
İLK SAHİP HİÇ UNUTULMAZ
- 1 Eylül 2019
- Güven Kaya
- Başlık; Türkiye
- 17
BERBAT DURUMDAYIZ – 3
31.08.2019 ANAKARA
Ülke son yirmi yıldır bilinçli bir şekilde ve özenle her yönden istikrarsızlaştırıldı. Afganistan’dan, Iraktan, Suriye’den farksız bir hale getirildi. Her ülkenin işgal edilmesi farklı yönlerden ve şekilde olur. Türkiye’de bu işgal kendi yurttaşları eli ile demokrasi-tramvay abukluğu, ileri demokrasi-sınırsız özgürlük düzeysizliği, alnı secdeye gelen-gelmeyen ayrımı, ötekileştirme-berileştirme bölücülüğü, taraftarları olmayanlara terörist-hain yaftalaması yöntemleriyle yapılmaktadır.
Askeri vesayetin kaldırılması, Avrupa Birliğine girme, ekonomide istikrar, dünya devleti gibi ne olduğu açık olmayan ve içinde çokça yalan barındıran sanal gerekçeler ile ülke, kendine BOP/GOP eş başkanı denen zihniyet eliyle, istikrarlı bir şekilde istikrarsızlaştırıldı. İlginçtir, bu istikrarsızlaştırma, Batıya karşı Doğunun -özelde İslam’ın- bayraktarlığını yapmaya kalkışan sözde Batı karşıtı özde ise Batıya ilişik kişiler eliyle yaptırıldı. Bu bilgisizlik veya bilinçsizlik değilse kasıttır. İnancım kasıt olduğu yönündedir.
Askeri vesayeti kaldırıyoruz dediler ama yerine cehalet-kasıt vesayetini koydular. Avrupa birliği ilk önceliğimizdir dediler ama ülkeyi Avrupa birliğine giremeyecek duruma getirdiler. Oysa öncülleri olan Necmettin Erbakan Avrupa birliğini tamamen doğru bir şekilde “Hristiyan Kulüp” olarak nitelemişti. Hiç, Hristiyan kulübe bir Müslüman alınır mı?
Yapılan bir kamuoyu yoklaması, ülkede Batı Trakya’nın Edirne olduğunu sanan oldukça yüksek sayıda insanın varlığını ortaya koymuştur. Ülkenin milli güç unsurlarından en önemlisi olan “nüfus gücü” ne hale getirilmiş, hale bakar mısınız? Bilinçli bir şekilde bu hale getirildi, bu belli. En önemli ayaklardan biri bolca açılan ve bence hiçbir bilimsel katkısı olmayan üniversiteler ile neredeyse her sokakta açılan özel okullardır. Ülke bu kâbustan bir an evvel kurtulmalıdır.
Bilgisizlik bir birikimdir ve zamanla derinleşir. Giderek kişinin ve ülkenin en büyük sorunu haline gelir. Ancak kişi bilgisiz olduğunun farkına hiçbir zaman varmaz, öylece ölür gider. Oysa ülkeler böyle midir? Hemen batışa geçer. Benzer bir şekilde bilgi de bir birikimdir ama bir farkla zamanla gelişir ve büyür. Bilgi sahibi insanlar ile bilgisizler arasındaki uçurum zamanla büyür ve aşılmaz kimliğe bürünür. Bu andan sonra çatışma kaçınılmazdır.
Batı Trakya ve Avrupa birliği demişken, tarihi derinliğe gitmek zorunlu oldu. Aşağıdaki tarihsiz “tarihi sıralamayı” herkesin ezbere bilmesi gerekir. Tersi durumda, Avrupa’nın ne yaptığını anlayamaz ve oyun dışı kalır. Sadece, işini iyi yapan ülkelere, bol bol çemkirir, “eyyy”lenir… Ne bağırıp duruyorsun işini iyi yapana, sen de işini iyi yap.
Türklerin Avrupa ile ilişkileri iki bölümde incelenir: Sırasıyla Türklerin üstün olduğu dönem ve Avrupalıların üstün olduğu dönem. Bunlar da kendi aralarında beşe ayrılır.
1. Türklerin üstün olduğu dönem:
a. Türklerin Anadolu’yu ele geçirmesi.
b. Balkanlara girmesi
c. İstanbul’u alması
ç. Balkanların tamamını alması
d. Avrupa içlerine kadar ilerlemesi
2. Avrupa’nın üstün olduğu dönem:
a. Türklerin Avrupa içlerinden atılması
b. Balkanlardan atılması
c. İstanbul’un geri alınması
ç. Anadolu’dan çıkarılması
d. Türkistan’a gönderilmesi
Bilin bakalım hangi aşamadayız?
Necmettin Erbakan’ın bu tarihi bilinçte olduğunu hiç düşünmedim[1] çünkü onlar için önemli olanlar İslam’ın Arap soylu insanları ve Arap tarihidir. Ama yukarıda saydığım bölümlemeyi bilmemesi onun Avrupa birliğinin bir Hristiyan kulübü olduğunu doğru bir şekilde tespit etmesine engel değildir. O bu tespiti, daha ziyade, dinsel kinden kaynaklanan dürtü ile yapmıştır.
Gelelim işin gülünç olan noktasına. Türklerin Avrupa ile olan sorunlarından birisi Batı Trakya sorunudur. Edirne’yi batı Trakya sanan kişiler Edirne’yi batı Trakya sorunu haline getirdiğinin farkında mıdır diye sorup hayıflanmanın yanı sıra, “böyle düşünen Türklerin çoğunlukta olması Balkanlardan da atılmak üzere olduğumuzu işaret etmektedir” tespitini yapmak abartı olmasa gerek. Böylece sıra İstanbul’un geri alınmasına geliyor. Lozan Barış Anlaşmasını özümseyemeyen kişilerin önemli makamlarda olması Sevr’in yürürlükte olduğunu göstermektedir. Hal böyleyken Boğazların uluslararası bir komisyonun yönetimine geçmesinin an meselesi olduğunu düşünmek yanlış olmasa gerektir.
Ülkemiz dünyanın en sorunlu bölgelerinden birinde yer almaktadır. Bu sorunları daha kalın hale getiren ise komşu sayısının çok olmasıdır. En çok sorun Ege denizinden çıkmaktadır. Ancak bugünlerde biraz geri planda kaldığından görülmemektedir. Hoş, görüldüğünde de bir şey olmuyordu. Burada bir saplamada bulunup kaldığım yerden devam edeceğim. Helenistan, F-16 uçaklarının en son geliştirilen modeli olan V modelinden 120 adet sipariş etti ve 40 tanesini kullanmaktadır. Ağızlarından milli irade lafını eksik etmeyen milli ve yerli olduğunu iddia eden ümmetçilerin -aslında kendilerinin öyle olmadığını kendileri de biliyor ama seçmen bilmiyor- zamanında Türkiye hiç uçak almadı. Pek tabi ki üretmedi de… Almak üzere olduğumuz da çöpe gitti. Kısacası Helenistan Ege Denizinde hava üstünlüğünü kurmuş durumdadır. Kısa bir zaman sonra sorunları -kendi yarattıkları- katmerli bir şekilde karşımıza dikecekler, bu belli. Zaten aidiyeti Helenistan’a bırakılmayan ada, adacık ve kayalıkların külli miktarını işgal ve tahkim ettiler, silahlandırdılar.
Ege Denizindeki sorunlara kısaca bakalım. Kısaca diyorum çünkü her biri için binlerce sayfa yazmak mümkündür.
Karasuların genişliği; kıta sahanlığının sınırlandırılması; hava sahasından kaynaklı; askersiz konumundaki adaların silahlandırılması; egemenliği Helenistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar; arama-kurtarma sorumluluk sahası gibi sorunlar olduğunu görürüz.
Her şeyi win-win pardon kazan-kazan anlayışı ile çözüp sıfır sorun haline getirme düşüncesinde olanlar -ama tam tersini gerçekleştirenler- acaba bu sorunları niye çözemedi?
Örnek verecek olursak karasuları sorunlarını niye çözemediler? Helenistan’ın isteği karasularını 12 mile çıkarmaktır ama TBMM’nin almış olduğu savaş sebebi (casus belli) kararından çekinmektedir. Bunu da mevcut iktidara söyleyebilmiş o kararın kaldırılmasını rica edebilmiştir. Biraz daha derine dalalım. Her ne kadar Lozan Barış Anlaşması metni kapsamında, açık ve ayrı bir hükümle belirtilmemesine rağmen, Egede karasuları genişliğinin 3 mil olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Ancak Helenistan 1936 yılında aldığı tek taraflı bir kararla karasuları genişliğini 6 mile çıkarmıştır. Türkiye ise buna 1964 yılında uyum sağlayarak karasularını 6 mile çıkarmıştır. Halen mevcut durum budur. Peki, şimdikiler, yani her şeyi konjenital (doğuştan) bilen kazan-kazancılar ise niye bu sorunu Lozan Barış Anlaşmasının ruhu yönünde çözme eğiliminde değiller? İnanın, bunlar, şu son paragrafta yazılanları dahi bilmiyorlardır, bırakın çözümü mözümü…
Doğu Akdeniz sorunu çıktı. Bunun çıkacağı 1995 sonrasında belliydi. Sorun oluşmasını sağlamak için düşmanlar deniz kuvvetlerine kumpas kurulmasını bekledi. Kumpas sonrasında tüm ağırlıkları ile Doğu Akdeniz’e çöktüler.
Rumlar olmasaydı Kıbrıs diye bir adamız olmayacaktı. Haliyle sorunu da olmayacaktı(!) Rumlar feraset gösterip hayır dediler, yoksa ada gitmişti. Ada gitmedi ama çok sayıda devlet Güney Kıbrıs Rum Yönetimi bölgesinde üs kurmak için kapı aşındırıyor. Zaten iki İngiliz üssü yeterince baş ağrıtırken bunlara Fransız ve ABD üslerinin eklenmesi tüy dikecektir. İşin esası tam barış ve sorunsuzluk, 1974 yazında adanın tümünü ele geçirmekten geçiyordu. Ancak işe “Türk gibi başlayıp Türk gibi bitirmek” genlerimizde var. Her şeyi yarım yapmak bu toprakların insanlarının temel özelliklerindendir.
Suriye konusunu yazmaya gerek yok.
Irak ve Barzani ise öteden beri sorundur ve asla düzelmeyecek.
İran ile sorunlar uykuda.
Ermenistan her yönü ile bellidir ve mevcut zihniyet ile çözülebilecek bir durumda değildir.
Mevcut iktidar Karadeniz’i NATO gölü yapmak için çırpındıkça çırpında ama “iyi ki Ruslar var dedirtecek” bazı olaylar yaşanmasaydı orası da elden gitmiş olacaktı. Kırımın işgali buna örnektir.
Dış borç sorununu yazmaya gerek var mı? Yaklaşık 500 milyar dolar olan borcun neresi yazılsa iyi olur? Böylesi bir borç ülke yönetimini yerlerde süründürmez mi?
Nüfus gücünün ne durumda olduğunu yukarıda okudunuz. Bunun üzerine milli gücün diğer unsurlarının ne durumda olduğunu yazmanın bir anlamı olabilir mi? Doğuştan her şeyi bilenler, nüfus gücün sayı çokluğu olduğunu sanıyorlar. Oysa yakın dostları İsrail’e bir baksalar duruma uyanacaklar.
Tüm bunları büyük taarruzun 97. yıldönümünde yaşıyoruz. Yazık değil mi bize? Askeri zafer kazanılmamış, Lozan imzalanmamış, bağımsızlık elde edilmemiş gibi görünmüyor mu? Daha eleştirel bakıldığında “bu ne beceriksizlik böyle” denmez mi?
Yaşananların tümü Ortadoğu’yu şekillendiren BOP/GOP kapsamındadır. Sorun yaşayan ülkelerde emperyalizmin yerli işbirlikçileri olmasaydı bu sorunlar yaşanmazdı. O ülkelerde yerli işbirlikçiler iktidarda değildi. İktidarda olanlar emperyalizme karşı duranlardı ve onlara karşı savaş açıldı. Tam bu noktada Türkiye diğerlerinden ayrılıyor ve o yüzden en sona bırakıldı. Şimdilik Suriye ile uğraşılıyor. Bir ayaklanma denemesi yapılan ama başarılı olunamayan İran’dan sonra sıra Türkiye’ye gelecek.
Türkiye ise, belki de, bir KHK ile savaşmaya gerek kalmaksızın istenilen şekilde bölünecek. Çünkü kendisinin BOP/GOP eşbaşkanı olduğunu belirten zihniyet işbaşındadır ve tüm ipler ellerindedir. BAKINIZ.
Bu zihniyet için “Moskof gâvuru, gomonist, Allahsız, solcu, dinsiz, imansız” kapsamında olan Rusya ile yakın durulması, ondan gelişmiş bir silah sistemi alınması, diğer bazı gelişmiş silah sistemleri ile ilgilenilmesi, Suriye’de iş birliği içinde olunması kimseyi aldatmasın. Esas belirleyici olan ABD’dir. Çünkü bunları yani “yeşil kuşak projesi”ni yaratan ABD’dir. Örnek mi? Öyle olmasaydı Suriye’de çözüme ulaşmak için yasal Suriye devleti ile görüşülürdü. Oysa görüşmeler yasadışı olarak orada bulunan ve tüm pisliklerin yaşanmasına neden olan ABD ile yapılıyor. Bundan da anlaşılacağı üzere Türkiye Suriye’de çözüm istemiyor. Çünkü ABD, mevcut zihniyetin öncülünün seçimi kazanır kazanmaz, daha hükümet olmadan, gittiği yerdir. Öncülü bunu yapar da ardılı yapmaz mı? O zihniyet de seçimi kazanır kazanmaz ilk ABD’ye gitti. Hatta daha öncesinde 3-5 kere gitmişliği, çeşitli kişi ve kuruluşlara gösterilmişliği de vardı…
Yıllar geçse de üstünden
Bu kalp seni unutur mu
Yalanı söyleyen ağızdan ziyade duymak isteyen kulağa bakmak lazım…
Değil mi yani?
[1] Tam buraya, dürüstlük gereği, bir işaret koymak durumundayım. Bir emlakçı arkadaşım ile onun portföylerini geziyorduk. Nereden aklına geldiyse “gel sana şu kişinin evini göstereyim” dedi. Dediği kişinin ismini unuttum, kendisi halen sağ. Ev dediği bir büyük villa oluyor. Birkaç girişi var. Biz genel girişten girdik. Sağa sola bakınırken giriş kattaki büyük salona girmiş oldum. Bir büyük masa hariç tüm eşyalar götürülmüştü. Sol gerime dönüp baktığımda “oha, ne ulan bu” dedim. Salonun o kısmı tavandan tabana, duvardan duvara kitaplık idi ve raflar tepeleme doluydu. Binlerce kitap onları okumamı bekliyordu… Arkadaşım bu kişinin Necmettin Erbakan’ın danışmanı olduğunu söyledi. Kitapları incelediğimde onlara göre karşı taraf olan Nazım Hikmet, Muammer Aksoy, Uğur Mumcu, Doğan Avcıoğlu, Niyazi Berkes… gibi araştırmacı, yazar ve bilim adamlarının eserleri rafları doldurmuştu. Gerisini siz düşünün. Öncüller ardıllarından daha bilgililermiş, bu belli.
Hits: 82
BU BAYRAM BİZİMDİR, BU ZAFER BİZİMDİR
- 31 Ağustos 2019