
Rusya’nın Yeniden Süper Güç Olma Çabaları ve Ortaya Çıkan Tepkiler
- 26 Mart 2019
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Küresel Sorunlar
- 6
- Facebook25
- Twitter15
- WhatsApp10
- LinkedIn10
- Telegram0
- Paylaşım
Daha önce Rusya ve NATO arasında yeni soğuk savaş emareleri başlıklı bir yazı yayınlamıştık. Bu yazımızda, Soğuk Savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nin dağılması üzerine kendi iç sorunları ile meşgul olan Rusya’nın toparlandığından ve dünya egemenliği mücadelesinde yeniden etkin bir rol oynamaya çalıştığından bahsetmiştik. Doğal olarak Rusya’nın bu politikası NATO ve Batı ülkelerinde bir karşı tepki ile karşılanmış ve Soğuk Savaş sonrasında küçülen ordular ve azalan silah sayıları sebebiyle askeri açıdan oldukça zayıfladığını fark eden Batı, yeniden silahlanmaya ve ordularını güçlendirmeye başlamıştır.
2008’de Rusya’nın Gürcistan topraklarına girmesi ve bazı özerk bölgeleri işgal ederek bu bölgelerin bağımsızlıklarını tanıması, Rusya’nın niyetini ortaya koyan ilk fiili hareket olmuştur. Bunun ardından, Rusya’nın 2014 yılında Kırım bölgesini ilhak etmesi, başta Doğu Avrupa ülkeleri olmak üzere tüm Avrupa’da alarm zillerinin yüksek sesle çalmasını sağlamıştır.
2016’da Ukrayna ile yaşanan savaş, tehlikenin büyüklüğünü daha açık bir şekilde göstermiş ve halâ harekete geçmemiş olan birçok ülkeyi de harekete geçirmiştir. Rusya’nın Suriye iç savaşına müdahale etmesi ve savaşın seyrini değiştirmesi ise Rusya’nın yeniden süper güç olmakta kararlı olduğunu, bunu sağlamak için kriz bölgelerinde kendi çıkarları doğrultusunda bir çözümü dayatacak şekilde güç kullanmaktan çekinmediğini ve bunda başarılı da olabildiğini açıkça ortaya koymuştur.
Bu durum yeni bir silahlanma mücadelesini de tetiklemiş gibi görünmektedir. Nitekim birçok AB ve NATO ülkesi silahlı kuvvetlerine bütçeden ayırdığı payı artırmaya ve yeni silah üretimi veya mevcut silahların modernizasyonu için bazı projeleri yürürlüğe koymaya başlamıştır. Bu durum, özellikle Rusya ile sınırı olan Doğu Avrupa ülkelerinde belirgin bir hal almıştır.
Bu gün askeri dergilere göz atarken, Shephard Media’nın LWI Dergisi’nin Şubat/Mart 2019 sayısında da bu gelişmeler üzerinde durulduğunu fark ettim. LWI Dergisi bu sayısında, Litvanya Savunma Bakanı Yardımcısı ile yaptığı röportajı yayınlamıştır. Litvanya, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nden ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiş, 2002 yılında da NATO’ya davet edilmiştir. Bu davet üzerine, NATO üyeliği için gerekli düzenlemeleri yapmak için çalışmalara başlamıştır. Bunun sonucunda, 2004 yılında, Romanya, Bulgaristan, Slovakya, Slovenya, Letonya ve Estonya ile birlikte NATO’ya kabul edilmiştir.
2002 yılından itibaren, NATO’ya adaptasyon için ordusunda yeniden teşkilatlanma ve silahlanma faaliyetlerine başlayan Letonya, 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhakı üzerine, ordusunu güçlendirmek ve silah gücünü artırmak için çok daha yoğun bir şekilde çalışmaya başlamıştır. Bunun sonucunda gayri safi yurtiçi hasılasının (GDP: gross domestic product) yüzde ikisini ve daha fazlasını askeri harcamalar için kullanan sekiz NATO ülkesinden biri haline gelmiştir.
Litvanya, 2016 yılında Rusların Ukrayna’nın doğusundaki ayrılıkçı hareketleri desteklemesi ve bunun ardından çatışmaların başlaması üzerine, ordusunu güçlendirmek için başladığı faaliyetleri daha da hızlandırmıştır. Bu kapsamda Litvanya hükümeti, Rus tehdidine karşı hazırlıklı olmak için yoğun bir modernizasyon programını yürürlüğe koymuştur. Bunun için yapılan milli yatırımların yanında, NATO ve ABD ile müşterek olarak bazı altyapı ve lojistik projeler de başlatılmıştır.
Gerçi Litvanya, 2002 yılında NATO’ya davet edildiği günden itibaren altyapı için 4,5 milyar dolarlık bir yatırım yapmıştır. Ancak geçen zaman içinde altyapı eskimiş ve mevcut silahların teknolojileri geri kalmıştır. Bu sebeple ordunun modernizasyonu için ilk önce yeni bir altyapı ve lojistik stratejisi belirlenmiş ve buna göre tüm sistem yenilenmeye ve modernize edilmeye başlanmıştır.
Altyapı ve lojistik yetersizlikler yanında ordu personelinin nitelikleri ve eğitimi konusunda bazı adımlar atılmıştır. Bunun için eğitim programları yeniden düzenlenmiş ve yoğun bir eğitim faaliyeti başlatılmıştır. Öte yandan, Alman yapımı PzH200 modeli toplar, Alman-Hollanda ortak yapımı Artec Vilkas Boxer IVF zırhlı araçları ve ABD’den de Oskosh modeli hafif taktik tekerlekli zırhlı araçlar satın alınarak ordu envanteri son model araç ve silahlarla yenilenmeye çalışılmaktadır.
Litvanya ayrıca, Kırım’ın ilhakının ardından mecburi askerlik sistemini yeniden yürürlüğe koymuş ve ordu mevcudunu artırmaya başlamıştır. 2015 yılında geri dönülen mecburi askerlik sistemi ile toplumu daha dirençli ve milli amaçlar etrafında birleşmiş bir duruma getirmek hedeflenmektedir. Hükümet yetkilileri, zengin ve fakir herkesin aynı birliklerde ve aynı şartlarda ülkeye hizmet etmesinin ülkenin birlik ve beraberliğini artıracağını ve muhtemel bir Rus tehdidine karşı topyekün bir karşı koymanın mümkün olacağını düşünüyorlar.
Bu bilgilerden de anlaşıldığı gibi Soğuk Savaş sonrasında sıkça dile getirilen globalizasyon, tek kutuplu dünya düzeni, ABD merkezli veya Batı merkezli dünya düzeni gibi söylemler artık hiçbir anlam ifade etmemektedir. Çünkü Rusya, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından yaşadığı sıkıntıların çoğunu aşmış ve toparlanmıştır. Öte yandan Pasifik bölgesinde de Çin, yeni bir süper güç olarak ortaya çıkmış ve her geçen gün daha da güçlenmektedir. Çin güçlendikçe emperyal politikalar uygulamaya başlamıştır. Bu amacına uygun olarak AB, ABD ve NATO’ya karşı Rusya ile yeni bir işbirliği geliştirmiştir. Bu kombinasyona bazı bölgesel güçler ile küçük devletlerin de katılımıyla adeta AB, ABD ve NATO karşısında yeni bir cephe oluşmuştur.
Bu durum karşısında bütün devletler, yeni tehdit değerlendirmeleri yapmaya ve bu değerlendirmelere göre siyasi ve askeri pozisyonlarını yeniden belirlemeye başlamışlardır. Bu sebeple Türkiye de bu yeni gelişmeleri dikkate alarak ordusunu buna uygun olarak dönüştürmelidir. Ancak bu konuda bazı önemli sorunlar yaşandığı ortadadır. Çünkü Türkiye, bir süredir tarihinin en istikrarsız dönemini yaşamaktadır. Bu durum özellikle silahlı kuvvetlerde belirgin bir şekilde görülmektedir.
Önce FETÖ terör örgütü, bazı yabancı istihbarat teşkilatları ile işbirliği içinde Türk ordusunun yetişmiş personelini kumpaslarla tasfiye etmiş ve ordu FETÖ mensuplarının kontrolüne verilmeye çalışılmıştır. Bir süre sonra, bu terör örgütü hükümete karşı darbe girişiminde bulununca, bu sefer FETÖ mensupları da tutuklanarak veya emekliye sevk edilerek tasfiye edilmiştir.
Basına da yansıdığı gibi bu durum, orduda kritik personel açısından sayısal bir zafiyet yaratmıştır. Bunun yanında FETÖ tarafından başarılı personelin tasfiye edilmesi, nitelik açısından da zafiyete sebep olmuştur. Orduda eksilen subay ihtiyacını tamamlamak için, darbe sonrasında askeri okullardan atılan öğrencilerin yerine apar topar yeni öğrenciler alınmıştır. Basında bu öğrencilerin alımında, nitelikten çok başka unsurların etkili olduğuna dair iddialar, ordunun geleceği açısından endişe vericidir.
Öte yandan, silahlanma politikaları açısından da büyük sorunlar yaşanmaktadır. Örneğin, önce Çin’den alınmaya karar verilen füzeler ABD baskısıyla alınmamış fakat bu sefer de Rusya ile S-400 Hava Savunma Füzelerinin alımı hakkında bir anlaşma yapılmıştır. Bunun üzerine ABD tekrar baskı yapmaya başlamıştır. Üstelik ABD tarafından, birçok NATO ülkesinin katılımıyla yürütülen bir ortak proje sonucunda üretilmeye başlanılan F35 uçaklarının Türkiye’ye verilmeyeceği anlaşılmaktadır.
Soğuk Savaş sonrasında yaşanan bütün çatışmalar Türkiye’nin çevresinde meydana gelmiştir. Türkiye, bir süredir ortaya çıkan ve yukarıda kısaca değinmeye çalıştığımız yeni gelişmelerden de doğrudan ve en yoğun şekilde etkilenen devletlerden biri olacaktır. Bu sebeple Türkiye’nin, başta personel sorunları olmak üzere ordusunun silahlanması ile ilgili sorunları bir an önce çözmesi gerekmektedir. Ülkenin seçim atmosferine girdiği ve ekonomik krizle boğuştuğu bu günlerde güvenlik konularının arka plana atılmasının, ileride üstesinden gelinmesi imkânsız sorunlarla karşı karşıya gelmemize sebep olacağı gözden kaçırılmamalıdır.
Hits: 52
ASİMİLASYON SÜRECİ
- 21 Mart 2019
DOĞU TÜRKİSTAN’IN STRATEJİK ÖNEMİ – ÇİN-TÜRK...
- 26 Mart 2019