
DOĞU TÜRKİSTAN’IN STRATEJİK ÖNEMİ – ÇİN-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ
- 26 Mart 2019
- Güven Kaya
- Başlık; Bölgesel Sorunlar
- 24
- Facebook25
- Twitter15
- WhatsApp20
- LinkedIn15
- Telegram0
- Paylaşım
23.03.2019 / ANAKARA
STRATEJİK ÖNEMİ
Konunun başından beri bahsettiğim gibi meseleyi kaleme alanların büyük kısmı olaylara olması gereken mantığı ile bakmamış, duygusal ve yanıltıcı davranmıştır. O yüzden işgalin neredeyse tek nedeni olarak bölgede yaşayanların İslam inancında olması gösteriliyor. Bu komiklik değilse, tamamen cahilliktir. Kimse, bir yeri, değişik dinden diye işgal etmez. Hiçbir faydası olmayacak yeri işgal edip de başına niye bela alsın? Ayrıca o kalem ve klavye erbapları dinin birleştiriciliğinden dem vurmaktadırlar. Madem birleştiriciydi, 6 milyon km²’lik alan bir anda nasıl oldu da işgal ediliverdi iki ülke tarafından? Kural basittir; dinler ayrıştırır, inançlar birleştirir. Ayrıca kimse sınırlarında aşırı dinci bir devlet istemez.
Bölge halkının bir arada olduğunu söylüyor bu erbaplar ama ben öyle olduğunu sanmıyorum. Diyelim ki bir aradalar. Onları bir arada tutan din veya inançları değildir, ceberut bir yönetimin karşısında halkın birbirine tutunmasıdır.
Olaya “Türkistan” gözüyle bakıldığında hemen görüleceği gibi, bölgenin batı kısmının ne kadar değerli yeraltı kaynağı taşıdığı Ruslar tarafından tespit edilmiş ve çok zengin kaynakları elde bulunduran bölgeyi bir hamlede işgal edilmiştir. Kalan kısmı da Çin zaman içinde ele geçirmiştir.
Bölge jeostratejik, jeopolitik ve jeoekonomik değer taşımaktadır. Çin ana kıtasını batıya karşı uzaktan koruyan bir bölgedir. Çin Seddinin hemen batısında olup, içinde 5000 km uzunluğunda olan en büyük çöküntü Taklamakan Çölünü barındırmaktadır. Çinin dışarıya açılımı Çin Denizinden yeterince olamamaktadır. Orası müttefikleri aracılığı ile ABD tarafından kontrol edilmektedir. Çinin atacağı en küçük bir adım bile büyük sorunlar çıkarmaktadır. Dahası çok büyük bir su engelini dolaşmak durumundadır.
Bölge tarihi ipek yolu üzerinde olup merkezi konumundadır. Aynı zamanda kuzey-güney ile doğu-batı geçişlerinin sağlandığı yerdir.
Çin ile Rusya bugün için aynı örgütlerde yan yana durmaktadırlar. Geçmişte öyle değillerdi, gelecekte de öyle olmayacaklarını değerlendiriyorum. Doğu Türkistan bu hali ile iki ülke arasında dev bir tampondur. Kendini her konuda geliştiren Çin, zaman içinde en karmaşık silahları yaptığında Rusya ile olan cicim yıllarını terk edebilir.
Çin sahip olduğu nükleer silahların büyük bir kısmını bu topraklarda konuşlandırmıştır. En azından öyle olduğundan şüpheleniliyor.
Doğu Türkistan Çine bu konuda kısa mesafeler sunmakta ve iç hat manevrasının kolaylıklarını sağlamaktadır. Bugün için batıya ihracat yolu olmuştur. Böylelikle tüm Asya ve Avrupa’ya tren yolu ile dışsatımda bulunmaktadır.
Dışalım yolu ile elde edeceği sıvı veya gaz halindeki enerji kaynağını, boru hatları vasıtasıyla Batı Türkistan’dan sağlamak zorundadır. Bu yolun emniyetini şimdiden sağlamıştır bu işgal.
Mevcut stratejik ve jeostratejik önemi sadece Rusya, Çin ve bölge halkı için var değildir. İslami terörü yaşam tarzı haline getirerek bu faaliyetlerini “küresel sermaye sahiplerine” pazarlayan ve kendilerine Cihatçı denilen işsiz güçsüz takımı için de bölge çok önemlidir. Müslüman halk en çok komşu ülkelerden gelen uluslararası Cihat hareketlerine bağlı aşırı dincilerin olay çıkarmasından, kendilerini hükümet ve güvenlik güçleriyle karşı karşıya bırakmasından korkuyor. Zira Doğu Türkistan, doğuda Moğolistan, batıda Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan’ın kontrolündeki Keşmir, Kuzeyde Rusya, Kuzey batıda Kazakistan’la komşu ve bütün bu ülkelerde aşırı dinci akımlar faaliyet gösteriyor.
Doğu Türkistan’da dünyanın en önemli doğal gaz (2,3 trilyon m3) ve petrol (200 milyar ton) rezervleri vardır. Doğu Türkistan bu manada 21. yy.’ın Kuveyt’i sayılmaktadır.
Sadece petrol ve gaz mı? Sert madenler yönünden de zengindir toprağın altı. Özellikle altın, gümüş, kurşun, çinko, demir, bakır (en zengin ve kaliteli), uranyum, volfram, kömür (2 trilyon ton) gibi, Çin’de çıkartılan yaklaşık 162 çeşit madenin 148’i buradan da çıkmaktadır. Bu konuda bazı kaynaklar 148’de 118 diyor. Bu da toplam maden ocaklarının %85’i demektir.
Çin’in açıkladığı resmi rakamlara göre, son 25 yıl içerisinde ihraç edilen ham petrol miktarı 100 milyon tondur. Çin’in Tarım Petrol Şirketi’nin bildirdiğine göre son 10 yıl içerisinde Tarım bölgesinden Çin’e taşınan doğal gaz miktarı 140 milyar m³ten fazladır.
Yine resmî açıklamalara göre; Doğu Türkistan’dan çeşitli iletim ve ulaştırma araçları ile Çin’in 14 eyaleti ile Pekin, Şanghay ve benzeri doğrudan merkezi yönetime bağlı şehirler, 80 civarındaki büyük ve orta dereceli eyalet merkezleri ile 3 binden fazla büyük çaplı Organize Sanayi Bölge ve Kompleksleri gerekli olan enerjiyi Tarım petrolü ve doğal gazından elde etmektedir. Bundan başka Çin’in diğer 14 eyaletinde yaşayan 400 milyon Çinli Doğu Türkistan petrolü ve doğal gazı ile ısınmakta ve yüksek standartlı bir yaşam sürmektedir.
ABD, Japonya ve Çin en büyük petrol tüketicisi ülkedir. 2020 yılından itibaren Çin enerji konusunda dışarıya %80 (bazı kaynaklar 85 diyor) oranında bağımlı olacaktır. Doğu Türkistan’ın bilinen rezervleri bu bağımlılığı şimdiden kaldırmıştır.
Mineral rezervleri arasında nitratin, vermikulit, muskovit ve argil tüm Çin genelinde en iyi kalitede bulunan minerallerdir.
Doğu Türkistan’da dört mevsim hakkıyla yaşanmaktadır. Toprakları oldukça verimlidir. Bölgede her türlü tahıl ve meyve yetişmektedir. Doğu Türkistan aynı zamanda Çin’in en büyük pamuk üreticilerinden biridir ve bu da bölgeyi Çin için önemli kılan başka bir özelliktir. Pamuk üretim hacmi Çin’in toplam pamuk üretim hacminin % 35’ini temsil etmektedir.
86 milyon hektarlık alan, yani Doğu Türkistan topraklarının % 42’si
tarım ve meracılığa elverişlidir.
Peki, bu zenginlikten ve refahtan doğu Türkistanlılar
pay alıyor mu? Hayır. Bu çok ciddi bir ahlaksızlıktır.
Çok kısa olarak anlatılan bu bölümden bile, işgalin nedeninin din değil tamamen jeostratejik, jeopolitik ve jeoekonomik gerekçelerden kaynaklandığı görülmektedir.
ÇİN – TÜRKİYE İLİŞKİLERİ
Peşinen söylemekte fayda var: Çin-Türkiye ilişkileri içinde tarihin derinliklerinden gelen düşmanlık barındırır ve hiçbir zaman düzelmeyecek şekilde bozuktur. Bu düşmanlık Çin çok güçlü olduğundan, şimdilik, Çin cephesinden yayılıyor ve son dönemlerde Türkiye onu kırmamaya çalışıyor.
Çin açık bir şekilde TÜRKSOY örgütüne karşıdır.
Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı olan TÜRKSOY, 12 Temmuz 1993 tarihinde Almatı’da, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Türkiye ve Özbekistan’ın kültür bakanları tarafından imzalanan anlaşma ile kurulmuştur. TÜRKSOY; kurulduğu günden buyana Türk halklarının gönül birlikteliğini ve kardeşliğini güçlendirmek, ortak Türk kültürünü gelecek nesillere aktarmak ve dünyaya tanıtmak için çalışmaktadır. İşte, Çin, içindeki Uygur acısından dolayı, tam da bu nedenle buna karşıdır.
Çin uluslararası arenada Türk tezlerini destekleyici herhangi bir harekette bulunmamaktadır.
Çin Kuzey Kıbrıs Türk cumhuriyetini tanımadığı gibi destek de olmamaktadır.
Ermeni meselesinde destekçi değildir.
Barzani’nin kurduğu devleti fiilen tanıma yoluna gitmiştir.
PKK terörü onlar için ilginçtir ve terörist demezler, gerilla derler. Basın yayın organlarında PKK övülür. Doğu Türkistan ile ilgili yayın yapılan Türkiye’ye misilleme yaparcasına, Kürtlerle ve sözde Kürdistan ile ilgili makaleler yazılan dergileri vardır. Bu makalelerde Kürtler ezilen, vatanları ellerinden alınan, acı çektirilen etnik olarak gösterilir.
Okuduğumda çok saçma bulduğum ve pek tabi ki “ne cahilmişim, bunları nasıl bilmem” dediğim yazılar da yok değildir. Wang Zhijuan adlı kalemşordan bir alıntı ile bunu perçinleyelim: Türkiye’deki hükümet ve siyasetçiler Kürtlerin ayrı bir millet olduğunu kabul etmezler, onlara göre Kürtler Türklerin bir kavmidir, azınlık değildir, saf Türk’tür. Bu ülkede yalnızca Türklerin millet olma hakları vardır, diğerleri bu haklara sahip değillerdir. Kürtler dağlı insanlar olarak tanımlanırlar, hiçbir hakları yoktur. Kürtlerin isyanları hep acımasız yöntemlerle bastırılmıştır. Türkiye’de Kürkçe yasaktır; Türkçe bilmeyenler avukat bulamazlar, büfe açamazlar, sosyal güvenlik gibi kamu yararından mahrumdurlar. Kürtler 1925 yılından bu yana baskıya karşı faaliyetlerini durdurmamışlardır. Dolayısıyla Türk ordusu tarafından sürekli bastırılmıştır. Türk ordusu Kürt bölgelerindeki operasyonlarında zaman zaman temizleme siyasetini yürüterek güvenliği sağlamaktadır. Bunun dışında Kürtleri zorla Türklerin oturduğu bölgelere sürmektedir; Ancak Kürtlerin nüfusu Türklerin nüfusunun %10’unu aşmamak şartıyla ve Türkleştirme politikasını uygulamaktadır. Bu tür askerî bastırma ile asimilasyon politikası devam etmektedir. Ancak, buradaki Kürt sorunun çözümleneceği görünmemektedir. Okuyunca bu adamlara bilmediğimiz neler yapıyormuşuz dediğinizi duyar gibi oldum.
Çinlilerin Abdullah Öcalan sevgisi, Türkiye’deki bazı Kürt sorunu severlerin “İmralı” sevgisini aratmamaktadır. Belki bir tekrar olacak ama yeri geldiği için söylemek gerekir. Türkiye’de birileri Kürt meselesi vardır demişti; değil, Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır. Çin’de ise terör sorunu yoktur, işgal edilmiş Türk Anayurdu ve asimile edilen Türk sorunu vardır.
Türkiye’nin girdiği seçim sürecinde bazı yetkililer, yeterince bilgi birikimi olmaksızın, bazı laflar ettiler. Bunlara karşılık, gecikmeden, geldi. İlki Ankara büyükelçisindendi: Bunlar eğitim faaliyeti, yıllardır uyguluyoruz, yeni bir şey değil; Türkiye’de iktidarda olan parti, gelecek seçimleri kotarmak için böyle konuşuyor.
İkincisi ise Çin Komünist Partisi (ÇKP) Merkez Komitesi Dışişleri Bakanlığı Batı Asya ve Kuzey Afrika Dairesi Genel Müdür Yardımcısı Yu Wei’den idi: Çin’de 56 değişik milliyet var. Çin’de bulunan her milliyet eşittir ve onların her birinin gelişimine saygı duyuyoruz. Ancak bütün milletlerin ortak gelişmesi gerekiyor. Bu yüzden bazı etnik grupların bulunduğu bölgelere özel ekonomi politikaları uyguluyoruz. Mesela, Sincan’da Uygurlara özel politikalar uygulanıyor. Ayrıca, Çin’de bütün vatandaşlar dine inanma veya inanmama özgürlüğüne sahip. Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde de bu böyle. Ve dalga geçer gibi ekliyor: Biz inanıyoruz ki Çin’in terörle mücadeledeki bu deneyimi, Türkiye için de model olabilir.
O bunları derken yanında Çin’de konuyla ilgili temaslarda bulunan Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in liderliğindeki parti heyeti bulunuyordu. Dikkatinize sunulur. BAKINIZ.
Kısacası Çin ile ilişkiler bu kıvamda ve oradan bakınca “böyle” görünüyor.
SONUÇ
Şu bir gerçektir ki bu gibi uygulamaların ömrü ortalama yüz yıldır. Ortalama 30 yıl sonra doğu Türkistan’ın bağımsızlığını görmek olasıdır diye düşünüyorum. Sadece bu değil, benzer şekilde işgal edilen Tibet ve İç Moğolistan denen bölgeler de bu şekle gelecektir. Çünkü tarihin bir kuralı daha vardır ve işler: Galiplerin ahlaksızlığı olmasaydı mağlupların başarısı olmazdı.
Ancak şunu da söylemek gerekir; 1750 yılından beri uygulanan yöntemleri uygulayacak zihniyetin, bağımsızlık konusunda, başarılı olacağını öngörmüyorum. Bağımsızlık için mücadele ara başlığında anlatılan direniş hareketleri gibi bir yaklaşım asla başarılı olamaz. Tüm bu hareketler bir emir-komuta altına alınsaydı başarı kaçınılmazdı. Ama bu akla gelse bile uygulanmamıştır. Uygulanmamasındaki ana gerekçenin din adamlarının peşinden gidilmesi ve bu din adamlarının diğer benzerlerinden kopuk olmasıdır.
Milletleri millet yapan en önemli unsur dildir. İnsanlar arası anlaşmanın temelidir dil. Türkçeyi ve lehçelerini yasaklamak, onları kullanım dışına itmek o millet üzerinde yıkıcı sonuçları olan süreçlerin yaşanmasına neden olmuştur. İşgal altında kalan ise dilinden asla ödün vermeden yaşamalıdır. Gerekirse gizli saklı yerlerde ürettiği eserler ile dilini canlı tutmalıdır.
Bir işgalcinin yapacağı en kaba ve gereksiz hareket dine saldırmaktır. İnsanlar inanç dünyalarında ne kadar rahat olurlarsa o kadar yumuşak hedef olurlar. İşgalci, doğu Türkistan pratiğinde bu hataya düşmektedir. Ancak işgal altında bulunanlar da bu hatanın diğer tarafında yer almaktadır. Bir nevi simbiyotik ilişki… Ayaklanmalar sürecinde halk din adamlarının peşinden gitmiştir ve çok büyük hüsrana uğramıştır. Din adamının işi değildir ayaklanma çıkarmak ve bunu sonuna kadar sürdürmek. Hele bir de kendilerine molla, şeyh deniyorsa akıldan hepten uzaklaşmışlardır ve işleri Allah’ın yardımı ile yapacaklarını sanırlar ama aynı Allah’ın karşı taraf için de var olduğunu bilmezler. İşgal altında kalanlar toplum önderlerini pozitif bilim ve akla önem verenlerden seçmelidir.
Gelenek ve görenekler de din gibidir, karışılmaması gerekir. Daha değişik hayat tarzlarının varlığı gösterilmelidir. Zamanla işgal altında olanlar değişik ve yeni olana yönelir. Evet, bu yöntem zaman alır ama kesin sonuç alıcıdır. İşgal altında kalanlara düşen iş, gelenek ve göreneklerinden hiçbir şekilde ödün vermeden yaşamaktır.
Bölge ile ilgili olarak, nüfus, yeraltı ve yerüstü kaynakların rezervi, gerçek ekonomik durumun tam tespiti, asimilasyonun tam boyutu gibi hayatiyet arz eden stratejik, jeostratejik, jeopolitik ve jeoekonomik değerler için tam ve gerçek bilgi birikiminin oluşturulması gerekmektedir.
SONSÖZ
Beş bölümde anlatmaya çabaladığımız bu meselenin son sözü bağımsızlık ile söylenecektir. Ama konunun son sözünü “belirli bir strateji doğrultusuna, doğru adamların çevresinde toplanmak ve bir bütün halinde hareket ederek tam bağımsızlığı yakalamak mümkündür” şeklinde söylemek mümkündür.
Hits: 377
Zamanı İyi Kullanın. Çünkü Vakit Nakittir.
- 31 Mart 2019