
PANDEMİ OLDU PANTOMİM
- 16 Nisan 2020
- Güven Kaya
- Başlık; Türkiye
- 30
16.04.2020 / ANAKARA
Vaka olarak dünya sahnesine 2019 Aralık ayında çıkan Koronavirüs salgını bir gün bile olmadan yani 24 saat bile dolmadan tüm dünyaya yayıldı. Çünkü Çin, tüm dünyaya her türlü sanayi ürününü ihraç ediyor ve bu ürünlerin satış, pazarlama, teknik servis, yedek parça, kurulum gibi birçok hizmetini de ülkesinden gönderdiği yetişmiş binlerce, on binlerce elemanlar ile sağlıyor. Bu insanlar, sekiz-on saat, bilemediniz on beş- yirmi saat içinde virüsü tüm dünyaya yaydı.
Başlangıçta hiç kimse tüm dünyaya salındığını anlamadı. Anladıklarında ise iş işten geçmiş, Çin ise salgını baskılamış durumdaydı. Artık bu andan itibaren, işe ciddiyetle sarılan ülkeler ile ciddiyetle sarılmayan ülkeler kendilerini belli etmeye başladılar. Ciddiyetsizler ise Çin’i suçlamaya, halkı ise kandırmaya giriştiler.
Pandemi ortalığı kasıp kavururken hiçbir şey yokmuş gibi davranan Türk ülkesi “bu yükleri,” salgın kapıyı tıklatınca halkın evlere kapanması için ev alınmasını öneren, örnek bir kararla ahalinin karşısına çıktı. Karar öncesinde, 500 bin lirayı geçmeyen konutlarda, kredinin fiyatı karşılama oranı olan %80, on puan artırılarak %90’a çıkarıldı. Ne büyük bir karar ama…
Aynı karar metni içinde, salgın günlerinde ülke insanı aldığı evde durmasın, daha fazla gezsin diye uçak biletlerindeki KDV oranı %18’den %1’e indirildi. Böylece vatandaş ev ile “gezi” arasında tutularak salgının olası tehditlerinden korundu. Ancak kısa süre sonra havayolu ile yolcu taşımacılığı geçici olarak yasaklandı. Ahali yine evinde kaldı mı? Değil mi yani, boşa para harcamasın, parasını aldığı evin kredi taksitlerine yatırsın.
Otellere getirilmesi düşünülen konaklama vergisinin 2020 yılı Kasım ayına kadar uygulanmayacağı karar altına alınarak, vatandaşın ev-gezi ikilemine oteller de eklendi ve ev-gezi-otel üçlemesi ortaya çıktı. Vatandaş için seçenekler giderek çoğalıyor, böylelikle salgınla çılgınca mücadele ediliyor. Fırsat bu fırsattır diyerek otellere kapağı atanlar kısa süre sonra sokağa çıkma yasağı ile karşı karşıya kaldı. Zaten uçamaz olmuşlardı, şimdi ise yürüyemez… Derken otobüs ile seyahat de yasaklandı. Artık vatandaş kredi ile aldığı evin yolunu kaçak-göçek yollardan yaya olarak bulmak zorunda, o da polise yakalanmadan olmalı…
Emeklilere verilen bayram ödemeleri öne çekildi. Mayısın sonlarına doğru verilmesi gereken para, Nisanın 11nci günü hesaplara geçti. Bunun okunuşu şudur: Vatandaş bu parayı harcasın ve ekonomik yavaşlamadan sıkıntı duyacak olan kapitalistlerin sıkıntıları giderilsin veya ötelensin. Zamanı gelince kurban bayramı için olanı da bir ay öne çekeriz, gerisi Allah kerim deriz…
İşveren lehinde olan telafi çalışma süresi iki aydan dört aya çıkartıldı. Bu ne demektir? Önce telafi çalışma süresini açıklayalım: Çeşitli sebeplerle bir iş yerindeki çalışma süresi önemli ölçüde azalırsa veya iş yeri tamamen tatil edilirse, işverenin iki ay süreyle çalışanına “telafi çalışma” yaptırması anlamına geliyor. Kısacası çalışanların ücretini aldığı, ancak çeşitli nedenlerle çalışmadığı bir süreyi sonradan çalışarak yerine getirmesine denir. Telafi çalışması işler normale döndüğünde ilk iki ay içinde yaptırılır. İki ay geçtikten sonra yaptırılamaz. İşte bu süre iki aydan dört aya çıkartılıyor. Bu da çalışandan ziyade anaparacıyı korumak değil midir?
Ama en çarpıcı açıklama elektrikçiden geldi: Üç ay süre içinde elektriğe zam yapmayacağız. Yazılışı böyle, okunuşu ise şöyle: Allah kahretsin, şu korona mereti ortaya çıkmasaydı önümüzdeki ilk üç ay içinde zammı geçirecektik, artık “üç aylar” geçtikten sonra geçiririz. Merak etmeyin, fazla bekletmeyiz… Vatandaş 380 volt ile çarpılmış gibi oldu ama işi gırgıra vurdu. Alışmıştı artık yöneticilerinin gırgır şamata yeteneğine, o da karşılık veriyordu bir şekilde.
Sonra katmerli bir gırgır konusu daha geldi. Sayaç okuyamayacağımız yerlerde son üç aya bakarak tahmini fatura oluşturacağız. Fazla gelirse ileriki aylarda mahsup edilecek. Eleştirilerin dozu yükselince efendim geçmiş yılların aynı aylarına bakarak fatura oluşturacağız denerek EPDK kararı işaret edildi. Bu işler öyledir; emperyalizmin, kapitalizmin ve onların işbirlikçilerinin ceplerine para aktarmanın yolunu bir EPDK kararı ile tek akıl dönemlerinde bulmak işten değildir. Vatandaş parasız kalsın ama emperyalistler, kapitalistler ve işbirlikçileri parasız kalmasın. Sen ne büyüksün be tek akıl! Üst aklı yanında yaya kalmış…
Biz bu gırgır işine nasıl geldik, biliyor musunuz? Hatırlatayım, gargaradan geldik efendim. Evet, gargaradan geldik. Yanlış anlamayın, boşa çıkarmak manasındaki gargarayı demiyorum, gargara etmekten bahsediyorum. Yani bildiğiniz gargara; gııığğğhhh denilen… Hani şu boğazda yapılan gargara. Yanlış anlamayın yine, İstanbul Boğazında yapılan kanal gargarası değil.
Efendim, bu korona emmi işi dünyayı kasıp kavururken, bu işin kompetanı olduğunu ahalinin kafasına sokmaya çabalayan yerli ve milli bilimci çocuklar, günde üç kez tuzlu su ile gargara edin diyordu. Hem de öyle bir kerelik gargaradan değil, iki kere üst üste gargaradan bahsediyorlardı. Yani böğğğ gelene kadar gııığğğhhh yapmaktan…
Bu gargara esnasında gargaraya gelmemesi gereken bir konu var, aman ha. Yine aynı kompetanlar veya yol arkadaşları, “Bu virüs Türklerin DNA’sında, RNA’sında bulunmayan bir proteine yapışıyor, bu yüzden şanslıyız, bize bir şey olmaz.” diyorlar ve mutat olduğu üzere bol bol video çekiyorlardı. Böylelikle, daha sonra ölecek olan ve kendini katıksız Türk sanan ahaliye, “siz Türk değilsiniz” yaftasını daha başından bilimsel bir açıklama ile yapıştırmış oldular. O ölenler öldüklerine mi yanacaklar yoksa Türk olmadıklarına mı yanacaklar, şaşırdılar. Benzer bir şaşkınlığı ölü yakınları da yaşamadı değil. O kadar yıldır Türk olduğunu sandıkları ana-babalarının aslında Türk olmadığını öğrendiler ve kendilerinden şüphe etmeye başladılar: Acaba ben de Türk değil miyim? Yok, canım daha neler, ben buz gibi Türküm. Ey korona emmi, sen nelere kadirsin? Milletin ne gizli sırlarını ortalığa döktün böyle? Hatta kirli çamaşırlarını da… İşin özü ülke insanı mı, korona mı yoksa başka bir şeyler mi gargaraya getirilmeye çalışıldı, bilinmiyor. Ama bir gerçek var ki ülke insanı bu işten zararlı çıktı, bunu es geçmeyelim.
Baktılar olmuyor sabır ve dua öne çıkarıldı, daha doğrusu tek aklın seçenine telkin edildi. Aklı başında olanlar bu işlerin inşallahla, maşallahla olmayacağını zaten biliyor. Her vakitte ve özellikle de akşam vaktinde ezan sonrası dua faslı geldi. Fakat korona bunları dinlemedi çünkü Arapça bilmiyor, yoluna devam etti… O dua telkin edenler bir yandan insanı Allah’ın, öte yandan koronayı da yine Allah’ın yarattığını söylerler. Sonra da eklerler insanlara ceza vermek için yaptı bunu. “O zaman ne demeye dua ediyorsun” diye soran olmaz. “Madem seni cezalandırmak isteyen Allah koronayı gönderdi, sen istediğin kadar dua et, o istediğini alana kadar bu belayı durdurmaz” düşüncesi ise kimsenin aklına gelmez. Ama yalanın yanma süresi yatsıya kadardır, söndü gitti. Kısacası dua da işe yaramadı…
Ve virüs kapıyı kırınca…
Korona emmi. Çeşitli tartışmaların, gırgır şamatanın ve gargaranın arasında tüm haşmeti ile geldi çattı. Hem de ne çatma. Her gün üçer beşer derken onar yirmişer götürmeye başladı. Birden rakamlar otuzlara ellilere dayandı. İlk raundu korona emmi silip süpürdü ama ikinci rauntta onu yetmişlere öyle bir bağladı ki Sağlık Bakanlığı, uzun süre kıpırdayamadı. Baskıladıkça baskıladı rakamları. Virüs bu öyle baskıya maskıya gelemez; bir fırsatını buldu ve “seksenleri” es geçip “doksanlara” geldi takıldı. Bildiğiniz doksana takma gibi taktı hem de… Şimdi sıra iki binlerde, pardon yüzlerde ama sağlık bakanlığı mıh demiyor, çaktı adeta koronayı doksanlara. Yazın üçüncü raundu da Sağlık Bakanlığına. Ama ne gam, dedik ya virüs bu diye, yine bir yolunu buldu uçtu. Biraz sendeleyerek kaçmış olmalı ki yüzlere takıldı. Ancak uzun sürmedi bu, bir gecede yüz onlara geçiverdi; demek kafasına iyice vurulmamış. Gitti güzelim dördüncü raunt… Haydi hayırlısı, beşincideyiz.
İşte bu süreçte ahalinin devletten olan beklentisi iyice yükseldi. Asrısaadette yaşanmıyor ki… Her şey herkes tarafından anında duyuluyor. ABD 2,2 trilyon dolar açıkladı, Türkiye’yi dakikada bir kıskanan Almanya ilk elde 756 milyar € açıkladı. Koronanın darbelerinden iyice bunalmış olan Fransa, İngiltere, İtalya ve İspanya hem şirketlere hem de vatandaşa sağlam destekler açıkladı, güven telkin etti. Konya’dan daha küçük olan Hollanda bile neler açıkladı neler ama sürekli kıskanılan ve her ülkeye “eyyylenen” Türkiye’den ses yok. Fakat unutulmasın, yavaş atın çiftesi pek olur misali ses çok sağlam geldi: IBAN
Ülke yönetimi bir basın toplantısı ile korona emmi ile mücadelenin IBAN üzerinden yürütüleceğine dair planını açıkladı. Vatandaş kendi virüsünü kendi yenecek, böylelikle ahalinin bağışıklık sistemi güçlenecek ve korona bir daha bu topraklara adım atamayacağı gibi “füruu” da gelemeyecek. Bunun bir diğer anlamı da İMAN’dan yani duadan vazgeçildiği, ondan önce paranın pardon IBAN’ın geldiğidir. Neyse ki bu arada birilerinin aklına, ülke ekonomisinden buhar edilen bir trilyon doları kimler buhar ettiyse, onlardan toplayın diye geldi ve bu yönde cümleler kuruldu da ahali hepten hafızasız değilmiş diye avunur olduk. Bu da iyi, koyun cebe.
Daha bitmedi. Bir Cuma akşamı, birden bire, damdan düşer gibi, saat 24.00’de başlayacak iki günlük sokağa çıkma yasağını ülkenin içişleri bakanı saat 22.00’de açıklamasın mı? Ahalinin külliyetli kısmı yemedi, içmedi doğru marketlere gitti. Sosyal temas mesafesi oldu cinsel temas mesafesi. Eldiven, maske mi? Ara ki bulasın. Bir de ekmek kavgaları başladı, naklen izledik. Korona virüs başka yerde yaşayamam diyerek saldıkça saldı ve binlerce kişiye bulaştı. Sonuçları bir haftaya kalmaz çıkar.
Bakana sorulduğunda halk marketlere hücum etmesin diye son anda açıkladım dedi, iyi mi? Son anda açıklanmasına rağmen halk yine uçtu marketlere dendiğinde ise öngöremedim yanıtı havada yerini aldı. Derken bir istifa haberi haber kanallarına çöktü ve başladı yorumlar. Yorumlar bir anda yarıda kesildi, istifa kabul olmamıştı. Alın size bir tekakıl operasyonu daha…
Yasak sonu, pazartesi ve diğer günler marketlerdeki görüntü “ya kıtlığa girecek ya da kıtlıktan henüz çıkmış” ülke görüntüsüydü. Bu mu ülke yönetmek? O sokağa tedbirsizce çıkanların evlerinde iki gün yetecek kadar gıda malzemesi yok muydu? Vardı ama ahalide ülkeyi kriz anında yöneteceklere olan inanç yoktu. Hem de kimde yoktu o inanç biliyor musunuz? Normal zamanda “çalışıyorlar,” IMF’ye borç veriyorlar, yol, hastane, tünel, köprü yapıyorlar diyen nadide seçmenlerde yoktu… Alın size bir çelişki.
Bu arada, kendisi için gerekli olan tıbbi malzemeleri çok gelişmiş başka ülkelere gönderen ve bunun yanlışlığını itiraf eden, başka ülkelere para yardımında bulunan, Afrika’ya 5-6 milyar dolar para aktaran, salgın varken fırsat bu fırsattır diyerek Salda Gölünü yok etmek, Kanal İstanbul ihalesine çıkmak gibi alakasız işler peşinde koşturan bir ülke yönetimine tanık olundu.
Kuzey Irak Otonom Bölgesine yapılan yardımların PKK eline geçtiği basına yansıdı. Böylelikle düşmanımıza bile insani yardım yaptığımız dosta ve düşmana gösterilmiş oldu. Ülkede vatandaş, özellikle de kanser hastaları maske bulamazken milyonlarcası dış ülkelere, düşmanlara gönderildi. Gönderilen paketlerin üstünde kişisel yardımmış havasını yaratan bilgiler eklendi. Dünya beşten büyüktür diyenler, kendileri ile çelişip, “bir”in 83 milyondan büyük olduğunu yazılı olarak beyan etmeye başladı böylece.
İşte, bir pandemi haddini bilmez ise, işi bilmeyenler tarafından nasıl pantomime çevrilir görüldü. Hatta bunun nasıl yapılacağına da en ince ayrıntısına kadar ülke insanı tanık oldu. Pandemi ısrar ettikçe “mim” üstüne “mim” yapılarak pantomim yaratıldı. Artık gelecek nesillere aktarabileceğimiz çok büyük bir deneyimimiz var. Bundan iyisi Şam’da kayısı, pardon namaz…
Uzun lafın kısası; ülkenin bilimcisi işi gargaraya getirirse, siyasetçisi de gırgıra sarar.
Hits: 146
ERMENİLERE TARİHSEL KARDEŞLİK KÜLTÜRÜYLE YAKLAŞIYO...
- 13 Nisan 2020
EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ ULUSUNDUR
- 22 Nisan 2020