
Türkiye’nin beka problemi ve Suriyeli göçmenler.
- 21 Mart 2019
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Türkiye
- 5
- Facebook25
- Twitter10
- WhatsApp5
- LinkedIn10
- Telegram0
- Paylaşım
Suriye iç savaşı sebebiyle Türkiye’ye gelen Suriyeli göçmenlerden kaynaklanan sorunlarla ilgili daha önce bir yazı yayınlamıştık. Suriyeli göçmenlerin yarattığı tehlikeler hakkında gazetelerde de zaman zaman bazı yazılar yayınlanmaktadır. Bu konu üzerinde en fazla duran ve oldukça detaylı bilgiler verenlerin başında Ümit Özdağ’ın olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Nitekim bu gün kendisinin konu ile ilgili yaptığı açıklamaları okudum.
Ümit Özdağ, Türkiye’de 3,8 milyonu kayıtlı, 1,5 milyonu kayıt dışı olmak üzere toplam 5,3 milyon civarında Suriyeli bulunduğunu söylüyor. Bu nüfusun 2040 yılına kadar 10 milyona ulaşacağı ve Türkiye’nin demografik yapısını değiştireceğini öne sürüyor. Ayrıca bunun iktidar tarafından yapılan geleceğe yönelik siyasi bir planın parçası olduğunu iddia ediyor. Yazıda belirtildiğine göre Suriyeliler için hükümetin harcadığı para ise 40 milyar Dolar gibi önemli bir meblağa ulaşmış.
Bu ve benzeri hususlar daha önce de gazetelerde yazılıp çizildiği için pek şaşırmadım. Ama yazıda bahsedilen Suriyeli Kardeşler isimli örgütlenme ve Suriyelilerin mafyalaşma sürecine girdiği ile ilgili iddialar oldukça dikkat çekiciydi. Çünkü ilk defa, konunun bu boyutuna değiniliyor. Ben yukarıda bahsettiğim yazıda El Muhaberat başta olmak üzere Suriyeli göçmenlerin ülkemizde yaratacağı ve hatta şimdiden yaratmaya başladığı sorunlara dikkat çekmeye çalışmıştım. Ümit Özdağ’ın yazısını okuyunca bu konuyu biraz daha açmaya karar verdim.
Yazıma devam etmeden önce şunu özellikle ifade etmek istiyorum. Ben kişisel olarak Suriyeliler veya başka bir devletin vatandaşlarına karşı herhangi bir önyargı veya olumsuz duygu beslemiyorum. Arap veya başka bir etnisiteden insanlara karşı da bir düşmanlığım yok. Bu konulardan bahsetmemin tek sebebi, mevcut durumun ülkemiz için büyük sorunlara sebep olacağından endişe etmemdir.
Çünkü daha yıllar önce (1996-1999 yıllarında), Suriye sınırında görev yaparken yasadışı göç ve insan kaçakçılığının önemini anlamaya başladım. Bu sebeple Kara Harp Akademisi’nde okurken, okulu bitirme tezi konusu olarak yasadışı göç ve insan kaçakçılığı konusunu seçtim. Bu tez çalışması sırasında konunun değişik boyutlarını görme ve ne kadar vahim sonuçlar doğurabileceğini anlama fırsatım oldu.
Ayrıca doktora çalışmam sırasında, tarihin en eski dönemlerinden günümüze kadar yapılan savaşlar, ordular, stratejiler vb. konular hakkında araştırma yaparken göç olgusunun devletlerin yaşamında ne kadar önemli olduğunu daha iyi anladım. Örneğin ülkemizde Anadolu Selçuklu Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti dışında tüm Anadolu’yu kapsayan bir devlet kuran tek toplum olan Hititlerin, denizci kavimlerin göçü ve saldırıları sebebiyle yok olduklarını gördüm. Dikkatinizi çekiyorum. Sadece Hitit Devleti’nin yıkılmasından bahsetmiyorum. Hitit ulusunun tarihten silinmesinden bahsediyorum. Eğer Anadolu tarihine bakarsanız, antik çağlarda Anadolu’da kurulmuş olan diğer devletlerin büyük bir kısmının da kitlesel göçlerin etkisiyle tarihten silindiğini göreceksiniz.
Bu sadece Anadolu için geçerli bir durum değildir. Roma Tarihi ile ilgili kitaplara bakın. Roma’yı yıkan ana süreç, göçebe ulusların Roma sınırlarından sızarak bazı bölgelere yerleşmesi ve ülkenin demografik yapısını değiştirmesiyle başlamıştır. Doğu Roma İmparatorluğu Batı’dan gelen göç dalgasını kendine has politikalar ve stratejiler geliştirerek bir şekilde dengeleyebilmiş ve yaşamına devam etmiştir. Ama doğudan gelen Türk topluluklarının kitlesel göçü karşısında aynı başarıyı gösterememiş ve bunun sonucunda yok olmuştur. Bu konu pek gündeme getirilen bir husus değildir ancak biz de buraya Türkistan coğrafyasında meydana gelen savaşlar, kıtlık ve açlık gibi sebeplerle başlayan kitlesel göçlerle geldik. Gelince de bütün dengeleri değiştirdik. Mevcut devletleri yıktık ve yerlerine yeni devletler kurduk. Şimdi ne Doğu Roma İmparatorluğu var, ne de Romalı diye bir ulus kaldı.
Antik dönemden başka bir örnek daha vereyim. Tüm dünyanın merakla araştırdığı ve her yeni bulguda daha da şaşırdığı Mısır Medeniyetini kuran toplumun tarih sahnesinden çekilmesi üzerinde de göçlerin önemli bir etkisi oldu. İlk kitlesel göçler Suriye’den hayvancılıkla geçinen kitleler tarafından gerçekleştirildi. Mısır yöneticileri ve halkı bunu çok dikkate almadı. Ama bir süre sonra, bu göçmenler o kadar güçlendiler ki Mısır’da iktidarı ele geçirdiler. Bunların krallarına, hayvancılıkla geçinen topluluklar oldukları için Hiksoslar adı verildi. Hiksoslar, çoban krallar anlamına gelmektedir.
Mısırlılar çok uzun süren mücadelelerin ardından bunlardan zorla kurtuldular. Bu işgal o kadar nefretle karşılandı ki Mısır halkı ve yönetimi Hiksoslardan kalan her şeyi yok ettiler. Ancak Girit ve Ege Adalarından oldukları sanılan ve Mısır kayıtlarında denizci kavimler olarak belirtilen yeni bir göçmen dalgası, önce Anadolu ve Suriye’yi (Lübnan ve Filistin bölgeleri de dâhil her yeri) yerle bir etti. Deniz kavimleri, bu bölgelerdeki devletleri yıktılar ve demografik yapıyı değiştirdiler. Bu gün Filistin’e adını verenler, yani Filistinliler de bu dönemde bölgeye gelip yerleşen deniz kavimlerindendi.
Bu yıkımı haber alan ve daha uzakta olduğu için hazırlanmak için zaman kazanan Mısır, kurduğu profesyonel askerlik sistemi ve teşkil edilen büyük ordular sayesinde bu göçmenlerin saldırılarını durdurabildi. Fakat bu savaşlar Mısır’ı yıprattığından, ülke zayıfladı ve bu sefer de ülke Afrikalı siyahi kralların egemenliğine girdi.
Amerika kıtalarında bu gün var olan bütün devletler de bir kitlesel göç sonucu ortaya çıktılar. Okuduğum kitaplarda, Kristof Kolomb’un Amerika kıyılarına vardığında Amerikan yerlilerinin, insani bir tutumla karşılandığı ve açlıktan ölmek üzere olan Kolomb ve gemilerindeki personele yiyecek ve su vererek onları doyurduğu yazıyordu. Peki, karnı doyan ve iyice dinlendikten sonra hastalıkları ve yorgunlukları geçen Kolomb ve adamları ne yaptı biliyor musunuz? İlk olarak kendilerini karşılayıp kayıklarla gemilerden kıyıya taşıyan, yediren, içiren ve tedavi eden yerli kabileyi bir gece baskınıyla gafil avladı ve çoluk çocuk demeden tamamen yok etti. Daha sonra Kolomb ve yeni bir kıta bulunduğunu duyup gelen Avrupa’nın ipsiz-sapsız takımı yıllar içinde tüm Amerika kıtalarında yaşayan yerli nüfusu neredeyse tamamen yok etti.
Burada amacım kimseye tarih dersi vermek filan değil. Sadece göç olgusu ve göçmenlerin yaratacağı sorunlara dikkat çekmeye çalışıyorum. Tarihe bakıldığında göçler sebebiyle yıkılan o kadar çok devlet ve yok olan o kadar çok ulus var ki, bunu görüp te Suriyeli göçmenlerin çokluğu ile ilgili haberler okuyup bundan endişe etmemek mümkün değil.
Biliyorum, bazılarınız benim Suriyeli göçmenlerin ülkemizin yıkılmasına ve ulusumuzun yok olmasına bile sebep olabileceğini ima etmeme itiraz edeceklerdir. Evet, belki de biraz fazla endişeli olabilirim. Ama bu mümkün. Çünkü daha önce birçok ulusun başına geldi. Bizim başımıza gelmeyeceğini kim garanti edebilir?
Ayrıca, bu göçmenler bizim ve devletimizin yok olmasına sebep olmayacağını farz etsek bile yaratacakları diğer sorunlar da oldukça ağır olacaktır. Bu sorunların yaratabileceği en tehlikeli sonuç ise ülkenin parçalanması olabilir. İsterseniz ne demek istediğimi örnekler vererek açıklamaya çalışalım.
Birçok yazar, Suriyelilerin miktarını vererek bunu genel nüfus ile kıyaslamakta ve bazı tehdit senaryoları ortaya koymaktadır. Ancak bu yazıları yazanlar genellikle çok önemli bir hususu gözden kaçırmaktadırlar. 5.2 milyon Suriyelinin ülkemizin demografisini kökten değiştireceğini söylüyorlar ama bence ülkenin parçalanması için buna da gerek yoktur. Sadece belli bölgelerde ezici bir çoğunluk oluştururlarsa, bu durum da ülkenin parçalanmasına sebep olabilir. Ayrıca göçmenlerin hepsinin Arap olduğu ön kabulü ile tezler ortaya atmak da doğru değildir. Çünkü gördüğüm kadarıyla göçmenler sadece Araplardan ibaret değildir.
Bu sebeple demografik yapıyı bölgesel bazda ele alırsak tehdidin büyüklüğü daha iyi anlaşılabilir. Ben özellikle Mersin’den Cizre’ye kadar uzanan bölgede, Toros ve Antitoros Sıradağlarının güneyindeki topraklara dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu 5,2 milyon Suriyelinin ne kadarı bu bölgedeki yerleşim yerlerinde yaşıyor? Bu bölgeye yerleşen Suriyelilerin etnik yapısı nedir? Bu bölgedeki yerleşim yerlerinde, yerli halkın göçmenlere göre oranı nedir? Bunlar çok önemli hususlardır.
Neden?
Çünkü 1. Dünya Savaşı’nın ardından bu bölge, coğrafi olarak Suriye’nin bir bölümü olduğu iddiasıyla Fransız ve İngilizlerce işgal edildi. Bu bölgedeki Klikya (Adana vilayeti) ise, tarihi Ermeni Prensliğinin canlandırılacağı bir bölge olarak görülüyordu. Fransızlar Kahraman Maraş ve Gazi Antep ile Adana vilayetimizden Ermenistan diye bahsediyorlardı. Antep ve Urfa ise Suriye’ye dâhil edilmek isteniyordu. Bunu başaramayacaklarını anlayan Fransızlar, Urfa bölgesinde Milli Aşireti’ni kışkırtarak Kürt devleti kurmayı amaçlayan ayrılıkçı bir isyan çıkardılar.
Daha sonraki yıllarda ise Antakya, yıllarca Esat rejimi tarafından haritalarda kendi toprağı olarak gösterildi. PKK ve KDP’nin çizdiği haritalarda da Mersin’e kadar olan bölge, kurmayı hedefledikleri büyük Kürdistan’ın bir parçası olarak gösterildi ve hala da gösterilmektedir.
Şimdi isterseniz burada bir projeksiyon yapalım. Ben ekonomiden çok fazla anlamam. Ama anlayan arkadaşlarımı dinledikçe şunu görüyorum. Şu sırada Türkiye ekonomik açıdan batmış durumda. Hükümet seçim vb. endişelerle gerekli tedbirleri almıyor. Bunun yerine boş söylemlerle durumu idare etmeye çalışıyor ve krizin kendiliğinden geçmesini bekliyor. Ancak bu şekilde krizi geçiştirmek ve ekonomiyi düzeltmek mümkün değil. Eğer bu tutum sebebiyle yarın ekonomi birden bire çöker ve şu anda mevcut olan iflas ve şirket kapatma furyası büyük bir dalga haline gelirse ne olur?
Buna hemen olmaz diye cevap vermeyin. Çünkü böyle bir olay 1929 yılında oldu. Hem de ABD’de başladı ve bütün dünyayı etkisi altına aldı. Bunun etkisiyle ekonomik teoriler değişti, siyasi sistemler yara aldı ve açlık ve sefalet çeken milyonlarca insan bunun acılarıyla yaşamak zorunda kaldı. Muhtemelen Nazizm, Komünizm, Faşizm gibi radikal rejimler de bu ekonomik buhran sebebiyle güçlendiler ve birçok ülkeye hâkim oldular. Bunun sonucunda 2. Dünya Savaşı çıktı ve milyonlarca insan öldü. Ayrıca birçok ülkenin sınırları değişti.
Açlık her türlü duyguya üstünlük sağlar. Büyük Hun İmparatorluğu tarihi ile ilgili Türk Tarih Kurumu yayını olan iki ciltlik bir kitap var. Bu kitapta anlatıldığına göre Büyük Hun İmparatorluğu’nun son zamanlarında birkaç defa şiddetli kuraklık ve aşırı soğuklar yaşanmış. Bu dönemlerde bitkilerin kuruması ve hayvanların açlıktan ölmesi sebebiyle büyük bir insani felaketler ortaya çıkmış. Bunun sonucunda Hun Türklerinin nüfusu neredeyse yarı yarıya azalmış. Ayrıca açlık sebebiyle ülkede iç karışıklıklar çıkmış ve ülke birbiriyle savaşan birkaç parçaya ayrılmış.
Hun İmparatorluğu’nun Asya’daki ömrünü tamamlamasında bunun büyük bir etkisi olduğu görülüyor. Benzer bir durum bizim başımıza neden gelmesin? Eğer ülke ekonomisi birden bire çökerse, mevcut hükümetin toplumu bölme ve kamplaştırma politikalarının da etkisiyle, bizde de ekonomik çöküşün tetikleyeceği bir iç savaşın ortaya çıkmayacağını garanti etmek mümkün müdür?
Eğer Suriye’deki gibi bizde de herkes birbirini öldürmeye ve ülke parçalanmaya başlarsa, biraz önce bahsettiğimiz bölgede yaşayan nüfusun çoğu Suriyeli göçmenlerden oluştuğundan, bunların bizden ayrılmak istemesi şaşırtıcı olmayacaktır. Nasıl iç savaş başlayınca biz dahil birçok devlet Suriye’ye girdiyse, yarın da Suriye ve başka devletler bu bölgelere girerse ne yapacağız? Ya araya birleşmiş Milletler girer ve bölgede plesibit yapılmasına karar verilirse, hangi şehirler kime katılmak yönünde oy kullanacak? Bu sebeple Suriyeli göçmenler ülkenin bütünlüğü açısından bölgesel bazda çok büyük bir tehdit potansiyeli teşkil etmektedirler.
Hadi bunlar benim burada yaptığım spekülasyondan başka bir şey değil diyelim. Yine de Suriyeli göçmenler ülkemizin başına onarılması hayli güç birçok başka sorun çıkaracaktır. Daha önceki yazımda bahsettiğim kaçakçılık olayı ve Muhaberat ile ilgili durum bunlara en iyi örneklerdir. Kaçakçılık konusu, yaratacağı muhtemel etkiler açısından belki de Muhaberat tehdidinden de önemlidir. Bunu biraz açmaya çalışayım.
Hiç kimse bunu düşünmüyor ama, Paris veya İstanbul’da bir eğlence yerinde, 10-15 gramlık preslenmiş bir esrar tabakasını jelatinli kâğıdından çıkarıp ufalayan ve tütünle karıştırıp sigara kağıdına saran, sonra da bunu yakıp derin bir nefesle uyuşturucu etkisi olan dumanı ciğerlerine çeken bir kişinin bunu yapabilmesi, çok geniş bir coğrafyada, çok sayıda insanın, iyi organize edilmiş bir örgüt yapısı içinde, sistemli ve disiplinli bir şekilde çalışması sayesinde gerçekleşmektedir. Eroin başta olmak üzere diğer uyuşturucular için de durum aynıdır. Bunun nasıl yapıldığını, ben Suriye sınırında İstihbarat Subayı olarak çalıştığım dönemde edindiği bilgiler ışığında anlatayım.
Asit anhidrit Fransa’dan Lübnan’a bir ekip tarafından çoğu zaman yasal yollarla ithal edilir. Bu ekip Suriye’de bağlantıda olduğu başka bir ekibe, büyük bir kar payı ekleyerek bu maddeyi satar. Suriye’deki ekip de bunu aynı esaslar çerçevesinde Türkiye’de işbirliği içinde olduğu başka bir ekibe satar. Bu ekip, eroin yapımında kullanılan bitkileri kaçak olarak yetiştiren köylülerle de irtibat halindedir. Köylülerden aldıkları ürünleri bu madde ile işlemden geçirerek kullanıma hazır uyuşturucu son ürününü elde eder. Bu uyuşturucular, bir başka ekip tarafından batıya (Türkiye’nin büyük şehirlerine ve Avrupa’ya) taşınır. Batıda da bunun dağıtımını yapan toptancılar ve sokakta satış yapan elemanlar kendi kar paylarını koyarak kullanıcılara malı ulaştırırlar.
Görüldüğü gibi bu yasa dışı ticari faaliyet, farklı devletlerin vatandaşları olan farklı uluslara mensup suç örgütleri tarafından ve büyük bir işbirliği içinde yapılmaktadır. Bu ticaretten, Avrupa’da asit anhidriti üreten firma ve çalışanları da dahil çok geniş bir kitle para kazanmaktadır. Fakat şimdi Suriyeli göçmenler sayesinde bu organizasyon yapısında bir değişim yaşanmış olmalıdır. Eskiden Türk kaçakçılara ham madde satan Suriye mafyasının, muhtemelen artık Türk mafyasına ihtiyacı yoktur. Çünkü geçen 7-8 yıl içinde burada kendi örgütünü kurmuştur.
Bu sayede Suriye Mafya gruplarının uyuşturucu pazarında etkin bir yer edinmeleri an meselesidir. Çünkü bunların bir kısmı da Türkiye üzerinden değişik Avrupa ülkelerine kaçak yolla geçmişlerdir. Bu kişiler sayesinde Suriyeli kaçakçı/mafya gruplarının, uyuşturucu trafiğinde malın çıkış noktasından son kullanıcıya kadar geçtiği her yerde teşkilatlanmış olmaları muhtemeldir. Ülkemize gelen Suriyelilerin, Suriye’de hala akrabaları ve kaçakçılıkla geçinen tanıdıkları vardır. Bu sebeple ham maddenin getirildiği yerde de örgütlenme sorunları yoktur.
Buna emin olabilirsiniz. Çünkü mafyalaşma sadece Suriyelilere has bir durum değildir. Benzer bir şekilde ülkesini terk eden birçok tolumda benzer gelişmeler yaşanmıştır. Örneğin Kosova Savaşı sırasında kitlesel olarak Avrupa ülkelerine göç eden Arnavutlarda durum böyledir. Bu gün birçok Avrupa ülkesinde kadın ve uyuşturucu ticaretinde Arnavut mafyası hayli etkili durumdadır. Bu sebeple benzer bir durumun bizim ülkemizde de yaşanması kaçınılmaz görünmektedir. Nitekim Ümit Özdağ, bunun Antakya’da görülen ilk işaretlerini bize haber vermektedir.
Bir ülkenin uyuşturucu ticaretinin merkezine oturması, o ülkeye birçok sorunlar yaratır. Bunların en ağırı da beka sorunudur. Çünkü yakın zaman önce bazı Güney Amerika ülkelerinde görüldüğü gibi, böyle ülkeler ABD başta olmak üzere uyuşturucunun tüketim noktasında bulunan birçok ülkenin o ülkeye müdahale etmesine sebep olmuştur. Kolombiya ve Escobar olayı bunun en bariz örneğidir.
Buraya kadar, Suriyeli göçmenlerin ülkemizde şimdiden yaratmaya başladıkları ve ileride daha da vahim hale geleceğini düşündüğümüz etkilerinden bazılarına değinmeye çalıştık. Tarih boyunca dünyanın değişik bölgelerinde meydana gelen benzer olayları da göz önüne alarak bunları kısaca özetleyecek olursak, şu sonuçları çıkarmak mümkündür:
Suriyeli göçmenler ülkemizde büyük ekonomik sorunlar yaratmıştır ve bu durum devam edecektir. Nitekim kendileri için 40 milyar dolar harcandığı ifade edilen bu göçmenlerin bu günkü ekonomik krizde de payları olduğu aşikârdır.
Suriyeli göçmenler ayrıca; güvenlik, sosyal, siyasal, demografik, etnik sorunlara da sebep olacaklardır. Nitekim Suriyelilerin işlediği cinayetler, hırsızlık vakaları, mafyalaşma gibi olaylar daha şimdiden basın organlarına yansıyacak kadar yoğun bir hale gelmiştir.
Tüm bu veriler dikkate alındığında, Suriyeli göçmenlerin ülkemizde beka sorunu yaratacak bir potansiyele sahip olduğunu söylemek abartılı bir iddia olmayacaktır. Belki de bu durumu geç de olsa anlayan hükümetimizin, seçim propagandası kapsamında sık sık dile getirdiği beka problemi ifadesi ile anlatmaya çalıştığı budur. Ancak göçmenler konusunda tek sorumlu kendileridir. Muhtemelen bu sebeple, bunu açık bir şekilde ifade edememektedirler.
Hits: 29
Zaman Yönetimi
- 19 Mart 2019
ASİMİLASYON SÜRECİ
- 21 Mart 2019