
Mozaik
- 6 Haziran 2019
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Bölgesel Sorunlar
- 2
- Facebook15
- Twitter10
- WhatsApp5
- LinkedIn5
- Telegram0
- Paylaşım
Bir zamanlar mozaik kelimesi çok modaydı. Hatta sırf bu yüzden Antakya’da mozaik müzesini birkaç defa ziyaret ettim. Neymiş bu mozaik, neden herkesin diline pelesenk oldu, bunu anlamak için. Fakat müzeyi ziyaret edince, “mozaik”ten başka kelime bilmez gibi konuşanların mozaiğin ne olduğunu anlamadıklarından başka bir şey öğrenemedim.
Bu günlerde mozaik kelimesi eskisi kadar sık kullanılmıyor. Fakat bu kelime ile amaçlanan şeyler başka şekilde ifade ediliyor. Yani kelime değişse de aynı şey yapılıyor. Üstelik bu konuşma tarzının yaydığı zehir, daha sinsi ve daha etkili. Bazı devlet yöneticilerinin her konuşmalarına onlarca etnik grup ismi ile başlamaları bu tür konuşmalara en iyi örnek teşkil ediyor. Bunlar millete mozaik demeden, bilinçaltlarına mozaik olduğuna dair mesajlar gönderiyor. Yani kelimeyi bizzat telaffuz etmeseler de mozaik meraklıları oldukları açıkça görülüyor.
Bu kişilerin mozaik kelimesi ile Türk vatandaşlarının bir millet değil, değişik etnik gruplardan oluşmuş bir karışım olduğunu anlatmaya çalıştıklarını söylemeye sanırım gerek yok. Amaçları da gayet açık: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tek bir millet olma bilincini tahrip ederek halkı etnik ve dini temelde parçalamak ve birbirinden uzaklaştırmak.
Acı olan, bunun yabancılardan ziyade, kendini aydın diye satmaya çalışan kendi vatandaşlarımız ve halkın oyu ile seçilerek devleti yönetmekle görevlendirilmiş kişiler tarafından yapılması. 21-22 ülkede turist veya devlet görevlisi olarak bulundum ama hiçbir ülkede bizdeki gibi bir tuhaflık yaşandığına şahit olmadım. Bu ülkelerin tamamında insanlar halkla ilgili bir şey söylerlerken genellikle o ülkenin resmi adıyla ifade edilen ulusun adını kullanıyorlardı. Örneğin ABD’liler kendilerine ve ülke vatandaşlarına Amerikalı, İngilizler British, Yunanlılar Helen, Bulgarlar Bulgar, Fransalılar da Fransız diyorlardı. Bu ülkelerde, devleti yönetenler ise bu hususa sıradan insanlardan çok daha fazla dikkat ediyorlardı.
Sadece Kordobalı (Cordoba) bir İspanya vatandaşının İspanyollara sövüp saydığına, kendisinin Endülüslü (kendisi Katolik Hristiyan olmasına rağmen) olduğunu ve Endülüslülerin kurduğu yüksek uygarlığın ilkel ve barbar İspanyollar tarafından yıkıldığını söylediğine şahit oldum ama bunu söyleyen bir devlet görevlisi değildi. Bu tür davranış ve ifadelerin devletin resmi görevlileri tarafından meydanlarda söylendiğini ne duydum, ne de gördüm.
Bununla birlikte, Avrupa ülkeleri ve tabii ki kendilerinden başka kimseye ışık veremeyen bazı yerli aydınlar, bizimle ilgili olarak bir mozaik masalı ortaya attılar ve bizde, batıdan gelen kar-kış bile olsa davul zurna ile karşılamaya hazır olan çevreler tarafından bu kavram hemen benimsendi ve her yerde kullanıldı. Hâlbuki Avrupa ülkeleri, kendileri için, etnik olarak yüzde 60-65’i homojenlik oluşturan hiçbir ülkeyi mozaik olarak kabul etmezler. Üstelik biraz tarih okuyan bir kişinin tüm Avrupa ülkelerinin ve hatta dünyada mevcut diğer ülkelerin çoğunun ne kadar karışık bir etnik temele sahip olduğunu rahatça anlayabileceği halde, nedense Avrupalılar ve yerli işbirlikçileri sadece bize bu sıfatı yakıştırdılar. Bir de karıştırmak istedikleri Avrupa dışındaki bazı ülkelere.
İsterseniz bu durumu biraz daha açmak için bazı Avrupa ülkelerine kısaca bakalım. Örneğin İngiltere şu anda dört ayrı etnik grup halinde bölünmüş durumda. Bunlar İrlandalılar (Kuzey İrlanda’da), Galliler, İskoçlar ve İngilizlerden oluşmaktadır. Üstelik olayın boyutu bununla da sınırlı değil. Başta sömürgeler olmak üzere dünyanın değişik bölgelerinden göç edip İngiltere vatandaşı olan o kadar çok insan var ki, biraz incelerseniz çok şaşırırsınız. 2008-2010 yıllarında Londra’da yaşarken, İngiltere’de 500 binden fazla Türk yaşadığını (Çoğu Londra’da yaşıyor ve söylenene göre bunun 350 bin kadarı Kıbrıslı Türk.) öğrenince ben çok şaşırmıştım. Üstelik Yunan nüfusu da bundan az değil.
Hintli, Pakistanlı ve Sih olmak üzere eski Hindistan sömürgesinden gelenler ise o kadar çok ki hemen her yerde bunlara rastlamak mümkün. Afrika kökenliler ile Avrupa ve Asya’dan gelen diğer insanlar da dikkate alındığında rakamların oldukça fazla olduğunu söylemeye sanırım gerek yok.
Üstelik İngiltere’nin kurucu unsuru olan İngilizler de adalı değil. Sonradan gelip yerleşmişler. Bilindiği gibi İngilizlere Anglo-Sakson derler. Saksonya bu günkü Almanya’nın doğusunda yer alan bir eyalettir. Ama ben hiç kimseden, bizde bazı tiplerin söylediği gibi, İngilizler için; “Siz, şu kadar sene önce burada değildiniz.” şeklinde ukalaca bir cümle sarf ettiğini duymadım. Ayrıca mozaikten bahsedene de rastlamadım. İngiltere’de katıldığım resmi toplantılarda İngiliz yetkililerin genellikle İngiliz, İskoç, İrlandalı, Galli yerine Britanyalı, Birleşik Krallık Vatandaşları gibi terimleri, yani üst kimlikleri kullandıklarına şahit oldum.
Bu durumun sadece İngiltere’ye has bir durum olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu günkü kıta Avrupasının etnik yapısı Asya’dan Türklerin ve Moğolların batıya göç etmesiyle oluşmuştur ve karmakarışıktır. Türk dalgalarının önünde duramayan birçok halk, Rusya’dan, Doğu Avrupa’dan ve Kuzey Avrupa’dan ayrılarak güneye göç edince, bu gün Avrupa’da yaşayan milletlerin ve mevcut devletlerin temeli atılmıştır. Üstelik hem bu göç edenlerden, hem de onları takip eden Türk kitlelerinden büyük bir kısmı diğer unsurlar arasında asimile olup tarihe karışmıştır. Birazdan bunlardan da bahsedeceğim. Ama öncelikle Batı ve Güney Avrupa ülkelerine bakalım.
Bugünkü İspanya, Basklar (Kafkasya kökenli bir halk olduğu iddia ediliyor. Dillerinin Çerkez lehçelerine benzediğini okumuştum. Detayını bilmiyorum. Bilbao bölgesinde yollardaki yazılar Baskça. ETA diye meşhur bir örgütleri var. Yaptığı terör eylemleri ile bir zamanlar Avrupa gündemini oldukça fazla meşgul ediyordu.), Katalanlar (Bunlar Türklerin önünden kaçan göçebe bir halk olduğu söyleniyor. Bir zamanlar tüm Avrupa’da çalkantılara sebep olduktan sonra bu günkü Barselona ve çevresine yerleşmişler. Bunların Katy isimli bir yerel halkla Alanların karışımı olduğunu söyleyen yazılar da okudum ama detayını bilmiyorum.), İspanyollar ve Endülüslüler (Cordoba, Granada, Sevilla gibi şehirlerde yollardaki yazılar Arap alfabesiyle yazılmış durumda ve bu bölgede yaşayan insanların bir kısmı hala kendilerini Endülüs olarak tanımlıyor.) var. Ama İspanyol siyasetçileri ve devlet adamları mozaikten değil birlikten bahsediyorlar.
Fransa da, göç dalgasıyla gelen Germen kökenli kabilelerin kurduğu bir devlet. Baskların bir kısmı şu andaki Fransa sınırları içinde yaşıyor. Alsas-Loraine diye herkesin bildiği ve iki dünya savaşının çıkmasının temel sebeplerinden biri olan bir bölge var. Halkı Alman kökenli. Napolyon’un memleketi olan Korsika adasında yaşayan halk da Frenk değil. Bölgenin yerel halkı. Fransa’da, başta Afrika’dan ve diğer sömürgelerden olmak üzere tüm dünyadan gelip vatandaşlık kazanan kitlelerden bahsetmeye bile gerek yok. Ama Fransızlar asla mozaikten bahsetmezler. Aksine Fransız ulusu kelimesini dillerinden düşürmezler.
Belçika ise belki de Avrupa’daki en ilginç devlet. Tarihte daha önce bu isimle bir devlet hiçbir zaman var olmadı. Bölgeye ismini verenler, Asya veya Doğu Avrupa’dan buraya çok eski dönemlerde göç etmiş olan (Bazı kaynaklarda Kelt veya Germen kökenli bir kabile oldukları yazıyor.) ve diğer halkların arasında asimile olup kaybolan Belgae’ler. Napolyon’un İngiliz ve Avusturyalılarla yaptığı son savaş bu ülkede meydana geldi. Napolyon belası def edildikten sonra, bu bölgenin İngiltere ve Fransa arasında sürekli bir mücadele alanı olması sebebiyle, gelecekte de çatışmalar yaşanmaması için, burada tampon bir devlet kurulmasına karar verildi. Yapay bir sınır çizildi. Hepsi birbiriyle akraba olan Avrupalı kralların soyundan bir prens bulundu ve bu devletin başına kral olarak atandı.
Resmi diller Fransızca, Almanca ve Felemenkçe ’den oluşuyor. Nüfusun önemli bir kısmının dünyanın her yerinden gelip vatandaşlık kazanan göçmenler olduğu göz önüne alınırsa, bu üç resmi dil yanında onlarca başka dilin konuşulduğunu söylemeye bile gerek yok. Ama ülke yöneticilerinin meydanlara çıkıp mozaik muhabbeti yaptığını ne duydum, ne de gördüm. Aksine, her zaman birlikten bahsediyorlar. Üstelik hiç de öyle olmadıkları halde.
Diğer küçük devletlerden (Hollanda, Lüksemburg vb.) bahsetmeye gerek duymuyorum. Onların durumu da hemen hemen aynı. Almanya ve İtalya gibi büyük devletler de çok farklı bir görünüm arz etmiyor. Örneğin Almanya 1871’e kadar birçok prenslikten ibaretti. 1871’de Fransızlar yenilip Alsas-Loraine alınınca, Alman birliği kuruldu. Almanların içinde Danimarkalı ve Polonyalı (Slav) unsurlar daima olmuştur. İtalyanlar da papalık dâhil birçok küçük devlete ayrılmış durumdaydı ve Almanlarla hemen hemen aynı yıllarda birlik kurabildiler. Ama bu siyasi bir birlikti. Çünkü halkın etnik yapısı homojen değildi. Hala da değil. Kuzey bölgeleri aslen Arnavut. Orta bölgeler Etrüsk ve günümüzde de bu bölge halkı kendini Etrüsk diye tanımlıyor.
Sicilya antik dönemde bir Yunan koloni cennetiydi. Adada Kartaca kolonileri de vardı. Sonradan Müslüman Arapların eline geçti. Bu günkü Korsika nüfusu, bunların torunları olmalı. Kuzey güney ayrılığının temelinde ekonomik sebepler kadar, bu tarihi ve kültürel farklılıklar da olduğu söylenebilir. Roma İmparatorluğu döneminde yarımada dışından getirilen ve çok çeşitli etnik kökenleri olan köleler, yerel nüfustan fazlaydı. Bunlar da yerel nüfusla karışıp bu günkü İtalya halkını oluşturdu. Almanya ve İtalya’daki göçmenlerin durumu ise diğer Avrupa ülkelerinden bile daha dikkat çekici. Belki de en fazla yabancı kökenli nüfus bu iki ülkede yaşıyor ama nedense bize mozaik diyenler ve en önemlisi bu ülkelerin yöneticileri kendilerine mozaik filan demiyorlar.
Avusturya hakkında konuşmaya bile gerek yok. Çünkü 1918’de İmparatorluk yıkılana kadar bu ülke nüfusunun çoğunluğu Alman kökenli değildi. Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, Polonya, Bosna-Hersek, Slovenya, Hırvatistan vb. ülkeler bu imparatorluktan çıkan devletler. Bu günkü Romanya ve Polonya topraklarının bir kısmı da bu ülkeye aitti. Bu ülkelere mensup insanların oluşturduğu etnik grupları hala ülkede görmek mümkün ve üstüne bir o kadar da ülkeye çalışmaya gelip vatandaşlık kazanmış insan var. Ama Avusturyalı yöneticiler de mozaikten bahsetmiyorlar.
Biraz daha doğuya gelince durum daha da karmaşık bir hal alıyor. Bu günkü Balkan Coğrafyasında kurulan tüm devletlerin geçmişi ilginç olaylarla dolu. Mesela Yunanistan kendine Helen diyor ama öyle mi acaba? Eski Helen heykellerine bir bakın isterseniz. Yunanistan’da, bu heykellere benzeyen kaç kişi bulursunuz? Çok az. Çünkü Yunan nüfusu karma karışık ve eski Helen kökünden gelen insan bulmak neredeyse imkânsız. Mesela Yunanistan’da çok sayıda Hristiyan Arnavut var ve bunlar etnik kimliklerini gizliyorlar. Nereden mi biliyorum? Çünkü böyle insanlarla tanıştım. Çamerya diye bir bölge var Yunanistan’da. 50-60 yıl öncesine kadar halkının tamamına yakını Arnavut’tu. 2. Dünya Savaşı sonrasında (1944’ten itibaren) yapılan katliamda çoğu ya öldürüldü, ya başka ülkelere kaçtı. Ama hepsi değil. Buna rağmen o bölgede halkın kendi etnik kökeninden bahsedebildiğini sanmıyorum.
Öte yandan Milli Mücadele’den sonra yapılan mübadele anlaşmasıyla Yunanistan’a gönderilen ve Türkçe konuşan Anadolu insanları var. Bunlar Yunanistan nüfusu içinde oldukça yüksek bir oran teşkil ediyor. Bunlardan bazıları Yunanistan’da başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı bile yaptılar. Bu insanlar Karamanlı olarak bilinirler ve Türkçe ’den başka bir dil bilmezlerdi. Bu kişilerden hayatta olanlardan ve hatta onların çocukları ve torunlarından çoğu hala Türkçe konuşuyor. Folklorları, türküleri ve oyunları bile Türk olduklarını gösteriyor. Bazı uyanıklar bunların Türkleşmiş Yunanlılar olduğunu iddia ediyorlar ama tamamen palavra. Müslümanlaşmamışsa Yunanlılar neden Türkleşsinler. Ayrıca Doğu Roma (Bizans) döneminden kalma yazılı eserler ve belgelere bakınca da bunların Türk olduğu anlaşılıyor.
Belgelerde, Doğu Roma İmparatorluğu’nun çok sayıda Peçenek, Oğuz ve Kuman vb. Türk topluluklarını Hristiyanlaştırarak Anadolu’ya yerleştirdiği yazılıdır. Zaten Malazgirt Meydan Muharebesi’nde Romen Diyojen’in ordusunda çok sayıda Türk kökenli asker olduğu Arap kaynakları ve Ermeni ve Süryani kilise kroniklerinde de var. Öte yandan Anadolu Selçuklu Devleti döneminde taht mücadeleleri ve iç çatışmalardan kaçan bazı Selçuklu sultanlarının çocuklarının ve hatta bazı Türk aşiretlerinin İstanbul’a gidip Hristiyan oldukları ve Doğu Roma hizmetine girdikleri de tarihi kayıtlarda mevcut.
Doğu Romalılar, bu Türk kökenli insanlara genel bir isim olarak Türkopol diyorlardı ve Türkopoller zaman zaman devlet yönetiminde de oldukça etkili olmuşlardır. Bu durumdan, nüfuslarının hayli fazla olduğunu anlamak mümkün. Ayrıca Hazar Türk Devleti’nden bazı prenseslerin Doğu Roma İmparatorları ile evlendikleri ve İstanbul’a yerleşen bazı Yahudi Türkleri olduğu da biliniyor. Ne oldu bu insanlara? Elbette tarihi süreç içinde hepsi dillerini unutarak Yunanlaştılar. Anadolu’da yaşayanlar ise Türk olduklarını unutsalar da Türkçe konuşmaya devam ettiler.
Bunları bir yana bıraksak bile Batı Trakya’da hala önemli bir Türk nüfusu var. Diğer Müslüman azınlıklar da var. Öte yandan Hristiyan kökenli ama farklı etnik gruplara mensup (Ulah, Makedon vb.) insanlar da var. Çok sayıda çingene bulunduğunu da söylemeyi unutmamak lazım. Tüm bunlara rağmen Yunanistan’da hiç kimse, hele de devleti yöneten herhangi bir kişi mozaikten filan bahsetmez. Bahsedemez de. Çünkü geçenlerde Batı Trakya Türklerini temsil eden bir siyasi partinin yöneticilerinden olan bir hanımefendinin, “Biz Türk’üz.” dedi diye Yunan basınınca günlerce topa tutulmasından da anlaşılacağı üzere, dayanılmaz bir baskıya maruz kalır.
Gelelim Bulgaristan’a….
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıktığı Bulgaristan, bu günkü Bulgaristan’ın atası sayılır. Gerçi Bulgar devlet tarihi çok daha eskiye gider. Bulgar ismiyle kurulan ilk devlet, Karadeniz kuzeyinde, bu günkü Kırım ve çevresinde 630 yılında Kubrat Han tarafından kurulan Büyük Bulgar Hanlığı’dır. Bu hanlığın halkının çeşitli Türk boylarından oluştuğu konusunda tarihçiler arasında herhangi bir şüphe bulunmamaktadır. Bu hanlık fazla yaşamamıştır. 35 Yıl yaşayan bu devlet Kubrat Han’ın oğulları arasında Kara Bulgarlar, Ak Bulgarlar ve Tuna Bulgarları adı altında üçe bölünmüştür. Tuna Bulgarları, Kubrat Han’ın oğlu Asparuh liderliğinde bu günkü Bulgaristan topraklarında ve çevresinde 679-680 yıllarında bir Bulgar krallığı kurmuştur. Bu Bulgar Krallığı 864 yılında Kral Boris’in Hristiyanlığı kabul etmesiyle Hristiyanlaştı ve Slavlaştı. 1018 yılında ise, Doğu Roma İmparatoru 2. Basileios Bulgaroktonos (Bulgar Katili)’un Bulgar ordusunu yenmesi ve ardından yaptığı büyük bir katliamın ardından yıkıldı.
Ama asıl ilginç olan bundan sonra kurulan ve Osmanlılar tarafından yıkılan Bulgar Krallığı. Bu devleti; Bulgar, Ulah (Romen) ve Kuman toplulukları 1185-1186 yıllarında kurdular. Kurucu hanedan (İlk kralın adı Asen) Kuman Türkü’ydü. Hatta bir veya iki Bulgar kökenli kral dışında bu devletin hükümdarlarının tamamı Kuman kökenliydi. İsimleri de Şişman vb. Türkçe isimler. Ama Bulgarlar bizde bazılarının yaptığı gibi padişahların kimlerle evlendiğine kadar inip tarihi olayları dert etmiyorlar. Kendilerine mozaik filan da dedikleri yok. Üstelik ülkede çok önemli bir Türk azınlık ve Çingene nüfusu olmasına rağmen.
Romanya ise Bulgaristan’dan bile daha ilginç bir yapıda. Bulgaristan’ı kuran unsurlardan biri olan Ulahlar daha sonra bu ülkeden ayrılarak bu günkü Romanya ve Moldova topraklarına göç etmişler. Bu topraklar o zamanlar Kumania olarak biliniyor. Yani Kumanların ülkesi. İlk Ulah (Romen) prensliklerini kuranlar da Kumanlar. O zamanlar Ulahlar, hayvancılıkla geçinen göçebe-yarı göçebe bir toplum. Ulah ismi Slavca kökenli. Ulahların, Romalılaşmış Slav ve Peçenek gibi farlı kökenlerden gelen çobanlar olduğu sanılıyor. Yaşam tarzları Kumanlarla benzer olduğundan, onlarla anlaşmaları ve kaynaşmaları oldukça kolay olmuş olmalı.
Bu günkü Romanya, bilindiği gibi Osmanlı’nın Eflak ve Boğdan eyaletlerinin birleşmesiyle oluşmuş bir devlet. Eflak ve Boğdan’da ilk prenslikleri kuranlar, çoğunluğu Ulah olan bölge halkının başına geçen Kumanlar. Hatta tarihçilere göre Boğdan ismi bile Türkçe bir isim ve Boğdan prensliğinin adı, bu prensliği kuran Kuman liderin isminden geliyor. Boğdan o zamanlar Kumanlar arasında yaygın bir isim.
Bu gün Moldova olarak bilinen devletin geçmişte yaygın olarak kullanılan adı, Basarabya. Halkının çoğu Ulah, yani Romen. Gagauz Türkleri de özerk bir yapıya sahip olarak bu ülkede yaşıyor. Bölgeye ismini veren kişi de bir Kuman Türk’ü olan Basar veya Basarab isminde bir lider. Bölgede ilk bağımsız Ulah (ve Kuman) prensliğini bu Kuman lider kurmuş ve onun adı aynı zamanda bölgenin adı haline gelmiş. .
Üstelik Romanya ve Moldova’da Sekeller gibi başka Türk azınlıklar ve Çingeneler de yaşıyor. Ama hiç kimse ne Romanyalıların ne de Moldovalıların Romen olmadığını iddia etmiyor. Mozaikten bahseden de yok. Üstelik bir zamanlar ne Ulah’ın ne de başka birinin esamisi okunmayan bu topraklarda hâkim unsur Kuman ve Peçenek gibi Türk unsurlar iken bu gün hiçbirinin ortada görünmemesine rağmen.
Sanırım dikkatinizi çekmiştir. Sürekli olarak Peçenek ve Kuman Türklerinden bahsediyorum. Ama şu anda bu ismi taşıyan herhangi bir topluluk yok. Ne oldu bu insanlara? Buharlaştılar mı? Hayır. Hala oradalar. Asimile oldular. Ama nerede yaşadıklarının izlerini bıraktılar. Sadece Basarabya ve Boğdan değil, Balkanlardaki birçok bölge ve yerleşim yerinin adı bu Türkçe konuşan insanların izlerini taşıyor. Birçok yerleşim yerinin, akarsuyun, tepenin, dağın adı, bu insanlardan miras kaldı ve köken olarak Türkçe isimler. Mesela Makedonya’nın önemli şehirlerinden birinin adı Kumanova. Daha da önemlisi bölgenin adı olan Balkan kelimesi de Türkçe bir kelime ve bu gün Anadolu’da hala bağlık, bayırlık yerlere balkan denir.
Macarlar hakkında bir şey yazmaya bile gerek yok. Çünkü onlar, Türk ve Turan kökenli olduklarını kendileri de yazıyorlar. Ama Ukraynalılardan bahsetmeden geçemeyeceğim. Şimdi tam olarak kim olduğunu hatırlamıyorum ama sanırım Ukrayna’nın bir başbakanı veya Cumhurbaşkanıydı, bir konuşmasında şu cümleleri kurduğunu gazetelerden okumuştum. “Biz Tatar ve Peçeneklerle yerel halkın kaynaşmasından oluşmuş bir ulusuz. Kendimize özgü bir kültürümüz vardı. Ama Rusya tarafından hâkimiyet altına alındığımızdan beri kültür asimilasyonuna maruz kaldık ve orijinal kültürümüzü geliştirmekten alıkonulduk.” Cümleler tam olarak böyle olmayabilir ama anlam olarak bunlar ifade ediliyordu. Zaten bu gün de birçok Ukraynalının Peçenek kökenlerini inkâr etmediklerini biliyorum.
Peki, Rusya farklı mı? Ruslar bundan bin yüz sene önce tarih sahnesinde bile yoktu. Zaten Rus ismi bile Slav kökenli bir kelime değil. Bölgede yaşayan halkların başlarına kendilerini yönetmeleri için getirdikleri İsveç veya Norveç prenslerine verilen isim. İlginç bir şekilde Rusya’nın Türk (Tatar) çarı bile oldu. Son hanedan olan Romanovlar ise, sarayda sadece Almanca veya Fransızca konuşacak kadar Rus kökeninden uzaktılar.
Bu günkü Rusya’nın güney kesimlerine bir zamanlar (Balkanlardan Ural Dağlarına ve Kafkas Dağlarına kadar olan bölge), Batılılar tarafından Kumania, Araplar tarafından Deşt-i Kıpçak deniliyordu. Bunlar bölgedeki Türk halkına verilen iki farklı isimden ibaretti. Halk aynı halktı ve bütün tarihçilerin de kabul ettiği gibi bunlar Türk’tü. Ruslar ise Kumanlara Plovic (Polovce kelimesinin çoğul hali) diyorlardı. Kıpçakların Kumanların bir boyu olduğunu iddia edenler veya bu bölgede yaşayan Türklerin Kuman ve Kıpçak boylarından oluştuğu ve kim hangi boyla temasa geçtiyse onun adını kullandığını iddia edenler de var ama bu çok önemli değil. Önemli olan bu insanların Türk olduğunu o dönemde bu halkla temasa geçmiş olan herkesin yazmış olması.
Kumanlar ilk darbeyi Cengiz Han’ın Moğollarından yediler ve önemli bir kısmı Balkanlara gittiler. Balkanlarda Bulgar ve Ulahlarla ve başka unsurlarla karıştılar. Bir kısmı da Doğu Roma İmparatorluğu topraklarına geçti. Alman kabileleri ile, Makedonya ve Bosna’da yaşayan halkla kaynaşıp yok olanlar da oldu. Fakat geride kalanlar da hala bölgede yoğun bir nüfus halinde yaşadıklarından Cengiz’in torunlarının bu bölgede kurduğu Altınordu Devleti’nin resmi dili kısa süre içinde Türkçe oldu ve devlet Türkleşti.
Bu insanlar Kırım ve bu günkü Tataristan bölgelerinde hala Türk olarak yaşıyorlar ama bunların çoğu, Çarlık Rusya’sı döneminde zorla ve baskıyla Hristiyanlaştırıldı ve Ruslaştırıldı. Bu durumu kinayeli bir şekilde ortaya koyan ve “Bir Rus’u hamama götürüp iyice keselerseniz altından ya Peçenek, ya Kuman, ya Tatar veya başka bir Türk boyuna mensup biri çıkar.” Diyen ve bu konuda bir araştırmasını yayınlamaya kalkan bir tarihçi 80’li yıllarda Sibirya’ya sürgün edilmiş. Edilmiş diyorum çünkü bunu Sovyetler dağıldıktan sonra Kırgız hükümetinde bakanlık yapan ve Kırgızistan’dan Sovyetler döneminde çıkmış tek amiral olan bir kişinin oğlundan duymuştum.
Bunun yanında, bu gün Rusya’da birçok özerk bölgede çok çeşitli din ve etnik kökenlere mensup insanlar yaşamasına rağmen, ne bir Rus yazardan, ne de Putin vb. yöneticilerden mozaik diye bir şey duyamazsınız. Onlar bizdeki eşitlerinin aksine, basına veya halka yönelik konuşmalarında önce Tatar, Çerkez, Çeçen, Yakut vb. isimler saymadan daima Rusya ve Rus halkından bahsederler.
Konuyu daha fazla uzatmamak için diğer devletlerden bahsetmeyeceğim. ABD’nin 72 buçuk millet olduğunu zaten herkes biliyor. Çin, tarih boyunca yapılan bir asimilasyon sonucunda bu günkü haline geldi. Hatta Çin’e adını veren ilk devlet olan Chi devletinin kurucularının Hunlar ve Tibetliler olduğu tarihçiler tarafından yazılıp çiziliyor. Bu kurucu unsur yerel halk arasında eriyip gitmiş ve diğer devletleri de bünyesine alıp eritmiş. Ama hala ülkede Moğollar ve Tibetliler ile Kazak ve Uygur Türkleri var. Çin mozaik muhabbeti yapmak yerine, bu gün bu unsurları da asimile etmeye devam ediyor. Hem de, tüm dünyanın gözü önünde ve NAZİ kampları gibi asimilasyon kampları kurmaktan çekinmeden yapıyor. Bu arada bizdeki bazı kişilerin bu kampları bize eğitim kampları diyerek iyi bir şeymiş gibi yutturmaya çalışmalarını kınıyorum.
İran’da, Araplarda ve daha birçok devlette de durum pek farklı değil. Ama ben Türkiye’de mozaiğin renkli taşlarından bazıları olduğu iddia edilen unsurlara değinerek yazıma son vermek istiyorum. İlk olarak Gürcistan ile başlayalım. Bu gün Gürcistan’da birçok farklı etnik grup var. Dahası Gürcüler, tarihi süreç içinde birçok halkla da karışmış durumda. Bölgeye tarih boyunca Doğu Romalılardan İranlılara, Türklere ve Moğollara kadar birçok unsur gelip yerleşti. Bunlar şu anda ortada olmadıklarına göre, eğer buharlaşmadılarsa, yerel halkla karışıp asimile olmuş olmalılar.
Öte yandan Gürcistan’da dini açıdan da farklı unsurlar var. Acara bölgesi Müslüman ve 1918’de yapılan referandumda Türk olduklarını ve Osmanlı’ya katılmak istediklerini ortaya koydular. Ahıska Türklerini sanırım herkes duymuştur. Bunlar Gürcistan’da yaşayan ve önemli bir kısmı Stalin tarafından sürgün edilmiş Türkler. Karapapak vb. Türk unsurları da var. Azerbaycan sınırına yakın bölgelerde Azerbaycan Türkleri, Ermenistan sınırına yakın bölgede ise Ermeniler yaşıyor. Osetler ve Abhazlar 2008’de ayrıldıklarından, bunları dile getirmeye gerek duymuyorum. Bu duruma rağmen hiçbir Gürcü mozaikten filan bahsetmez, fakat bizde mozaiğin bir rengi olarak Gürcülerden bahsetmekten kimse imtina etmiyor.
Ermeniler Osmanlının son döneminde aramızın en çok bozulduğu unsurların başında gelir. Hiç kimse Ermenilerle akraba olabileceğimizi düşünmez ama Kuman Türkçesi ile ve Ermeni harfleriyle yazılmış bir İncil bulunduğunda sanırım birçok kişinin fikri değişmiş olmalı. Yıllar önce Türkiye’den göç etmiş olmalarına rağmen; Avrupa, Ortadoğu ve Amerika’da yaşayan Ermenilerin bir kısmının hala Türkçe konuşmaya devam etmeleri ve çocuklarına da bu dili öğretmeleri bana hep tuhaf gelmiştir. Ama bence bu yatkınlığın etnik ve kültürel bir sebebi olduğu anlaşılıyor.
Daha fazla uzatmadan konuyu bir sonuca bağlamak için yazıma artık bir son vermek istiyorum. Yukarıda da açıklamaya çalıştığım gibi eğer biz mozaiksek, dünyadaki her ülke mozaik. Hem de bizden çok daha fazla renk çeşidine sahipler. Üstelik birçok ülkede bizden de (Türklerden de) oldukça yoğun bir renk var. Eğer diğer ülkeler mozaik değilse, biz hiç değiliz.
Şimdi bazıları çıkıp, “Bırak bunları kardeşim. Bize ne başka ülkelerden. Biz kendimize bakalım. Biz birçok renkten oluşmuyor muyuz?” diyebilir. Desinler. Eyvallah. O zaman ben de bu soruya karşılık onlara şu soruyu soruyorum: “Bizde mozaiğin renklerini oluşturduğu söylenen unsurlar da homojen değiller. Bize büyüteçle bakıp farklılık arayan ve bulduğu farklılıkları ön plana çıkaranların, o ortaya çıkardıkları renklere de dikkatle bakması gerekmez mi? Çünkü o renkler de tek renk değiller. Onlar da birçok renkten veya benzer renklerin farklı tonlarından oluşmuş, mozaik içindeki mozaik gibiler. Eğer Türkiye bir mozaikse, bunu ısrarla dile getirenler, o mozaikteki her renk taşın da kendi içinde birer mozaik olduğunu belirtmeleri gerekmez mi? ”
Zorda kalınca “Tek millet!” deyip bu milletin adını telaffuz etmeyen ama meydanlarda kendisini dinlemek için toplanmış olan insanlara hitap ederken “Kürt, Çerkez, Arnavut…” diye bir sürü isim sayan insanlara da şunu sormak gerekiyor: Kim bu Kürt, Çerkez, Arnavut dediğin insanlar? Türk milleti diye bir millet yok deyip, ardından saydığı diğer isimlerden ise ayrı ve homojen birer milletmiş gibi bahsedenlere da şu soruyu da sormak gerekir: Sen ne dediğinin farkında mısın?
Daha 2006-2007 yıllarında doğuda iki köyün Müslüman olduğunu duydum. Hangi dine mensup olduklarını sordum, Hristiyan Ermeni köyleri olduklarını söylediler. Ne olacak bunlara diye sorunca, Kürt oldular dediler. Eruh vb. yerlerde ilçe merkezinde bazı ailelerin bir-iki kuşak önce Ermeni olduğunu söylüyorlardı. Doğuda çeşitli aşiretlerden konuştuğum kişilerin bazıları aslen Türk kökenli olduklarını, bazıları da aslen Arap kökenli olduklarını ve peygamber soyundan geldiklerini (Seyyit olduklarını) söylüyorlardı. Bazı köylerde konuştuğum yaşlı kişiler, köydeki bazı ailelerin 2-3 kuşak önce Ermeni veya Mıtrıp (Çingene) olduklarını da dinledim. Hatta Abdullah Öcalan’ın kendisi 1990’lı yıllarda PKK’nın bir yayın organında, doğuda oldukça kalabalık bir aşiretten bahsederken “O aşiret aslen Türk aşiretidir ama en temiz Kürtçeyi (Sanırım Kurmanç lehçesini kastediyordu) onlar konuşur.” Diye bir demeç verdiğini kendi gözlerimle okudum. Şimdi bu ülkede yaşayan insanlara, dedelerine başka kökenler yakıştırarak Türk değil diyenler tüm bu insanlara nasıl Kürt diyorlar?
Hadi bunu da geçelim. Kürt kimdir sorusunun cevabı çok daha tartışmalı. Zazaların çoğu Kürt olduğunu kabul etmezler. Kimisi Kürt, kimisi Türk, Kimisi de ne Türk ne de Kürt, yalnızca Zaza olduklarını söylerler. Ama bölücü çevreler nedense bunlara ısrarla Kürt diyorlar. Böyle olmadığını söyleyenlere de cinayet dâhil her türlü baskıyı uygularlar. Üstelik Zazaların kendilerine has ayrı bir dilleri de var. Ama Türkiye’yi ayrıştırmaya çalışanlar, nedense bunları tüm farklılıklarına rağmen Kürt adı altında değişik gruplarla birleştirmeye çalışıyorlar. Tuhaf değil mi?
Öte yandan Kürt denilen insanların bir kısmına Kurmanç diyorlar. Ama bunlar kendi aralarında bile anlaşamıyor. Bir Muşlu askerimi Siirtli bir itirafçı ile konuşurken tercümanlık yapsın diye yanıma almıştım. İkisi konuşmaya başlayınca tuhaf bir durum ortaya çıktı. Birbirlerini anlamıyorlardı. Ama ben nelerden bahsettiklerini anlıyordum. Çünkü çok fazla Türkçe, Farsça ve Arapça kelime (Bu kelimeler benim dedemin ve ninemin de kullandığı kelimelerdi.) kullanıyorlardı. Mesela biri bahçe derken, diğeri bostan diyordu. Ben iki kelimeyi de bildiğinden ikisini de anlıyordum ama onlar birbirlerinin ne dediğini anlamıyorlardı.
Geçelim Irak tarafına. Sınıra yakın bölgede Behdinanca konuşulur. Bu insanlara da Kürt diyorlar. Üstelik Erbil, Süleymaniye hattında da Soranice konuşuluyor ve bunlara da Kürt diyorlar. Bu bölgede yaşayan Şebek aşireti var. Bildiğim kadarıyla konuştukları dilin ne Behdinanca ile ne de Soranice ile hiçbir alakası yok. Fakat Barzani yönetimine göre bunlar da Kürt. Ayrıca, bölgede Yezidi, Nasturi, Keldani, Süryani ve hatta Yahudi vb. onlarca farklı unsur var. Hepsinin de kendine has dil, din, mezhep ve kültürü var. Ama nedense Türkiye’ye mozaik diyenler, tüm bu insanlara bakıp Irak Kuzeyindeki insanlara mozaik demiyorlar. Gerçek şu ki eğer Türkiye mozaik ise, bunlar mozaiğin dik alası. Hatta çok daha fazla farklı renkleri var. Bu renkler de bir uyumdan ziyade tam bir kontrast teşkil ediyorlar.
Gelelim Çerkezlere. Çerkez kimdir? Adige, Abaza, Hatukay, Kabartay, Abzıh, Karaçay, Çeçen vb. birçok farklı insan var. Hepsinin farklı dili ve kültürü var. Mesela Karaçaylar Türkçe konuşurlar. Ama bunların hepsine genel olarak Çerkez demekten kimse çekinmiyor. Arnavutlar da çok farklı değil. Gega’sı var, Toska’sı var. Müslüman’ı var, Hristiyan’ı var. Müslümanlarının Sünni’si var, Bektaşi’si var. Hristiyanlarının Ortodosk’u var, Katolik’i var. Var oğlu var. Bunlar da kendi aralarında mozaik değil ama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bakınca birden bire mozaik oluyorlar.
Kimse beni yanlış anlamasın. Bu saydığım isimlerin hiçbiri ile bir sorunum yok. Bu ülkenin tüm vatandaşlarını seviyorum. Benim inandığım millet kavramı, Atatürk’ün millet kavramıyla aynı. Yani “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Bu tanım ırk temelli bir anlayış değil. Daha çok; coğrafi, siyasi ve kültürel temelli bir anlayış. Elbette ki bu halkı oluşturan insanlar arasında bazı farklılıklar var. Bu doğal bir durum çünkü tüm ülkelerde benzer bir durum var. Ama bu farklılıkları bahane ederek Türk milletine mozaik demenin, eğer art niyet değilse bile gaflet ve delaletten başka bir şey olmadığını düşünüyorum. Çünkü bu kavram halkı bölmek için kullanılan bir kavram ve halkı bölmenin sınırı da yok. Eğer insanları bölmeye ve ayrıştırmaya başlarsanız, bu ülke vatandaşlarının ayrıştırılmak istedikleri unsurları da kendi içinde ayrıştırmak ve hatta herkesi tek bir bireye kadar ayrıştırmak mümkün.
Bunun örneklerini Balkanlarda yaşadık. Batılı devletler Balkanlarda yaşayan insanları propagandalarla önce Müslüman Hristiyan diye ikiye böldüler. Ardından Hristiyanları da Sırp, Bulgar, Yunan diye ayrıştırdılar. Bununla da yetinmediler ve Bulgarların kendilerinden olduğunu iddia ettikleri Makedonlar da ayrı bir unsur haline geldi. Yahudi, Ulah, Leh vb. ne varsa en küçük parçaya kadar böldüler. Sonuçta Balkan Savaşlarında önce Hristiyanlar Osmanlı’ya saldırdılar ve Müslümanlara, özellikle de Türklere büyük bir katliam uyguladılar. Bazı kaynaklara göre 2.5 milyon Türk öldürüldü. Ardından da birbirlerini öldürdüler.
Benzer bir durum günümüzde de yaşandı ve hala yaşanıyor. Yugoslavya paramparça oldu ve bu parçalanma yüzbinlerce masum insanın hayatına mal oldu. Arap Baharı denilen olayda da benzer bir durum yaşandı. Bu gün Libya paramparça ve insanlar birbirlerini öldürmekle meşguller. Yemen, Irak ve Suriye’de de durum aynı.
Peki, bu duruma nasıl gelindi? Bir yazı okumuştum, şöyle diyordu: “Bir ülkede iç savaş çıkarmak için insanları birbirine karşı kışkırtmaya gerek yoktur. İnsanları farklı gruplara bölüp onları, tek bir bütünün parçası olmadıklarına ve birbirlerinden farklı olduklarına inandırın yeter. Bir ülkede yaşayan insanlar din, dil veya etnik köken temelli olarak birbirinden ayrılır ve biz yerine ben ve ötekiler demeye başlarlarsa, kendiliğinden birbirlerine saldıracak ve dünkü komşularını öldürmeye başlayacaklardır.” Benim tek endişem, mozaikçilere inanıp bu durumun bizim ülkemizde de yaşanması ihtimalinden ibarettir.
Yazımın başında Hatay’daki mozaik müzesini ziyaret ettiğimden bahsetmiştim. Hatay’a yolu düşen herkese bu müzeyi ziyaret etmelerini tavsiye ederim. Olağanüstü güzel mozaikler var. Bir sürü farklı renkli küçük taş parçası yan yana ve iç içe dizilerek çok güzel resimler yapmışlar. Benim müzeye girer girmez ilk dikkatimi çeken şey, bazı mozaiklerin sadece bir parçasının olmasıydı. Biraz yaklaşınca gördüm ki renkli küçük taşlar bir ana zemin oluşturan yekpare bir taş veya harç üzerine dizilmişler. Bu zeminin kırılıp tahrip olduğu yerlerde mozaiği oluşturan renkli taşlar da o zeminle birlikte yok olup gitmişler.
Bu durumdan da anlaşıldığı gibi, eğer tüm taşları üzerinde tutan ana zemin olmazsa, farklı renklerdeki taşlar hiçbir anlam taşımazlar. Karmakarışık ve sıradan renkli taşlar olmaktan öteye gidemezler. Varlıklarının ne tek başlarına, ne de diğer renkli taşlarla karışık bir halde bir anlamı olmaz. Bu sebeple mozaikleri bulup çıkaranlar, toprağa karışmış olan küçük taşları bulamamış, bulsalar da bir değer veremediklerinden müzeye koymamış olmalılar.
Bazı mozaiklerde zemin hala sağlam olmasına rağmen üzerindeki taşlar yok. Ana zeminden ayrılan taşlar yok olup gitmişler ama ana zemin hala varlığını devam ettiriyor. Çoğu insan ilk bakışta bu ana zemini görmez veya görse bile önemini anlamaz ama bu durumdan benim anladığıma göre asıl olan ana zemin. Diğer taşların güzel bir resim oluşturabilmesi için bu zeminin sağlam olması şart. Renkli taşlar ayrılıp gitse de ana zemin varlığını sürdürebilir ama renkli taşlar varlıklarını sürdüremez. Onun için, sadece renklerin büyüsüne kapılıp ana zemini görmezden gelmemek lazım.
Biraz daha yaklaştığımda ise şunu fark ettim. Uzaktan bakınca tek renk gibi gördüğüm taşların da renkleri bire bir aynı değil. Örneğin yeşil bir zemini oluşturan taşlara bakınca yeşilin bin bir tonu ve hatta arada başka renkler de olduğu anlaşılıyor. Ayrıca farklı renkler de ayrı ayrı bölgelerde toplanmamış. Adeta birbirine karışmış gibi iç içe girmişler. Bu sayede güzel bir resim ve güzel bir kompozisyon oluşmuş.
Bu küçük taşları renklerine göre gruplayıp ana zemin üzerinde sırayla farklı yerlere yan yana yerleştirselerdi, ne resim olurdu, ne de kompozisyon. Aynı renklerin farklı tonlarını da ayırmaya kalksalardı, bu sefer ortaya çıkacak şeyin hiçbir anlamı olmazdı. Üstelik farklılık arayanlar için farklılık bulmanın bir sınırı da yok. Bu yüzden farklılıklar üzerinden hareket etmek hiç iyi değil. Güzel bir kompozisyon için ortak tasarım ve birleştirici unsurlar üzerinden hareket etmek gerekiyor. Renkleri tek tek değil, bir bütün olarak görmek ve birbiriyle uyumlu bir şekilde sağlam bir zemin üzerine dizmek gerekiyor.[1]
[1] Metinde geçen konular hakkında detaylı bilgi için Prof. Dr. Tuncer Baykara’nın Türkiye Selçuklularının Sosyal ve Ekonomik Tarihi, Erkan Göksu’nun Türkiye Selçuklularında Ordu, Faruk Sümer ve Ali Sevim’in Türkçe’ye tercüme ederek yayınladığı İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı, Yusuf Ayönü’nün Selçuklular ve Bizans, Murat Hadji’nin Kaybolan Millet (Deşt-i Kıpçak Medeniyeti) ve ISTVAN Vasary’nin Kumanlar ve Tatarlar, Osmanlı Öncesinde Balkanlarda Doğulu Askerler (1185-1356) (Çev. Ali Cevat Akkoyunlu) isimli eserlerine bakabilirsiniz.
Hits: 15
TÜRKİYE’NİN 1964’TEN 1974’E KIBRIS POLİTİKASI
- 4 Haziran 2019
İç Güvenlik Harekâtında Üs Bölgesi Emniyeti İçin A...
- 6 Haziran 2019