
SİYASET ÖZGÜRLEŞMEDEN YAŞAMIN HİÇBİR ALANI ÖZGÜRLEŞMEZ[1]
- 2 Mayıs 2020
- Güven Kaya
- Başlık; Türkiye
- 18
- Facebook20
- Twitter10
- WhatsApp340
- LinkedIn10
- Telegram0
- Paylaşım
İMRALI GÖRÜŞMELERİ – 16
02.05.2020 / ANAKARA
Katılanlar: İdris Baluken, Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan
Konular: sürecin yasallaştırılması, hasta tutuklular, Ermeniler, KDP ve Barzani, kadın hakları (alınmadı), Kürt-Türk işbirliği, BDP’nin işlev kazanması, isim değişikliği istemesi.
Esasında uzun zamandır bir çözüm süreci gündemde duruyor ama kimse sözünü edemiyor. Çünkü el yakacak kadar sıcak. Fırat’ın Doğusuna yapılan harekâttan beri ise tamamen canlandı ama denildiği gibi el yakacak cinsten. Ufak yollu alıştırmalar yapılmıyor değil, Abdullah Öcalan’ın kardeşine telefon etmesi gibi. Şimdilik toplumun nabzı ölçülerek ilerleniyor ama parasızlık kemiğe dayandığında doğrudan görüşmelere geçilecektir, bundan şüphe etmemek gerekir.
Konuya başlamadan önce, birçok soruya yanıt bulmak maksadıyla, burayı okumanızda sonsuz fayda var.TIKLAYINIZ.
(…)
İ. Baluken: Başkanım, hükûmet yetkilileri, Hakan Fidan ve KCK Başkanlık Konseyi ile görüşmelerimiz oldu. (…)
(…)
İ. Baluken: Buradaki toplantımızdan birhafta sonra Beşir Atalay ve Efkan Ala ile görüştük. (…)
(…)
İ. Baluken: Özellikle müzakere sürecine geçilmesini, müzakere heyetlerinin oluşturularak sizinle görüşmeleri gerektiğini ifade ettik. Sürecin yasal statüsünün oluşturulmasının ivedilikle hayata geçirilmesi gerektiğini söyledik. Sekiz komisyon öneriniz doğrultusunda AKP’nin de heyetler oluşturması ve bu heyetlerin bir an önce çalışmalara başlaması gerektiğin ifade ettik. Proje ve yol haritasıyla yaklaşmalarının çok önemli olduğunu ifade ettik.
Yorumum: önceleri görüşenler için şerefsiz, sonra devlet görüştü dendi. Gerçekte görüşmeler AKP ile götürülüyor: AKP’nin de heyetler oluşturması… Demek ki tamamen “çıkar” ilişkisiymiş.
A. Öcalan: Evet. Genel ilkeleri belirtmişsiniz. Onlar ne dediler?
İ. Baluken: Her ikisi de görüşme sırasında pek çok not aldı. Bu konuları Başbakanla görüşeceklerini söylediler. Kendi hazırladıkları demokratikleşme paketini övdüler. Bu paketlerin devam edeceğini dolayısıyla bu adımların bir süreç olduğunu ifade ettiler. (…) Seçim sonrası işlerin daha kolay olacağını, zamanlama açısından dikkatli davranmak zorunda olduklarını ifade ettiler. Hasta tutsaklar meselesini kendilerine ayrıntılı aktarmıştık. Bu konuda da adım atılması gerektiğini, bunun insani bir mesele olduğunu ifade ettiler. Bakanlar
Kurulunda da bunun dile getirildiğini söylediler. Ancak bugüne kadar hasta arkadaşlarımız ile ilgili atılmış tek bir somut adım yok.
Onun dışında hükûmetin çözüm süreci konusunda kararlı olduğunu, ancak bu sürecin ciddi zorlukları olduğunu ifade ettiler. Türkiye’de yaşanan siyasi krizlerin aşılması durumunda sürecin de rahatlayacağını ifade ettiler. Sürece desteğin Türkiye’de yüzde 80’lere vardığını, bölgede bu oranın daha yüksek olduğunu ifade ettiler. Ancak somut adım atma noktasında herhangi bir sonuç aldığımızı söyleyemem.
A. Öcalan: Evet. Bu konuları dün biz de konuştuk. Aktarımlarınıza devam edin.
İ. Baluken: Bekir Bozdağ ile bir görüşme yaptık. Beşir ve Efkan Beyler ve Bekir Bozdağ ile yaptığımız görüşmeyi Pervin Hanım ile birlikte yürüttük. Bekir Bozdağ ile görüşmemizde özellikle Müzakere Yasası üzerinde durduk. Toplumsal Barış ve Müzakere Yasasını Meclis Başkanlığına da sunmuştuk. Hazırladığımız yasa tasarısını onlara da verdik. (…) Yine hasta tutsaklarla, bir an önce tahliye edilmesi gereken arkadaşlarla ilgili durumu görüştük Bu konuda o da diğerleri gibi haklı olduğumuzu, bazı yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini söyledi. (…) Diğer hastalar için elektronik takibi öngörecek bir mekanizma için çalışma yaptıklarını söyledi. Bugüne kadar herhangi bir somut gelişme bu konuda yoktur.
A. Öcalan: Evet. Hazırladığınız yasa tasarısını ben de inceledim. (…) Bu konularda dün de görüşlerimi onlara ifade ettim.
İ. Baluken: Terörle Mücadele Kanununun kaldırılması gerektiğini ifade ettik. Seçim sonrasında kaldırılacağını söyledi. Yine uzun tutukluluk süreleri için yedi yıllık bir süre öngörmüşlerdi. Biz bunun kabul edilemez olduğunu söyledik, sonra bunu beş yıla indirdiler. Bizim açımızdan yeterli olmayan bir düzenlemedir. (…)
A. Öcalan: Evet, bunlar detaylardır. Önemli olan ilkelerdir. (…) O ilkeleri ben dün onlara aktardım.
İ. Baluken: Ahmet Davutoğlu ile bir görüşmemiz oldu. Bu görüşmeyi Sırrı Süreyya Önder ile birlikte yaptık. Bir buçuk saati aşan bir görüşme oldu. Ana gündem maddesi Rojava ve Suriye politikasıydı.
Türkiye’nin politikası ile ilgili eleştirilerimizi ilettik. (…)
S. S. Önder: Aktarımlar bitsin, ben de ekleyeceğim,
İ. Baluken: Davutoğlu’nun Rojava ile ilgili sizle görüşmesi gerektiğini özellikle belirttik. Başkan’ın yirmi yılı aşkın deneyiminin olduğunu, beş yıl önce de devlet heyetiyle pek çok konunun paylaşıldığını ifade ettik. Suriye ve Rojava’da devletin ne yapması gerektiğini sizin beş yıl önce devlet heyetine de ilettiğinizi söyledik. (…)
A. Öcalan: Ne dedi peki?
İ. Baluken: Diyarbakır konuşmasını örnek gösterdi. Orada ulus devlet anlayışının aşılması gerektiğini belirtmişti. Bize bu düşüncesinin Nevruz Deklarasyonunda belirttiğiniz görüşlerle ne kadar örtüştüğünü anlattı.
A, Öcalan: Evet. Teoride belki olabilir, ama pratikte bir karşılığı yok söylediklerinin. Zaten bu meseleler onu da aşar. Davutoğlu da bunu biliyor. Başka ne dedi?
İ. Baluken: Dış politika ve Suriye konusunda neler yaptıklarını çok uzun şekilde tekrarladı. Suriye’de PYD’nin rejimle hareket ettiğini, muhalefetle ortaklaşmadığını ve diğer Kürt gruplarına baskı yaptığını anlattı. PYD’nin sözüne güvenilmediğini, aslında Salih Müslim’in Ankara’ya gelişinin önemli olduğunu, ancak bunun öneminin PYD tarafından bilinmediğini ifade etti.
A. Öcalan: Bunlar doğru değil. Ne yapılması gerektiği bellidir.
İ. Baluken: Davutoğlu ısrarla PYD’nin Rusya ve İran ile sıkı ilişkiler içinde olduğunu, bunun bilgilerinin kendilerinde olduğunu ifade ediyor. İnsani yardımı engellemelerini bazı gerekçelere dayandırıyor. PYD’nin rejime desteğini kesmesi, muhalefetle hareket etmesi ve diğer Kürt gruplarıyla ilişkiler geliştirmesi durumunda desteklemeye hazır olduğunu ifade etti. (…)
Yorumum: Davutoğlu, bazı şartlar ileri sürerek, Türkiye’nin PYD’yi destekleyeceğini söylüyor.
A. Öcalan: Evet. Bu çabanızı anlıyorum. Ama Rojava konusu hem sizi hem de Davutoğlu’nu aşan bir konudur. Burada görüşmemiz gerektiğini dün de söyledim.
(…)
İ. Baluken: 1Mart 2014 tarihinde Kandil’de arkadaşlarla görüştüm.
(…)
İ. Baluken: (…) AKP’nin önemli bir fırsatı kaçırdığını düşünüyorlar. Önderlik AKP’ye bu sorunu çözme gibi tarihi bir fırsat verdi. Ama AKP’nin değerlendiremediğini düşünüyorlar. AKP’nin giderek güç kaybettiğini ve istese de artık bu sorunu çözemeyeceğini düşünüyorlar. Rıza Zerab’ı bırakan AKP hasta tutsaklar meselesinde bile adım atmamıştır diyorlar. (…) BDP ve HDP’nin demokrasi güçleriyle beraber bir alternatif oluşturması ve bu alternatifi halkla buluşturması gerektiğini ifade ettiler. Kürt Hareketinin Türkiye’deki demokrasi çevreleriyle beraber çözüm yaratabileceğini, bunun olanaklarının oluşturulması gerektiğini ifade ettiler.
A. Öcalan: Evet, bunları mektupta da yazmışlardı. Bu konuları biliyorum. Başka aktaracağın var mı?
İ. Baluken: KDP ile ilgili değerlendirmeleri oldu. KDP’nin[2] Rojava’da ihanet içerisinde olduğunu, ulusal konferansı yaptırmamak için de özel olarak bazı politikaları devreye koymaya çalıştığını ifade ettiler.
(…)
İ. Baluken: Arkadaşlar Suriye konusunda bazı değerlendirmelerde bulundular. Suriye’de karşımızda sadece Suriye devletinin olmadığını, asıl gücün İran devleti olduğunu ifade ettiler. Suriye ve İran’ın Kürtlerin konumundan çok rahatsız olduğunu ifade ettiler. Hem kantonların ilanından hem de Rojava’nın çetelerden arınmasından İran çok rahatsızdır. Til Koçer’in ticarete açılmasını İran önlüyor.
(…)
A. Öcalan: ABDEM ne oluyor?
P. Buldan: AB ve Demokrasi Meclisi, Avrupa Konferansı’ndan sonra oluştu. 57 birleşeni var. (…)
Hükûmetin genel yaklaşımlarından rahatsızlar. Avrupa sahasında demokratik inşa süreci çalışmaları ve örgütlenmelerin yapıldığını ifade ettiler. Ayrıca bir yıllık süreci değerlendirdiler. Hareket olarak siyaseten başarılı ve kazançlıyız dediler. Diplomatik olarak da kazançlıyız. Başkan’ın konumunda da başarılıyız. Bir Amerikalı uzmanın “Bu süreçten sonra hiç kimse Abdullah Öcalan’ı eski statüde tutamaz” dediğini aktardılar. Uzmanın ismini vermediler.
(…)
P. Buldan: Sakine Karakoçan’ın da şöyle bir tespiti var. “Kadınlar giderek kendi sistemlerini oluşturuyor. Rojava buna örnektir. Rojava’daki devrim aynı zamanda bir kadın devrimidir” dedi. (…)
(…)
P. Buldan: Genel olarak arkadaşlar Önderliğin aldığı kararların arkasındayız dediler. Ayrıca Köln’de Öcalan’a Özgürlük İnisiyatifi bürosunu ziyaret ettim. 99’da kurulan bir inisiyatif. Gittim, yerlerini gezdim. Kitaplarınız orada yabancı dillere çevriliyor, broşürlere basılıyor. (…)
(…)
P. Buldan: (…) Sadece 8 Mart değil, 15 Şubat protestoları da bu dönem çok daha kitlesel geçti. Bugün de İstanbul veUrfa’da kadın mitingleri vardı. Yarın da özel olarak Halfeti’de bir kutlama yapılacak. Sizin daha önceki görüşmelerde kadına dair yapmış olduğunuz değerlendirmelerden bir metin hazırladık. Sizin 8 Mart mesajınız olarak kadınlara okuduk.
(…)
P. Buldan: (…) Feleknas Uca bilgilendirmeyi bana mail üzerinden gönderdi.
A. Öcalan: Feleknas ile ilgili daha önce de söylemiştim. Onlardan Mecliste bir temsiliyet önemlidir. Feleknas acele edip sorununu halledip hazırlık yapsın.
P. Buldan: Daha önceki görüşmede zaten buna ilişkin değerlendirme yapmıştınız, biz kendisine ilettik. Türk vatandaşlığı için başvurusunu yapmış, sonucunu bekliyor. Bilgisi var.
(…)
P. Buldan: Son olarak İdris Bey ile birlikte bir basın toplantısı yaptık. En son görüşmede bize basın toplantısı yapın demiştiniz. Burada konuştuklarımızı ve kaygılarınızı kamuoyuyla paylaştık.
(…)
S. S. Önder: Sayın Başkanım, Pervin Hanım ve Selahattin Beyle birlikte Hakan Beyle görüştük. Görüşme biraz gergin başladı. Hakan Bey bizim tutumumuzun sizin bir önceki görüşmede geliştirdiğiniz söylemi tetiklediğini söyledi.
A. Öcalan: Nasıl yani? Nasıl bir tutum almışsınız ki ben etkilenmişim?
S. S. Önder: Biz de bunun böyle olmadığını ve en basit sözlerin bile tutulmadığını anlatarak bizim böyle bir dahlimizin olmadığını, bizzat hükûmetin eksikliği ve ağırlığının Sayın Başkan’ı bu duruma getirdiğini söyledik. Ben kendisinin kurmak istediği çözüm planına hükûmetin ve diğer kurumların güç vermediğini, güç vermediği gibi sabotaj anlamına gelecek işler yaptığını anlattım. Bu oyun planının artık hayatta bir karşılığının kalmadığını, yeni bir şeye ihtiyaç olduğunu söyledim.
A. Öcalan: Çok iyi söylemişsin. Ben de kendilerine söylüyorum. Siz ne etkili ne de yetkilisiniz diyorum dedim, sadece iyi niyetlisiniz.
S. S. Önder: Etkililik meselesine bir şey diyemem, belki biraz etkililer, ama hükûmet sorumluluk veriyor, yetki vermiyor. Bu sadece MİT ile sınırlı bir şey değil, bakanlar da bu vaziyette.
A. Öcalan: Sen neyi nasıl önerdin?
S. S. Önder: Hakan Beyin projesi şöyle özetlenebilir: Ülke öyle bir noktaya gelsin ki, ne Başkanın özgürlüğü ne de diğer demokratik haklar artık tartışılmayacak bir hal alsın, biz de nihai çözümü geliştirelim şeklindeydi. Bu kronolojik bir yaklaşımdı. Ben gelinen noktada bunu tam tersine çevirecek öncü bir yaklaşım geliştirilmezse, ortada ne hükûmetin ne de MİT’in kalacağını belirttim. Bunun için de doğrudan sizin özgürlüğünüz ve demokratik hakların iadesi masaya konulup sonundan yürütmek gerektiğini önerdim. Nasıl meselesine gelince, hükûmetin bunu yapmamak için öne sürdüğü mazeretlerin hayatta hiçbir karşılığının olmadığını anladık. Kendi güvenlikleri söz konusu olduğunda, hiçbir şekilde ‘halk buna hazır değil’ gibi ölçüler gözetmediklerini de söyleyerek, artık bundan aşağısı bu soruna yeni bir yaklaşım olarak sunulamaz dedim.
A. Öcalan: İyi demişsin. Sakine’lerin olayında MİT’in rolüne gelince, ben de Hakan Bey ve ekibinin herhangi bir dahli olduğundan emin değilim, ama ortaya çıkan şey çok önemlidir. Belki de cumhuriyet tarihinde ilk defa orijinal bir belge sunuluyor. Bütün bunları ben de heyetle konuşuyorum. Fakat en önemlisi HDP’nin uğradığı saldırılardır. Sen buradan çıktıktan sonra en kısa sürede Efkan Bey ve
Hakan Bey ile bir görüşme ayarlamalısın. Onlara aynen şöyle söyle: Önce elinizde saldırganlar hakkındaki bilgileri paylaş; sonra “Müzakere yürüttüğünüz bir partiye yapılanlara set çekmediğiniz zaman ya siz de buna ortaksınız ya da çok körsünüz demektir” de. Bu işler ciddiyet ister, size meşru müdafaa hakkı doğmuştur Bunu yaptığınız zaman neler olacağını kendilerine anlatmalısın. Başbakanla sanırım görüşemedin.
S. S. Önder: Görüşemedim, can derdine düşmüş.
A. Öcalan: Seçim yoğunluğundandır. Tabii can derdi de var. Bunu elinden geldiğince en etkili bir şekilde aktar hepsine.
(…)
S. S. Önder: Tamam Başkanım. Leyla ile beraber Barzani’ye gittik. Ben daha önce Necirvan ile görüşmüştüm, ama Mesut Barzani ile ilk defa görüştüm. Göründüğünün aksine çok candan ve mütevazı davrandı, çok da espriliydi. Fakat arkadaşlar bunun riyakâr bir tutum olduğunu düşünüyorlar. Leyla Hanım aktarım yapıp mektubunuzu verdikten sonra, beni sizin istediğiniz biçimde bir baş müzakereci gibi takdim etti. Ben de Sayın Barzani’ye günü gelmiş düşüncelerden ve fikirlerden daha kuvvetli hiçbir şeyin olmadığını söyleyerek başladım. O sırada Amerika’ya bir vize meselesi için rest çekmişti. Bunu dört yıl önce yapsalar aynı neticeyi alamayacaklarını, belki de bu yolu defalarca denediklerini, ama bugün gelinen noktada yaptıkları bu hareketin vize meselesindeki sorunu on iki saatte çözdürttüğünü söyledim. Kürt ulusal birliği de aynen bu işte olduğu gibi zamanı gelmiş, hatta bir anlamda geçmekte olan bir olgudur; buna kayıtsız kalmak ya da engellemek gibi bir ithamda bulunmak bizim işimiz değil dedim. Ama şunu söyleyebiliriz ki, bunu gerçekleştirmemiş olmak sorumluluğu bile yeterince ağır bir sorumluluktur. Sonra sizin kendisine dair düşüncelerinizi aktardım. Barzani diplomatik cevaplar verdi. Biz oradan çıktıktan bir gün sonra da bu işi boşa çıkaracak bir sürü laf sarf etti.
Ama biz bu geziyi Barzani’yi ikna etmekten çok, sizin bu şartlar altında bile bölgede diplomasi yapabilen bir ana aktör olduğunuz zeminine oturttuk. (…) Ama bizim esas öne çıkaracağımız şey Öcalan’ın bölgede etkili bir diplomasi yapıyor olabildiğini göstermemiz olacaktır. (…) Sayın Barzani size iki top, bana da iki top şal şepik[3] kumaşı hediye etti. Eğer bir ceketinizi verirseniz ve isterseniz onu size diktirip getireyim.
(…)
S. S. Önder: Neçirvan bizim kaldığımız yere geldi. Bizi orada ziyaret etti. Ertesi gün Türkiye’ye gidip Başbakanı ziyaret edeceğini, özel olarak iletmemizi istediğimiz bir şey varsa bunu en etkili bir şekilde söyleyebileceğini söyledi ya da kendisine bir zemin vermemizi, onun üzerinden düşüncelerimizi olduğu gibi, kendi düşüncesi gibi aktaracağını söyledi. Ben de bu yavaşlık ve izolasyonla giderse ortada hükûmetin kalmayacağını, her anlamda demokratikleşmeye ihtiyacı olduğunu, buna uygun davranmazsa yok olacağını, bunu kendi düşüncesi gibi aktarırsa gerçeği aktarmış olacağını söyledim. İdris Barzani için söylediklerinizi de ekledim. Sizin onu hep ayrı bir yerde değerlendirdiğiniz vurgusunu da yaptım. (…)
(…)
S. S. Önder: Sayın Başkanım, bu konuşmaları sizin izleyebileceğinizi biliyordum. Bir de CHP ve Cemaat çevreleriyle görüşmelerim oldu. Cemaat kendinden çok emin. Bu hükûmetin seçimi göremeyeceğini düşünüyor. CHP de mahcup bir girişimde daha bulundu.
A. Öcalan: Nedir izlenimin?
S. S. Önder: Buradan bir şey çıkmaz. Hepimizin ortak görüşüdür bu. Demokratikleşmeye dönük ciddi bir tutum alamıyorlar. Bunun sebebi de homojen bir yapı olmamalarından kaynaklanıyor bence. Bu saatten sonra çok önemli bir şey olmazsa, biz artık halka da anlatamayız. O yüzden bizim kendi yolumuza gitmemiz en iyisi gibi duruyor.
A. Öcalan: Evet, öyle gözüküyor.
S. S. Önder: Başkanım, bize de, hükûmete de belli bir mesafede duran, içinde Kürtlerin de olduğu bir aydınlar kurulu ile görüşmelerim oldu. Mesela Tarhan Erdem bunlardan biri. Ona göre bu profili anlayabilirsiniz. Önderliğe Özgürlük Kampanyası çerçevesinde böyle bir kesimi katma amaçlıydı benim düşüncelerim. Orada şöyle bir şey çıktı ortaya. Size mesaj vermek istiyorlardı. Ben de bunu bir toplantı halinde yapabileceğimizi ve herkes “Öcalan’a ne demek ister?” gibi bir başlık altında onları dinleyip size ulaştırabileceğimizi söyledim. Seçim sırasında bu zor olacak gibi gözüküyor, ama seçimden sonra bunu gerçekleştirebiliriz.
A. Öcalan: Bunu yapabilirsiniz. Ama BDP ve HDP’yi, aydınları, hepinizi eleştiriyorum. Fazlasıyla 12 Eylül ve Gladiocu çevreler hepinizi pasifize etti. Bu saldırılarda da görüyorsunuz. Dün izledim, Ertuğrul’a otuz kişi saldırıyor. Beni dinlemiyorsunuz. Öz savunma gücünü anlayamadınız. Sebahat bir de devrimci pratikten geliyor. MİT Müsteşarıyla görüştüğünüzde asıl müzakere konusu budur. Ona deyin ki, gerekli tedbirleri almazsa biz öz savunma tedbirlerimizi alırız. Sindirilmişsiniz, gürül gürül karşı koyacaksınız. Çünkü siz devletle müzakere pozisyonundasınız. Bunu iyi kullanacaksınız.
Nevruz’da tarihi çağrı yaptım ya, başbakan bunun gereğini yapacak, yoksa eliniz onun yakasında olmalı. İçinde bulunduğunuz durum hem koyu devlet inkârcılığı hem de koyu devlet teslimiyetçiliğidir. Ben bu tarzı kabul etmiyorum, ben son derece bilimsel aydınlatmalı devlet anlayışını ortaya koyuyorum. Devlet de bunu anlamalı. Darbeden kurtulmak istiyorlarsa HDP gereklidir. Darbenin ilacıdır, başka bir şekilde darbeden çıkış olmaz. Politikada hamsınız, siyasetin gücünü kullanmıyorsunuz, siyasetin gücünü bileceksiniz. Siyaset sanatı da, ekonomiyi de, hukuku da özgürleştiren bir alandır. Mahir Çayan’ın verdiği böyle bir örnektir. HDP ve BDP’yi yeniden yapılandırmak gereklidir, yeniden yapılandırabilirseniz yüzde 15 bandına ulaşabilirsiniz.
S. S. Önder: Benim de aktarımlarım şimdilik bunlar, gündemi yazdım. Sizin söyleyeceklerinizi alabiliriz Başkanım.
A. Öcalan: (…) Dünkü toplantımızı heyetle gerçekleştirdik. Daha çok darbeyle ilgiliydi. Bırakın sorunları çözmeyi, AKP sorunları büyüten bir konumda. Ben hem Emre Taner hem de Hakan Fidan’ın duruşunu gördüm, MİT’in yeniden yapılanmasını gördüm ve bu süreci başlattım. 2009 tarihinden itibaren bu süreç benim üstüme kaldı. Süreci Sabri onlarla görüşüp bana ilettiler, süreç benim üstüme kaldı.
S. S. Önder: Bu arada Sabri rahatsız, ameliyat olma durumu var.
A. Öcalan: Anladım. Bütün çabalarıma rağmen Sayın Tayyip’i Cemaat’ten uzaklaştıramadık. Darbe dinamiği var, önlemini al, burada büyük bir oyun var dedim. Tarih beni doğruladı. O darbeyi bu masa önledi. Başbakan’ı tümüyle kendilerine bağladılar. Bunlar en son MİT Müsteşarlığını ve Kürdistan bürolarını istiyorlardı, devleti tamamen ele geçirmek istiyorlardı. Yargıyı, polisi, spor kulüplerini ele geçirmişlerdi. Peki, neden böyle oldu? Çünkü MİT beş yıldır bizimle süreci götüren ekipti. Bunlar amacına ulaşsaydı, Hoca da Humeyni gibi Ankara’ya inseydi, İran’daki gibi bütün muhalefeti bitiren koyu bir faşizm gelecekti. Bu darbe dinamiklerinin arkasında kimler var, onları açacağım. İngilizler Anadolu’yu Mustafa Kemal’e devrederken, Proto İsrail modeliyle 1925-40 yılları arasında çok ciddi Kürt kırımı yapıldı. Daha sonra NATO gladiosu Türkiye’yi Türkeş’in denetimine veriyor. Özel Harp Dairesi darbe dairesidir. 27 Mayıs bildirisini de Türkeş okudu. Darbe dinamiğinde Cemaat’in ilk organizasyonu 12 Eylül’e dayanır. 12 Eylül’ün Ülkücüleri de Cemaat oluyor aslında. O dönemde Zaman, STV gibi kurumlan açıyorlar. Şia’ya alternatif bir şey hazırlıyor, Fethullah ile ilişkiyi geliştiriyorlar. 85’ten sonra Özel Harp Dairesi tekrar canlandırılıyor. Bunu yapan emperyalist güçlerdir. Almanya bu konuda önemlidir, Gladio savaşlarını bunlar okuyor. “Bir NATO ülkesine acılan savaş tüm NATO’ya çıkmıştır” kararını alıyorlar. Fethullah o dönem generallerle senli benlidir.
Gladio savaşlarını ben de Gündem gazetesinde sekiz bölüm halinde yayımlamıştım. Doğan Güreş 90’larda bu merkezde bu dairelere gidip yeşil ışık aldıktan sonra devreye girdi.
Yorumum: İngilizler Anadolu’yu Mustafa Kemal’e devretmişmiş. Buna kargalar bile güler. İşte, tarih budur, okunduğunda bilgili, okumadığında hödük olursun. Sormak gerekmez mi o kadar esir edilen İngiliz subayının neden esir alındığını? Kürt kırımı yapılmışmış… Ayaklandık, ondan sonra da yenildik demiyor da başkalarını suçluyor.
Bu emperyalist güçlerin müdahaleleri çok eskilere dayanır. Batı Hıristiyan dünyası Haçlılardan beri Anadolu ve Doğu Akdeniz’den çıkışlarını Türk-Kürt ittifakına bağlar. Malazgirt Savaşında Türk-Kürt
İttifakı ile dönemin Amerika’sı sayılan büyük emperyalist gücü Bizans yenilgiye uğratılır. Ermeniler o dönemde imparatorluğun uç beyliğidir. Alpaslan ile Mervaniler Silvan’da bir araya geliyorlar, anlaşıyorlar ve savaş böyle kazanılıyor. Malazgirt Savaşı bir Kürt-Türk antiemperyalist savaşıdır. (…)
İkinci büyük ittifak Yavuz dönemindedir. Bu ittifak Alevi tecridiyle gider. Tanzimat döneminde Süryaniler, Ermeniler ve Rumları seçerler.
Ermeniler şunu bilmeli: Neden daha önce Ermeniler en önemli proto burjuva kesimidir? O zaman neden bir Ermeni soykırımı yoktur? Soykırım 18. yüzyılın ikinci yarısında başlar, 1914’te devam eder. 1914’te Erzurum’da bir Ermeni kongresi yapılır. İttihatçılar bunlara “Ruslarla ortak hareket etmeyin” diye yalvarırlar. “Siz ulus-devlet kuracağınıza biz kurarız” derler. O dönem Bitlis’te Mele Selim önderliğindeki ayaklanmayı da Ermeniler eliyle bastırırlar, katliam ve idamlar yaparlar. Biz soykırımı inkâr etmiyoruz, zaten karşıyız. Ama Ermeniler de kapitalist modernitenin hizmetkârlığını yapmışlardır. Benim söylemim için Apo nefret suçu işlemiş diyorlar, gülüyorum. Hâlbuki bu lobi kapitalizm taşeronluğunu yaparak Rumları da, Ermenileri de, Yahudileri de felakete sürükledi. Bu soykırım olayını kapitalizme bağlamak gerekir. Ruslar, İngilizler ve Fransızların rolleri var, ama tüm Türklere mal edilemez. Bunları iyi tartışmak gerekir. Biz soykırım tarihine de karşı değiliz, Ermeni vatandaşlığına da karşı değiliz. Bunu iyi anlatın.
Ülkücülerin solcuları öldürüş tarzı, bunların
Kürtleri olduruş tarzı, şimdi ise HES’lerle doğayı öldürüş tarzı benzerdir. Burada da ekolojik katliam var. Erdoğan bunlara “Ne istediler de vermedik” diyor ya, işte Botan, Dersim, her taraf suya boğuldu.
Dicle üzerinde her tarafa HES yapıyorlar. Urfa’da da elektrik yok.
S. S. Önder: Bölgenin tamamında elektrik sorunu var.
A. Öcalan: Harran’a da su kanalları gitmiyor. Yani oralar susuz, elektriksizdir. Bu yüzden size çok kızıyorum. Urfa’yı tek başına Hollanda yapabilirsiniz, hatta Adıyaman’ı da yapabilirsiniz. Bunlar Urfa ve Adıyaman’ı köle gibi çalıştırıp bırakacaklar. Orada ne arazi, ne insan, ne de toprak kaldı. (Sırrıya dönerek) Sen nasıl anlattın televizyonda Aksaray’da toprak meselesini? İşte aynı şekilde Türkiye’nin tamamını bu duruma getirdiler. Citibank, Garanti, KOÇ, Zorlu, Tozkun, TÜSİAD vb. devreye girdi. Acımasız bir talan yapıyorlar.
Kürtlerin imhasında emperyalistlerin rolü var. Bedirhan Beyin imhasında İngilizlerin rolü var. Şeyh Said’i onlar mahvettiler. Cumhuriyet döneminde de sosyalistler ve Kürtlerin ezilmesi İngiliz projesidir. Bunu artık bozmamız lazım. Biz azınlık düşmanı değiliz, biz sosyalistiz, Kapitalizmle işimiz yok. Kürt’ün susturulduğu bir yerde Ermeniler asla konuşamaz. Ermenilerin de bunu bilmesi lazım. Biz Hınçak’ın mirasına da, Ermeni gençlerine de saygılıyız.
A. Öcalan: BDP’nin yeniden yapılandırılmasını aslında seçim sonrasında yapacaktım. Ama siz de diyorsunuz ya, seçim öncesi farklı gelişmeler olabilir, şimdi her ihtimale karşı ben bunları açıklayayım. BDP’nin yeniden yapılandırılması… Kandil de bahsetmişti. Almanya örneğinde CDU ve CSU örneğini vermişler. Bunlar tartışılabilir. BDP’nin ismen de değişmesi lazım, Demokratik Bölgeler Partisi olması lazım. İsminin de, programının da böyle olması gerekir. Bizim sekiz boyutumuz var. Hukuk, ekoloji, sosyo-ekonomi vb… Bu sekiz boyut yeniden programlaştırılabilir. Tüzük buna göre hazırlanır. Parti Meclisine seçilmenin şartı milletvekilliğine ve belediye Başkanlığına aday olmamaktır. Bunların işi gücü demokratik toplumun yaratılması ve örgütlenmesi olacaktır. Demokratik toplum modelini, demokratik özerklik modelini yaratma savaşını vereceğiz. Bunun için nitelikli kadrolara ihtiyaç var. Akademiler yoluyla yoğunlaşmak ve pratikleştirmek gerekir. Bana kimse gerekçe göstermesin. Diyarbakır’ı Barcelona’dan, İskoçya’dan daha ileri bir noktaya götürebilirsiniz. Nisan, Mayıs ayında kongreye gidilebilir.
HDP için durum farklı. Tüm çevreci, bölgeci ve benzeri partilerin merkezi olacak. HDP için milletvekili olabilirler. BDP için de burası bir merkez olabilir. HDK’nin kongresinde yerel demokrasi boyutu ile merkezi siyasi kurumsallaşmalar nasıl buluşturulabilir, iyi tartışılsın. Ahmet Türk Belediye Başkanı olursa, DTK Eşbaşkanı Selahattin Bey olur. Kendisiyle konuşun, bir tercih daha yapabilir, HDP’ye genel Başkan yardımcısı olabilir. DTK Eşbaşkanı için Aysel ile konuşun. Devam etmek istiyor mu, layıkıyla yapabilecek mi, bunu tartışın. Bunun kararını size bırakıyorum. Uygun değilse kim olabilir, bakarsınız. Ben size bu kadar güç veriyorum, (heyeti kastederek) yeterince etkili kullanamıyorsunuz. Tartışın arkadaşlarla beraber.
BDP’nin iki eşbaşkanı da milletvekili olmayacak. İşi gücü örgütlenme olanlar, sosyalizmi bilinci yüksek olanlar, kadrolar BDP’de olacak. İşte bu yüzden Selahattin’in DTK’nın başına geçmesini istiyorum. (Pervin ile İdris’e dönerek) Siz de grup Başkanvekilliklerine aynen devam edersiniz. Devlet particiliği bu toplumun demokratikleşmesinde en büyük engeldir. Bunu aşmak gerekir. Bunu başaramazsanız halk politikacılığı yapamazsınız; küçük burjuva kulübü, dernek gibi olursunuz. Biz süreçle vekâlet savaşını kaldırdık. Halk hukukuna sahip çıkmak için büyük direniş göstereceksiniz. Sorunları hep bana havale ediyorsunuz. O gün Mehmet’e de söyledim; aile problemini bile buraya getiriyor, benim çözmemi istiyor. Siz de, Kandil de bütün sorunları bana yüklüyorsunuz. Kandil de kurnazca davranıyor.
Bu söylediklerimi hayata geçireceksiniz. Mayıs ayında milletvekillerinin hepsi HDP’ye geçecek. Çünkü seçimin de erkene alınma ihtimali var. HDP ve BDP için sizlerde önerilerinizi benimle paylaşın. Kürtlerdeki demokratik çıkış tamamlandı, şimdi bunu Türkiye’ye taşıyoruz. (Sırrı’ya dönerek) Muazzam bir kadro birikimi var, sol deneyimi var. Tartışıp yaratıcı fikirlerle bana gelin. Bir sonraki gelişinizde eşbaşkanları ve Leyla’yı getirebilirsiniz.
S. S. Önder: Eşbaşkanlar derken hangilerini?
A. Öcalan: Sebahat ile Ertuğrul’u. Leyla’yı da yanlarına katın. Müzakere süreciyle ilgili bazı hususları belirteyim. Müzakereye henüz geçmedik. Seçim sonrası anti-terör yasası kalkıyor. Bununla beraber müzakere çerçeve yasası çıkarılacak. Nasıl ki MİT Yasasını çıkarıyorlarsa bunu da öyle çıkaracaklar. Bu yasa tarafları meşrulaştırıyor. İmralı’da, Kandil’de illegal çalışma yapmıyoruz, o nedenle yasası mutlaka çıkacak. Benim belirttiğim sekiz ana başlık özdür, biz bu özü tartışmıyoruz. Müzakere yasasıyla örneğin Sabri gelmek isterse bu yasayla gelecek. Yazılı ekibim, redaksiyon ekibim, sağlık ekibim olacak. Ekibimle tartışacağım, yazacağım ve öyle belgelendireceğiz. Şimdi yakalanır diye burada bende tek bir mektup bırakmıyorlar. Böyle şey olur mu? Biz burada tarihi bir iş yapıyoruz, ama tek bir belge bile bulunduramıyorum, böyle olmaz! Biat hukukuyla olmaz! Erdoğan biat kültürüyle götürüyor. Sözleşme hukuku olacak, müzakere çerçeve yasası hazırlanacak. Beşir Atalay’a da aktarın; antiterör yasası kalkacak, oluşan boşluk müzakere çerçeve yasasıyla dolacak. Bu yasayı çıkarsalardı, şimdiye kadar yaşanan pek çok sorun çözülmüş olacaktı. İşte 17 Aralık darbesinin maliyeti 300 milyon dolardır diye şimdi açıklıyorlar. Benim söylediklerimi kabul etselerdi bu darbe dinamiği işlemezdi, 300 milyon dolar da kaybolmazdı. Çerçeve yasası çıkar çıkmaz yepyeni bir Türkiye oluşacak. Üç beş yasalık bir düzenlemeyle bu yapılabilir. Türkiye’yi de, MİT’i de bu kurtaracak, önünü açacak. O kasetlerde dediğim devlete hizmet de budur. Tabii ki devletle doğru bir sözleşme yapmak isteriz.
Şimdi ben bir aileyim. Benim ailem 5 milyon, 10 milyon insan, biz isyan ettik. Barışmak istiyoruz. Bunun için ne gereklidir? Savaşı bırakmak istiyorum, kabul ediyor musunuz? Biz bu yüzden oturduk bu masaya. Beni kandıracaklarını sanıyorlar. Oysa ben kırk yıl savaştım, gerekirse kırk yıl daha savaşacağım. AKP yeni çıktı ortaya. Bana lütuf edecek, öyle mi? Çocuk muyuz biz? AKP’nin çözümü hacıyatmaz esnaf çözümüdür, yaptığı tam bir esnaf kurnazlığıdır. On beş yaşındaki kızı kandırmak derler ya, o bile kanmaz. Biz direnişin müzakeredeki karşılığını alıyoruz. Devletin demokratik bir gücü olacak, bu bir alıp verme meselesi değildir, sözleşme meselesidir.
Ben sözleşmeden şunu kastediyorum: Bir beraberlik eşitlik, aşk, ahlak, estetik ve özgürlük içermelidir. Bunlar olmazsa ne olur? Yılmaz Güney bir kadın için adam öldürdü. Salt tutkuyla olmaz bu işler.
Kadın için cinayet işlenir mi? İşlenseydi benim işlemem gerekirdi. Benim de bir eşim vardı. Kaçtığında dünyalar benim oldu. Oysa karısı kaçan erkek vurur. (Sırrı’ya dönerek) Sen de dertlisin bu konuda, ama aşmışsın, özgürleşmişsin. Evlilik meselesini sana söylerken bunu kastettim. (Pervin’e dönerek) Seni de kastettim.
S. S. Önder: Başkanım, Çar Petro’ya demişler ki, Dostoyevski evlenmiş. O da “Oh, ne güzel, düzen bir düşmanından daha kurtuldu” demiş. Sistem evliliği bir pranga olarak kullanıyor.
A. Öcalan: Aynen öyle. Sanat sinema dedik ya, Hannah Arendt’in bir sözü var: (Pervin’e dönerek) Sen de okuyabilirsin onu.
S. S. Önder: Nazi katliamından sonra şiir yazılamaz.
A. Öcalan: Evet, aynen öyle. Osöz, bravo! Şimdi ben sana bir olay söyleyeceğim. Bu bütün kadınlara ve sanatçılara söylenmiş bir söz olsun. Kayseri’de bir cinayet işlendi. Bir adam ailesini katletti. En son yedi yaşındaki çocuğunu balkondan atacağı zaman, çocuk “Baba, beni atmazsın değil mi” diye korkuyla babasına yalvarmış. Ben bunu dinlediğim zaman o kadar ürperdim ki, hayatımda diyebilirim ki hiçbir şey beni bu kadar etkilemedi. Hayatım boyunca o çocuğun sözünü unutmayacağım. İşte şimdi söylüyorum. Bunun romanı yazılmadan, bunun filmi çekilmeden, Türkiye’ye dair hiçbir şey yapılamaz. Bu o kadar önemli ve bütün sorunları kendinde barındıran bir olaydır. Türkiye bu çocuğun sözüyle bir deprem gibi sarsılmalıydı ve o çocuğun sözü çözümlenmelidir. İşte kadın katliamları da aynıdır.
(…)
Gündem: Devlet Heyetiyle Görüşme -8 MART 2014-
1- Son beş yıllık diyaloğun bir özeti ve sonuçları.
2- Diyalogdan müzakereye neden geçilemiyor? Diyalog ve müzakere arasındaki farklar.
3- Müzakere gerçeğini nasıl kavramalı ve tanımlamalıyız? Bir süreç olarak müzakere.
4- Tarihsel-toplumsal Kürt ilişkilerinde neden derin ve kapsamlı bir müzakereye ihtiyaç var?
5- Olası müzakerenin bicim ve öz, form ve içerik belirlemesi. Süre ve mekân. SÖZLEŞME
6- Müzakerede İzleme Kurulu neden gereklidir?
7- Müzakerede taraflar (ekipler) gerçeği.
8- Cumhuriyet’in darbe gerçeği ve müzakerelerin anti-darbeci özellikleri.
9- Mevcut hükûmetin karşısındaki darbe gerçeğinin esas nedeni Kürt sorunu (genelde de demokrasi sorunu) olduğu gibi, kalıcı aşamasının yolu da demokrasi ve Kürt sorununa kalıcı ve radikal çözümle mümkündür.
10- Müzakerelerde bir taraf olarak İmralı’dan kaynaklı sorunlar ve aşılma gereği.
9 Mart 2014
Kaynak: Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa (İmralı Notları), Abdullah Öcalan, Weşanen Mezopotamya, 1. Baskı, Kasım 2015, ISBN:978-3-941012-97-4
BİR SONRAKİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE
[1] Özgün başlıktır. Metin içinde geçen bir cümledir aynı zamanda
[2] Barzani’nin partisi ve Barzani Kürt devletini kendi yönetimi altında istiyor. O yüzden PKK ile sürekli çekişiyor.
[3] Mezopotamya’da üretilen ilk kumaşlardan biridir. Türkiye, isim hakkını almış olup, Siirt’in Eruh ilçesinde üretmektedir.
Hits: 53
SEMPOZYUM BİLDİRİSİ
- 2 Mayıs 2020
Bolşevik Devrimi ve Lenin’in Politikaları
- 8 Mayıs 2020