
İkinci UFO Tecrübem
- 26 Haziran 2019
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Bilim ve Teknoloji
- 1
Daha önceki yazımda ilk defa nasıl bir UFO olayı ile karşılaştığımdan kısaca bahsetmiştim. Bu olaydan yıllar sonra bir başka UFO olayı ile karşılaştım. Şimdi bu olaydan kısaca bahsedeceğim.
Birinci olaydan yıllar sonra, karargâhıyla Siirt’in Pervari ilçesine bağlı Okçular Köyü’nde konuşlu bir tabura, tabur komutanı olarak atandım. Göreve başladıktan kısa süre sonra, şimdi kim olduğunu tam olarak hatırlamıyorum ama, ya karargâh bölük komutanı veya aynı üs bölgesinde bulunan diğer bölük komutanı bir gün bana gelip bazı geceler gökyüzünde garip şekilde hareket eden uçan cisimler gördüklerini anlattı.
Ben bunların Türkiye’ye ait İHA’lar (İnsansız Hava Araçları) olabileceğini söyledim. “Muhtemelen terörist faaliyetlerini tespit etmek için keşif uçuşu yapıyorlardır.” dedim. Fakat o, bir zamanlar kamuoyunda Amerikalıların PKK’ya helikopterlerle yardım malzemesi attıklarına dair haberleri hatırlatarak bu ışıkların da ABD İHA’larının Türk ordusunun faaliyetlerini tespit ederek PKK’ya haber vermek için yaptığı bir keşif faaliyeti olabileceğini iddia etti. Ben buna pek ihtimal vermediğimi söyleyince de bu ışıkların hep gece geç vakitlerde göründüğünü söyleyerek iddiasında ısrar etti. Bunun üzerine, rütbesi ne olursa olsun bu tür cisimleri gören herkesin derhal odama gelmesini, eğer bu kişi nöbetçiyse, nöbet yerini terk etmesi uygun olmadığı için, telefonla veya telsizle haber vermesini söyledim.
Birkaç gün sonra akşam 23.00 sıralarında telefonum çaldı ve söz konusu uçan ışıkların göründüğü haberi verildi. Hemen dışarı çıktım ve gökyüzüne bakmaya başladım. Binanın önünde toplanmış olan birkaç kişi daha gökyüzüne bakıyordu. Gökyüzünde, oldukça yüksek irtifada tuhaf hareketler yapan iki adet uçan cisim olduğunu fark etmem uzun sürmedi.
Işık yayarak uçan bu cisimler Çaçi Dağı istikametinden gelip Herekol Dağı’nın en yüksek yerlerinden biri olan Nar Tepe istikametine doğru inanılmaz şekilde büyük bir hızla uçtular ve gözden kayboldular. Birkaç dakika sonra bu sefer gittikleri istikametten geri döndüler ve üzerimize doğru geldiler. Cisimlerden biri hızla Çaçi Dağı istikametine doğru uçmaya devam ederken, diğeri tam üzerimizde durdu.
Mesafe çok fazla olduğundan, zayıf bir ışıktan başka bir şey görünmüyordu. Normal olarak havada süzülerek durabilen tek hava aracı helikopterdi. Çünkü o zamanlar şimdiki gibi havada sabit durabilen İHA’lar yoktu veya varsa da ben bilmiyordum. Bu aracın havada asılı durduğunu görünce hemen İslahiye’deki olay aklıma geldi. Ama bunun bir balon olma ihtimali yoktu. Çünkü çok hızlı bir şekilde üzerimize gelmiş ve birden bire durmuştu. “Acaba bu gerçek bir UFO olabilir mi?” diye aklımdan geçirdim. Ama İslahiye fiyaskosu aklımda olduğu için buna ihtimal vermedim.
Gece karanlığında etrafta hiçbir ses olmadığından, kulaklarımı dört açıp dikkatle gökyüzünü dinlemeye başladım. Fakat asılı vaziyette duran cisimden herhangi bir motor sesi gelmiyordu. Ya çok yüksekte olduğu için veya benim bildiğim motorlu hava araçlarına benzer bir şey olmadığı için. Bu cismi daha iyi görebilirim düşüncesiyle, haberciyi el dürbünümü getirmesi için odama gönderdim. Fakat o daha binaya girmeden, cisim tekrar hızla Çaçi istikametine doğru uçtu ve gözden kayboldu.
O sırada gökyüzüne bakan asker, uzman çavuş, astsubay, subay kim varsa hepsine bu ışıkları daha önce görüp görmediklerini sordum. Bu ışıkların, her gece olmasa da, iki üç akşamda bir mutlaka göründüğünü söylediler. Bunun ne olduğunu bilip bilmediklerini sordum. Bazıları bizim İHA’lar olduğunu, bazıları uluslararası uçuş yapan sivil uçaklar olduğunu, bazıları ise Amerikalıların İHA’ları olduğunu söylediler. Fakat bir asker heyecanlı bir şekilde bu iddialara itiraz etti. “Komutanım, biraz önce siz de gördünüz. Bu ışıklar çok hızlı uçuyorlar. Ben bu kadar hızlı uçan bir uçak görmedim. Üstelik biri 2-3 dakika süreyle tam tepemizde sabit bir şekilde durdu. Helikopterden başka bu şekilde havada durabilecek hiçbir araç yok. Helikopterler ise o kadar yüksekten uçamazlar. Üstelik helikopterler çok ses çıkarırlar. Bunlardan hiç ses gelmiyor.” dedi.
Ben askerin bu heyecanlı tavrını görünce konuşmanın sonunun nereye gideceğini tahmin ettim ama yine de “Peki o zaman, ne bunlar?” diye sormaktan kendimi alamadım. Biraz önce heyecanlı heyecanlı konuşan asker bir an durakladı. Söyleyeceği şeyin beklemediği bir tepki doğuracağını düşünüyormuş gibi yüzüme baktı ve sanki kelimeler ağzından zorla çıkıyormuşçasına mırıldanarak cevap verdi. “Bence bunlar Uçan Daire olabilir, komutanım…”
Asker bunu söyler söylemez orada bulunanların çoğu gülmeye başladı. Askerin, ya mahçup olduğundan ya da kızdığından suratının kıpkırmızı olduğunu görünce diğerlerini ikaz etmek zorunda kaldım. “Arkadaşlar! Niye gülüyor sunuz? Arkadaşımız fikrini söyledi. Size saçma bile gelse gülmeniz ayıp bir şey.” deyince bir iki uzman çavuş da askerin fikrini desteklemeye başladı. “Komutanım… Zaman zaman gazetelerde de okuyoruz. Dünyanın hemen hemen her yerinde bazı insanlar Uçan Daireler gördüklerini söylüyorlar. Belki bunlar da uçan dairedir..” diye konuşmaya başladılar.
Uzaylıların sık sık gelip bizim üs bölgesini gözetlemesi pek mantıklı görünmediğinden bunun UFO veya benzeri başka bir şey olmadığı muhakkaktı. Ama ortada da tuhaf bir durum vardı. Uçan cisimlerin inanılmaz derecede hızlı bir şekilde uçtuklarını ve birinin tam üs bölgesi üzerinde 2-3 dakika asılı bir şekilde sabit durduğunu ben de görmüştüm.
Ama beni asıl endişelendiren şey, bunların Uçan Daire olup olmaması değildi. Taburun Uçan Daireler tarafından geceleri gözetlendiğine dair bir dedikodu yayılırsa, büyük sorunlarla karşı karşıya kalacağımı biliyordum. Çünkü tabura katılır katılmaz, başka bir inanılması güç olay hakkında ortaya çıkan dedikoduların yarattığı sorunlarla başa çıkmak için çok uğraşmıştım.
Taburu teslim almamdan kısa bir süre sonra, bir sabah erken saatlerde, emniyet tepesinden bir askeri bana göndermişlerdi. Emniyet tepesi komutanının ve Karargâh Bölük Komutanı’nın söylediğine göre bu asker, bir süre önce geceleri nöbet tutarken birçok mağaranın bulunduğu bir sırt istikametinden ve sırtın aşağısındaki dereden beyaz kıyafetler içinde aksakallı bir dedenin kendisine doğru geldiği görmeye başlamış.
Daha sonraki günlerde ise, bu yaşlı adamın kendisini çağırdığını söylemeye başlamış. Bir önceki akşam da silahını mevzide bırakıp kendisini çağıran dedenin yanına gitmeye kalkışmış. Mevzideki diğer askerler fırlayıp askeri yakalamışlar ve telsizle emniyet tepesi komutanına haber vermişler. O da askeri sabaha kadar gözetim altında tutup, sabah bana göndermiş. Ben askerle biraz konuşunca psikolojik durumunun iyi olmadığına karar vermiş ve ertesi gün gelen helikopterle Siirt’e hasta haneye göndermiştim.
Fakat bu olay, emniyet tepesindeki askerler arasında yayılmış ve o bölgede bir yatır olduğundan, daha önce orada öldürülen yaşlı bir adamın ruhunun geldiğine kadar bir sürü farklı hikâye anlatılmaya başlanmıştı. Hatta köylüler tarafından, emniyet tepesine çıkarken patikanın takip ettiği sırtın en üst noktasında etrafı taşlarla çevrili bir ağacın altında yattığı söylenen, İslam’ın ilk dönemlerinde Anadolu’yu İslamlaştırmaya gelen ve orada şehit olan sahabelerden birinin bazı geceler etrafta dolaştığına dair efsaneler üretilmişti. Bu olayın gerçek olmadığını, askerin psikolojik sorunlar yaşadığını ve hayal gördüğünü emniyet tepesindeki askerlere defalarca anlatmak zorunda kaldım. Çünkü ast rütbelerdeki bazı personel bile bu hikâyelere inanıyormuş gibi görünüyordu.
Bu sebeple, etrafımda toplanmış olan personele, gördüğümüz ışıkların yıldız kaymasından ibaret olduğunu, duruyormuş gibi görünen ışığın da geri plandaki bir yıldız olduğunu, karanlık sebebiyle gözümüzün yanıldığını anlattım. Söylediklerim bana bile mantıklı gelmiyordu ama bazı personelin söylediklerimden ikna olduğu anlaşılıyordu. Bunun üzerine herkesin dağılmasını ve gidip yatmasını söyledim.
Ertesi gün durumu Tugay’da ilgili kişilere bildirdim. Bizim İHA’ların keşif için bazı geceler uçtuklarını ama bunun çok sık tekrarlanan mutad bir olay olmadığını söylediler. Eğer alçaktan uçan veya tuhaf hareketler yapan bir şey görürsek anında haber vermemizi, çünkü başka karakollar ve üs bölgelerinden de ara sıra benzer haberler aldıklarını söylediler.
Bunun üzerine akşam olunca hemen karargâh binasının dışına çıktım. Bir sandalyeye oturup gökyüzünü seyretmeye başladım. Bir müddet sonra yine Çaçi Dağı istikametinden gelen ışıklar gördüm. Bunların bazıları tek, bazıları da iki ışıktan ibaretti. Işıklar bazen Çaçi istikametinden gelip Herekol istikametine gidiyor, bazen de ters istikamette uçuyorlardı. Ancak hiçbiri çok hızlı uçmuyor ve havada asılı bir şekilde de durmuyor, normal bir uçak gibi uçup gidiyordu. Bunun üzerine, uluslararası uçuşlar yapan uçakların uçuş rotası üzerinde olduğumuzu ve o akşam gördüklerimizin bir göz yanılmasından ibaret olduğunu düşünmeye başladım.
Dağ başında kaderine terk edilmiş gibi bir durumda olduğumuzdan (Çünkü Siirt bize çok uzaktı ve olumsuz hava koşulları sebebiyle helikopterle bile her zaman bize ulaşmak mümkün olmuyordu.) taburun komutasını devraldığım ilk günden itibaren iki yıl boyunca geceleri hiç uyumadım. Silah ve teçhizatım yanımda sabaha kadar uyanık halde bakledim. Sabah hava aydınlanırken kahvaltı ediyor, bölükler sabah tekmilini alıp herhangi bir sorun olmadığını bildirince de yatıyor ve öğleye kadar uyuyordum.
İşte gece boyunca gökyüzünü seyrettiğim gün de sabah hava aydınlanırken mutfaktan kahvaltımı getirdiler. Bölükler henüz tekmil almamışlardı. Tam kahvaltı etmeye başladığımda bir uçak sesi duydum ve odamın penceresinden Çaçi Dağı istikametine doğru baktım. Ne yalan söyleyeyim, gördüğüm manzara karşısında refleks şeklindeki ilk tepkim şu oldu: “Vay anasını s…m. Bu da ne lan?”
Sanırım, gördüğüm manzarayı kim görse aynı tepkiyi verirdi. Çünkü Çaçi Dağı üzerinden bir savaş uçağı aşağıya doğru dalışa geçmiş ve Okçular Deresi’nin açtığı vadiden benim bulunduğum karargâh binasına ve hatta benim odama doğru hızla yaklaşıyordu. Uçaklar konusunda uzman değilim ama anladığım kadarıyla bir F-16’ydı. Savaş uçakları kısa mesafelerde ani manevra yapamayacaklarından uçağın hedefi karargâh binasından başka bir yer olamazdı. Çünkü önümüzde bulunan ve Çaçi Dağını görebildiğimiz vadi çok dardı. Geri bölgemizde ise, dağ neredeyse 90 derecelik bir açıyla birden bire yükseliyordu. Bu uçağın sağa veya sola manevra yapması imkânsız, bizim üzerimize daldıktan sonra o kadar kısa mesafede yeniden yükselmesi ise çok zordu.
Saniyeler içinde aklımdan bin bir türlü soru geçmeye başladı.
“Bunlar ABD uçakları mı?”
“Acaba akşamları uçan cisimler keşif yapan İHA’lardı ve onların tespitlerine göre bu uçak bizi mi bombalayacak?”
“Yoksa bizim bir pilot kafayı yedi de bize kamikaze mi yapıyor?”
“Acaba PKK Hava Harp Okulu’na birini öğrenci olarak sızdırdı da, herif pilot olunca bizim uçağımızla bize mi dalacak?”
Daha neler neler…
Fakat uçak bu arada iyice yaklaşmıştı ve artık benim bulunduğum binaya saldıracağı iyice ortaya çıkmıştı. Bizi bombardımana tabi tutmaktan çok, ABD’deki 11 Eylül olayında olduğu gibi kafadan binaya ve hatta benim pencereden içeriye girecek gibi görünüyordu.
Hemen silahımı ve yanımda duran hücum yeleğimi kaptım ve kendimi dışarıya attım. Bir yandan da telsizle personelin binaları terk etmesi için emir vermeye çalışıyordum.
Ben dışarı çıkana kadar, uçak sanki karargâh binasını yalayacak kadar alçaktan geçtikten sonra aniden yükselişe geçmiş ve inanılmaz bir şekilde tekrar yükselerek Herekol Dağı üzerine doğru uzaklaşmıştı. Kapıdan çıkarken, tamamen taştan inşa edilmiş ve çok kalın duvarları olan binanın zangır zangır sarsıldığını hissettim.
Ama dışarı çıkınca bir de ne göreyim?
10-15 kadar subay, astsubay ve uzman çavuş toplanmış uçağın hareketlerini seyrediyorlardı.
Hatta birkaç tanesi gördüklerinden çok heyecanlanmış olmalı ki uçağın bu hareketini alkışlıyorlardı.
Ben bu personeli görünce şaşırdım ve ne olduğunu anlayamadım. Bu sırada iki savaş uçağı Herekol istikametinden geri döndü ve hızla tekrar üzerimizden geçti. Meğerse havada iki uçak uçuyormuş. Ama birisi yüksekten uçtuğu için ben odadan onu fark edememişim.
Beni silah ve teçhizatla şaşkın şakın etrafa bakarken gören bir teğmen gülümseyerek yanıma doğru yaklaştı.
Ben heyecanlı bir şekilde teğmene seslendim: “Bu ne oğlum?”
Teğmen çok endişeli olduğumu anlamış olmalı ki hemen ciddi bir ifade takınarak cevap verdi.
“Komutanım, …….’ın amcasının oğlu pilotmuş. Bu bölgeden uçacaklarmış. Size selam vereceğim, seyredin diye telefonla haber vermiş. Biz bir saattir onu bekliyorduk. Biraz önce dalış yapan oydu.”
Bunu duyunca gayriihtiyari bir şekilde bağırmaya başladım. “İyi halt ediyordunuz. Hay……’un da, amcasının oğlunun da, onu pilot yapanın da……….”
Bir müddet söylendikten sonra kendime geldim.
“Kardeşim, madem uçakların geleceğinden haberiniz vardı da neden bana haber vermediniz? Yüreğim ağzıma geldi lan.” diye tekrar teğmene çıkıştım.
O sırada, teğmenin bahsettiği kişi benim sözlerimi duymuş, yanıma yaklaşmış ve “Ben ne halt ettim?” der gibi bana bakıyordu.
Orada toplanmış olan personele “Hadi dağılın. Herkes işine gücüne baksın.” dedikten sonra endişeli bir şekilde bana bakan çocuğa döndüm.
Selam verip karşımda endişe içinde duran çocuğun hafif hafif titrediğini görünce, biraz sert davrandığımı düşünerek üzüldüm.
Sonra panik halinde odadan çıkışım ve kendimi bina dışına atışım gözümün önüne geldi.
İçimden kendi halime güldüm.
Ama yine de yumuşadığımı belli etmemeye çalıştım.
“Oğlum….” dedim.
“Sen ne düşüncesiz bir adamsın!”
Çocuk “Komutanım…” diye mırıldanarak bir şeyler söylemek istedi ama ben konuşmaya devam edince sustu.
“Oğlum. Zaten bütün gece uyumadım. Sabah kahvaltı edip yatayım diye düşünürken birden pencereden üzerime doğru dalış yapan bir savaş uçağı gördüm. Lokmam boğazıma tıkandı. Ruhumu teslim ediyordum. Sen beni öldürmek mi istiyorsun?”
Çocuk hemen başını kaldırdı ve “Olur mu öyle şey komutanım. Ben amcaoğlumun böyle bir şey yapacağını bilmiyordum.” diye cevap verdi.
“Nasıl bilmiyordun? Sana haber vermiş bir gün önceden.”
Çocuk tekrar konuşmaya başladı.
“Komutanım. Dün amcamın oğlu telefonla beni aradı. Yarın sabah sizin bölgede uçacağız. Biraz alçaktan uçacağım ve sana selam vereceğim dedi. Ben bu kadar alçaktan uçacağını, hele de böyle tehlikeli bir şekilde dalış yapacağını düşünmedim. Ama sabah böyle bir hareket yaptı. Biz de o dalıştan sonra tekrar yükselemeyecek ve üzerimize düşecek diye çok korktuk. Ben hemen kendisini arayıp bir daha böyle bir şey yapmamasını söyleyeceğim.”
“Sadece bu kadarını söyleme. Şunu da ilave et.” dedim ve devam ettim.
“Hava Kuvvetleri artistlik olsun diye böyle tehlikeli bir şekilde uçan pilotlara ceza veriyor. Hatta uçuştan bile alıyor. Bir daha üzerimizden böyle uçtuğunu görürsem, hemen yazı yazıp yukarıya bildiririm.”
Bunun üzerine çocuk biraz rahatladı.
Bir sürü özür ve teşekkürden sonra, gidebileceğini söyledim.
Odama gidip yatmak için hazırlanmaya başladım.
Ama uzun süre yatakta dönüp durduktan sonra zor bela uyuyabildim.
Çünkü gözümü kapattığım anda; gece gördüğüm ışıklar, uçan daireler ve odamın penceresinden içeri dalacakmış gibi üzerime doğru yaklaşan savaş uçağı gözümün önüne geliyordu.
Bu ışıkları daha sonra zaman zaman gözlemledim. Hemen hemen her gece üzerimizden geçiyorlardı. Uçuş istikametleri ve izledikleri yol hep aynı idi. Motor sesi duyulmamasından çok yüksekten geçen yolcu uçakları oldukları anlaşılıyordu. Nitekim gündüz vakti de gökyüzüne baktığımda zaman zaman çok yüksekten arkalarında iz bırakarak geçen uçakları görüyordum.
Bu ikinci UFO hikâyesi de tam olarak hikâye çıkmıştı. Ancak UFO’larla ilgili olarak karşılaştığım üçüncü olay bir hikâye değil, gerçek gözlem ve şahitliklere dayanıyor. Bunu da başka bir yazımda anlatacağım.
24.06.2019
Hits: 63
Atılgan’dan Tarihe Bir Not…
- 22 Haziran 2019
BENDE BİR FOTOĞRAF VAR, YARISI YOK!
- 29 Haziran 2019