
YEDİ UYUYANLAR – YEDİ SUSANLAR
- 10 Mayıs 2019
- Güven Kaya
- Başlık; Gündem
- 17
- Facebook15
- Twitter10
- WhatsApp0
- LinkedIn5
- Telegram0
- Paylaşım
10.05.2019 / ANAKARA
Tarihte Yedi Uyuyanlardan ve köpekleri Kıtmir’den bahsederler. Büyük olasılıkla efsanedir. Yüzyıllarca uyumuşlar… Komedi gibi.
Günümüzde ise Yedi Susanlar var. Tamamen gerçek ve gözle görünüyor, isimleri bile belli. Ne kadar uyuyacakları ise belli değil.
Kim bunlar? YeSeKa üyeleri bunlar. Daha açık anlatımı ile kendi kendilerini inkâr edenler bunlar. Daha önce verdikleri kararlara aykırı davranışta hiçbir sakınca görmeyenler bunlar.
Neden Yedi Susanlar oldu bunlar? Ya çok iyiydi “sus payı” ya da gördüler “sustayı.”
Hiç konuşmadılar toplantı boyunca. Ben diyeyim dut yemiş bülbül gibi durdular, siz deyin süt dökmüş kedi gibi… Neden acaba? Neydi onları yedi susanlar haline getiren? Tamamen duygusallık mıydı üzerlerinde etkili olan?
Geri kalan dört kişi ise okey dörtlüsü gibiydiler, sürekli konuştular, ellerindekileri oynadılar, yeden çektiler, yana attılar, atılanları karıştırdılar suskunları kendilerine yancı etmeye çalıştılar. Dil döktüler, olmadı çünkü iki kulak arasında sürtünme katsayısı “sıfır” idi. Çay ısmarladılar, olmadı, çay soğudu çünkü içmediler. İçmek için ağızlar açılınca bir sözcük kaçar diye korktular belki de…
Tüm toplantı boyunca hiç konuşmadılar, hep sustular. Çünkü ya çok iyiydi sus payı ya da gördüler harbi sustayı… Artık sorulmuyor “harbiden mi, şişeden mi?”
Sayelerinde edebiyata yeni bir deyim girdi: Yedi Susanlar. Tepe tepe kullanın. Zaten kullananlar var, tepilip duruyorlar, çekinmeyin siz de.
Ne diyordu bunların ağababaları?
“Bu ülkeye vergi verilmez, bu ülkeye askerlik yapılmaz, bu ülkenin adaletine inanmıyoruz.”
Böyle diye diye iktidara geldiler ve ortalıkta gerçekten güvenilmeyecek ama kendilerinin istedikleri gibi oynayabilecekleri “altın çağını yaşayan tam taraflı ve tam bağımlı” yargıyı yarattılar. Gerçekten artık hiç güvenilmeyen bir yargı var. Artık herkes terörist çünkü yargıçlık mesleği “özellikle” bitirildi. Hıyırlı ossun.
Yükmüş askerlik. Zaten onlar için asker kişilerden şehit olanlar “kelleydi.” O yükü kaldırdılar ve bunu gerine gerine beyan ettiler: Bu yükten halkımızı kurtardık. Peki, bu yükten kurtulanlar kurtuldu da o yükü omuzlarken kara toprağın bağrına düşenler hala “kelle” mi diye sormayın. Eskiden neyse yine o. Yine hıyırlı ossun.
Vergiden anladıkları kendilerine ve kendilerinden olanlara hiç vergi olmayacak, diğerlerine göm gitsin. İktidar olur olmaz, milletin gözünün içine bakarak, el çabukluğu marifet yandaşlarına veya “tepe tepe kullanacaklarına” olan vergileri ve borçlarını kaldırdılar. Onlar da hemen ertesi gün gittiler sarkmış mabadları altına birer uçak aldılar ve böylece lüks ortamlarda “milletin amına koymaya” koyuldular. Gömün mösyö. Onlar lüks içinde “kalk gidelim “Sadabad’e,” yaparken olan fakirin mabadına oluyor. Gören de “O ne biçim mabadad” diyor. Bunların vergiden anladıkları buyken maliyeden anladıkları daha değişik değildi: Malı ye. Bu da hıyırlı ossun.
Eyyy, CEHAPE ahan da size ipucu. Yukarıda yazdıklarım size slogan olsun ve siz de onların dediklerini diyerek iktidara gelin. Hiç yalan değil. Bu sefer bu ülkenin adaletine gerçekten güvenilmiyor, partililer yargıç; gerçekten askerlik yapılacak gibi değil, asker ocağı dediğimiz oldu ana kucağı; gerçekten vergi verilmez çünkü vergi almıyorlar, soyuyorlar, kaldık anadan üryan.
Ne diyorlardı? Hazreti Ömer adaleti ile yöneteceğiz diyorlardı. Çok adaletliymiş o. Peh breh, güldürmeyin beni. Neymiş, o kişi devlet işinde devletin mumunu, kendi işinde kendi mumunu kullanırmış. Devletin işinde devletin mürekkebini, kendi işinde kendi mürekkebini kullanırmış…
Çok adaletli olduğu söylenen kişinin yaptığı bir adaletsizlikten zarar gören bir köle tarafından öldürüldüğünü söylemezler ama…
Mum söndü çünkü eridi bitti. Mürekkep döküldü. Artık ne aydınlatan kaldı ne de yazılacak bir şey.
Yeri gelmişken bir kez daha yinelemekte fayda var. Aklı başında tüm insanlar, istisnasız bir şekilde, hıza, güce ve zamana tapar. Bunu oldukça doğal buluyorum. Dine inanan, görmediği yaratıcının varlığını kabullenen ve kendilerini dindar diye tanımlayanların güce, hıza ve zamana tapması çok daha doğaldır. Çünkü var olduğunu kabul ettikleri tanrı, asıyor, kesiyor, yakıyor, filleri insanlar üzerine gönderiyor, cehenneme tıkıyor… İnsanlar da bundan korkuyor ve inanıyor. Benim konu ettiğim güç akıl, bilgi, birikim, duygu, beden gücüdür, başka bir güç değildir, ahlaksız bir güç değildir. Gücü olmayan ve sürekli yenilen bir sporcu galip ilan edilmez, hızı olmayan bir araba yarışı birinci bitiremez, bir mesafeyi herkesten ve her şeyden daha önce bitiren insan, takım, şey alkışlanır… Güç-zaman-hız üçlüsü birbirinin bileşenidir. Birisi için kurulan formülde diğer ikisi de yer alır… Buraya kadar sorun yok. Bu noktadan sonra sorun başlıyor. Kendilerini dinci, din tüccarı veya kendi deyişleri ile münafık olarak tanımladığımız kişiler ise paranın gücüne, makamın gücüne tapıyorlar. Hal böyle olunca zaman ve hız kavramları silik kalıyor, anlamsızlaşıyor, ahlaksızlık öne çıkıyor.
Biliyorum merak ediyorsunuz bu adamlara bu kadar eleştiri getiren ne konumdadır diye. Hayatın vazgeçilmez bu gerçekliğinde kendimi gücü yaratan, kontrol eden ve yöneten, hızı ehlileştiren, zamanı yöneten akıl ve zekâ ile bunların bu üçlü üzerinde yaptığı işlemler sırasında içine denge ve erdem unsurunu katan vicdana sıkı sıkıya bağlı olarak konumlandırıyorum. Sadakatimden ödün vermem. İşte o yüzden rahatlıkla eleştiri getirebiliyorum.
Unutmadan;
Bir dinci en zehirli yılandan daha zehirli, daha sinsi, daha sessiz ve daha kıvraktır.
Dinde istifa kurumu yoktur. Siz hiç istifa eden peygamber veya halife duydunuz mu, hatta gördünüz mü? Günümüzde “Halifenin” karısı halifelik çok zor der ama halife istifa etmez.
Hits: 73
Cüzdanı Çalınan Adam…
- 10 Mayıs 2019
Karpuz…
- 11 Mayıs 2019