
NELER OLUYOR BİZE
- 25 Nisan 2019
- Güven Kaya
- Başlık; Türkiye
- 19
- Facebook20
- Twitter15
- WhatsApp0
- LinkedIn5
- Telegram0
- Paylaşım
BELEDİYE BAŞKANININ ELİNİ SIKMAMAK
24.04.2019 / ANAKARA
Ülke insanı her geçen gün daha fazla birbirine yabancılaşıyor, daha fazla kutuplaşıyor, daha fazla ayrışıyor. İlginç olan ise buna karşı çıkanların kabul görmemesi. Demek ki büyük bir çoğunluk kin ve nefretle besleniyor. Kin ve nefret söylemini din üzerinden başlattılar. Arabın gelenek ve göreneğini din diye bu topluma dayatıp, toplumu benliğinden uzaklaştırdılar. Bunu da “alnı secdeye gelen” şeklinde sloganlaştırdılar. Alnı secdeye gelen iktidar ortağının neler karıştırdığı ortaya çıktı ve o arada kendilerinin de neler yaptığı ortalık yere saçıldı. Sonra birbirlerine girdiler. Demek ki neymiş? Alnı secdeye getirmekle iş bitmiyormuş…
Sonuçta insanlar inanlar ve inanmayanlar diye bir ayrıma uğradı. Zamanla görüldü ki bu uygulama yanında ateistliği ve deistliği getirdi. Hatta buna Tengricilik de eklenebilir. Rahatsız olmadıkları bir şey olmadığı gibi bundan da rahatsız oldular, toplantı üstüne toplantı yaptılar. Çünkü insanlar, insanlık adına güzel bir şey olan saf doğruyu, gerçek doğruyu bulmaya başladılar. Böylesi bir durum rahatsız eder çünkü gelir kapısı, oy ağacı elden gidiyor…
Daha sonra buna etnik baskılama ile devam ettiler. Kendilerinin ümmetçi olmalarına vurgu yaparak tüm milliyetçilikleri ayaklar altına aldıklarını söylediler. Bunun doğru okunuşunun içinde millet kavramının da ayaklar altına gittiği gerçeği vardır. Derken yerli ve milli lafını ortaya attılar. Yerliyi anlamak mümkün de neyin millisi olduğu anlaşılmadı. Çünkü tüm milliyetçilikler ve haliyle milletler ayaklar altındaydı. Ne oldu da milli olundu, ayaklar altında hangi milliyet kaldırıldı? Ters giden neydi? Yine bir seçim öncesiydi ve kanmaya hazır olanların oylarına gereksinim duyuluyordu. Kendini yerli ve milli olarak tanımlayanlara baktığınızda toplumun en düşük görünümlü kesimi olduğunu görüyorsunuz. Zaten onu da partinin önde gelenleri itiraf etti: bize sadece bunlar oy veriyor, gelişmiş yerlerden oy alamıyoruz… Bu fikir köleleri kendi üretemedikleri için başkalarının kafalarına iteledikleri çok hoşların gidiyor ve onlar ne dediyse yapıyor. Onlar vur diyor, bunlar öldürüyor. Buna en bariz örnek Kılıçdaroğlu’na saldırılmasıdır.
Günümüzde etkin olan süreç daha ziyade 2015 yılının başlarında başladı ve her geçen gün artarak devam ediyor. Süreci başlatanların esas maksadı, daha önce başlattıkları çözüm sürecinde olduğu gibi, seçmen oylarını pekiştirmekti. Çözüm sürecini başlatanlar daha önce şehitlere kelle diyenlerdi, bölücü terör örgütünün başına “Sayın” Abdullah Öcalan diyenlerdi, bu ülkede “Kürt meselesi vardır” diyenlerdi. Bu gibi söylemlerle bitmiş olan terörü canlandırdılar ve bugünlere gelindi. Şimdi ise büyük bir çoğunluk birbirine düşman oldu.
Her şey aslına rücu eder. Ne demek istiyorum bununla. Zaman içinde ne kadar değişiklik gösterirse göstersin tüm insanlar mutlaka ilk hallerine gelirler. Daha açayım; yine şehide kelle derler, yine terör örgütü kurucusu ve katiller sürüsünün başı olana “sayın” derler, peşinden yine bu ülkede Kürt meselesi vardır diyerek en baştaki konumlarına geri gelirler.
Herkes çözüm sürecinin bittiğini sanıyor. Değil, bitmemiş. Sürekli görüşüyorlar ama bunu kendisine değişik ve kulağa hoş gelen sıfatlarla seslenilen milletimiz görmüyor. O çözüm süreci veya kaba bir tabirle “masa devrildi” ve bitti denen ihanet süreci halen devam ediyor. Belki bir süreliğine “neler oluyor yahu” diye ortalık kollanırken görüşmeler askıya alınmış veya daha değişik merci ve mekânlara taşınmış olabilir. Ayrıntılı tarihler için TIKLAYINIZ. Burada asıllarına rücu ettiklerini göreceksiniz.
İktidar ortakları (Fetişgiller) tarafından basına sızdırılan ilk Oslo görüşmeleri için zamanın başbakanı “görüşen şerefsizdir” dedi. Evet, o görüşenler bu hakareti yediler yuttular, kendilerine şerefsiz diyen kişiyi mahkemeye vermediler. Böylece, görüşenlerin, siyasi otoritenin böylesi rencide edici yaklaşımına razı olduğu sonucuna ulaşıyoruz. Artık bu tür görüşmeleri yapanlara rahatlıkla bu şekilde yaklaşmak mümkündür. O zamanki Oslo görüşmelerine devletten kimlerin katıldığını Google Amca’ya sorup öğrenebilirsiniz.
Oslo gibi yerlerde yapılan görüşmeler, zamanla, “Kürtler ihanet şebekesidir” diyen ve kendisine “sayın” denilen adamın hükümlü olarak bulunduğu, şimdilerde beton yığını haline getirilen İmralı adasında devam etti[1].
Görüşmeler hep o sayın kişinin başkanlığında yapıldı. Neredeyse yüz civarı görüşme esnasında MİT müsteşarlığından bir “yetkili” bulundu ve o da katil şebekesinin başına “başkanım” diyordu. HDP’den genelde üç milletvekili oluyor ve onlar da bu pek sayın adama başkanım diyor. Bir zaman sonra o toplantılara Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı da katılıyor. Her toplantı sonunda tutanak tutuluyor. O tutanaklardan birinin MİT, bir diğerinin Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına gittiğini tahmin etmek mümkündür. Bir diğer kopya ise dipnota ilgi verdiğim kitaptır.
O toplantılarda alınan kararlar gereği HDP milletvekilleri zamanın başbakanı ve bakanları ile gerekli konuları konuşuyorlar, yasa yapımı için beraber çalışıyorlar. İmralı’da yol haritası çiziliyor, hükümet o haritaya göre “yolunu” buluyordu. İmralı mektup yazıyor, meydanlarda o okunuyor…
O toplantılarda, şimdilerde teröristlerle işbirliği yapıyor denilen CHP’nin ikna edilmesi ve yasaların sıkıntısız çıkarılması için özellikle ve bizzat pek “sayın başkan” yırtınıyor ve HDP milletvekillerine kesin emirler veriyor. CHP’nin bu görüşmelere ve çözüm sürecine karşı olduğu vurgulandığı gibi mecliste de bunu desteklemediği de vurgulanıyor. Tüm bunlar, iktidar partisinin ipliğini pazara çıkaran (dipnotta belirtmiş olduğum) kitapta yazıyor. Gelinen noktada niteliği bu olan, terörist ile görüşmeye yanaşmayan ve görüşülmesine karşı çıkan CHP’yi terörist ile işbirliği yapıyor diye karalayanlara inananların gerçekten tamamen bilgisiz ve ahmak olması gerekiyor. Zaten tüccar siyasetçiler de bu hafızasızlığa, bilgisizliğe ve arşivsizliğe güveniyor. CHP aleyhine böyle propaganda yapanlara etkin şekilde karşı koyan insan sayısı çok azdır. Derdimi size şöyle anlatayım bu gibi olayların daha rahat çözümlenmesi için gerekli olan her yayın okunmalıdır. Aksi durumda bilgiler çok eksik kalacaktır ve haliyle değerlendirmeler de, birinin yazdıklarını anlamak da, sonuca ulaşmak da hep eksik olacaktır. Kendi adıma konuşursam, ben tarafım. İnsan hak ve hürriyetlerinin, Türk Milletinin, Türk inanç sisteminin, laik cumhuriyet ile doğrunun ve gerçeğin tarafındayım. O doğru ve gerçek acıtabilir ama bundan kaçınmadan taraf olunan yolda ilerlemek gerekir.
Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığını kazanmasından sonra ipler koptu. Zaten seçim öncesi başlayan seviyesizlik, tehdit ve ithamlar cukkanın kesileceğinin tamamen belli olmasından sonra daha da fazlalaştı. Hatta süreç, herkesi kucakladığını söyleyen (inanmamıştım), herkesin cumhurbaşkanı olduğunu beyan eden (yine inanmamıştım) kişi tarafından, Ekrem İmamoğlu’nun elini sıkmamaya kadar gitti. Aklı başında olan herkes eleştirdi. Yandaşlar için bulunmaz bir fırsattı ve sevindiler. Bunu cumhurbaşkanı yapar da bir tugay komutanı yapmaz mı? Bir süredir yapılan kara propagandanın gücüne bakar mısınız?
Kars ilinde yapılan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamalarında 14. Mekanize Tugay Komutanı yeni seçilen belediye başkanı ile eşbaşkanının elini sıkmamıştır. Kendisine yakışıyor veya kendisi yakıştırıyor olabilir ama milletin üniformasını giyen biri, yine millet kapsamı içinde olan birine bu hareketi yapamaz. O adam ile ilgili bir itirazı olan varsa, itirazını yasal itiraz süresi içinde yapmalıydı. Kendisini kınıyorum ve o hareketi o makama yakıştıramıyorum. Kendisinin bir yerlere mesaj verme telaşı içinde olduğunu değerlendiriyorum.
Komuta ettiği tugay içinde, büyük bir olasılıkla, kendisine Rum, Kürt, Çerkes, Çeçen, Abaza, Gürcü, Yahudi, Süryan, Keldan, Farisi… vb. diyen inanlar vardır ve onlar da askerlik yapmakta olduğuna göre Türk Milleti tanımı içindedir. Sen emrindekileri savaşa sokarken “canım, cicim” de, üzerine bir de okşa, ama o kişi karşına belediye başkanı olarak çıktığında elini sıkma. Yaptığı hareketin yanlış olduğunu ve bunun da farkında olduğunu anlatmak istercesine o kişinin ve eşbaşkanının gözlerinin içine bakamıyordu. Baksa kendisine belki de hiçbir eleştiri getirmeyeceğim. Tugay komutanının birilerine mesaj vermesinden bahsetmiştim. O mesaj verilen kişinin geçmişte şehitler ve şehit cenazeleri için ne dediğine bakalım
- Zaten şehitlere “kelle” demişti. Koyun bunu cebinize.
- Şehit cenazelerinde iktidara yönelik protestolar yaşandığında muhalefeti suçlayan dönemin Başbakanı 2007 yılında şöyle demektedir: “Bir damla şehit kanını, 550 milletvekiline değişmeyiz. Şahadet gibi ulvi bir mertebeyi, bu ülkede yeni bir ayrışma vesilesi kılmak isteyenlere, ‘yazık’ demekten başka bir söz bulamıyorum. Şehit cenazelerinin kendi siyasi sembollerini sergileyeceği, birer kampanya haline getirmek isteyenler bilerek ya da bilmeyerek bu ülkeye, bu vatana, bu bayrağa kötülük planının parçası haline geliyorlar. Cami avlularını siyaset ve slogan haline getirmek, şehit cenazelerini siyasi istismar malzemesi haline getirmek milli ve manevi değerlerimize tek kelimeyle kötülük yapmaktır.”
- Yine zamanın başbakanı, 2009 yılında, daha sonra çözüm süreci adını alacak olan demokratik açılım sürecini başlatırken mecliste konuşuyor: “25 yıl boyunca güvenlik sorunu ele aldığımız bu sorunda dağlar bombalandı mı, bombalandı. Sınırötesi operasyon yapıldı mı, yapıldı. Terör sıfırlandı mı? Hayır, devam ediyor. ‘Bu Meclis, Şırnak’taki asker oğlunu bekleyen Ayşe Hanım’a da yıllardır haber alamadığı dağlarda oğlunu yitiren Fatma Hanım’a da bugün bir şeyler söylemek zorundadır. ‘Analar tabii ki ağlayacak’ diyenler, sizin hiç oğlunuz yavrunuz öldü mü? Bu açılımın sonunda rant kapıları kapanacak. Şiddet üzerinden, şehit cenazeleri üzerinden siyaset yaptığını zannedenler var. Bunlar tabii ki bu sürece karşı çıkıyorlar. Hatta ‘şehitler gelsin de biraz daha fazla bağıralım’ diye bekleyenler var. Türkiye için hayati bir süreç başlatıyoruz.”
- Başlatılan bu hayati sürecin kallavi bir meyvesi oldu: Habur rezaleti, 19.10.2009. Zamanın başbakanı yine tepki gösterir: “Tarihimizde hiçbir zaman teröristlerle bölücülerle asilerle pazarlık yapmadık, bundan sonra da asla yapmayız. Bu ülkenin hiçbir şerefli hükümeti, hukuk önünde mahkûm olmuş suçlularla masaya oturmamıştır, bundan sonra da oturmaz, oturamaz. Bu ülkenin sınırları, bu ülkenin demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti, bu ülkenin İstiklal Marşı, bu ülkenin bayrağı, bu ülkenin devleti, hiç kimse tarafından tartışma konusu yapılamaz. Bu ülkenin aziz şehitlerine hiç kimse saygısızlık yapamaz. Bunu yapanlar önce karşılarında beni ve partimi bulurlar.”
- Aynı partiden bir başkası ekliyor: Şimdi bize diyorlar ki; “Siz PKK’yla masaya oturdunuz.” Biz HDP’yle konuştuk. Eğer HDP eşittir PKK’ysa, 6 milyon insan onlara oy verdi, onlar da mı PKK’yla masaya oturdu? Böyle düşünmek sakat bir mantıktır. Yanlıştır…
- -Şehit cenazelerinde ortamı provoke edenlerin MHP taraftarı olduğu söylendiğinde şimdilerde AKP’ye koltuk değneği olmakla meşgul olan partinin başkanı bakın neler diyor: “MHP’nin şehit cenazelerini istismar ettiğini ve terörün varlığına kendisini endekslediğini iddia etmesi, milli ve ilkeli muhalefet tarzımızı aşağılamaya kalkışması, müfteriliğinin tezahürüdür. MHP’yi terörden geçinen, şehit cenazelerinden medet uman çarpık bir anlayışta göstermek, kuyruklu yalan olmasının ötesinde, ahlâksızlıktır. PKK’yla kimin pazarlık yaptığı, İmralı canisine kimin teslim olduğu, Mehmetçiklerimizi, polislerimizi arka arkaya şehit eden kanlı elleri kimin tuttuğu esasen ortadadır. Erdoğan’ın PKK’yı diriltme ve ayağa kaldırma süreci Türk Milleti’ni yasa ve acıya boğmaktadır. Şu sıralar her gün gelen şehit haberleri Erdoğan’ın teröristleri cesaretlendirmesinin ve umut aşılamasının eseridir. Recep Tayyip Erdoğan’ın sözde çözüm ve barış süreci Türkiye’nin kanlı ve ağrılı bölünmesi için kurulmuş ve iktidarı rehin almış alçak bir tuzaktır. Bu itibarla kandan geçinenler, terörden rant devşirenler, ölümden, kayıptan, kopmadan, parçalanmadan, bölünmeden gelecek umanlar bellidir ve bu da Erdoğan’la birlikte AKP’dir.” BAKINIZ.
O tugay komutanında bir yerlere mesaj verme isteği hala var ise kendisine, halk oylaması öncesi üniformalı olduğu halde cumhurbaşkanını alkışlayan ikinci ordu komutanının zamanı geldiğinde apar topar görevinden alınmasını hatırlatmakta fayda görüyorum.
Kimse şehitler ve teröristler üzerinden siyaset yapmasın. Biri
varlığını Türk varlığına adamış kişidir, diğeri ise Türklükten nefret edenler
ile işbirliği içinde olan ve Türkleri katletmeğe çalışandır. Birincisi
yüceltilmeli, ikincisi ve işbirlikçileri ortadan kaldırılmalıdır.
[1] Abdullah Öcalan, Demokratik Kurtuluş Ve Özgür Yaşamı İnşa (İmralı Notları), Weşanen Mezopotamya, 1. Baskı, 2015, Almanya.
Hits: 109
23 Nisan 1920: Türkiye Büyük Millet Meclisi Neden ...
- 22 Nisan 2019
Siyaset Biliminin Birinci Kuralı: Ne söylediğiniz ...
- 25 Nisan 2019