
Taha Parla ve Atatürk’ün Nutuk’u Kitabı Hakkında Değerlendirmeler
- 23 Eylül 2019
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Kültür ve Sanat
- 2
“Yılan kendü eğrisin bilmez, tevi boynun eğri tir.”
İki günden beri Taha Parla’nın[1] Atatürk’ün Nutuk’u isimli kitabını okuyordum. Biraz önce son sayfasını okuduktan sonra bu kitapta yazar ne anlatmaya çalışıyor diye düşündüm ve kitabı genel bir değerlendirmeye tabi tutmaya çalıştım. Kitapta takip edilen üsluptan ve anlatılan hususlardan anladığım kadarıyla yazar, önce kafasında bir genel çerçeve oluşturmuş ve Nutuk’tan bu çerçeveye uygun olduğunu düşündüğü bölümleri ele alarak bu bölümlerdeki ifadeleri sebep ve sonuçlarına hiç değinmeden kendi kafasına göre yorumlamış.
Bunu biraz açmaya çalışayım. Yazar kendi kafasında; “Karizmatik liderlerin hepsinde ortak olan bazı olumsuz nitelikler vardır, Atatürk’te karizmatik bir liderdir, o zaman Atatürk’te de her karizmatik liderde bulunan bu olumsuz yönler vardır.” şeklinde bir inanç oluşturmuş ve Nutuk’ta bu inancını ispatladığını düşündüğü bölümleri alarak yorumlamış.
Bunu yaparken gayet alaycı bir dil kullanmaya özellikle dikkat ettiği de gözden kaçmıyor. Tezlerini ispatladığını düşündüğü kerameti kendinden menkul fikirlerini ortaya atarken iddiasının gerçekliğine dair herhangi bir şüphesi olmamalı ki, bahsettiği olayları zaman ve mekân açısından, yani olayların yaşandığı koşullar açısından ele alma zahmetine de girmemiş. Kafasında yarattığı bir ideal ortamda yaşanıyormuş gibi bu ideal ortama göre Atatürk’ün kendince bir eleştirisini yapmaya çalışmış.
Fakat bunu o kadar hoyratça ve acemice yapmış ki, kitabı okuyan aklı başında herhangi bir insanın, kendini bilim adamı olarak (sanırım biraz da önemli bir düşünür olduğunu zannediyor) ifade eden birinin nasıl olur da böyle bir şey yaptığını anlaması zor. Bu sebeple, kitabı okurken yazarın yaptığı eleştirilerin bilimsel yöntemlerle yapılan dikkatli bir incelemeden ziyade kendi kişilik yapısıyla ve psikolojik durumuyla bir bağlantısı olduğunu düşünmemek mümkün değil. Çünkü yazar kitabında sadece Atatürk’ü değil, sağcısından solcusuna, en düşük tahsilli kişiden en yüksek tahsilli kişiye kadar tüm Türk halkını eleştiriyor. Hatta eleştirmiyor bile, suçluyor ve aşağılıyor. Bu durum özellikle sonuç bölümünde daha da somutlaşıyor.
Bu açıdan bakıldığında, yazarın aslında Atatürk’ü eleştirmekten ziyade şunları söylemek istediği söylenebilir: “Ben her şeyin en doğrusunu bilirim, gerçeği bir tek ben görüyorum, başka hiç kimse görmüyor, bu gerçekleri üstün bir zekâ ve kavrayışla bu kitapta ortaya koydum ama insanlar bunu anlayabilecek kadar zeki, bilgili ve yetenekli değil. Bu yüzden size ne istersem söyleyebilir, nasıl istersem öyle davranabilirim. Bu benim en doğal hakkım.”
Bunu da nereden çıkarıyorsun diyenler olabilir. Anlatmaya çalışayım. Yazar Nutuk’u incelediği eserinde; bunun birinci cilt olduğunu ve Türkiye’nin siyasi kültürü hakkında 5 kitap yazacağını söylüyor. Ama nedense, ilk üç kitabı yazdıktan sonra bu fikrinden vazgeçmiş (daha doğrusu verdiği sözden hiçbir sebep göstermeden caymış) olmalı ki 4. ve 5. Ciltleri aradan 30 yıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen hala yazmamış. Acaba yanılıyor muyum diye internette birkaç defa araştırdım fakat ilk kitabının giriş bölümünde 4. Cilt olarak yazacağını söylediği 1923-1945/50 yıllarını içeren tek parti dönemi ile ilgili kitabı ve Kemalizm’in bütünsel bir değerlendirmesini yapacağını söylediği 5. kitabını yazmamış. Neden yazmadığı hakkında da herhangi bir açıklama yapma zahmetinde bulunmamış. Hâlbuki ilk kitabında bazı yerlerde, konu hakkında diğer kitaplarda ve özellikle de son kitabında kapsamlı açıklama yapacağını söyleyerek yapması gereken (en azından okur olarak benim yapmasını beklediğim) detaylı açıklamaları yapmaktan kaçındığı görülüyor.
Bununla birlikte, yazarın 4. ve 5. Ciltleri neden yazmadığı hakkında bazı ipuçlarını, ilk baskısını 1991 yılında yapan Nutuk hakkındaki değerlendirmesininin 2008 yılındaki 3. Baskısının giriş notunda görmek mümkün. Yazar burada şunları söylemektedir: “İlk basımı 1991-92’de yapılan ve arada birkaç basım daha gören bu incelemenin konusu hakkındaki akademik-entelektüel kamuoyu da, politik –ideolojik bilinç de, gerektiği kadar (ne kadar gerektiğini söylememiş ancak anladığım kadarıyla kendisinin yüce seviyesine ulaşmak mümkün olmadığına göre, kitabına ilgi gösterecek ve onu satın alacak kadar demek istiyor olmalı) ve mümkün olduğu kadar (Yazar burada; bu zeka, bilgi ve anlayış kabiliyetiyle siz alt seviyedeki insanların gerektiği kadar yol alması mümkün olmayabilir ama en azından biraz çaba gösterseniz ulaşabileceğiniz asgari seviye bile ulaşamadınız demek istiyor herhalde.) yol almadığı için, 16-17 yıl geçtiği halde, herhangi bir önsöz ya da retrospektif değerlendirme yazısı yazma gereği duymuyorum. (Yüce yazar, adeta Zeus gibi yüce bir varlık olduğundan, Olimpos’un tepesinden aşağıya inmek bir yana, biz aşağı seviyedeki ölümlüleri kaale bile almıyor. Bu sebeple bir önsöz veya retrospektif yazmaya bile tenezzül etmiyor. Retrospektif kelimesini de, bu kelimenin ne anlama geldiğini anlayamayabilecek olan sıradan okuru aşağılamak maksadıyla kullanmış olmalı. Kendisi hakkında internet ortamında yazılan yazılara göre Boğaziçi Üniversitesi’nde İngilizce anlatması gereken dersleri bile Türkçe anlatıyormuş. Bu kitabında ise tam aksine çok sayıda yabancı kelime kullanmasının başka bir anlamı olmasa gerek.)
Bunlarda ortaya atılmış olan, derinleştirilebilecek ve açımlanabilecek bazı ön tespitlerin ciddi soruşturma, araştırma ve eleştiriye yol açması beklenirdi. Oysa gördüğümüz, daha çok, esaslı bir Kemalizm /Atatürkçülük kritiğini ileri değil geri götüren kullanımlar, kolaycı ve hatta suiistimalci bir yararlanma ve tüketicilik oldu. (Benim yazarın bu cümlesinden anladığım şu: Ben, siz aşağı tabaka insanlardan biraz daha fazla zekâ ve bilgelik beklerdim ama siz benim sizden beklediğim seviyeye uygun hareket etmek bir yana, çok daha aşağı seviyelere bile ulaşamadınız. Hatta kolaycı, suiistimalci, asalak ve tüketici oldunuz.) Milliyetçi, militarist ve aslında anti-laik bir resmi ideoloji ile şiddet tekelini de yanında bulunduran sosyal sınıfların hegomanyasının anlamlı ölçüde zorlanması gecikmiş oldu. (Yani yazar diyor ki; çok yazık oldu, ama sizin için, benim için değil. Çünkü benim söylediklerim mutlak doğrulardır ve bir gün mutlaka anlaşılacak ve kabul edilecektir. Böylece bu gün yaşanan tüm olumsuzlukların sebebi olan sosyal sınıfların hegemonyası zorlanacak ve bu sınıflar varlığını sürdüremeyecektir. Benim söylediklerimin şimdi anlaşılmaması fikirlerimin değerini düşürmez ve bu mükemmel fikirlerin yok olup gitmeleri de mümkün değildir. Sizin bu anlayış kıtlığınız benim bu engin fikirlerimin anlaşılmasını ve düzenin değişmesini sadece geciktirmiştir. Hepsi bu.)” Yazar burada, fikirlerinin sadece önemli değil, aynı zamanda devlet ve toplum yapısında ilerlemeye dönük köklü değişimleri başlatacak devrimci fikirler olduğunu anlatmaya çalışıyor.
Yazar daha sonra benzer bazı açıklamalar yapmakta ve yazının sonlarına şöyle demektedir: “Hüküm zamanın ve yeni nesillerindir.” Hâlbuki yazarın kitabında en fazla eleştirdiği ve türlü anlamlar verdiği konuların başında, Atatürk’ün Nutuk’un sonuna koyduğu ve cumhuriyeti koruma emanet ettiğini söylediği gençliğe hitabedir. Bunu, ‘Ben her şeyi yaptım, görevi başardım. Artık onu yaşatmak ve korumak size düşer. Bu sebeple cumhuriyeti ve devrimleri yaşatma ve kollama görevini yeni nesillere veriyorum.’ şeklinde yorumlayan yazar ilginç bir şekilde bu cümlesiyle Atatürk’e isnat ettiği ve eleştirmeye çalıştığı davranış tarzını aynen taklit etmektedir. O da yazdığı kitap ile ideal fikirleri ortaya koyduğunu, artık bu kitap hakkında en doğru hükmü zaman ve yeni nesiller, yani gençlik verecektir diyor. Yazarı çok fazla tanımıyorum, umarım burada birilerinin yıllardır yetiştirmeye çalıştığı ama 15 Temmuz’da ne mal oldukları ortaya çıkan altın nesilden bahsetmiyordur.
Ne yalan söyleyeyim, henüz içerikte nelerden bahsedildiğinden tam olarak haberdar olmadığımdan, giriş notundaki bu cümleleri okurken hemen kitabın kaç baskı yaptığına baktım. Çünkü yazarın, muhteşem bir kitap yazdığına inandığını ve bu kitabın peynir ekmek gibi satılacağını beklediğini fakat öyle olmayınca hayal kırıklığına uğradığını düşündüm. Kitabın sadece 3 baskı yaptığını görünce, bu düşüncemin doğru olabileceği kanaatine vardım.
Fakat yazarın gerek giriş notunda, gerekse metinde kullandığı ifadeleri okuyunca, olayın bir de psikolojik boyutu olduğunu düşünmeye başladım. Bence yazar bu kitabı, çok satıp çok para kazanma beklentisinden ziyade çok geniş bir kitlenin ilgisini çekme ve hatta ilgi odağı olma beklentisi ile yazmış olmalı. Ayrıca, bu ilginin sadece beğeni ve destek biçiminde değil, aynı zamanda eleştiri biçiminde de ortaya çıkmasını beklediği anlaşılıyor. Yani olumlu da olsa, olumsuz da olsa yoğun bir ilgi beklentisi var gibi görünüyor. Ama kitap, satış rakamları ve yaratmasını beklediği ilgi ve tepki açısından tam bir fiyasko olunca, yazar hayal kırıklığına uğramış ve psikolojik çöküntü içine girmiş gibi görünüyor.
Bunun üzerine yazar, kitabının 3. Baskısında giriş notunda açmış ağzını, yummuş gözünü. Böylece, Atatürk’ü pragmatik liderlerin olağan marazi ruh hallerine sahip, kendini beğenmiş ve ben merkezci biri gibi tanıtmaya çalışırken, aslında psikolojide projeksiyon denilen şeyi yaptığını, yani kendisinde bulunan bir olumsuzluğu başkasına yansıtarak rahatlamaya çalıştığını açık etmiş.
Üstelik bunu yaparken sadece sizin-benim gibi sıradan insanları değil; akademisyenleri, politikacıları, aydınları, solcuları, velhasıl bütün toplum katmanlarını kendi aklınca küçümsemeye çalışmış. Kendisi mükemmel bir insan, herkesten ileri ve özgür düşünceleri var, muhteşem bir eser ortaya koymuş ama kimse onu anlayamamış. Çünkü kimse henüz onun seviyesine ulaşamamış. Nereden bakarsanız bakın sorunlu bir ruh hali.
Hâlbuki biz sıradan insanların dünyasında normal olan anlayışa göre; eğer kitap ilgi çekmediyse, yazarının kendinde bir şeyler araması gerekir. Hadi sıradan insanların kitap okuma, özellikle de bilimsel olan veya öyle olduğu iddia edilen kitapları okuma alışkanlığı yok diyelim, ama akademisyenler ve diğer okumasını beklediği kişiler de okumamışsa, belki de kitap okunmaya, okunsa bile üzerinde tartışmaya değmeyecek bir kitap olduğu için kimse ilgi göstermemişlerdir. Herkes senin yazdığın kitabı okumaya ve okuyanlar da takdir etmeye veya eleştirmeye mecbur mudur?
Öte yandan yazara şunu da sormak
gerek. Madem çok büyük bir iş yaptın, madem kimsenin cesaret bile edemediği
şeyleri yazdın, madem yeni bir ufuk açıyorsun, madem düşünce dünyamızı
zenginleştiriyorsun, neden 4. ve 5. Ciltleri yazmadın? Neden başladığın ve çok
önemli olduğunu söylediğin işi yarım bıraktın? İlk üç kitap çok satmadı ve para
kazandırmadı diye yazmadıysan çok ayıp. Eğer yazdıklarının tutarsız ve saçma
şeyler olduğunu anlayıp bu yolda devam etmekten vaz geçtiysen, bunu da okurlara
açık açık söyle. Çünkü ben bir okur olarak bunun nedenini gerçekten merak
ediyorum.
[1] Şimdi kim bu Taha Parla diye merak edip Google’da aramaya başlayanlar olabilir. Ben bunu yaptım ve şu bilgiler ortaya çıktı: “1945’te doğdu. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da, lise ve üniversite öğrenimini İstanbul’da yaptı. Master ve doktorasını Columbia Üniversitesi’nde aldı. 1976-1982 ve 1991-2007 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde Siyaset bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyeliği yaptı.
Eserlerinden bazıları şunlardır: Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm (İletişim Yay. 1989; Deniz Yay. 2009); Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmî Kaynakları, Cilt 1: Atatürk’ün Nutuk’u, Cilt 2: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt 3: Kemalist Tek-Parti İdeolojisi ve CHP’nin Altı Ok’u (İletişim Yay. 1991-92; Deniz Yay. 2008 ); Türkiye’nin Siyasal Rejimi 1980-1989 (İletişim Yay. 1993; Deniz Yay. 2009).” Bkz. https://www.metiskitap.com/catalog/author/6247
Hits: 137
ANTİ KÜRT İTTİFAKI SÜRDÜRÜLÜRSE SAVAŞ KAÇINILMAZ O...
- 23 Eylül 2019
SİYASET SANATLARIN SANATIDIR
- 7 Ekim 2019