
Soğuk Savaş’tan Günümüze Kadar Yaşanan Siyasi ve Askeri Gelişmeler Sonucunda Girilen Yeni Dönem: Ilık Savaş Dönemi
- 30 Ağustos 2019
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Küresel Sorunlar
- 2
Dünya, II. Dünya Savaşı sonrasında Doğu ve Batı olarak ikiye ayrıldı ve iki pakttan oluşan bir askeri ve siyasi yapı ortaya çıktı. Daha sonra Bağlantısızlar hareketi ortaya çıksa da bu hareket çok büyük bir etki yaratamadı. Bunun sonucunda 1990’lara kadar devam eden ve sürekli bir konvansiyonel ve nükleer silahlanma ile tanımlanabilecek olan gerilim dönemi yaşandı. Fakat 1990’larda Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği yıkılınca Soğuk Savaş dönemi sona erdi.
Artık herkes dünyanın gerilimden uzak ve barış içinde yaşayacağını düşünürken beklenmedik şekilde birçok bölgede birçok küçük çatışma, iç savaş ve dış müdahale ortaya çıktı. Bu çatışmaları dikkatle incelediğimizde, bunların rastgele ve bölgesel sorunlardan kaynaklanan çatışmalar olmadığı anlaşılmaktadır. Soğuk Savaş’tan günümüze kadar devam eden çatışmalar ve savaşlara bakıldığında, bunların Soğuk Savaş dönemindeki mücadelenin başka vasıtalarla devam ettirilmesinden kaynaklandığı ve ABD ile AB’nin dünyayı kendi çıkarlarına göre yeniden şekillendirme çabalarının bir sonucu olduğu görülmektedir. Bunun böyle olduğunu anlamak için Soğuk Savaş sona erdiği andaki sınırlara ve bundan sonra çıkan çatışmalar ile değişen siyasi haritalara bakmak yeterlidir.
Soğuk Savaş sona erdiğinde Ortadoğu ve Balkanlardaki düzen; I. Dünya Savaşı sonrasında İngiliz ve Fransızlar tarafından kurulmuş olan düzendir. Ortadoğu’da bu düzenin kurulması, 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması ile İngiltere ve Fransa arasında 1919 yılında imzalanan Suriye İtilafnamesi’yle sağlanmıştır. Balkanlarda ise bu günkü devletlerin sınırları; Almanya ile 28 Haziran 1919’da yapılan Versailles (Versay), Avusturya ile 10 Eylül 1919’da yapılan Saint Germain (Sen Jermen) ve Bulgaristan ile 27 Kasım 1919’da yapılan Neuilly (Nöli) Antlaşması ile belirlenmiştir.
Bu dönemde ayrıca; 1918 yılında Çek ve Slovaklar birleştirilerek Çekoslovakya ve Sırplar, Hırvatlar, Slovenler, Boşnaklar, Arnavutlar, Karadağlılar, Makedonlar birleştirilerek Yugoslavya Devletleri kurulmuştur. II. Dünya Savaşı’ndan sonra da Almanya doğu ve batı olarak iki devlete bölünmüştür.
Doğu Avrupa ve Kafkasya sınırları ise 3 Mart 1918 tarihinde Almanya, Osmanlı, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan ile Rusya arasında imzalannan Brest Litovsk Anlaşması ile belirlenmiştir. Fakat 1. Dünya Savaşı sonunda bu devletler savaştan yenik olarak çıkınca, bu anlaşma hükümsüz kalmıştır. Bu sebeple Doğu Avrupa ve Kafkasya haritası, daha sonraki yıllarda Sovyetlerin genişlemesiyle yeniden değişmiştir. Doğu Avrupa ve Balkan Yarımadası sınırları, Soğuk Savaş sona erdiğindeki durumunu tam olarak II. Dünya savaşı sonrasında almıştır.
Soğuk Savaş sona erdikten bu güne kadar geçen gelişmelere bakıldığında, Soğuk Savaş sona erdiği sıradaki mevcut düzenin yavaş yavaş değişmeye başladığı görülmektedir. Örneğin; Ortadoğu’da Irak ve Suriye parçalanmış ve Arap Baharı diye bilinen toplumsal hareketler bütün ülkelerin rejimlerini tehdit eder hale gelmiştir. Bu hareketler Suriye’de tıkanmış ve iç savaşa dönüşmüştür. Diğer Ortadoğu devletlerinde ise bu hareket, alınan sıkı tedbirlerle kontrol altına alınmıştır.
Balkanlarda Yugoslavya kanlı iç savaşlar sonucunda dağılırken, Çekoslovakya, barışçıl bir şekilde ikiye bölünmüştür. Bu devletlerin aksine, Almanya ise bir oldubitti ile birleşerek tek devlet haline gelmiştir. Öte yandan Rusya, Ukrayna dâhil Avrupa’daki topraklarını ve Kafkasya’yı hızla kaybetmiştir. Rusya’nın çekildiği bu alan, yine hızlı bir şekilde AB ve ABD tarafından doldurulmaya çalışılmıştır. Rusya, o zamandan beri kaybettiği bu bölgelerde tekrar etkinlik kurarak yeniden dünya gücü olmaya çalışmaktadır.
Bu gelişmelere bakıldığında, Ortadoğu ve Balkanlar’da İngiliz ve Fransızların I. Dünya Savaşı sonrasında kurduğu ve 2. Dünya Savaşı ile devam eden düzen tasfiye edilirken, Doğu Avrupa ve Kafkasya’da Almanların (ve Osmanlı İmparatorluğu’nun da içinde bulunduğu müttefiklerinin) kurduğu Brest Litovsk düzeninin yeniden oluşturulmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Soğuk Savaş’tan Suriye iç savaşına kadar yaşanan savaş ve çatışmalar da bu tasfiyelerin yarattığı sıkıntılardan başka bir şey değildir.
Balkanlar ve Batı Avrupa’daki değişim sona ermiş ve şimdilik çatışmasız bir ortam sağlanmıştır. Fakat Kafkasya, Doğu Avrupa ve Ortadoğu’daki sıkıntılar hala devam etmektedir. Kafkasya’da Ermenistan’ın Rusya’nın desteğiyle Karabağ’ı işgal etmesi ve 2008’de Rusya’nın Gürcistan’a bağlı bazı özerk cumhuriyetleri işgalinin ardından çatışmalar durmuş ancak sorunlar çözülememiştir. Doğu Avrupa ve Ortadoğu’da ise Ukrayna ve Suriye’deki çatışmalar hala devam etmektedir.
Burada ilginç olan; Rusya’nın I. Dünya Savaşı öncesi ve sırasında imzalandığı anlaşmalarla oluşmasına onay verdiği Ortadoğu’daki düzenin bozulmaması için (özellikle de Suriye’de) tüm gücü ile mücadele etmesi fakat bu düzeni kuran İngiltere ve Fransa’nın ABD’nin peşine takılarak kendi kurdukları düzeni tasfiye etmeye çalışmalarıdır. Aynı şey Yugoslavya olaylarında da yaşanmıştır.
Avrupa ve Kafkasya’da da; revizyonist olan ABD, İngiltere ve Fransa, buna karşı koyan ise Rusya’dır. Fakat burada olup bitenler Ortadoğu’dan da daha ilginçtir. Çünkü ABD, İngiltere ve Fransa kendi kurdukları düzeni yıkmaya çalışırken, kurmaya çalıştıkları düzen o zamanlar düşmanları olan Almanların kısa bir süre için de olsa kurmayı başardıkları düzendir.
İngiltere, ABD ve Fransa Brest Litovsk Anlaşması’nı asla tanımadıkları halde uygulamada hep bu anlaşmanın çizdiği sınırlara ulaşmaya, Batı’yı bu sınırlara kadar genişletip Rusya’yı sınırlandırmaya çalışmışlardır. Zaten Sovyetler Birliği çöktüğünde de, yeni sınırlar Brest Litovsk sınırlarına göre oluşmuş ve Rusya’nın çekildiği alan, AB ve ABD tarafından doldurulmaya çalışılmıştır. Rusya ise 20 yıla yakın bir gerileme döneminin ardından yeniden toparlanmaya ve kaybettiği bölgelerde tekrar etkinlik kurarak dünya gücü olmak için bazı adımlar atmaya başlamıştır. Bunu önlemek isteyen AB ve ABD, Rusya’yı Doğu Avrupa ve Kafkasya istikametinden geriye itmek için bu bölgelerdeki Rusya karşıtı yönetimleri desteklemişler ve hala desteklemektedirler. Ukrayna-Rusya çatışmaları ile Kafkasya’daki çatışma, isyan ve savaşlar hep bu çabaların sonucunda ortaya çıkmıştır.
Bu bölgelerdeki çatışmalar veya en azından çatışma riskleri muhtemelen gelecekte de devam edecektir. Çünkü coğrafya ülkelere ne yapmaları gerektiğini dayatmaktadır. Coğrafya Rusya’ya, Ukrayna ve Kafkasya olmadan bir dünya gücü olamayacağını söylemekte, ayrıca Suriye’deki rejim ayakta kalmazsa Doğu Akdeniz’de deniz gücü bulunduramayacağını ve Ortadoğu’da etkili olamayacağını fısıldamaktadır. ABD ve AB’ye ise Rusya’yı bu bölgelerden çıkarmadan hiçbir zaman Rus tehdidinden tamamen kurtulamayacaklarını ve istedikleri gibi çalıp oynayamayacaklarını yüksek sesle haykırmaktadır.
Bu sebeple, 1990’larda olduğu gibi, Soğuk Savaş sona erdi diye dünya barışı hayalinin gerçekleşeceğini ummak hayalden başka bir şey değildir. Nitekim Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve Suriye iç savaşına müdahalesinin ardından Batılı devletler bunun farkına varmış, 1990’lardan beri sürekli azalttıkları savunma harcamalarını yeniden artırmaya ve ordularını güçlendirmeye başlamışlardır. Bu durumun yeni bir soğuk savaşa sebep olacağını söylemek belki abartılı bir iddia olacaktır ama Soğuk Savaş’ın hemen ardından başlayan ve bu günlerde yeni bir boyuta ulaşan kendine has bir döneme girildiği söylenebilir.
Çünkü kendisini Sovyetler Birliği’nin mirasçısı olarak gören Rusya, 2008’de Kafkasya’da başlattığı taarruzdan itibaren uygulamaya başladığı agresif yaklaşımını daha büyük cesaretle Ukrayna ve Suriye’de uygulamaktadır. Rusya’nın bu eylemleri, ABD’nin Irak, Afganistan, Afrika, Suriye müdahaleleriyle birlikte değerlendirildiğinde dünyanın Soğuk Savaşa geri dönmediği gibi I. ve II. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi bir sıcak savaşa da girmediğini söylemek mümkündür. Elbette birçok bölgede çok sayıda çatışma yaşanmış ve benzerlerinin gelecekte de yaşanması mümkündür. Ancak bunlar genel karakter olarak düşük yoğunluklu çatışmalardır. Buna dayanarak, dünyanın Soğuk Savaş’ın ardından bir Ilık Savaşa girdiği söylenebilir.
Şimdi, bu savaşın nasıl bir yöne evrileceğinin belirlenmekte olduğu bir dönemdir. Ortaya çıkacak yeni durum dünya üzerinde en çok Türkiye’yi etkileyecek gibi görünmektedir. Çünkü ortaya çıkan çatışmalar doğrudan Türkiye sınırlarında veya yakın bölgelerde ortaya çıkmaktadır. Bunun sonucunda ülkemizde milyonlarca savaş kaçkını Suriyelinin bulunması bile ülkemiz açısından büyük bir tehdit teşkil etmektedir. Öte yandan, sınırlarımızın güneyinde başlayan Suriye ve Irak’ı parçalamaya yönelik gelişmeler, eğer KYB ve KDP ile sağlanan yarı bağımsız yapı PYD ile eklemlenerek Akdeniz’e ulaşırsa, çok geçmeden PKK ile ülkemizin de parçalanarak bu yapıya eklemlenmesini gündeme getirecektir.
Türkiye Soğuk Savaş’ın sona erdiği döneme hazırlıklı girmemiş ve bu dönemin fırsatlarından yararlanamamıştır. Bu gün girilmekte olan yeni dönemde ise durum daha da vahimdir. Ülke ekonomisi çökmüş, iç siyasi durum hızla bir parçalı yapıya doğru ilerlemekte ve silahlı kuvvetler Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar zayıflamış durumdadır. Dereyi geçerken at değiştirilmez sözünü hiç dikkate almadan ordunun en azından 200-250 yıldır yaşadığı gelişmeler sonucunda ortaya çıkardığı sistem yıkılarak yeni sistem denemeleri, hem de gayet düşüncesiz bir şekilde, uygulamaya konulmaktadır. Paralı askerlik ve askerliğin kısaltılması sebebiyle birlikler, bırakın savaşmayı, kışla emniyeti için bile yetersiz kalmış durumdadır.
Bir diğer sorun da ABD ile son zamanlarda yaşanan ve Rusya’dan hava savunma sistemleri satın alınmasıyla yeni bir boyuta ulaşan durumdur. Türkiye hızla ABD ve NATO’dan uzaklaşmaktadır. Bunun haklı sebepleri de vardır. Çünkü Irak’ta yaşanan çuval olayından beri ABD, Türkiye’nin bir müttefiki gibi değil, tam aksine onun düşmanları ile ittifak yapan düşman bir devlet haline gelmiştir. Olayın bu boyutu da dikkate alındığında Türkiye’nin hızla gerekli tedbirleri alması ve orduyu güçlendirmesi gerekmektedir. Orduyu güçlendirmek derken sadece yeni silahlar alınmasını kastetmiyorum. Çünkü bir şarkıda da söylendiği gibi her silah onu kullanacak insanlara, yani iyi askerlere ihtiyaç duyar. Maalesef bu gün Türk ordusunun en zayıf olduğu yönü yetişmiş personel yetersizliğidir.
FETÖ kumpasları ile ordunun kurmay ve teknik kadroları tasfiye edilmiştir. 15 Temmuz darbesinden sonra bu tasfiyeye FETÖ’nün orduya yerleştirdiği elemanları da katıldığında, orduda yetişmiş personel açısından büyük bir zafiyet ortaya çıkmıştır. Basına yansıyan yorumlardan anladığıma göre, son YAŞ kararlarıyla kalan son üç beş liyakatli general de ordudan emekli edilmiştir. Tüm bunlar dikkate alındığında, Türk ordusunun yaklaşan yeni tehditlere karşı mücadele edebilecek ve bu mücadeleden galip çıkabilecek şekilde değil, tam aksine sanki bu mücadelede hiçbir varlık gösterememesi isteniyormuş gibi zayıflatıldığı anlaşılmaktadır. Ne diyelim? Allah sonumuzu hayır etsin?
Hits: 251
YİNE YAKMIŞ YAR MEKTUBUN UCUNU
- 19 Ağustos 2019
30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN
- 30 Ağustos 2019