
TÜRKİYE’NİN 1964’TEN 1974’E KIBRIS POLİTİKASI
- 4 Haziran 2019
- Mahmut Şahin
- Başlık; Bölgesel Sorunlar
- 6
- Facebook10
- Twitter15
- WhatsApp5
- LinkedIn10
- Telegram0
- Paylaşım
Mahmut Şahin[1]
Özet
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Kıbrıslı Rumların Enosis hayalleri durmamış aksine Cumhuriyetin kurulmasını Enosis’e giden yolda önemli bir adım olarak görmüşler ve Türk toplumunu çeşitli baskılarla yıldırıp sindirerek Cumhuriyet Anayasasını tadil etmeye ve Ada’nın Yunanistan’a ilhakını kolaylaştırmaya çalışmışlardır. Türkiye Kıbrıs Sorunu ile ilgili olarak, ilk dönemler Ada’nın İngiltere yönetiminde kalmasının ve mevcut durumun korunmasının kendi çıkarına olduğunu düşünmüş ve soruna müdahil olmamaya çalışmıştır. Ancak daha sonra yaşanan gelişmeler ve toplumlar arası çatışmalar, Ada’nın statüsünün değişme ihtimali ile Kıbrıslı Rumların Enosis’e yönelik politikaları Türkiye’yi sorunda müdahil olmaya zorlamıştır. Yaşanan huzursuzluklar 1963 yılı aralık ayında Rumların “Akritas[2]” planı gereği Türk toplumuna saldırmaları ile toplumlar arası çatışmalar başlamış ve Türkiye Kıbrıs’a Asker çıkarmıştır. Toplumlar arası silahlı çatışmalar Türkiye’nin 1960 Garantörlük anlaşmasından doğan haklarını kullanarak Ada’ya asker çıkarması ile bitmiş ve Ada coğrafi olarak da bölünerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin doğuşunu hazırlayan süreci başlatmıştır.
Anahtar Kelimeler:
Enosis, Kıbrıs, Rum, Türk, Barış Harekâtı
Giriş
Lozan barış anlaşası ile İngiltere’nin Kıbrıs’ı ilhakı yasal bir şekle kavuşmuş ve bu dönemden sonra yeni Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs’la ilgili olarak, diğer dış politika konularında olduğu gibi, uzun yıllar “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesine bağlı kalarak bir denge politikası gütmüş ve Kıbrıs’ın statüsünün değişmemesi üzerine kurmuştur politikalarını. Ancak Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların XIX. Yüzyıldan bu yana takip ettikleri Megalo İdea[3] ve diğer emperyalist politikalar Ada’da her geçen gün huzursuzluğu ve toplumlar arası çatışmayı artırmıştır. İlk ciddi isyan girişimi Kıbrıslı Rumlar tarafından 1931 yılında Ada’daki İngilizlere karşı başlatılmış ancak Kıbrıs Türk toplumu bunu desteklememiş, nihayetinde İngiltere olayları kanlı bir şekilde bastırarak Ada’daki toplumların bazı haklarında kısıtlamalara gitmiştir. Bu tarihten sonra Kıbrıslı Rumlar, Enosis (Yunanistan’la birleşme) hayallerinin önündeki en büyük engelin Kıbrıs Türk toplumu olduğunu değerlendirmiş ve Enosis’le ilgili politikalarını Türk toplumunun yok edilmesi ya da etkisizleştirilmesi üzerine yapılandırmışlardır. Kıbrıslı Rumların bu politikaları Ada’da huzursuzluğu artırmış, toplumlar arası çatışmalara neden olmuştur. Kıbrıslı Rumlar Ada’nın Yunanistan’a ilhakını İngiltere’den talep etmişler ancak bu talepleri İngiltere tarafından kabul edilmemiş, eğer Ada’nın statüsünde değişiklik olacaksa bunda Türkiye’nin Ada’nın eski sahibi olarak söz hakkına sahip olduğu beyan edilmiştir. İngiltere olayların önünü alabilmek için Türkiye ve Yunanistan’ı toplantıya davet etmiş ve bu süreç 1959 Zürih ve Londra anlaşmaları ile devam ederek 1960 Yılında bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması ile noktalanmıştır.
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasının sorunları çözeceği düşünülse de durum hiçte öyle olmamış, Kıbrıslı Rumlar bu anlaşmalardan ve Kıbrıs Anayasasından memnun olmadıklarını her defasında dile getirmişler hatta 1963 yılında Kıbrıs Cumhurbaşkanı Rum cemaati lideri Makarios anayasanın tadil edilmesi ile ilgili 13 maddelik teklifte bulunmuştur[4]. Ada’da cumhuriyet kurulmasına rağmen anayasa ve diğer anlaşmalarla Kıbrıslı Türklere tanınan haklar Rumlar tarafından kabul edilmemiş Türklerin haklarını vermemekte direnmişlerdir. Rumların istediği, iki toplumlu bir cumhuriyet değil, tam bağımsız tek toplumlu ve Türklerin azınlık kabul edildiği bir cumhuriyet. Türkler ise iki toplumluluk ve elde ettikleri haklar konusunda haklı olarak taviz vermek istemiyordu. Kıbrıs’ta cumhuriyetin kurulmasına müteakip yaşanan bu gelişmeler, Kıbrıslı Rumların uzlaşmaz tutumları, Türk toplumu üzerinde yarattıkları baskılar huzursuzluklara yol açmış ve bu huzursuzluklar 1963 yılı sonunda Yunan gizli örgütlerinin Kıbrıslı Türklere yönelik saldırıları ile zirveye çıkmış, artık iki toplumun bir arada yaşayamayacağı gerçeği su yüzüne çıkmaya başlamıştır. Biz bu çalışmada yukarıda kısa bir özgeçmişini verdiğimiz Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak tarihe kanlı Noel olarak geçen Rum saldırılarından, 1964-1974 dönemi, Kıbrıs barış harekâtına kadar olan dönemde yaşanan gelişmeleri ve Türkiye’nin politikalarını değerlendirmeye çalışacağız.
1964 Olayları Türk –Rum Çatışmaları
Kıbrıs’ın bağımsızlık döneminde çıkan bu bunalımın sebebi, Kıbrıslı Rumların Ada’yı Yunanistan’a ilhak etme sevdasından vazgeçmemeleri ve 1960 anayasasının Türklere tanıdığı hakları bir türlü hazmedememiş olmalarıdır[5]. Cumhurbaşkanı Makarios dahi enosis’i unutmadıklarını, eninde sonunda gerçekleştireceklerini söylemiş ve Rum idaresi Türklerin hakkını çiğnemeye devam etmişler, Yunan gizli örgütleri de Türk toplumu üzerindeki baskılarını artırmaya başlamışlardır.
Kıbrıslı Rumların Türkler üzerinde kurdukları baskı 1963 yılında had safhaya ulaştı. Rum tedhiş örgütü EOKA, Grivas yönetiminde, 1963 yılının 21 Aralık gecesi, Akritas planı gereği, Türk toplumunu Türkiye’nin müdahalesine fırsat vermeden yok etmek ve bir oldubitti yaratmak için Türklere karşı saldırı başlattı. 21 Aralık’ta Lefkoşa’da başlayan çatışmalar giderek şiddetlendi. Rumlar Atatürk heykellerine dahi saldırdılar ve olaylar tırmandı, ilk kez Lefkoşa’nın kenar mahallelerinde, 22 Aralık’ta, Türkler ve Rumlar arasında silahlı çatışmalar yaşandı. 23 Aralık günü de çatışmalar şiddetli olarak devam etti. Bu çatışmalarda Türkler 6 şehit 50 yaralı verdiler. Rumlardan da 5 kişi öldü. Reuters Ajansı Olayları, “Kıbrıs’ta Savaş Çıktı” şeklinde bütün dünyaya duyurdu[6].
Rum saldırıları 24 Aralık’ta da devam etti ve Kıbrıs Türk Alayı doktorlarından Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi ile üç çocuğunu vahşice öldürdüler[7].
Saldırılar başlayınca Türk Mukavemet Teşkilatı da hemen cevap vererek savunmaya geçti. En kanlı çarpışmalar 1000’den fazla silahlı adamla Rumların saldırıya geçtikleri Küçük Kaymaklı’da oldu. Ancak Rumlar Türk mücahitlerini mevzilerinden söküp atamadılar.
Rumların üstün silah gücü ile ve kalabalık olarak Türklere saldırmaları, çatışmaların şiddetlenmesi ve Rumların kadın, çocuk, yaşlı demeden giriştikleri katliamlar Türkiye’yi harekete geçirdi. 24 Aralık 1963’te Türk Hava Kuvvetlerine ait savaş uçakları Kıbrıs üzerinde ihtar uçuşu yapmaya başladılar. Bu arada jetlerin uçuşu ile birlikte Türk Alayı da kışlasından çıkarak Türk kesimini koruma altına aldı[8]. Bunun üzerine Makarios’un emriyle Rumlar saldırıları kestiler.
Bir taraftan da Türkiye garanti anlaşması gereği Yunanistan ve İngiltere’yi harekete geçirerek ortak kuvvet oluşturulması ile çarpışmaların önünü kesmeye çalıştı. Ayrıca İngiltere’nin teklifi ile Türkiye ve Yunanistan ile Kıbrıs Türk ve Rum toplumunun temsilcilerinin katıldığı bir konferans 15 Ocak 1964’te Londra’da toplandı. Ancak bu konferans fiilen 21 Ocak’ta sona erdi ve görüşmelerden hiçbir netice çıkmadı. Londra konferansında Rum cemaat temsilcisi bağımsız Kıbrıs parolası ile Zürih ve Londra anlaşmalarının getirdiği garantileri bir kenara iterek tamamen Enosis’e yönelik bir politika izlemiştir. Türkiye ve Kıbrıs Türkleri ise Zürih ve Londra anlaşmalarının Türk cemaatinin haklarını yeteri kadar koruyamadığını, bu nedenle Türklere fiili garantileri ancak Türklerin bir araya gelmelerini sağlayacak Federal bir yönetimin sağlayabileceği görüşünü savunmuşlardır.[9]
Londra konferansının başarısızlıkla neticelenmesinin üzerine İngiltere ve ABD tarafından 10.000 kişilik bir NATO kuvveti oluşturularak Ada’da barışın, huzur ve sükûnun sağlanması teklif edildi. Türkiye teklife sıcak baktı, ancak Rumlar bu teklifi reddettiler.
Kıbrıs’la ilgili tüm bu gelişmeler yaşanırken maalesef Rumların Türklere saldırıları devam ediyordu. Saldırıların durmaması ve Rumlarca katliam derecesine varan saldırılar nedeniyle Türkiye 15 Şubat 1964’te askeri müdahaleyi düşündü. Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyi, Türkiye’nin müdahalesinin durumu daha da kötüleştireceği gerekçesi ile 4 Mart 1964’te aldığı kararla, Türk ve Rum toplumlarından barış ve huzuru bozacak hareketlerden kaçınılmasını istedi. Ayrıca bu kararla Ada’da huzur ve asayişi temin etmek barışı sağlamak üzere barış gücü kurulması Genel sekreterce barış görüşmeleri için arabulucu tayin etmesi istenmiştir. Bu kararda ki en önemli ayrıntı, fiilen Kıbrıs cumhuriyeti ortadan kalkmış ve Ada’da sadece Rum yönetimi varken, Birleşmiş milletlerin aldığı kararda Rum yönetimi zımni olarak tanınmıştır. Bu elbette ki önemli bir hataydı ve Rumların daha sonraki saldırılarında onlara cesaret verecek nitelikteydi. Çünkü kendilerini Ada’nın meşru yönetimi olarak görüyorlardı.
Barış gücü Ada’ya yerleşmeden önce avantajlı durum elde etmek isteyen Rumlar tekrar saldırılara başladılar. Bunun üzerine barış gücü acil olarak oluşturuldu ve Ada’ya sevk edildi. Barış gücünün Ada’ya gelmeye başlaması Rumları biraz olsun frenlemesine rağmen durduramamıştır. Nisan ayında Makarios’un ittifak anlaşmasını fesih ettiğini açıklaması ve Kıbrıs’ta zorunlu askerlik ihdas etmesi üzerine, durumu kabul etmeyen Türk hükümeti meclisten Kıbrıs’a Asker çıkarma yetkisi aldı ve Müdahale kararını kesinleştirdi. Müdahale 7 Haziran’da yapılacaktı. Ancak beklenmeyen bir gelişme oldu ABD başkanı Lyndon Johnson tarafından başbakan İsmet İnönü’ye hitaben yazılan mektupta; Türk hükümetinin Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunmaması, Amerikan silahlarının kullanılmaması isteniyor ve açıkça Türkiye’ye karşı olası bir Sovyet müdahalesinde ABD’nin ve NATO’nun Türkiye’yi savunamayacağı bildiriliyordu. Tarihe meşhur “Johnson Mektubu” hadisesi olarak geçen bu olayı Türkiye’nin batı ittifakı ile yaşadığı ilk ve en önemli sorun ve ittifakta çatlama olarak ta nitelendirebiliriz. Mektupta, ayrıca, başbakan İnönü ABD’ye davet ediliyordu.
İnönü mektuba 13 Haziran’da cevap verdi. Yumuşak bir üslupla yazılmış olan mektupta, ABD başkanının yazdığı mektubun gerek içerik gerekse de tarz olarak Türkiye gibi bir müttefik için “hayal kırıcı” olduğu belirtilerek Türk tarafının Kıbrıs konusunda haklılığı anlatılmış. NATO şartları hatırlatılmıştır.
Başbakan İnönü 21 Haziran da ABD’ye gitti ve 22-23 Haziran tarihlerinde yapılan görüşmeler neticesinde kesin bir sonuca varılamamakla birlikte ABD eski Dış işleri Bakanlarından Dean Acheson’un Kıbrıs’ta nihai çözüme ulaşılması amacıyla taraflar arasında aracı olmasına karar verilmiştir.
Arabuluculuk faaliyetleri 10 Temmuz 1964’te Cenevre’de başlamış ve 1 Eylül gününe kadar devam etmiştir[10]. Acheson planı diye anılan plan gereği Karpas yarımadasının Türkiye’ye verilmesiyle Ada’nın %11 i Türklerin kontrolüne giriyordu. Kantonları muhtariyet bölgelerini de katınca Türklerin Ada’daki hâkimiyeti %25-30 kadar olmaktaydı.
Cenevre’deki görüşmeler devam ederken Rumların ağustos ayında tekrar saldırılara başlamaları üzerine 8-9 Ağustos tarihlerinde Türk savaş uçakları Rum mevziilerini bombaladı ve Rumların katliam girişimleri durduruldu. Bu bombardıman Türkiye’nin Kıbrıs konusunda ne kadar ciddi olduğunu ve Kıbrıs’taki soydaşlarını ve çıkarlarını korumakta ne kadar kararlı olduğunu Rumlara ve Yunanistan’a hatırlattı. Yunan hükümeti bombardıman karşısında savaşı göze alamayarak geri adım attı ve Yunanistan hükümetinin hiçbir zaman Türkiye ile bir savaşı göze alamayacağını, Türk-Yunan dostluğuna önem verdiğini beyan etti. Yunanistan bu bombardımanla birlikte geri adım atmışsa da Kıbrıs’a asker sevk etmeye başlamış ve bu rakam zamanla 12000’e kadar çıkmıştır.
1963-1964 yıları Kıbrıs’ın kaderinde önemli dönüm noktası olmuş yıllardır. Türkiye Kıbrıs sorununun başladığı yıllardan bu yana sorunu diplomatik yollardan çözmenin yolarını aramış ve genelde pasif diyebileceğimiz bir politika gütmüştür. Aralık ayının son günlerinde, kanlı Noel diye tarihe geçen hadiseyle başlayan Türk-Rum çatışmaları Türkiye’de kamuoyunu da harekete geçirmiş halk nezdinde Kıbrıs sorunu önemli bir sorun haline gelmiş büyük çapta gösteriler yapılmış ve bu da hükümetleri etkilemiştir. Ayrıca Rumların tüm anlaşmaları ve anayasayı hiçe sayan pervasız tutumları Türkiye’ye şunu hatırlatmıştır: Er ya da geç, bu gidişle, Türkiye Ada’ya askeri müdahalede bulunmak zorunda kalacaktır. Kıbrıs adası Yunanistan’a bırakılamaz. Yaşananlar Türkiye’nin askeri hazırlıklarını artırmasını sağlamış ve çıkarma yapabilecek askeri teçhizata kavuşmak üzere çalışmalara başlamıştır. O dönemde Türkiye’nin Kıbrıs’a neden çıkarma yapmadığı sorgulana gelmiştir hep, ancak unutulmamalıdır ki o tarihlerde Türkiye’nin büyük çaplı bir çıkarma harekâtı yapabilecek yeterli çıkarma gemisi yoktu. Türkiye Krize hazırlıksız yakalanmıştı sanki. Ancak olaylar Türkiye’ye her açıdan hazırlıklı olması gerekliliğini hatırlattı.
Daha sonraları devam eden bir dizi konferans ve görüşmelerde de arabuluculara rağmen herhangi bir ilerleme kaydedilmemiştir. Tüm bu görüşmelerde Türk tarafı, Türk toplumunun Haklarının garanti altına alınabileceği iki toplumlu coğrafi ya da kantonal bir federal devlet yapısı isterken, Rumlar hep, kendilerini Enosis’e taşıyabilecek, bağımsız Kıbrıs ve Türklere azınlık hakkı diye diretmişlerdi. Kendilerini Ada’nın sahibi olarak görüyorlardı.
1965-66 yıllarında ufak tefek çatışma ve saldırılar yaşanmakla birlikte, bu dönemde nispi bir sükûnetin hâkim olduğunu söyleyebiliriz[11].
1967 Bunalımı
1963 olayları ile başlayan çatışmalar 1965-66 yılları arasında bir durgunluğa girmekle birlikte tamamen bitmemiştir. Ancak Türkler için bu dönemde durum pekte iç açıcı değildir. Nerdeyse getto denecek yerlerde yaşıyorlar ve temel ihtiyaç maddelerine bil ulaşmakta güçlük çekiyorlardı. 1964 ten bu yana başlamış fiili bir esaret durumu vardı ve Türkler Birleşmiş Milletler gözetiminde bir hapis hayatı yaşıyorlardı sanki[12].
Yaşanan bu geçici sükûnet sayılabilecek dönemden sonra 1967 Nisan ayında Yunanistan’da albaylar cuntası bir darbeyle hükümeti devirdi ve yönetime el koydu[13]. Yunanistan’da ABD desteğinde bir askeri hükümetin iş başında olması ve Enosis’le ilgili olarak Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların düşüncelerinin 64 olayları ile açığa çıkmasından sonra, Ada’nın ABD yanlısı Yunanistan’ın kontrolüne geçmesini istemeyen Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında yakınlaşma oldu. Enosis’e karşı Türkiye ve Sovyetler birliği “Kıbrıs’ta yaşayan her iki topluluğun yasal hak ve çıkarlarının gözetilmesi” yolunda birleştiler.[14]
Bu görüşmelerde yunan hükümeti Türk tarafına , Enosis’e karşılık batı Trakya da yeni düzenlemeler önerdi ancak Türkiye bu teklifi reddetti. Yunanistan’da hükümet değişmesine rağmen Enosis politikası değişmemişti, yeni hükümetin , bu görüşmelerdeki, tek farkı Türkiye’yi Enosis’e müzakereler yolu ile razı etmekti. Bu görüşmelerde Türkiye’nin üzerinde durduğu dört önemli ilke vardı. Bunlar:
- Yürürlükteki anlaşmaların, tarafların rızası olmadan değiştirilmemesi
- Kıbrıs’ta iki toplumdan hiçbirinin diğerine hükmetmemesi
- Lozan anlaşması ile bu bölgede kurulmuş olan dengenin bozulmaması
- Kıbrıs sorununa, Enosis dışında bir çözüm aranması[15]
Bu arada Yunanistan’ın Ada’ya asker sevki de devam ediyordu ve Ada’daki Yunan askeri varlığı 20.000’lere yaklaşmıştı[16]. Bu durum Ada Türkleri için büyük bir tehlikeydi.
Yunanistan’da yaşanan gelişmelere paralel olarak Türkiye Sovyetler Birliği ve Doğu Bloğu ülkeleri ile temaslarını hızlandırmış ve yakınlaşma sağlamıştı. Demirel Romanya’ya ve Sovyetler Birliğine giderken, bir Türk Parlamento heyeti de Yugoslavya’ya ziyarette bulunmuştu. Bu temaslar sırasında Kıbrıs sorununun, Kıbrıs devletinin toprak bütünlüğü içerisinde Türk ve Rum toplumlarının haklarını ve menfaatlerini sağlayacak, karşılıklı güven ve güvenlik içerisinde barışçı yollarla çözülmesi gerektiği beyan edilmiştir.
Türkiye’nin Enosis karşısındaki kararlı tutumu Yunan hükümetinin daha ihtiyatlı davranmasına sebep olmuşsa da Enosis fikrinden vazgeçmemiştir. Nitekim 15 Kasım 1967 günü tedhişçi Grivas komutasında ağır silahlarla donatılmış Rum askerleri, Ada’daki Türk varlığını yok etmeye yönelik politikalara istinaden, Ada’da stratejik öneme sahip Boğaziçi ve Geçitkale köylerine saldırmıştır.
Boğaziçi ve Geçitkale köylerine yönelik saldırıların başlamasıyla Türk hükümeti derhal acil toplanarak durum değerlendirmesi yapmış ve 16 Kasım 1967 günü Meclisten, Kıbrıs’a asker çıkarmaya yönelik olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelerde kullanımı konusunda yetki almıştır. Bu karar mecliste çok büyük bir çoğunlukla alınmış, 435 üyenin 432 si lehte oy kullanmıştır. 17 Kasım’da da dost ve müttefik kuvvetlere, Ada’ya çıkarma yapılacağı bildirilmiş, 18 Kasım günü de Türk savaş uçakları Ada üzerinde uyarı uçuşları yapmıştır.
Türk hükümeti, tedhiş lideri Grivas’ın Ada’dan alınması ve bugüne kadar Ada’ya yerleştirilen 12000 kadar Yunan askerinin Ada’dan çekilmesi durumunda, çıkarmanın durdurulacağını bildirdi. 2 Aralık 1967’deYunan hükümeti savaşı göze alamadı ve anlaşmalar dışında Kıbrıs’a gönderilen tüm Yunan askerlerinin geri çekileceğini açıkladı. Bu iki hükümet arasında varılan anlaşma idi.
1967 krizinin bu şekilde aşılmasından sonra Türkler 29 Aralık 1967 de Kıbrıs geçici Türk Yönetimini kurmuşlar ve daha sonra da 1968 yılı mart ayından itibaren toplumlar arası görüşmeler başlamıştır.[17]
1967 krizinin aşılmasındaki önemli nedenlerden birisi de Türkiye’de güçlü bir hükümetin olması ve kriz sırasındaki kararlı tutumu olmuştur. 1963-64 olaylarından bu yana Kıbrıs konusunda duyarlılaşan kamuoyunun da hükümetin kararlılığında önemli bir payı vardır muhakkak, nitekim asker çıkarma yetkisi alınması ile ilgili görüşmelerde meclis çabuk reaksiyon vermiş ve nerdeyse firesiz olarak hükümetin kararını desteklemiş ve yetki vermiştir. Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik politikalarında krizleri tırmandırmasında, Türkiye’nin o an içinde bulunduğu hükümet krizleri de önemli etken olduğu ve Yunanistan’ın genelde Türkiye’nin içinde bulunduğu böyle zayıf dönemlerde kriz politikalarını artırdığını görmekteyiz.
Kıbrıs’ta Darbe ve Barış Harekâtı 1974
Kıbrıs’ta 1968 yılı mart ayında başlayan toplumlar arası görüşmeler hiçbir ilerleme kaydetmemiş ve 1973 yılında son bulmuştur.[18] 1964 yılında elde ettikleri fiili avantajı yitirmek istemeyen ve Enosis idealinden vazgeçmeyen Rumlar görüşmelerde takındıkları uzlaşmaz tavırlarda ısrar etmişler, Türk tarafı da kendi menfaatleri ve güvenlikleri açısından 1960 anayasasının getirdiklerinden daha fazla güvence istiyorlardı haklı olarak.
Bu toplumlar arası görüşmeler sırasında Türkiye’nin iç siyasetinde de önemli değişiklikler olmuş siyasi sahneye yeni aktöreler katılmıştı. Bülent Ecevit 1972 yılında Cumhuriyet Halk Partisinde Milli şef İnönü’ye karşı kongre kazanmış ve partinin genel başkanı olmuştu. Bu dönemde Türkiye’nin ilk din söylemli partisi Milli Selamet Partisi de Necmettin Erbakan liderliğinde Türk siyasi sahnesinde yerini almıştı. 1971-74 dönemi Türkiye’de iç siyasi krizlerle geçmiş, ABD ile de haşhaş krizi yaşanmıştı. Kamuoyunda Johnson mektubundan bu yana tırmanan Amerikan aleyhtarlığı haşhaş krizi ile daha da artmış Amerika’nın isteklerine boyun eğen, dönemin hükümeti de halkın tepkisini çekmişti. Bu şartlarda girilen 1974 seçimlerinde Bülent Ecevit liderliğindeki CHP seçimi kazanmış ancak hükümeti tek başına kuramaması nedeniyle, MSP ile koalisyon kurma yoluna gitmiştir.
Türkiye’de tüm bunlar yaşanırken Yunanistan ile Makarios arasında da sorunlar baş göstermeye başlamıştı. Yunanistan cunta hükümeti bir an önce Enosis’i gerçekleştirmek istiyor, Makarios ise daha yavaş fakat emin adımlarla ilerlemek istiyordu. Bu sorunlara rağmen, Enosis gibi ortak çıkarların varlığı Yunanistan’ın Makarios’u desteklemeye devam etmesini sağlamıştır.1974 yılına gelindiğinde Makarios ile Yunan hükümeti arasındaki kriz iyice artmış ve karşılıklı tehdit mektupları yollanmıştır. Nitekim Makarios 2 Temmuz 1974 günü Yunan cumhurbaşkanına yazdığı mektupta Atina’nın kendisi aleyhindeki faaliyetlerine son vermesini ve Ada’daki Yunan subaylarının geri çağrılmasını istemiş, kendisine bir Yunan valisi gibi değil seçilmiş bir cumhurbaşkanı gibi davranılmasını istemiştir.
Yunan hükümeti bu mektuba karşılık Makarios’a set cevap vermiş ve 15 Temmuz 1974 günü eski Eoka tedhişçilerinden Nikos Sampson yönetiminde Rum milli muhafızlarını da yanına alarak darbe yapmış ve Makarios’u devirerek Kıbrıs Helen cumhuriyetini ilan etmiştir. Darbe sırasında Makarios’a bağlı polis güçleri ile Rum milli muhafızları arasında çatışmalar yaşanmış, Makarios ise Ağratur’daki İngiliz üssüne sığınarak, İngiltere’nin yardımı ile Ada’dan kaçmış, darbeden sağ olarak kurtulmuştur.
Darbe Türkiye’de büyük bir tepki ile karşılanmış ve darbenin anayasal düzenin yıkılması, gayrı meşru bir idarenin kurulması ve Kıbrıs konusundaki anlaşmaların ihlali saymış darbe hükümetinin tanınmadığını bildirmiştir. Bu darbe Yunanistan’ın Ada’ya müdahalesi ve Enosis anlamına gelmekteydi. Türkiye bu duruma seyirci kalamazdı.
İngiltere ve ABD de bu darbeyi onaylamadıklarını bildirmişlerdi. Türkiye darbe ile ilgili düşüncelerini ve darbe hükümetini tanımadığını İngiltere ve ABD’ye bildirmiş olmakla birlikte hemen 16 Temmuz’da milli güvenlik kurulu toplanmış ve Ada’ya askeri müdahale, çıkarma kararı alınmış ve 20 Temmuz’da Çıkarmanın gerçekleştirilmesi karara bağlanarak Türk Silahlı Kuvvetlerine Çıkarma harekâtı için hazırlık emri verilmiştir.
Türkiye’nin Garantörlük anlaşmasının 4. maddesine dayanarak İngiltere ile beraber Kıbrıs’a Müdahale etmeye karar vermeyi müteakip, Başbakan Ecevit 17 Temmuz’da İngiltere’ye giderek İngiltere başbakanı ve dış işleri bakanı ile görüştü. Ancak İngiltere Ada’da bulunan vatandaşlarının güvenliğinden duyduğu endişe nedeniyle çıkarma fikrine sıcak bakmıyordu. Başbakan İngiltere ile yapılan görüşmelerde umduğunu bulamadı. İngiltere sorunun Birleşmiş Milletler ve NATO nezdinde çözülmesi gerektiğini söylüyordu. Türkiye’nin ise beklemeye tahammülü yoktu. Hem Ada’daki soydaşlarının, vatandaşların can ve mal güvenliği tehlikedeydi, hem de Ada’nın Yunanistan’a ilhakı söz konusuydu ki bunun Türkiye açısından kabul edilir bir tarafı yoktu. Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı Türkiye’nin Yunanistan’la güneyden de kuşatılması anlamına geliyordu ki, çok önemli güvenlik açığı oluşturan bir durumdu. ABD ve İngiltere de tüm uğraşlarına rağmen Ecevit’i çıkarma fikrinden vazgeçiremediler ve Başbakan Ecevit 19 Temmuz günü İngiltere’den döndü.
Başbakanın İngiltere’den dönmesinden sonra 20 Temmuz 1974 sabahı erken saatlerde Türk Silahlı Kuvvetleri Çıkarma Harekâtına başladı. Türk savaş uçaklarının desteğinde çıkarma gemileri Girne kıyılarından Kıbrıs’a çıktılar.
Çıkarma planı iki aşamalıydı. İlk aşamada Ada’nın kuzeyinde bir köprübaşı tutulacak ve Türk askerleri güvenli bir bölge oluşturacaklardı. Bu sırada Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar muhtemelen barış görüşmelerine başlayacaklardı. İkinci aşama ise barış görüşmelerine başlanmaması durumunda Türklerin güvenliğinin sağlanması ve güvenli bölge oluşturulması için Ada’nın kuzey kısmında yaklaşık %40 a yakın bir coğrafi alan ele geçirilecekti.
Çıkarmanın başlamasıyla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi derhal toplandı ve aldığı 353 sayılı kararla tarafları derhal ateşkese ve Ada’daki bütün yabancı kuvvetleri Ada’dan çekilmeye, bütün ülkeleri Kıbrıs’ın egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygıya davet etti. Türkiye ateşkese uyacağını beyan ederek 17 Temmuz 1922 günü saat 17.00 den itibaren ateş kesti.
Bu arada Yunanistan’da, çıkarma başladığında askeri yönetimden General Ionnides Batı Trakya’dan Türkiye’ye taarruz teklif etmiş ancak hükümet içerisinde kabul görmemişti. Tüm bu gelişeler Yunanistan’da cunta hükümetinin çözülerek dağılmasına yol açtı ve Fransa’da yaşayan Constantin Karamanlis ülkeye davet edilerek hükümeti kurması istendi. 23 Temmuz’da da Kıbrıs’ta Nikos Sampson hükümeti son buldu ve Glafkos Klerides yönetiminde yeni bir hükümet kuruldu.[19]
Birinci harekâtın sonunda ateşkes sırasında Türk Silahlı Kuvvetlerinin elinde tuttuğu bölge ne kendi güvenliğini sağlamak ne de bölgedeki Türklerin güvenliğini sağlamak adına yeterliydi. Bu yüzden ateşkesten sonra da Türk Silahlı Kuvvetleri bölgeye asker ve tank yığmaya devam etti ve güvenli bölgeyi oluşturdu.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 353 sayılı kararı, Kıbrıs’ta anayasal düzenin yeniden kurulması amacı ile Türkiye, Yunanistan ve İngiltere hükümetlerinin derhal görüşmelere başlamasını istiyordu. Bunun üzerine adı geçen ülkelerin dış işleri bakanları 25 Temmuz’da Cenevre’de bir araya gelerek altı günlük bir çalışma neticesinde Cenevre deklarasyonu denen belgeyi imzalayarak yayınladılar. Deklarasyonda:
- 1960 Anayasa düzenini yeniden tesisi hususunda üç dışişleri bakanı mutabık kalmakla beraber, bundan önce alınması gereken bazı acil tedbirler vardır.
- Kıbrıs’ta taraflar, 31 Temmuz 1974 günü Türkiye saati ile 24.00’de kontrolleri altında bulundukları alanları genişletmeyeceklerdir. Yani, bu deklarasyona göre, Kıbrıs’ta ateş-kes çizgisi, 22 Temmuz saat 17.00’deki çizgi değil, 30 Temmuz gece yarısı mevcut olan çizgidir. Çünkü 22 Temmuz’dan sonra Rumların saldırıları devam ettiği için, çatışmalar yeniden devam etmiş ve Türk kuvvetleri kontrolleri altındaki alanı genişletmiştir.
- 30 Temmuz ateş-kes çizgisinde, sadece Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin kontrolü altında olacak bir güvenlik bölgesi tesis edilecektir.
- Kıbrıs Rum ve Yunan kuvvetlerinin muhasarası altında olan bütün Türk bölgelerinden bu kuvvetler çekilecek ve bu Türk bölgeleri Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin koruması altına girecektir.
- Kıbrıs’ta anayasa düzeninin yeniden tesisi için üç dışişleri bakanı 8 Ağustos’ta Cenevre’de yeniden bir araya gelecektir. Fakat anayasa düzeni tesis edilinceye kadar, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Rauf Denktaş, 1964 Anayasası gereğince, Cumhurbaşkanı görevlerini yürütecektir. Fakat bu durum, Kıbrıs Geçici Türk Yönetiminin devamına engel olmayacaktır[20].
denilmektedir.
Bu anlaşmayla Yunanistan Türkiye’nin Kıbrıs toplumu ile ilgili görüşlerini kabul etmiş oldu. Bu Türkiye açısından bir başarıydı ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Fiilen Kıbrıs Türk toplumu ve Kıbrıs Rum toplumuna ait olmak üzere iki özerk idarenin varlığı kabul edildi[21].
İkinci Cenevre konferansı 8 ağustosta açıldığında Türk delegelerin isteği üzerine İngiliz Yunan ve Türk temsilciler gayrı resmi toplantılar yaptı. 10 Ağustos 1974’te Türk toplumu adına Rauf Denktaş ve Rum toplumu adına Glafkos Klerides bir araya geldi. Türkiye İkinci Cenevre görüşmelerinde, Kıbrıs Türk Halkının haklarını korumak amacıyla Denktaş’ın Klerides’e verdiği öneriler doğrultusunda anayasa düzeninin kurulması için Türk tarafı, coğrafi esasa dayalı federatif sistem’i teklif etmiştir. Bu federatif sistem kantonlara dayalı bir federatif sistem de olabilecekti. Türkiye’nin sorunun uzlaşma yoluyla çözümün de ısrarlı olmasına rağmen Yunan tarafı ve Rumlar ateşkes ve sınırlar konusu üzerinde durdular[22]. Kıbrıs Rum ve Yunan tarafının, anayasa düzeni konusunda kesin bir tavır almaktan kaçınıp, işi oyalama yoluna götürmesi ve 30 Temmuz Deklarasyonuna riayet etmemeleri üzerine 2’inci Cenevre Konferansı, 14 Ağustos sabahının ilk saatlerinde Türk heyeti tarafından kesilmiş ve 14 Ağustos sabahında Türk Silahlı Kuvvetleri ikinci Kıbrıs Harekâtına başlamıştır.
İkinci harekât iki gün sürmüş ve bu iki gün içerisinde Türk Silahlı Kuvvetleri Magosa-Lefkoşa-Omorfo hattını tutmayı başarmış[23] ve Ada’nın yaklaşık %38 ini ele geçirmiştir.
Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin ateşkes çağrısına uyarak 16 Ağustos 1974 saat 16.00 da harekâtı durdurmuştur. Bu harekât neticesinde Türkiye bir kez daha Enosis’e engel olmuş Yunan ve Rum tarafının karşı saldırı hazırlıklarını da bertaraf etmiştir. İkinci harekâtta Türk askerleri tarafından, Turizm merkezi Maraş’ın ve Ada’nın tek limanı olan Magosa limanının ele geçirilmesi ve Lefkoşa hava alanının trafiğe kapatılması neticesinde Rum yönetiminin dış dünya ile irtibatı iyice zayıfladı. [24]
İkinci harekâttan sonra dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kurt Waldheim’ın çabaları ile Rauf Denktaş ve Glafkos Klerides 26 Ağustos 1974’te bir araya geldiler ve Ledra palastaki görüşmelerde iki lider 6 Eylül 1974’ten itibaren haftada bir kere görüşmek ve zaruri insancıl ihtiyaçları rapor etmek üzere mutabakata vardılar.
Mutabakata varılan diğer konular ise şunlardı:
- Kayıp kişilerin araştırılması için ICRC’nin ( Uluslararası Kızılhaç Komitesi) çalışmalarına kolaylık gösterilmesi.
- Esirlerin, gözaltına alınanların karşılıklı olarak serbest bırakılması hususunda bir program yapılması
- Köylerde kalan, yaşlı ve hastalarla, hamile kadınların tıbbi tedavileri için iki bölge arasındaki sınırı geçmelerine yardımcı olunması
- Esirlerin ve tutuklu listelerinin tamamlanarak ICRC’ye iletilmesi
- Kıbrıs Türk bölgesinde bulunan, Rum üniversite öğrencileri ile Kıbrıs Rum bölgesinde bulunan, Türk üniversite öğrencilerinin, yurt dışına çıkışlarına izin verilmesi
- Kültürel değerleri olan eserlerin korunması ve restorasyonu için UNESCO tarafından tayin edilmiş danışmanla iş birliği yapılması[25]
Harekâta Dış Tepkiler
Birinci barış harekâtına dışarıdan gelen tepkiler genelde olumluydu, ne ABD ne İngiltere Ne de Sovyetler Birliği Kıbrıs’ta 1974 yılında yaşanan Yunanistan destekli darbeyi onaylamamışlar ve Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunmasına ses çıkarmamışlar genelde Türkiye’yi haklı bulmuşlardır. Tüm bu ülkelerin bu harekâtı haklı bulmalarının ve müdahil olmamalarının sebepleri ayrı ayrı idi elbette.
ABD açısından bakarsak ABD o sıralar da Ortadoğu’da çıkan 1973 Arap İsrail savaşlarının barış görüşmeleri ile meşguldü. Ayrıca Başkan Nixon’un başı da Watergate skandalı ile ilgili olarak sıkıntıdaydı.
İngiltere Ada’daki karışıklıklara vatandaşlarının güvenliği nedeniyle müdahil olmak istemiyor, sorunun Birleşmiş Milletler ve NATO nezdinde çözülmesinden yana tavır koyuyordu ve Türkiye’nin Müdahale edeceğine ihtimal vermiyordu.
Sovyetler birliği ise Kıbrıs’ın Amerikan güdümünde bir Rum ve Yuna yönetimlerinin elinde olmasını kendi güvenliği açısından riskli buluyor, Ada’nın NATO üyesi bir ülkenin yönetimine girmesini istemiyordu. O yüzden Türkiye’nin ilk harekâtının Ada’daki eski düzeni getireceğine inandığından ve Bağlantısız ve bağımsız bir Kıbrıs’ın Sovyetler Birliği açısından daha iyi olacağını düşünmesi nedeni ile ses çıkarmamıştı.
Birinci harekâtta durum buyken Türkiye’nin ikinci harekâta başlaması bütün ülkelerde Kıbrıs’ın Türkiye tarafından işgal edileceği endişesi yaratmış ve ikinci harekâtı onaylamamışlardır. Hâlbuki Türkiye Ada’yı işgal etmekten ziyade Kıbrıslı Türklerin güvenliğini sağlama almak ve onların anayasal güvencelerini koruma altına almak için ikinci harekâtı yapmış ve federal devlet sistemine zemin hazırlayacak olan coğrafi bölgeyi kontrol altına almıştır.
Askeri Müdahalenin Amaçları ve Sonuçları
Başbakan Ecevit 20 Temmuz sabahı oldukça “makul ve masum” bir açıklama ile müdahalenin gerekçelerini Türk ve Dünya Kamuoyuna açıklıyordu:
- Türkiye Ada’da düzeni ve barışı sağlamak için,
- Kan dökülmesini önlemek amacı ile
- Anlaşmalardan doğan hakkını kullanıyordu.
Türkiye Kıbrıs’ın tamamını denetim altına almak için değil, belirli bir bölgesinde denetimi sağlamak için çıkıyordu. Temelde, Ada’da Türklerle Rumlar, Türkiye ile Yunanistan arasında bir denge kurulması ve Ada Türklerinin daha fazla “zarar görmemesi” amaçlanıyordu[26].
Türkiye bu müdahale ile Türkiye’nin 40 mil güneyinde, içinde Türk Halkının da yoğun bir biçimde bulunduğu Kıbrıs’ta, Ada’nın tamamının Rum (ve Yunan) egemenliği altına girmesini önlüyordu. Güneyden kuşatılarak stratejik açıdan güvenlik açığı oluşumuna da engel oldu.
Kıbrıs Türk halkının uzun yıllardır yaşadığı büyük haksızlıklara ve soykırıma dur dedi, Kıbrıs Türk toplumunun güvenliğini sağladı. 1974’ten bu yana Kıbrıs’ta sıcak bir çatışma ortamının olmaması da bunu doğrulamaktadır.
Ulusal çıkarlarını korudu.
Kıbrıs’taki kargaşanın genişlemesini önledi ve Enosis’e dur dedi
Sonuç
Kıbrıs meselesi Türkiye’nin milli bir meselesidir ve özellikle Yunanistan’la olan ilişkilerinde en önemli yere Kıbrıs konusu sahiptir. Son zamanlarda bazı iç ve dış odakların yaptığı gibi Kıbrıs sorununu “kırk yıldır çözülemeyen, Türk dış politikasını ipotek altına alan, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini sınırlandıran bir sorun olarak algılamak, Türkiye’nin önünü kesen, Türkiye’ye ağır bir yük ve Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecinde en büyük engel olan” bir konu olarak değerlendirmek çok ciddi bir hatadır[27]. Konuya yüzeysel bakmak, ulusal çıkarları göz ardı etmektir, Kıbrıs konusuna başkalarının gözüyle bakmaktır.
1964-1974 arası dönem Türkiye’nin dış politikası ve uluslararası ilişkileri açısından çok önemli bir yere sahiptir. Bu dönemde ülkenin dış politikasındaki ağırlıklı konu Kıbrıs sorunu olmuştur. Bu soruna ilk zamanlar nispeten daha pasif politikalarla yaklaşan Türkiye, ilerleyen zaman içerisinde Rumların ve Yunanistan’ın Enosis’e dönük politikalarının yoğunlaşması ve Kıbrıs’ta ki Türk toplumuna yönelik saldırılarının artarak katliam boyutuna varması ile sorunda daha aktif rol alması gerektiğinin farkına varmış ve politikalarını buna göre yürütmüştür. Kıbrıs’ta yaşananlar hem insani açıdan hem de Türkiye’nin stratejik çıkarları açısından kabul edilemezdi. Kıbrıs Hemen Türkiye’nin 40 mil kadar güneyinde doğu Akdeniz’e hâkim bir noktada bulunması itibarı ile bölgedeki enerji ulaşım ve ticaret yollarını kontrol edebilecek eşsiz bir stratejik konuma sahiptir. Kıbrıs Akdeniz’de adeta bir uçak gemisi konumundadır. Bu yüzden Türkiye’nin güney sınırlarının güvenliğinde önemli bir yere sahiptir.
Türkiye 2000’li yıllara kadar, İktidarlar değişse de Kıbrıs politikalarında önemli değişiklikler yapmamış, temel politikalar aynı kalmıştır. 1960 ve 1970’lerde Türkiye’de yaşanan iç siyasi çekişme ve kargaşalara rağmen Kıbrıs konusu her zaman için hem sağ hem de sol kesimde ulusal bir mesele olarak algılanmış ve birçok konuda bir araya gelmesi mümkün dahi olmayan guruplar Kıbrıs meselesinde tam bir birliktelik sergilemişlerdir.
1974 yılında Kıbrıs’ta yaşanmakta olan acı olayların artarak devam etmesi ve Kıbrıs’ta yaşanan darbe olayı uluslararası kamuoyunda yeteri kadar tepkiye yol açmamış. Kıbrıs’ta Türkler acı çekmeye devam etmişlerdir. Uluslararası kamuoyunun duyarsızlığı ve uluslararası toplu durum. Türkiye’nin Ada’ya müdahalesini zorunlu kılmış ve Bölgedeki, o zamanın, tek etkili gücü olarak Türkiye Kıbrıs’a asker çıkararak Kıbrıs’taki kargaşaya son vermiş soydaşlarının da can güvenliğini koruma altına almıştır. Bu çıkarma harekâtı Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını engelleyerek Türkiye’nin Akdeniz’deki ve bölgedeki çıkarlarını koruma altına almasını sağlamıştır.
Türkiye’nin bu denizaşırı harekâtı dünya kamuoyunda bomba etkisi yaratmış ve Türkiye’nin uluslararası arenadaki itibarını artırmıştır. İç kamuoyunda da Türk halkının ulusal duygularını harekete geçirerek milli birlik ve beraberlik duygusunu güçlendirmiştir. Uzun yıllardır dış güçlerin güdümünde yapılan politikaların halkta yarattığı kötü duygular yerini daha iyi duygulara bırakmış ve Türk halkının başını dik tutmasını sağlamıştır.
Bundan sonraki dönemlerde de Türkiye’nin Kıbrıs’ın ülkemiz açısından stratejik, jeopolitik ve insani açıdan önemini bilerek kendi ulusal çıkarlarına uygun politikalar izlemesi ve Ada’daki Türk toplumunun haklarına halel getirmeyecek, onların güvenliklerini ve ülkemizin güvenliğini riske atmayacak, bugüne kadarki kazanımlarımızı kaybettirmeyecek politikalar izlemesi gerektiği kanaatindeyim.
Kaynakça
Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi tarihi 1914-1980, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara,1983.
Bulunç, Ahmet Zeki Bulunç, “Lozan Barış Antlaşması ve Zürih-Londra Antlaşmaları”, 2005.
Cerrahoğlu, Zehra Yalçınkaya, Birleşmiş Milletler Gözetiminde Kıbrıs Sorunu ile İlgili Olarak Yapılan Toplumlararası Görüşmeler 1968-1990, T.C. Kültür Bakanlığı yayınları/2061, Ankara, 1998.
Çay, Abdulhâluk, Kıbrıs’ta Kanlı Noel – 1963, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları:93 Seri:1 Sayı: A.13, Ankara, 1989.
Eroğlu, Hamza, Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Kıbrıs Barış Harekâtı, Ankara,1975.
Hale William, Türk Dış Politikası 1774-2000, ÇEV: Petek Demir, Mart Matbaası, İstanbul,2003.
Kürşat, Fikret, VD, Belgelerle Yunan Emperyalizmi, Kutsun Yayınevi, İstanbul, 1978.
Manisalı, Erol, Dünden Bugüne Kıbrıs, Sürüm: 1.0, Yeni Gün Yayıncılık,2000, s.18.(Belge İnternetten Pdf olarak alınmıştır).
Olgun, Aydın, Kıbrıs Gerçeği 1931- 1990, Ankara, 1991.
Sonnotlar
[1] Yüksek Lisans Öğrencisi, AEÜ. SBE. Uluslararası İlişkiler Bölümü, Öğr.No: 091169009.
[2] Akritas planı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz., Abdulhaluk Çay, Kıbrıs’ta Kanlı Noel – 1963, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları:93 Seri:1 Sayı: A.13, Ankara, 1989.
[3] Megalo İdea ve Yunan Emperyalizmi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz., Fikret Kürşat, VD, Belgelerle Yunan Emperyalizmi, Kutsun Yayınevi, İstanbul, 1978, s. 19-57.
[4] Hamza Eroğlu, Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Kıbrıs Barış Harekâtı, Ankara,1975, s.40.
[5] Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi tarihi 1914-1980, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara,1983, s.785.
[6] Aydın Olgun, Kıbrıs Gerçeği 1931- 1990, Ankara, 1991, s.25.
[7] A.g.e, s.25.
[8] Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi tarihi 1914-1980, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara,1983, s.786.
[9] Hamza Eroğlu, Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Kıbrıs Barış Harekâtı, Ankara,1975, s.41.
[10] Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi tarihi 1914-1980, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara,1983, s.791.
[11] Aydın Olgun, Kıbrıs Gerçeği 1931- 1990, Ankara, 1991, s.27.
[12] Erol Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, Sürüm: 1.0, Yeni Gün Yayıncılık,2000, s.18.(Belge İnternetten Pdf olarak alınmıştır).
[13] Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi tarihi 1914-1980, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara,1983, s.794.
[14] William Hale, Türk Dış Politikası 1774-2000, ÇEV: Petek Demir, Mart Matbaası, İstanbul,2003, s.157.
[15] Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi tarihi 1914-1980, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara,1983, s.797.
[16] Aydın Olgun, Kıbrıs Gerçeği 1931- 1990, Ankara, 1991, s.30.
[17] Zehra Yalçınkaya Cerrahoğlu, Birleşmiş Milletler Gözetiminde Kıbrıs Sorunu ile İlgili Olarak Yapılan Toplumlararası Görüşmeler 1968-1990, T.C. Kültür Bakanlığı yayınları/2061, Ankara, 1998, s.28
[18] William Hale, Türk Dış Politikası 1774-2000, ÇEV: Petek Demir, Mart Matbaası, İstanbul,2003, s.161
[19] Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi tarihi 1914-1980, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara,1983, s.804.
[20] Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi tarihi 1914-1980, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara,1983, s.804.
[21] Zehra Yalçınkaya Cerrahoğlu, Birleşmiş Milletler Gözetiminde Kıbrıs Sorunu ile İlgili Olarak Yapılan Toplumlararası Görüşmeler 1968-1990, T.C. Kültür Bakanlığı yayınları/2061, Ankara, 1998, s.36.
[22] A.g.e. S.38
[23] Aydın Olgun, Kıbrıs Gerçeği 1931- 1990, Ankara, 1991, s.43.
[24] A.g.e. S.44.
[25] Zehra Yalçınkaya Cerrahoğlu, Birleşmiş Milletler Gözetiminde Kıbrıs Sorunu ile İlgili Olarak Yapılan Toplumlararası Görüşmeler 1968-1990, T.C. Kültür Bakanlığı yayınları/2061, Ankara, 1998, s.40.
[26] Erol Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, Sürüm: 1.0, Yeni Gün Yayıncılık,2000, s.122,23.(Belge İnternetten Pdf olarak alınmıştır)
[27] Ahmet Zeki Bulunç, “LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI VE ZÜRİH-LONDRA ANTLAŞMALARI”, 2005, s.2
Hits: 696