
Mayın ve EYP Sebebiyle Ölmek, kader değildir.
- 20 Ocak 2020
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; güvenlik
- 1
2008 yılında Londra’da birçok ülkeden askeri personelin bulunduğu bir toplantıya katılmıştım. Günlük sohbetlerin dışında en önemli konu Irak ve Afganistan gibi ülkelerde bir süredir çok yaygın bir şekilde kullanılan ve bu ülkelerdeki yabancı orduların bir türlü ortadan kaldıramadığı bir tehdit olan EYP/El Yapımı Patlayıcılar (EOD/explosive ordnance disposal) idi. Toplantı sırasında bir ara yan yana geldiğim bir İngiliz Tümgenerali ile bu konuyu konuştuk.
İngiltere’ye gitmeden önce Irak’ta ve Silopi’de Irak’ta meydana gelen EYP saldırılarını günlük olarak takip ediyordum. O sırada bu tür saldırılardan daha çok ABD ordusu zayiat veriyordu. İngilizler ise pek fazla zayiat vermiyorlardı. Bu durumun sebeplerini anlayabilmek için İngiliz generaline konuyu sordum.
“Türkiye’de iken Irak’taki EYP saldırılarını takip ettiğimi ve Amerikalılar neredeyse her gün zayiat verirken İngilizlerin çok az zayiat verdiğini tespit ettiğimi, bunun sebebinin ne olduğunu sördüm. Adam daha cevap vermeye fırsat bulmadan 1918’de bölgeyi İşgal ettiklerini ve bölge hakkında bilgi birikimleri ve tecrübelerinin olduğunu, bunun bir faydası olup olmadığını da sordum.”
General klasik İngiliz zabiti tavrıyla hafifçe gülümsedi. Sonra yüzünde daha ciddi bir ifade belirdi. Ben bu klasik tavrı görünce yine konunun etrafında dolaşıp konunun özüne değinmeden konuşmayı tamamlayacağını düşündüm. Ama general beni şaşırttı.
Önce derin bir nefes alıp yavaş yavaş verdi ve söze başladı. “Haklısının Albayım, biz bilgi ve tecrübemiz sayesinde başlangıçta çok az zayiat veriyorduk. Amerikalılar ise senin de söylediğin gibi neredeyse her gün zayiat veriyorlardı. Ama bu durum kısa süre içinde değişmeye başladı. Biz az da olsa hala ilk günlerdeki kadar zayiat veriyoruz ama Amerikalılar artı ilk zamanlarda verdikleri zayiatın onda biri kadar zayiat veriyorlar. Tahminimce bir süre sonra onlar zayiatlarını sıfıra yakın bir seviyeye çekecekler fakat biz hala aynı zayiatı vermeye devam edeceğiz.”
Bu sözleri duyunca şaşırdım. Neden böyle olduğunu sordum. General cevap verdi: “Sanırım bizim ve Amerikalıların kültürel, psikolojik ve eğitim sistemlerinin farklılığından kaynaklanıyor. Kanaatimce en çok da eğitim sistemindeki farklılık etkili.”
Bu cevaba da şaşırdım ve bunu biraz açmasını istedim. “Bizim eğitim sistemimiz ağır ama uzun vadeli bir sistem. Bu bizi şimdiye kadar iyi idare etti. Ama zaman değişti. Olaylar kısa sürede farklı boyutlara yayılıyor ve her geçen dakika şekil değiştiriyor. Bu ortamda bizim sistemimiz yetersiz, daha doğrusu ağır kalıyor. Bizim sistemimiz barış dönemlerinde ve olayların gelişim süreçlerinin daha yavaş olduğu 19. Ve 20. Yüzyılda mükemmel işliyordu. Ama kriz dönemlerinde ve günümüzün hızlı değişen ortamında işe yaramıyor.” dedi.
“Nasıl yani?” diye sordum.
Hemen cevap verdi.
“Sana bir örnek vereyim. Örneğin Bağdat’ta yeni bir EYP eylemi oluyor. Aynı gün Basra’da da benzer bir eylem olduğunu farz edelim. Biz bu eylemden ders çıkarmaya başlıyoruz. Önce çıkardığımız dersler alanda konuşuluyor. EYP’nin tekniği, taktiği, oluş şekli, elde mevcut malzemenin yeterliliği veya yetersizliği tartışılıyor. Bunun sonuçları en erken bir ay içinde İngiltere’ye gönderiliyor. Bu arada başka patlamalar ve zayiatlar oluyor. İngiltere’de ilgili birimler bu konuyu inceliyor. Irak’tan gelen grup sorgulanıyor ve erden generale kadar herkesin bu konudaki düşünceleri alınıyor. Bundan sonra bir tedbir geliştiriliyor. Yeni malzeme ve teçhizat üretiliyor veya mevcutlar tadil ediliyor. Bu teçhizatla Irak’a gidecek personel eğitiliyor.”
Ben araya girdim. “Ne kadar güzel….” Dedim. Çünkü bu sistemin bizde olduğunu zannetmiyordum. Ama general itiraz etti.
“Güzel değil Albayım. Çok kötü. Çünkü bu tecrübe sahaya en erken üç ayda yansıyor. Ama ABD ordusunda durum daha farklı. Onlarda o Bağdat’taki patlamada zayiat veriyorlar. Fakat aynı gün içinde hemen bir heyet araştırmaya başlıyor. Sahada gerekli tedbirler alınırken 1 veya 2 gün içinde elde edilen ilk sonuçlar Amerika’ya gönderiliyor. Orada bir ekip bu bilgilerden yararlanarak yeni teçhizat geliştiriyor. Eğitim parkurları hazırlayıp yeni teçhizat ile taktik ve teknikleri deniyor. Sonuçları derhal Irak’a bildiriyorlar.
Hatta yeni teçhizat gönderilirken bir ekip Irak’a gidip eğitim veriyor. Ve en önemlisi de tüm bu olup bitenler en fazla bir hafta ila 10 gün içinde olup bitiyor. Yani adamlar çok hızlı reaksiyon gösteriyorlar. Buna göre bir organizasyon ve eğitim sistemi kurmuşlar. Bu geri beslemeyi her gün yapıyorlar. Bu sayede başlangıçta çok fazla zayiat vermelerine rağmen artık zayiat oranları bizden daha düşük bir seviyeye geldi.”
General ile bu konu ile bir süre daha sohbet ettik. O konuştukça benim moralim bozuldu. Çünkü bırakın Amerikalıların sistemini, bizde İngilizlerin hızı ve sistematik yaklaşımı bile yoktu. Bu günlerde verdiğimiz zayiatlara bakınca hala da herhangi bir sistem kuramadığımızı anlıyorum.
Bunu bu günden bir örnek vererek açıklamaya çalışayım. Bir süredir bizim Irak, Suriye ve kendi ülkemizde verdiğimiz zayiatları takip ediyorum. İsterseniz siz de internetten kısa bir araştırma yapıp son bir aydan verdiğimiz zayiatları tespit edebilirsiniz. Benim gördüğüm, zayiatların nerdeyse tamamına yakını EYP kaynaklı. Arada kuleden düşen, kaza yapan ve çatışmada şehit olanlarda oluyor ama şehit ve yaralıların çoğu EYP, Mayın, bombalı araç saldırılarında ölüyor.
Peki, bunları inceleyen, sonuç çıkaran ve bu sonuçlara göre teçhizat, malzeme ve silah geliştiren, yeni taktik ve teknikler bulmaya çalışan bir grup ve bir sistem var mı? Benim bildiğim alınan dersler diye yapılan ve olan olaylar hakkında her bölgeden gelen raporlardaki bilgilerden yazılar yayınlayan bir birim var. Ama bunların hiç biri ne kısa vadede ne de orta vadede sahaya fiili olarak bir fayda sağlamıyor. Zaten bu yayınlar da sahadaki personele pek ulaşamıyor.
Hatta bizde yeni bir taktik, teknik, yöntem veya teçhizat önerdiğiniz zaman “Sen işine bak kardeşim. Kendi vazifen olmayan şeylere de karışma. Başımıza icat çıkarma.” Diye bir azar işitmekten başka bir tepki ortaya çıkmıyor. Alınması gereken tedbirlerin uygulamaya konulması ise bırakın 1 haftayı, hatta üç ayı, bazen 15-20 sene sonra ancak uygulamaya konuluyor. Bu zamanı afaki olarak söylemiyorum. Yaşadığım olaylardan bahsediyorum.
Yıl 1995-96 idi. Bir gün Silopi’de tim komutanları ve daha üst rütbedeki subayları toplantıya çağırdılar. Ben de gittim. Toplantıyı idare eden komutanımız benim gibi sahada faaliyet gösteren genç ve hevesli subayları gaza getirecek gayet güzel ve hamasi bir giriş konuşması yaptı. Herkes hiçbir şeyden çekinmeden, saçma derler mi diye korkmadan bütün fikirlerini açık açık söylesin diye de birkaç defa tekrarladı. Fikir ifade edilmesi istenen konu şuydu: Konu terörün önlenmesi için neler yapılmalıdır?
Herkes sırayla fikirlerini ifade etti. Sıra bana geldiğinde: “Komutanım… Sanırım biz çok temel bir hata yapıyoruz. Dağda bayırda dolaşarak teröristleri yok edebileceğimizi ve terörü sona erdireceğimizi düşünüyoruz. Bana göre bu bizim en büyük yanlışımız ve yanılgımız….”
Daha sözümü bitirmeden biraz önce fikirlerinizi çekinmeden söyleyin diyen şahıs beni tersler bir tarzda araya girdi: “Ne yani? Siyasi çözüm mü öneriyorsun?” O zamanlar siyasi çözümcüler vardı. Bunlar PKK Terör Örgütü ne talep ediyorsa biz bunu siyasi kararlarla verirsek bu örgütün iddia edecek bir şeyi kalmaz ve terör biter diyorlardı.
Ben tim komutanı olmanın ve en sakat operasyonlarda bana fırça atan şahıs dahil yüksek rütbeli komutanların operasyonun nasıl planlanması gerektiğine dair fikrimin sorulmasını verdiği öz güvenle karşılık verdim. “Siyasi çözümü de nereden çıkarıyorsunuz komutanım? Ben tim komutanıyım. O işlerle uğraşmıyorum. Benim söyleyeceğim şeyler taktik ve operatif alanla ilgili düşüncelerim. “ dedim.
Bunun üzerine; “Haaaa! Söyle o zaman. “ dedi.
Bunun üzerine anlatmaya başladım.
“Alan çok geniş ve arazi koşulları çok sert. Biz üstün taraf olmamıza rağmen teröristle aynı koşullarda mücadele ediyoruz. Niye kendi üstünlüklerimizden faydalanmıyoruz?”
Aynı kişi yeni den araya girdi.
“Neymiş onlar?”
“Komutanım. Araziyi küçük parçalara bölelim. Şimdi bunu nasıl yapacağımızı soracaksınız. Hemen söyleyeyim. Bu bölgede onlarda dere, çay ve nehir var. Hepsi de kuzey-güney istikametinde akıyor. Ayrıca kuru dere yatakları da var. Bunlar sadece baharda karlar erirken akıyor. Bu dereler sınırımızı geçip Irak’a gidiyor. Sınıra yakın yerlerde bu dere, nehir ve çaylar üzerine devletimiz baraj yapsın. Çok fazla para lazım gelir diyorsanız, üç beş dozerle su şişirmesi yapsın. Bu yapılırsa teröristler gece vakti bu dere yataklarından ülkemize sızamaz. İçerdekiler de dışarı çıkamaz. Aradaki sırtlara da kale gibi sağlam karakollar yapılsın. En azından Irak’ta Saddam’ın yaptığı taştan karakollardan yapılsın. O zaman teröristlerin giriş çıkışları engellenebildiği gibi kullanabilecekleri alanlar da su engelleriyle bölünecek. Biz bu sınırlı alanları teker teker temizleriz. Öte yandan yollarda mayın aramasına çok fazla birlik ayırıp emek sarf ediyoruz. Yollar Saddam ve hatta Barzani’nin yaptığı gibi çok kalın asfalt veya beton dökülerek mayın döşenemeyecek hale getirilsin. O zaman bir iki tim menfezleri kontrol eder. Birçok birlik ayırmaya gerek kalmaz. Ayrıca, içerdeki karakol ve üs bölgeleri de kale gibi yapılsın. Şu anda birliklerin çoğu karakolları korumakla uğraşıyor. Eğer kale gibi karakollar ve üs bölgeleri yapılırsa emniyet için daha az birlik tahsis edilir ve arazi operasyonlarına daha fazla birlik çıkabilir.”
Komutan, yine araya girdi.
“Tamam, tamam! Anladım. İyi, hoş ama bunlar öyle kolayca yapılacak şeyler değil. Başımıza icat çıkarma. Olabilecek şeyler varsa onları söyle.” Dedi.
Ben söyleyecek başka bir şey yok diyerek yerime oturdum.
Bu söylediklerim sadece bana ait fikirler değildi. Tim komutanları ile konuşurken aramızda tartıştığım fikirlerdi ama ciddiye alınmadı.
2010 yılında İngiltere’den dönünce tekrar Silopi’ye gittim. Bir de ne göreyim. Benim bazılarının adını vererek teklif ettiğim derelere baraj inşa ediliyordu. Herkes yolların daha sağlam yapılmasından ve kalekol inşaatından bahsediyordu.
Aradan 15 sene geçince bazılarının aaancak aklı başına gelmişti.
Ama bugün artık tepki gösterme süresi bu kadar uzun sürmemeli.
Her olay incelenip hızla tedbir getirilmeli.
Sürekli EYP ile şehit olan asker ve subaylarımızın haberleri ile güne başlamayalım.
EYP kader değildir.
Tedbir alınırsa korunmak mümkündür.
Bunun ilk adımı bu konu ile ilgili eğitimlerin ciddi şekilde yapılmasıdır.
Diğer tedbirler ise gerekli teçhizatın geliştirilmesi ve teminidir.
İstihbarat bu konuda da çok önemli bir rol oynayabilir.
İHA’lar, SİHA’lar, uzun süre havada kalabilen balonlar, uzaktan komutalı robotlar ve benzeri birçok araç ve teçhizat bu konuda kullanılabilir.
Kader, ne yaparsan yap, başına gelmesini önleyemediğin şeydir.
Kader, bir şey başına geldiği andan itibaren kader olur.
Meydana gelmeden önce hiçbir tehdit kader değildir.
Bu sebeple, gerekli tedbirler alınarak önlenebilir.
Hits: 17
Tanrı’nın 10 İlkesi ve Wilson’un 14 İlkesi
- 20 Ocak 2020
ALİKOPTERİ BİLE VARMIŞ
- 21 Ocak 2020