
KANAL ÇANAKKALE VE “ÇANAKKALE GEÇİLİR Mİ?”
- 14 Aralık 2019
- Güven Kaya
- Başlık; Türkiye
- 26
- Facebook0
- Twitter0
- WhatsApp10
- LinkedIn0
- Telegram0
- Paylaşım
14.12.2019 / ANAKARA
2011 genel seçimlerinden önce “ayran delisi” seçmeni, gözünü boyayarak, kandırmak için ortaya atılan Kanal İstanbul saçmalığı yine gündeme oturtuldu. Demek ki üretilecek ve yapılabilecek bir şey kalmamış ya da yapılacaklarda “sona” gelinmiş.
Nedir Kanal İstanbul? Helenlere bilerek ve isteyerek kaptırılan 18 Türk adasının öfkesi sıcaklığını hala korurken, “Türkiye’nin kocaman bir adası olacak” yüzsüzlüğü ile millete itelenmeye çalışılan doğa katliamıdır İstanbul ilinin batı yakasının ikiye ayrılması… Böylelikle Karadeniz ile Marmara Denizi arasında ikinci bir deniz geçişi daha olacaktır. Bunun maliyetinin yanında getireceği çok sayıda sorun var. Birincisi deniz ve kara ekolojik sisteminin bozulması. İkincisi deniz ve kara biyolojisinin bozulması. Üçüncüsü boğazdaki doğal akıntı sistemi bir nevi arıtma görevi görmektedir. Kanal İstanbul’da bu gerçekleşmeyecektir ve daha kötü bir Haliç Gerçeği ile yaşamak zorunda kalınacaktır. Dördüncüsü Trakya’nın ve İstanbul’un savunulması diye uzatılıp gidilebilir. Maliyetini söz konusu etmiyorum. Çünkü Türkiye üzerine oyun oynayanlar, “yüzde kaç” nispetinde çalıştığına bakmaksızın oyuncularına bu parayı verecektir. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenir mi?
Ama bir konu var ki tüm sıkıntılardan daha fazla sıkıntı yaratacaktır. Gelecekteki sıcak savaşlardan birinin merkezi KARADENİZ olacaktır. Filmin yapımcısı olan ABD bunu böyle istemektedir ve uygun oyuncuları bulmuştur. Karadeniz’i sıcak savaş merkezi yapmanın yolu MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİNİ işlevsiz kılmaktan geçer. Kanal İstanbul projesi ile adı geçen sözleşme hakkında tartışma yaratılacak ve 19 MAYIS 1919 tarihinden beri, tam on yedi yıl boyunca tarihinin en zayıf sürecini yaşayan Türkiye’ye istenilen yaptırılacak. Bu noktaya döneceğiz, az sonra.
Kanal İstanbul projesi tarih sahnesine ilk olarak 2011 yılında çıkmamıştır. 1994 yerel seçimleri öncesinde Bülent Ecevit tarafından gündeme getirilmiştir ve maliyetinin öyle sanıldığı kadar çok olmadığını da eklemiştir. Şimdilerde çok büyük bir rakam olan 75 milyar dolar deniyor. Her işte olduğu gibi -doğal olarak- bu rakamın içinde çalışılan yüzde de var, unutmayın.
Daha derine doğru gidersek benzer projelerin Osmanlı İmparatorluğu döneminde de zaman zaman gündeme geldiği görülür.
Ancak Bülent Ecevit bundan niye caymıştır, bilinmiyor. Osmanlı padişahlarının cayma nedeni ise çok basit hem paralarının olmaması hem de çok hızlı değişen bölgesel olaylardır. Şimdikiler caymıyor çünkü hem yandaşı zengin etmek, hem “çalışılan nispet,” hem de oyun kurucunun yazdırdığı senaryoda çekilmesi gereken son sahnelere gelinmesi gerçekleri var.
Peki, şimdi, yani 2002’den sonra, gündeme getirilmesinin altında yatan nedir dersek -bu konuya az sonra daha ayrıntılı değineceğim- Montrö boğazlar sözleşmesi yanıtını alırız. Bu sözleşmenin ayrıntılarına girmeyeceğim. Sözleşmenin mantığı, Karadeniz ülkelerini koruma ve kollama adına boğazlardan askeri gemi geçişini tonaj ve süre üzerinden kısıtlamaya ve bunun kontrolünün de boğazlara sahip olan ülkenin yapmasına dayanır.
Adı üzerinde “boğazlar” sözleşmesi. Demek ki birden çok boğaz var. Böylelikle az sonra döneceğiz dediğimiz noktaya gedik. Evet, konunun içinde ÇANAKKALE BOĞAZI da var. Kanal İstanbul’u yaparak İstanbul Boğazını tartışmaya açmak ve bunda belirli bir noktaya gelmek mümkün ama Montrö’yü yeniden istendiği gibi şekillendirmek için bu nokta yeterli değildir. Yeterli olabilmesi için diğer boğazın da benzer bir şekilde işlenmesi gerekiyor: KANAL ÇANAKKALE
Olaylara daracık pencerelerden bakanlar sadece İstanbul’u görür. Daha geniş pencereden bakmak bütünü görmeyi sağlar ama maliyetlidir. İyi bir hafıza ve güçlü bir arşiv gerektirir, neyse devam edelim.
Benzer bir kanalın, emperyalizmin karanlık odalarında, Çanakkale Boğazını işlevsiz kılmak için planlandığından adım gibi eminim. Üstelik bunun maliyeti diğeri gibi olmayacaktır. Çünkü daha kısa bir geçişle doğrudan Marmara denizine çıkılacaktır. Ayrıca daha önce yaptırılan Kanal İstanbul ile kamuoyu zaten buna hazırlanmıştır. Üç-beş itiraz eden cılız ses ise kısa zamanda bir şekilde susturulur. Ve böylelikle Türkiye’nin bir adası daha olur hem de kocaman… Ne pişkinlik ama…
Nereden geçer bu kanal denirse, BOLAYIR derim. Ama yapımcı firma “bol mu ayırır, dar mı ayırır” onu bilemem. Bildiğim ise Türkiye’nin ve Türk milletinin birbirinden tamamen ayrılacağıdır.
İşte, Kanal İstanbul üzerine açılacak olan Kanal Çanakkale veya adı artık her ne olursa o, Montrö Boğazlar Sözleşmesini değiştirecek yola girilmesini sağlayacaktır. Değişenin ismi ne olur bilinmez ama Türkiye’ye ve Türk Milletine kendini “yerli ve milli” olarak sunan ümmi ümmetçilerin ve ahalinin en az %75’ini kandıranların kocaman bir kazığı olur. Sonra yine duyarız “Allah affetsin, kandırıldım.” Emrin olur.
Daha ayrıntılı açıklayacağım dediğim konuya gelirsek, Türkiye’yi uzun zamandır meşgul eden ve davası halen sürmekte olan, kimilerine göre kaza, kimilerine göre suikast olan ama gerçekte bir katliam ve cinayet olan helikopter kazasının öncesine gitmemiz gerekecek.
Katliama/cinayete kurban giden kişilerden biri, 12 Eylül 1980 darbesine hazırlık olması adına kotarılan, Alevilere yönelik, Maraş Katliamının başrol oyuncularından olduğu iddia edilen biridir: Muhsin Yazıcıoğlu. Hatta olay sonrası “kaderin cilvesi, kendisi de Maraş’ta öldü” mealinde gazete başlıkları olmadı değil. Konu bunlar değil.
Kendisi helikopter ile çıkacağı seçim gezisi öncesinde, mealen “…ABD’den üç-dört kişilik bir heyet bana geldi. Benimle önemli konularda görüşmek istediklerini söylediler. Görüşmemizde beni ve partimi iktidar yapacaklarını ama bazı istekleri olduğu konu edildi. İsteklerini sıralamaya başladılar. İlk söyledikleri makul ve yapabileceğim türdendi. Ama zaman içinde öyle bir istekte bulundular ki ‘onu yapamayacağımı, benim milliyetçilik duygularım ile bağdaşmadığını, ülkeye zarar vereceğini’ beyanla reddettim ve görüşmeyi bitirdim. Daha sonra bunların siyasi yasaklı olan o şahsa gittiklerini öğrendim. Adam siyasi yasaklı ve hiçbir şey olamayacak, ne milletvekili ne de partisi var. Oysa kendim milletvekiliydim ve bir partim vardı. Bu iş nasıl olacak derken o kişiyi karşımda başbakan olarak buluverdim. Neyse, onun, benden istenilen her şeyi istenilen sıra ile yaptığını ve sıranın benim reddettiğime geldiğini gördüm. Bunun ne olduğunu seçim gezisinden sonra açıklayacağım… ” dedi. Konuyla ilgili açıklamaları işitsel ve görsel basında yayımlandı ama kimse katliam sonrasında oralı olmadı.
O seçim gezisinden hiç dönülmedi ve o açıklayacağım denen gerçek de hiç açıklanmadı. Son duraktan sonra helikopter düştü/düşürüldü ve kendisi ile birlikte beş kişi daha katledildi. Yargılaması yapılıyor. Altın çağını yaşadığı, tam bağımsız ve tam tarafsız olduğu iddia edilen yargıda yargılama neredeyse 11 yıldır sürüyor ve hala bir sonuç yok. Bunda da diğer tüm davalarda olduğu gibi Fetişgiller suçlanıyor ve böylece top taca atılıyor. O Fetişgillerin kimin adına iş yaptığına ve kumpas aletindeki karşılığına bakmak lazım. Yargılamalar süresinde sadece bir avukatı yukarıda bahsedilen gerçeği anımsatacak çıkışlarda bulunuyor ama net ve keskin değil. Yine de tebrikler ama bir de sitem: Avukatsın, korkma; en fazla mahkemeye saygısızlıktan içeri girersin. Kabul görmese de sen gerçeğin ve doğrunun ne olduğunu ortaya koymak zorundasın.
Katliam öncesi ve sonrasına giderek Muhsin Yazıcıoğlu’nun açıklayacağım dediğinin ne olduğunu bulmak olasıdır ama kesin değildir. Bulunanın gerçekte anlatılmak istenen olduğunu kestirmek de tam olarak olanak içinde değildir. Bence bu olay siyasi cinayetlerden sadece bir tanesidir, daha fazlası vardır.
Artık sona gelindiği için birçok siyasi cinayetle daha karşılaşmak olasıdır.
Birbirinden ayrıymış gibi görünen ama aslında tamamen iç içe olan iki ayrı konudan bahsetmekle vermek istediğim bilgi, “adamların önlerindeki her tehlikeyi/engeli bir şekilde ortadan kaldırdıkları ve Kanal İstanbul’un bu iktidarın bir projesi olmadığı, emperyalistlerin Montrö Boğazlar Sözleşmesini ortadan kaldırmak için gündeme getirdiği” gerçeğidir.
Tarih “ÇANAKKALE GEÇİLECEK Mİ, GEÇİLMEYECEK Mİ” belirsizliğine zaman içinde bir kez daha tanık olacaktır ama o %75’lik ahali hiçbir şeyin farkında olmayacaktır, biline.
Hits: 94
Tuvalet taşı dile geldi…
- 13 Aralık 2019
Ebleh …
- 19 Aralık 2019