
YEREL SEÇİM SONUÇLARI
- 2 Nisan 2019
- Güven Kaya
- Başlık; Türkiye
- 15
- Facebook40
- Twitter5
- WhatsApp10
- LinkedIn0
- Telegram0
- Paylaşım
31 MART 2019
1 NİSAN 2019 / ANAKARA
Daha önce bu sitede yayımlanan ve
İktidara geldikleri günden beri, ülkeyi hem içte hem de dışta hemen her dalda / sektörde / sınıflandırmada geriye götürdüler. Ama hala oy alabiliyorlar. Neden? Ya da oyu hala nasıl alabiliyorlar?
Her geçen gün bir yalanları, bilgisizlikleri, yolsuzlukları, yandaşa çekilen peşkeşleri ortaya çıkıyor, hem de delilli, kayıtlı ama hala oy alabiliyorlar. Bunun bilimsel bir açıklaması olmalıdır. Suç bunlarda değil, verende ama o neye dayanarak veriyor?
Bunun sosyolojik ve psikolojik incelenmesi gerekir ama ben o dallarda uzman değilim. Bunu uzmanlarının yapmasını beklerim ama mafiş…
girizgâhı ile başlayan yazıda, iktidardaki partinin hala nasıl oy alabildiğine dair bir incelemede bulunulmuştu. Yazının tamamını okumak için tıklayınız.
31 Mart 2019 tarihinde yapılan yerel seçimlerde de değişen bir şeyin olmadığı görüldü. Üstelik, aradan geçen zaman içinde ülkenin en önemli silah fabrikasının Araplara ve rüyasında gördüğü erkeğe âşık olduğunu beyan eden bir “erkeğe” satılmasına, halkın temel ihtiyaç maddelerinin üç litre benzin fiyatına çıkmasına, ülkenin dış borcunun 500 milyar doları çok çok geçmesine, işsizliğin tarihin en kötü boyutlarına ulaşmasına, enflasyonun sürekli tırmanmasına rağmen halk yine bunlara oy verdi.
İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin ve Antalya gibi oy yoğunluğunun en çok olduğu kentleri kaybetmelerine rağmen yine de en fazla oy alan parti oldular.
Seçim öncesi sürece giderek neler yaşandığına kısaca bakalım.
İktidar partisi seçim propagandasını beka sorunu üzerine kurdu. Günlük kullanımda hayatta kalma, var olma manasında olan bu sözcüğün sözlük manasına bakmakta fayda var. Bir kaynakta[1] kalıcılık, ölmezlik anlamında veriliyor. Bir başka kaynakta[2] ise bulunduğu halde kalma, kalım, bozulmama, değişilmeme anlamında veriliyor.
Bu sözcüğü irdelemekte fayda var ancak derine girmeden yapılacak bu. Türkiye’nin beka sorunu var yerine beka sözcüğünün anlamlarını kullanarak kuralım cümleyi:
*Türkiye’nin kalıcılık sorunu var. Yani Türkiye gidici gibi bir anlam çıkmaktadır…
*Türkiye’nin ölmezlik sorunu var. Bundan sizin de benim gibi Türkiye’nin ölmesinin istendiği gibi bir anlam çıkardığınızı düşünüyorum. Sizce Türkiye’nin ölmesini kim ister ve niye ister?
*Türkiye’nin bulunduğu halde kalma sorunu var. Demek ki birileri Türkiye bulunduğu halde kalsın istemiyor. Ben böyle anlıyorum, ya siz?
*Türkiye’nin kalım sorunu var.
*Türkiye’nin bozulmama sorunu var. Bozulmamak bir sorun gibi görülüyor ve bozulması isteniyor gibi bir anlam çıkıyor ortaya.
*Türkiye’nin değişilmeme sorunu var. Bunun cümle içinde kullanmasını ben yaptım, yorumunu siz yapın. Haydi, bakalım, beyinler düşünmeye…
Demek ki, her sözcük öyle laf olsun diye kullanılamıyormuş, değişik ve istenilmeyen anlamlar çıkabiliyormuş. Bunun doğru kullanımı BEKA TEDBİRİDİR. Onlara bu deyimin asker kişi tarafından öğretildiğini ama yanlış kullanıldığını düşünmüyor değilim.
Ayrıca buradan Türkiye’nin asıl sorununun, “sorunun ne olduğunu tespit edemeyen, tespit ettiği halde bunu hedef saptırarak anlatan ve aslında sürekli sorun yaratanlar” ile ilgili sorunu olduğuna ulaşmak mümkündür. Tam olarak tespit etmek gerekirse Türkiye’nin beka sorunu var diyenlerle sorunu var ve halk bunu görmeye başladı. Artık bir millet uyanıyor diyebilir miyiz? Henüz değil ama bu da bir başlangıçtır. Buna da şükür.
Yine seçim öncesi süreçte, kendilerinden olmayanlara çeşitli kulplar taktılar. Kendilerinin karşısına çıkan ittifaka zillet ittifakı dediler. Bakalım mı zilletin ne olduğuna? Bakmayalım mı? Bence bakalım. TDK yayını olan sözlükte -bir numaralı dipnotta künyesi verilen- hor görülme, alçalma anlamındadır. Osmanlıca/Türkçe sözlükte –iki numaralı dipnot- ise alçaklık, aşağılık manası vardır.
TDK’nın sözlüğünde verilen mana kullanıldığında, hoş olmasa da, bir miktar kabul görür tarafı vardır. Oysa kendilerini cumhur ittifakı diyenler tarafından kullanılan mana, esas olarak, Osmanlıca/Türkçe sözlükte kendini buluyor: alçaklık ittifakı, aşağılık ittifak… Sorum şu kendilerine böyle denilmesini isterler mi? Eğer bilimsel ahlaktan yola çıkarsak kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma kuralı karşımızda durur. Mevcut halde bunlar başkalarına bu hakareti yapıyorlarsa kendilerine de benzer manada ama daha ağırının yapılmasını kabullenmişler demektir. Ama ne mutlu ki millet ittifakı mensupları yüksek kıratta olduğundan böylesi yollara sapmamışlardır. Belki de nezaketleri kendilerine başarının yolunu açtı.
Durmadılar, yetinmediler, hain dediler. 2002 yılında ülkenin dünya çapında elde ettiği konuma bakın şimdi düşürülen konuma bakın demeyeceğim. Dahası kim haindir de demeyeceğim. Biraz daha açalım. Eskiden üniversiteler dünya çapında isim yapardı, şimdi yok. İktidar olduklarında ülkenin borcu 129 milyar dolardı ve dolar 1,25 TL gibi bir değerdeydi: 161.250.000.000 TL. Şimdilerde ise borç kimi uzmanlara göre 600 milyar dolar mertebesinde ve doların değeri 5,70 TL. Bu rakamları TL üzerinden hesaplamayalım derim. 3.420.000.000.000 TL. Okuyabildiniz mi? Önceleri her türlü gıda maddesini ülkede üretirken, şimdi yüz çeşitten fazlasını dışalım yolu ile elde ediyoruz. Saman bile alıyoruz, saman!
Terörist dediler. Çok anlamsız ve çok kaba kaldılar ama dediler. Teorik olarak “Yargı bittiğinde terörist sayısı artar.” demeyeceğim. İrdeleyelim ama “Ülkenin kendileri dışında kalan her efradına (%50’den fazlasına) terörist diyorsa yetkili makamlar, açıkçası ülkenin yargısını bitirdiklerini de itiraf ediyorlardır” da demeyeceğim. Zaten bu kişiler “bu ülkeye askerlik yapılmaz, vergi verilmez, yargısına güvenmiyoruz dememişler miydi iktidar olmadan önce? Demişlerdi. Ne yaptılar? Yargıyı kendi isteklerine göre düzenlediler ve artık o yargıya kimse güvenmiyor. Askerliği yük olarak gördüklerini en son cumhurbaşkanının açıklaması ile itiraf ettiler ve o yükü bedele bağlayarak ortadan kaldırdılar. Ne yazık ki bu bir müjde şeklinde kamuoyuna açıklandı. Artık parasını veren askerliği yapmış olacak. Sorsanız peygamber ocağı derler. Vergi konusunda ise kendi yandaşlarına vergi tahakkuk ettirmedikleri gibi eskiden tahakkuk etmiş ama ödenmemiş vergi ve borçlarını ise affettiler. Aslında ne dedilerse yaptılar ama bu ülkenin “gariban” olduğu savlanan kişileri garibanlıklarından olsa gerek kendi zararlarına olan bu eylemleri görüp anlayamadılar.
Terörist ile ilgili konu bitmedi. Kendilerinden olmayan herkese bu yaftayı yapıştırdılar ama asıl terörist olan, terörle işbirliğinde olanların, onlarla masaya oturanların kim olduğunu o gariban dedikleri halk bilmese de kendisine terörist ve teröristlerle işbirliği yapıyor denenler bilmektedir. Mesela şöyle anlatsam anlaşılır olur mu? Kendilerinin “İmralı” dediği ve yine kendilerince “sayın” olan Abdullah Öcalan denen terörist başının yazdığı bir kitap var. Orada kimlerin kendisi ile konuştuğu, masaya oturduğu, ilişkiye girdiği, görüştüğü açık açık anlatılıyor. Oysa görüşen şerefsizdir demişlerdi. Eserin adı “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa[3] (İmralı Notları).” Bu eserden dağdaki çobanın, başını elleri arasına almış ne yapacağım diye düşünmekten kukumav kuşuna dönmüş olan çiftçinin ve ona buna çay götürme telaşında olan çaycının haberi olmayabilir ama ülke sorunları ile azıcık da olsa ilgilenen birinin vardır, hatta bir şekilde okumuştur da. Orada, eserin yazarı tarafından, CHP’den bahsederken CHP’nin bu yapılanlara “karşı olduğu, ikna edilmesi” gibi telkinlerde bulunulmaktadır… Nasıl oluyor da bu CHP’ye terörist deniyor? Hedef saptırma mı yapılıyor? Yeri gelmişken söyleyeyim; şerefsiz kimmiş diye de sormayacağım.
Yetmedi bu ülke insanına adi dediler. Onlara göre adi olanlar -bizce adi değildir, insandır- gittiler yine bunlara oy verdiler. Neliklerinden dolayı verdiler diye sormayacağım.
Öküz dediler. Ne yazık ki onların öküz olarak adlandırdığı kişiler -bizce insandır onlar- gittiler yine bunlara oy verdiler. Yine aynı şekilde neliklerinden dolayı bu oyları verdiler diye de sormayacağım.
Özellikle Ankara ve İstanbul anakent belediye başkanlıklarının anketler sonucu ellerinden gideceğini gördükleri anda tehdide başladılar. “Seçime girse bile Ankara’yı yönetmesine izin verir miyiz?” mealinde tehditler günlerce manşetlerde asılı kaldı. Kayyum atarız, görevden alırız tehditleri ise tehdit-i adiyeden olmuştu. İl genel meclislerindeki adayların terörist olduğunu iddia ettiler ama nedense kendilerinin adayları fetişgillerden ve Kürtçülerden çıktı.
Kısacası nezaket dışında her şey yapıldı ama seçimde istedikleri elde edilemedi. Ancak yine de en çok oy alan parti oldular. İşte, bunu anlamak mümkün değil, en azından ben anlayamıyorum. Halk kendini bu hale getirenlere niçin oy veriyor? Bu bir Stockholm sendromu mudur?
Özellikle Ankara ve İstanbul anakent belediye başkanlıklarını kazanan vatan evlatlarına çok önemli görevler düşmektedir. Belki de seçim öncesi gerçekleştirdikleri çalışmanın yüzlerce katını daha sonra yapmak zorunda kalacaklar. Ama en önce ellerinde bulunan arazilerde veya kiralayacakları arazilerde “mutfaktaki yangını söndürecek” tedbirlere yönelmeliler. Bu onlara kalıcılık ve inanırlık sağlayacaktır. Yoksa bunları da götüren “tencere” olacaktır.
Durmak yok, daha fazla anlatmaya devam.
Durmak yok, eleştiriye ve doğru yolu göstermeye devam.
Durmak yok, gerçeklerden bahsetmeye devam.
Kısacası madde sonsuzdur
ama canlıdır.
[1] Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları (TDK), 10. Baskı, Ankara 2005, s.233.
[2] Mustafa Nihat Özön, Osmanlıca/Türkçe Sözlük, İnkılap ve Aka Yayınları,5. Basım, 1973, İstanbul, s.68.
[3] Abdullah Öcalan, demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa, Mezopotamya yayınları, 1. Baskı, 2015, Almanya.
Hits: 28
Zamanı İyi Kullanın. Çünkü Vakit Nakittir.
- 31 Mart 2019
Malazgirt Meydan Muharebesi ve Romen Diyojen’in Es...
- 11 Nisan 2019