
ÇÖZÜM SÜRECİ GELİYOR
- 16 Nisan 2019
- Güven Kaya
- Başlık; Türkiye
- 14
- Facebook15
- Twitter5
- WhatsApp0
- LinkedIn0
- Telegram0
- Paylaşım
DPI TOPLANTILARININ AMACI VE KATILANLAR
16.04.2019 / ANAKARA
Önceki bölümde DPI isimli kuruluşun ne olduğunu, bunun düzenlediği ve görüşmelerin açığa çıktığı Oslo toplantısına katılanları ve görüşülen konuları aktarmıştık. Bu bölümde ise başka nerede toplanıldığını, kimlerin katıldığını, amaçlanan hedefin ne olduğu gibi konuları işleyeceğiz.
Nerelerde Toplanıldı ve Kimler Katıldı
Konuyla ilgili olarak basın yayın organlarını tararken elde edebildiğim toplantı tarihleri şunlardır.
DPI, Mart 2016’da harekete geçiyor ve sırasıyla İrlanda, Kolombiya, Londra, Diyarbakır, Ankara, Cenevre ile İstanbul’da adeta altyapı niteliğinde onlarca toplantı düzenliyor. Paranın bolluğuna bakar mısınız? Buradan bu toplantıların ve toplantılar sürecinin sonunda elde edilecek ürünün ne kadar değerli olduğu veya birilerine çok büyük fayda sağlayacağı rahatlıkla anlaşılıyor. Her şey yeterince açık.
19-24 Mart 2016′da Dublin ve Belfast’ta düzenlenen toplantıya, Başkanlık sistemi halk oylamasını “bin yıllık prangadan kurtulma” olarak nitelendiren AKP Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu katılmıştır.
16-23 Nisan 2016′da Kolombiya’da yapılan çalışmaya Kadir İnanır, Ali Bayramoğlu, Mithat Sancar, CHP’li Levent Gök’ün yanı sıra AKP Adıyaman Milletvekili Adnan Boynukara’nın katıldığı biliniyor.
9-13 Mayıs 2016′da Londra ve Belfast’ta düzenlediği bir toplantıdan da söz edelim. Bu toplantıda, Polis Akademisi’nden akademisyenlerin yanı sıra PODEM (Politika ve Demokrasi Çalışmaları Merkezi) adlı bir düşünce kuruluşunu da görüyoruz. PODEM’in Yönetim Kurulu kimlerden mi oluşuyor? Can Paker, Cüneyt Zapsu, Erdal Aksoy, Murat Vargı, Oral Çalışlar… Dikkat çekici bir diğer isim Fettah Tamince olup kuruluşun bireysel destekçisi olarak tanımlanıyor. Kurumsal destekçileri arasında ise AB Komisyonu ve Norveç Büyükelçiliği var.
12 Temmuz 2016′da Diyarbakır’da toplanmış ve “Filipinler tecrübesini” konuşmuşlar. Bu tarihe dikkat ediniz, danışıklı döğüş gecesinin üç gün öncesidir.
15-17 Temmuz 2016′da Ankara’da, “Çatışmaların Çözümünde Kadınları Barış Süreçlerinde Birleştirmek ve Bütünleştirmek” başlıklı bir yuvarlak masa toplantısı düzenlenmiş. Bu tarihe dikkat ediniz, danışıklı döğüşün olduğu geceyi de içinde barındırıyor.
15 Kasım 2016′da Ankara’da yapılanı ise bu sürecin en önemli görüşmesidir. Görüşme cumhurbaşkanlığında cumhurbaşkanı ile gerçekleştiriliyor. Ancak cumhurbaşkanının programında “Kezban Hatemi ve Türk Demokrasi Platformu’nu Kabul” şeklinde görünüyor.
Basına kapalı gerçekleşen 1 saat 15 dakika süren görüşme, medyaya da bu şekilde ve tek karelik görüntüyle yansıyor. Görüntüde Kezban Hatemi, Fatma Şahin ve bazı gazeteciler olmak üzere sadece Türkler var.
Kezban Hatemi’nin DPI’nın Uzmanlar Konseyi’nde yer aldığını ve hemen hemen tüm toplantılarına katıldığını ve cumhurbaşkanının yakın çevresinden olduğunu belirtmek gerekir.
DPI’nın internet sitesinde ise 25 Kasım 2016’da, “DPI Türkiye Cumhurbaşkanı ile görüştü” başlıklı bir not ve bir kare fotoğraf yayınlanıyor.
Notun girişinde, “Geçen hafta DPI temsilcisi ve Uzmanlar Konseyi üyesiyle birlikte Türkiye Demokrasi Platformu’nun diğer üyelerinin cumhurbaşkanı ile görüştüğü”belirtiliyor.
Devamında ise “Yüksek seviyedeki toplantıda DPI temsilcileri, cumhurbaşkanını DPI’nın, yuvarlak masa toplantıları, Kolombiya, İrlanda, Güney Afrika ve Filipinler gibi karşılaştırmalı çalışma ziyaretleri başta olmak üzere barışı desteklemeye yönelik çeşitli faaliyetleri ile bağışçıların cömert destekleri konusunda bilgilendirdi.” deniliyor. Not burada bitmiyor ve daha ilginç bir hal alıyor:
Heyet, “Darbe girişiminin gerçekleştiği gece DPI’nın Ankara’da AK Parti, CHP ve HDP’den kadın milletvekilleri heyeti ile düzenlediği, bir Cumhurbaşkanlığı Başdanışman ve İrlanda’dan iki konuşmacının katıldığı toplantı” hakkında da cumhurbaşkanına bilgi verip, “Katılımcıların, olağanüstü şartlara rağmen toplantıya devam etme kararı” aldığını anlatmış. Cumhurbaşkanı da kararlılık göstergesi olması sebebiyle, bu tavrı takdir ettiğini bildirmiş. TIKLAYINIZ.
11 Nisan 2018 Oslo. Bu toplantı katılanlardan dolayı meşhur oldu ve çoğu kişi, bundan sonra, böyle bir sürecin yaşandığını öğrendi.
Mayıs 2018 Londra.
1-5 Ağustos 2018’deDublin ve Belfast’ta yapılan toplantının başlığı, “DPI Karşılaştırmalı Çalışma Ziyareti: Gençlerin Çatışma Çözümü Süreçlerine Katılımı.”
Bu toplantılara, olayı abartıp, müdürlüğünü yukarıdaki bahsettiğimiz Prof. Dr. Aşkın Asan’ın yaptığı ve AKP genel başkanının annesinin adını taşıyan Kız Anadolu İmam Hatip Lisesinden öğrenciler de katılıyor. Toplantılara öğrencilerin ne katkısının olduğunu katılımı sağlayan ve kabul edenlerden sormakta fayda var. Bunun yanında terör faaliyetlerinin ve uluslararası kirli ilişkilerin görüşüldüğü bu gibi toplantılara katılmanın öğrencilerin üzerinde ne gibi sarsıntılar yaratacağını ise bu konunun uzmanlarına danışmakta fayda vardır. Kişisel olarak benim olaya bakışım öğrencilerin pis siyasete bulaştırıldığı gerçek bir rezalettir. Ben bu açıdan bakarken DPI nasıl bakmış, görelim:
“Türkiye’nin birçok kesiminden” gelen gençlerin,“AK Parti, CHP ve HDP gençlik temsilcileri, sivil toplum örgütü çalışanları, lise ve üniversite öğrencileri, gazeteciler, sosyal çalışmacılar ile siyasi arka planı olan genç figürler” olduğu bildirildi…
Gençler, İrlanda ve Kuzey İrlanda’ya götürüldü…
Toplantılarda gençlere, “Özenle tasarlanmış bir program aracılığıyla Kuzey İrlanda’daki çatışma ve barış sürecinin deneyimleri ile çözüm süreci kavramları” anlatılıp, “Gençlerin, bu süreçlere yapabileceği olumlu katkılar” ele alındı…
DPI, bunun “Gelecekte gençlerin, çözüm sürecine katılımına odaklanması etkinliklerinin” ilki olduğunu ve “Türkiye’nin zorlu bir döneminde kapsayıcı diyaloğu desteklemek” başlıklı faaliyet dizisinin bir parçasını oluşturduğunu da vurguladı. BAKINIZ. Ayrıca burada konuyla ilgili bazı linkler görülecektir, girip bakmanızı öneririm.
Peki, Milli Eğitim Bakanlığı nasıl bakmış diye düşünüyor olabilirsiniz. Hiçbir sıkıntı görmediğini internet sitesinde önceden duyurmasından anlamamız mümkündür. TIKLAYINIZ.
Öğrencilerin sürece olan katkılarının neler olduğunu ise yandaş basından öğrenmek mümkündür. BAKINIZ.
AKP’liler ve onlara yandaş olan basın tarafından “PKK’nın İngiltere temsilciliği” olarak görülen DPI’nın Milli eğitim bakanlığı tarafından öyle görülmediğinin, Birleşmiş milletler programlarından biri olarak görüldüğünün ispatıdır bu yaşananlar. Bu bir çelişki değilse, başka nedir? Bu bir bilgisizlik değilse, başka nedir? Milli eğitim bakanı ne yapıyor diye sormanız mümkündür ama o “büyük hikâye” yazmakla meşgul, rahatsız etmeyin. Çünkü ona göre, eğitim alanındaki büyük hikâyeler güçlü liderler döneminde yazılırmış, hazır fırsat bulmuşken kaçırmasın
16 Ağustos 2018’de Brüksel’de toplanmışlar.
29 Eylül 2018’de Ankara’da toplanmışlar. Bu toplantıya AKP, CHP ve HDP’den milletvekilleri de katılmış: Ahmet Türk, Sırrı Sakık…
16-19 Ekim 2018’de Dublin ve Belfast’ta toplanmışlar.
22-24 Kasım2018’de Oslo.
Kısacası Dolmabahçe’de masayı deviren zihniyet, masasız kalanlar ile 2016 yılından beridir görüşüyor ve bundan sakınca görmüyor. İlginç olan ise muhalefetin özellikle de CHP’nin kendisine yapılan onca “teröristlerle kol kola” duruyorsunuz saldırılarına rağmen yapılan toplantıları sormamasıdır.
Ne Amaçlanıyor
AKP’nin dış politikalardan sorumlu genel başkan yardımcısı Mehdi Eker’in Erbil’e gidip, Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani ile görüşmesi ile aynı zamana denk gelen Almanya’ya federal devlet yapısını incelemek üzere bir AKP heyetin gitmesi ilginçlik sergiliyor. Bunların peşinden Akil İnsanlar ve aydınların toplandığı kamuoyuna duyuruldu. Tesadüf gibi görünen bu uygulamalara, neredeyse tüm DPI toplantılarına firesiz katılan Ufuk Uras’ın yaklaşımı kayda değerdir: Bunlar tabii ki tesadüf değil ama bunlar bir üst aklın parçası olarak hareket ediyor da değil. Bir ihtiyaç var. ABD’nin tezi de büyük ölçüde böyle.
Cümle içinde geçirdiği ABD tezine ise şu şekilde açıklıyor: Anladığım kadarıyla Suriye’nin yeni, federatif modelinde Kürtlere belli bölgede otonomi sağlanması ve Türkiye’nin de bunu kabul etmesi. PKK’nin silah bırakması değil ama Türkiye’den çıkması gibi şeyler tartışılıyor. Bunu Türkiye kabul eder mi? PYD ve diğer unsurlar eder mi? Kestirmek güç.
ABD için bunları söyleyen kişi kendi fikrini ise şöyle açıklıyor: Bu konuların müzakere edilmesi gerekir diyoruz. Bütün örneklere, bu arayışın bir parçası olarak bakmak lazım. Suriye’deki federatif çözüm Türkiye’de geçerli değil. Türkiye’de ancak anayasal yurttaşlığı esas alan bir demokratikleşme mümkün olabilir. Federatif çözüm Türkiye’ye uymuyor. Zor bir ihtimal gibi duruyor. Örneğin, Türkiye’deki nüfus geçişkenliği nedeniyle İstanbul, Kürtlerin en kalabalık olduğu şehirdir. Bu da ancak yurttaş merkezli demokratikleşme sağlanmasıyla çözülebilir. BAKINIZ.
Sadece o değil, bazı toplantılara katılan ve eski bir AKP milletvekili olan Abdurrahman Kurt da benzer bir şekilde yanaşıyor bu uygulamalara: Bugünün şartları için düşünmezsek bile yarının şartlarında hazır olması gereken dinamiklerin diri tutulmasına ilişkin bir çalışmaydı.
Bunlara karşıt söylem, Pervin Buldan’dan geldi: Bugün İmralı Cezaevi’nde Sayın Öcalan’a uygulanan tecrit aynı zamanda Türkiye halklarına uygulanmaktadır. Ülkenin içinde bulunduğu kargaşa Sayın Öcalan’a uygulanan tecritle başlamıştır. Bu ülkede barış ve müzakere süreci yaşanırken, o sürecin bu ülkenin geleceğine, yarınlarına ne kadar büyük katkı sunduğunu gördük. O üç yıl içinde İzmir başta olmak üzere, bu ülkede yaşayan herkes bu ülkede bir umut olduğunu, bu ülkenin geleceğine güvenle baktığını gördü. Bu ülkeye cenazeler gelmedi. Bu süreçle birlikte Türkiye’nin hiçbir yerinde hiçbir insan yaşamını yitirmedi, annelerimiz ağlamadı. Yaptığımız iş çok onurlu bir işti. Bizi postacılıkla suçlayanlara şunu söyledik: ‘Bu görevi bize bir daha versinler, bir daha gideriz, insanların yaşamını yitirmemesi için görev almaya hazırız.’ Ama bu süreci bitirenler bugün insanların kafasında farklı bir algı oluşturmaya çalışıyor. Oslo’da yeni bir sürecin başladığı algısını oluşturmaya çalışanlar şunu bilsinler ki İmralı’nın kapısında koca bir kilit varken, barış ve müzakere süreci asla başlayamaz. Cezaevlerinde siyasi rehineler varken böyle bir sürecin başlamasının imkânı yoktur.
Biz AKP ile müzakere değil mücadele etmek için yola çıktık. Bu mücadelemizi de kazanana kadar sürdüreceğiz. Tecrit bir insanlık suçudur. Tecritle birlikte ülkenin çatışmalı bir sürece girmesinin bu ülkeye hiçbir faydası yoktur. Bir kez daha hükümeti ve devleti sorumluluğa davet ediyoruz. Leyla Güven şahsında başlatılan açlık grevinin dikkate alınması, Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve ülkenin geleceğe umutla bakacağı yeni bir sürecin başlaması gerekiyor. BAKINIZ.
DPI toplantılarını dışarıdan izleyen ve olaylara Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü açısından bakan millet taraftarı göz ise şöyle konuşmaktadır (Emekli Tümamiral İlker Güven): Öncelikle 2006 yılında CIA Türkiye Masa Şefi Paul Henze’nin ABD Dış İşleri Bakanlığı’na verdiği raporu dikkatlice okumalıyız. Raporda: ”Türkiye’nin bu şekli ile ABD politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Ülkeyi kuranlar denetim mekanizmalarını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde meclis, meclisi ikna ettiğimizde ordu, orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza çıkıyor. ABD’nin çıkarları, Türkiye ‘de bir federasyon kurulması ise; mutlaka bu dörtlü yapı ortadan kaldırılarak, Başkanlık Sistemi ‘ne geçilmelidir‘ deniyor. Ayrıca Uluslararası Kriz Grubu‘nun -bu Grup aynı zamanda emperyalizmin basın sözcüsü gibidir- son raporunda: Türkiye açılım sürecini yeniden başlatmalı, Kürtlere özerklik verilmeli, seçim barajı düşürülmeli, kimliksiz yeni bir anayasa yapılmalı ve askeri operasyonlar durdurulmalıdır diyor. Başkanlık sistemi ile ilgili olarak tüm ayrıntılara BURADAN ulaşabilirsiniz.
İlker Güven daha önceki aylarda yapılan gizli İngiltere görüşmeleri ve son olarak basına yansıyan İngilizlerin TL’ye yönelmesi ile ilgili olarak da şunları söylüyor: İşte Oslo’da toplanan sözde akil adamlar toplantısı da, çözüm sürecinin başlatılması dayatmalarının ilk somut adımlarından birisidir. İngiltere’nin Ortadoğu’da Irak, Suriye ve Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon ve enerji kaynakları üzerinde söz sahibi olma hedefi devam etmektedir. İngiltere, aynı zamanda dünya finans merkezlerinin en önemlilerinden biridir. İktidarın bugünkü yapısı başta ABD olmak üzere emperyal güçlerin tam istediği yapıdır. Mart 2019’da yapılacak yerel seçimler, iktidar için hayati önemdedir. Ancak ülkemizin çıkarları ile iktidarın çıkarları örtüşmüyor. Türkiye maalesef bir ekonomik kriz içindedir. Ekonomik krizden çıkış için iç cephede bölücü ve kışkırtıcı üslûp ile hareket etmek yerine, birleştirici, birlik ve beraberliği sağlayarak tarıma öncelik veren, üretken ekonomiye geçişi sağlayan bir üslûp Türkiye’nin çıkarınadır. Buna rağmen iktidar borç ekonomisini kendi çıkarı için devam ettirerek, acil finansal destek aramaktadır. Emperyal bir güç olan İngiltere de TL’ye yönelerek, iktidarın yürüttüğü borç ekonomisine can suyu sağlamaya çalışıyor diyebiliriz. BAKINIZ.
Bu bölümün sonuna geldiğimiz bu noktada şu tespiti yapmakta büyük fayda var. Türkiye’de mevcut iktidar yerine eski iktidar veya benzeri bir yönetim olsaydı, bırakın Suriye’deki PYD terörünü ülkede PKK terörü azmayacaktı. İkinci Körfez Savaşı olmayacak ve Irak işgal edilmeyecekti. Belki Arap baharı olacaktı ama Suriye’ye dokunulamayacaktı. Fetişgiller ve paralel devlet yapılanması denen cemaat terörü hiç olmayacaktı. Pek tabi ki tüm olayların ağa babası olan ekonomi dibe vurmayacak, yarınlar köleleşmeyecek ve sermayenin esiri olunmayacaktı. Olayları gören ve gerçekçi değerlendiren herkesin ulaşacağı tespit budur. Türkiye son 17 yıl çok büyük sıkıntıları yaşadı, daha azgınlarını da yaşayacak.
Ufukta Çözüm Süreci Görünüyor
İmralı adasında gerçekleştirilen toplantılarda alınan notlardan oluşturulan ve yazarı Abdullah Öcalan olarak tanıtılan “demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa (İmralı notları)” adlı bir eser var. Bu eserin birçok yerinde, sürece özellikle CHP başta olmak üzere MHP’nin de katılması bizzat Öcalan tarafından istendiği geçiyor. Ama tabi bu mümkün olmuyor.
DPI, o zaman mümkün olmayan olayı şimdilerde halletmiş gibi görünüyor. Süreç ile ilgili olarak CHP ve HDP ile de görüşüldüğünden bahsediliyor ve şöyle bir analiz yapılıyor: Türkiye’de tartışma 2019’da yapılacak olan seçimlerde ne olacağına odaklanıyor. Her üç parti de demokratikleşme, adalet ve eşitliğin öneminden söz etti. Esasen ‘donmuş’ olan çözüm süreci konusunda seçimlerden sonraya kadar çok az değişiklik bekleniyor. Sürecin yeniden başlayabilmesi için bu ara dönemin planlama ve hazırlık için nasıl en iyi şekilde kullanılabileceği tartışıldı. Bu bağlamda sınır ötesi dinamikler ve bölgesel gelişmelerin önemi de dikkate alındı. Ayrıca katılımcılar, ülkedeki gergin ve kutuplaşmış bir ortamda DPI’nın diyalog platformlarının desteklenmesine duyulan ihtiyacı da vurguladı. DPI, 2018’de üç taraf ile iş birliğini geliştirmeyi dört gözle bekliyor. BAKINIZ.
Donmuş süreçten söz ediliyor. Acaba gerçekten öyle mi?
Masayı deviren kişi olarak anılan cumhurbaşkanı Ağustos 2015’te emekliye ayrılan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’e Devlet Şeref Madalyası takma töreninde, şöyle konuştu: Biz çözüm sürecini hiçbir zaman teröre meşruiyet kazandırma, teröre alan açma süreci olarak düşünmedik. Biz demokratik açılım derken, düşüncelerimiz sadece temel hak ve özgürlükler ve demokrasiydi. Biz milli birlik ve kardeşlik projesi derken milletçe bir olalım, iri olalım, kardeş olalım diye bunları söyledik. Ve çözüm süreciyle de bunu taçlandıralım dedik, ama bunlar ne yazık ki, çözüm sürecini filan anlamadılar, anlamak istemediler. Öyleyse, şu anda bu buzdolabındadır.
Bunu teyit eden konuşmayı Ekim 2015’te Japonya’ya giderken yapıyor: Ben, ‘çözüm süreci kaldırılmıştır’ demedim, ‘şu aşamada buzdolabına konulmuştur’ dedim. İşler yoluna giderse, süreç yeniden gündeme gelir. BAKINIZ.
Öz İngilizcesi ile Uluslararası Kriz Grubu, öz Türkçesi ile de International Crisis Group[1] denen ve ABD derin devletinin uzantısı sayılan örgütün yayımladığı bazı raporlara bakalım. Bu grup, 2 Mayıs 2017 tarihinde Türkiye’nin PKK Çatışmasını Yönetmek; Nusaybin Örneği şeklinde çevirebileceğimiz Managing Turkey’s PKK Conflict; The Case of Nusaybin[2] isimli bir rapor yayımlıyor. Türkiye’ye önerilen hususlar içinde şunlara yer veriliyor: Kürtlere ana dilde eğitim hakkı verilmesi, Kürtler için özerk yönetim modelinin benimsenmesi, seçim barajının düşürülmesi, kimlikten arındırılmış yeni bir anayasanın yazılarak uygulanması.
Bunlar aslında bildik konular. Bazı istekler akla uygun ama bazı istekler var ki, diğer azınlıkların “ben de isterim” diyeceği türden.
Aynı örgüt 4 Mayıs 2017 tarihinde bir başka rapor yayımlıyor. PKK’nın Kuzey Suriye’deki Kaçınılmaz Seçimi şeklinde çevirebileceğimiz PKK’s Fateful Choice in Northern Syria[3] isimli bu raporda terör örgütüne Türkiye’de çatışmaya devam etmek veya Suriye’ye yönelerek bu ülkenin kuzeyinde kurduğu özerk yönetimi pekiştirmek, seçeneklerinden birini tercih etmesi gerektiği vurgulanıyor ve ikincisini seçmesi öneriliyor.
Bu önerinin pekiştirildiğini üç PKK yöneticisine çıkarılan kelle ödülü ile gördük. BAKINIZ.
Özetle söylemek gerekirse “PKK’ya senin pilin bitti, seni rafa kaldırıyorum, yoluma her ne kadar senin bir kuruluşun da olsa terör örgütü olarak tanımadığım PYD ile devam edeceğim.” diyor.
Her iki rapor dikkatle incelendiğinde dört parçalı Kürdistan hayalinin gerçekleşmesi için uğraşıldığı sonucuna ulaşmak mümkündür.
Akillerden Kadir İnanır -zaten tüm DPI toplantılarıma katılır- çözüm sürecinin gerçekleşeceğini düşünüyor ve ekliyor “bugüne kadar yanılmadım, inşallah yine yanılmam.” Ne büyük feraset böyle, inanılır gibi değil.
Kadir İnanır bu şekilde inanırken, görüşmelerin içine, Türkiye’de Kürt meselesi olduğuna inanan ve bunun yanında Yeni Türkiye’nin yerli ve milli yapısının simgeleşmiş hali olan cumhurbaşkanlığının da dâhil olmasıyla birlikte, bazı toplantıların o yerleşkede yapılması da çözüm sürecinin başlayacağını gösteren ayrı bir belirtidir.
Türkiye geldiği nokta itibariyle hem içerde hem de dışarda birçok açmazı aynı anda yaşıyor. Üretimine ortak olunan F-35 uçaklarından dışlanma tehlikesi ile NATO’ya rağmen NATO’nun ezeli düşmanından satın alınan S-400 hava savunma sisteminin kısa bir zaman sonra gelecek olması ülkeyi gittikçe daralan bir çember içine sokmaktadır. Bu çemberin ekonomik boyutunun olacağı şüphesiz. Zaten asıl darbe oradan alınacaktır. Bu konuda esas sorun NATO tanıma ve kaynak kodlu uçaklar ve füzeler ile S-400’ün aynı anda aynı savunma sisteminde bütünleştirilmesinden kaynaklanıyor. Biri hava savunma füzesi diğeri de hem savunan hem taarruz eden uçan hava aracı olanca bunların birbirleri ile eşgüdüm içinde çalışması gerekir. Aksi durumda birbirlerini vurmaları kaçınılmaz olur. Hal böyle olunca her iki sistem de birbirlerinin kaynak kodlarını bilecek demektir. Birer casus yazılım ile -ki konduğundan adım gibi eminim[4]– bu bilgiler yapımcı ülkeye aktarılır. İşte ABD bunun gerçekleşmemesi için tavır koyuyor.
Suriye bataklığına balıklama dalınması, dahası oranın bataklık haline gelmesine sebep olanlardan olunması ülkenin başına PKK-PYD terörü, IŞİD terörü ve Suriyeli göçmenleri sarmıştır. Bu sorunların tamamından en kısa zamanda kurtulmak gerekiyor. Dibe vurmuş ekonomide en fazla para harcanan kısımlardır bunlar. Türkiye “birkaç güne kadar, az sonra, bir gece ansızın gelebiliriz” diyerek girmek istediği Fırat’ın Doğusuna bir türlü girememiştir. İlginç olan taraf ise o kadar gürültü çıkartılan bu arzunun gündemden düşmesidir. İdlib bölgesinde ise Ruslarla ortak devriye faaliyetleri var ama burası patladığında binlercesini daha patlatacak nitelikte bir barut fıçısıdır.
Bir an önce Suriye ile ilişkileri geliştirmek gerekmektedir.
Klasik Helen sorunu üzerine eklenen Ege ve Akdeniz’de münhasır bölge, doğalgaz ve petrol arama-çıkarma sorunları, deniz ve hava kuvvetlerinin bilinçli bir şekilde zayıflatılmasından sonra daha tehlikeli hal almıştır. Ülkenin mevcut kuvvet yapısı ve performansı ile bundan kurtulması mümkün değildir. Bu konuda bile Suriye ile iyi komşuluk gerektiği kendini hemen belli etmektedir. Konuya yakın kişiler ne demek istendiğini kolaylıkla anlamaktadır.
Yıllarca ihmal edilen çok ciddi bir ekonomik bunalım söz konusudur. 2008 yılında oluşan küresel bunalım o yıllarda Türkiye’yi derinden sarstı ama gerekli tedbirlerin alınması asla düşünülmedi. Halka teğet geçti masalı ile iyi uykular dendi. 2016-2017 yıllarında oluşan gelişmekte olan ülkeler krizi ise ülkeyi içinden çıkılmaz duruma getirdi. Her yemeğe konan gıda malzemelerinin pazarda bile kaç lira olduğunu herkes biliyor ve buna tepki gösteriyor. O yüzden buraya yazmaya gerek yok. Ülkenin bir an evvel üreten ve ürettiğini satan konuma yeniden getirilmesi gerekiyor.
Devletin içine sızan Fetişgiller gibi çözümü mümkün görülmeyen sorunlar ve benzerleri birikmiş durumda.
İşsizlik ve dış borçlardan bahsetmiyorum bile.
Aksi gibi bunların çözülebileceğine dair herhangi bir belirtinin olmaması bir yana, daha da fazlasının geleceğini ufkun ötesini görenler görüyor.
Bu durumda Türkiye, bir yerden başlamak durumunda kalacak.
Kişisel görüşüm, “yeniden çözüm süreci” denerek buzdolabına konan sürecin ısıtılacağı yönündedir. Çünkü hedeflenen 2023 yılının sonrası için gerekli olan bir hamledir. Yoksa federal yönetimin temeli olan eyalet bölünmesi gerçekleşmez. Gelinen noktada, bu konuda üstünlük Türkiye’de olmadığından belki de dayatılan konuların çoğunda ödün verilecek…
Sevindirici olan tek bir şey
var, o da Hedef 2023 yıkıcılığının kendi yarattıkları kin ve nefret bataklığına
saplanmasına az kalmış olmasıdır. Debelendikçe süreç hızlanacaktır ve bunu da
yapmaktadırlar.
[1] https://www.crisisgroup.org/
[2] https://www.crisisgroup.org/europe-central-asia/western-europemediterranean/turkey/243-managing-turkeys-pkk-conflict-case-nusaybin
[3] https://www.crisisgroup.org/middle-east-north-africa/eastern-mediterranean/syria/176-pkk-s-fateful-choice-northern-syria
[4] Ben yapımcı olsam kesinlikle koyarım. Benim ürettiğim mal üzerinde kimsenin irade beyan etmesine asla izin vermem.
Hits: 63
YENİ BİR ÇÖZÜM SÜRECİ Mİ?YOKSA YENİDEN ÇÖZÜM SÜREC...
- 14 Nisan 2019
Moğollardan Mollalara, Türk Ordusunu Yok Etme Giri...
- 19 Nisan 2019