışan 800 Uygur işçiye saldırdı. Saldırıda 100’den fazla Uygur işçi katledildi.
5 Haziran 2009’da binlerce Uygur üniversite öğrencisi Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’deki “Halk Meydanı”nda toplandı ve Shao Guan saldırısını barışçıl bir şekilde protesto etti. Protestocular, devlete olayın sorumlularını adalet karşısına çıkarması çağrısında bulundu. Halkın isteklerini çözmek yerine, Çin devleti tam teçhizatlı binlerce polis ve zırhlı araç gönderdi ve halk üzerine ateş açılması emri verdi. Uygur kaynaklarına göre Çin devleti 3.000 Uygur’u öldürdü, 10.000’in üzerinde Uygur’u da tutukladı.
3-4 Ekim 2009 tarihlerinde Çin devletinin teşviki ile binlerce Çinli göçmen Urumçi sokaklarına çıktılar. Devletten son zamanlarda yaşanan ve Uygurların hedef gösterildiği ilginç “şırıngalı saldırılar” hakkında harekete geçmesini talep ettiler. Çinli göçmenler sokakta gördükleri her Uygur’a saldırdı, insanları yaraladı ve öldürdü. Uygur kaynaklarına göre, Çinliler 30’dan fazla Uygur’u katletti.
2009 yılında, Han Çinlileri ve Uygurlar arasında bir fabrikada meydana gelen çatışmalar sonrası yaşanan ayaklanmanın 156 kişinin ölümüne neden olduğu gözlendi. Çin’in 2009’daki bu olaylara verdiği yanıt, “ayrılıkçıları” hapse atmak ve protestocuları olası terör bağlantıları hakkında sorgulamak oldu.
2014’te Kunming tren istasyonunda bıçaklı bir kişi[2] 29 kişiyi öldürdükten sonra, Başkan Xi Jinping, Sincan’da daha sıkı devlet kontrolü için çağrıda bulundu. Bölgedeki şiddeti kontrol etmek adına çaba sarf etmek amacıyla Uygurların, “bir narın tohumları kadar sıkı” bir şekilde birbirlerine bağlanmaları gerektiği açıklamasıyla, Çin kültürüne daha iyi asimile olmalarını istemişti.
11 Eylül 2001’den bu yana Çin devleti 11 Eylül saldırılarından ve “teröre karşı küresel savaştan” sonuna kadar faydalanarak Uygurlar üzerindeki zalimliklerini ve baskılarını daha da artırdı. Çinliler herkesin gözü önünde binlerce Uygur’u infaz etti ve on binlerce barışçıl eylemciyi hapishanelere yolladı.
2001 yılı ve sonrasına özel önem vermek gerekir. Çünkü bu tarihten sonra, barış ve hoşgörü dini olduğu iddia edilen İslam’ın adı, terör eylemleri ile çok sık anılmıştır. Çin devleti de bu gerçeği –dünya kamuoyunun da terör eylemlerine karşı olmasının getirisi ile birlikte- kendine gerekçe olarak kullanıp, kökten dincilerin çoğunlukta bulunduğu doğu Türkistan bölgesinde baskısını artırmış ve tamamen şiddet odaklı çözümlere yönelmiştir. 2011 yılından beri Suriye gerçeğinde yaşanan olaylara katkı verenlerin büyük bir kısmının Doğu Türkistan’dan çıkmış olması Çin devletini hem uluslararası hem de kendi kamuoyunda haklı konuma yükseltmektedir. Bu yanlıştır ama sürecin gelişimi böyledir.
Hatta süreç öyle bir boyuta ulaşmıştır ki, bölge insanının Umre ya da hac amacıyla Suudi Arabistan’a seyahat etmesini engellemek amacıyla deniz aşırı ülkelere çıkış için 30.000-50.000 Yuan arasında bir tutarın depozito olarak yatırılması şartı getirilmiştir. Eğer kişi Suudi Arabistan’a seyahat ederse, depozito olarak vermiş olduğu paraya el konulmaktadır.
Evet, nedense büyük bilgisizlikler ve aymazlıklar nedeni ile kaptırılan her ülkede, bir şekilde, “milli kurtuluş” için uğraşılır. Oysa kaptırılırken yapılan hatalar ya bir kişiye aittir ya da küçük bir zümreye. Kaptırmadan az evvel her şeyi bilen, her şeye, sözüm ona, hâkim olan tipler nedense kaptırdıktan sonra halktan yardım ister. Bu ciddi bir çelişkidir ama her seferinde yinelenir. Halk da anlaşılmaz bir şekilde her seferinde bunların peşine takılır.
Bu arada kendilerinden olmayan herkes hain ilan edilir. Hain demişken vurgulamadan geçmemek gerekir. Her önemli eylem öncesi bir hain(!) devreye girer ve karşı tarafa haber verir. Yoksa başarılı olmaları ve düşmanı kovmaları işten değildir. Nasıl oluyorsa…
Oysa hain aramaya kişiler önce kendinden başlamalı. Ayna orada duruyor.
Dikkat edildiğinde, eylemlerin veya kendilerinin dediği gibi “milli kurtuluş hareketinin” hiçbir koordinasyonunun olmadığı görülecektir. Böylesi darmadağınık eylemlerle işgalciye karşı başarılı olmak mümkün değildir. Bu olsa olsa milli batış hareketi olur. Herkesin başarının kendi hanesine yazılmasını istediği açıktır. Ancak orta yerde bir de tarihi gerçek vardır: İnsanlar ancak birbirleri için savaşırlarsa özgür olurlar.
Olması gereken bir emir komuta altında, tüm güçleri birleştirmek ve doğru strateji ile düşmana o koskoca ülkeyi dar etmektir.
Eylemleri planlayan ve gerçekleşmesini sağlayanlar genelde şeyh veya molla namı ile tanınan din adamlarıdır. İşin içine din girdiğinde birleştiricilik ortadan kalkar, ayrımcılık devreye girer. Onların inanç dünyasını süsleyen dine bakıldığında onlarca mezhep, binlerce tarikat, on binlerce cemaat, yüz binlerce klik görülecektir. Böylesi bir dağılma başarı vaat eder mi? Böylesi bir dağılmanın yaratıcısı, ürünü ve kullanıcısı olan “din tüccarları” halkı birleştirebilir mi?
DEVAM EDECEK
[1] Nedense hep bir hain vardır. Hatırlamakta fayda var: Hainler olmasa savaşlar kaybedilmez ve yine hainler olmasa savaşlar kazanılmazdı.
[2] Bazı kaynaklar saldırgan sayısını sekiz olarak verir. Yakalananlardan üçü idam edilir, biri ise ömür boyu hapis cezası alır.
Hits: 164
YENİ ZELANDA KATLİAMI
- 17 Mart 2019
Zaman Yönetimi
- 19 Mart 2019