
Doğup büyüdüğüm köy: Halitpaşa Nahiyesi ’nin kısa tarihi.
- 11 Haziran 2020
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Denemeler
- 9
- Facebook55
- Twitter30
- WhatsApp40
- LinkedIn20
- Telegram15
- Paylaşım
Benin dünyaya geldiğim ve çocukluğumu geçirdiğim Halitpaşa Nahiyesi, şu anda Manisa’nın Saruhanlı İlçesine bağlı bir mahalledir. Saruhanlı’ya 11 kilometre mesafede ve Çaldağı kuzey eteklerinde bulunmaktadır. Batısında Çamlıyurt (Bu köye bölgede Cinbastı veya Cinbaşlı da deniliyordu.) ve doğusunda Çınaroba köyleri bulunmaktadır. Bu iki köy Yörük köyleridir. Bu köylerin tarihini araştırmadım fakat bu köylerin birinde yaşayan bir arkadaşım Çamlıyurt köyünün Karakeçili, Çınaroba köyünün ise Sarıkeçili Yörüklerinden olduğunu söylemişti. Bunu teyit etmedim. Bu köyler de Manisa’nın büyük şehir haline getirilmesinden sonra Halitpaşa Nahiyesi ile aynı kaderi paylaşarak köy statüsünden çıkarılmış ve Halitpaşa ile birlikte Saruhanlı ilçesine bağlı bir mahalle haline getirilmiştir.
Halitpaşa’nın oldukça eski bir tarihi vardır. Yazılı kaynaklardaki bilgiler ve çocukluğum sırasında çeşitli vesilelerle karşılaştığım tarihi eser kalıntılarından en geç Romalılar devrinde bölgede ve yakın çevresinde yerleşim yerlerinin bulunduğunu söyleyebilirim. Zaten köyün altında, Ortaokul ve Gazi İlkokulu (Şimdi ikisi de İlköğretim Okulu oldu.) ile köy arasındaki tepe de bir höyük görünümündedir. Biz çocukken bu tepede zaman zaman Roma devrine ait paralar bulunduğunu duyardık. Dedemin kardeşi olan Bakkal Yusuf’un evi ve zeytinliğinin de bulunduğu bu tepe, daha sonra inşa edilen evlerle birlikte köy içinde kaldı. Ben ortaokula giderken Bakkal Yusuf’un evi hala duruyordu.
Köyün tarih boyunca bir yerleşim yeri olarak kullanılması, bulunduğu yerin konumundan kaynaklanmaktadır. Çaldağ eteklerindeki sırtlarda bulunan Halitpaşa, gerek kuzeyindeki geniş ve verimli ova, gerekse Manisa ve Saruhanlı istikametinden gelerek köyün hemen altından geçen ve Belen Nahiyesinden sonra sola dönünce Gölmarmara üzerinden Akhisar’a ve sağa dönünce Salihli’ye giden yolu kontrol eden konumu ile oldukça stratejik bir yerde bulunmaktadır. Bu yol sadece sivil ulaştırma açısından değil, askeri birliklerin intikali açısından da çok eski dönemlerden beri kullanılmaktadır. Benim tespit ettiğim kadarıyla bu yolun askeri maksatla kullanıldığı en eski ve en ünlü savaş MÖ 190 yılında meydana gelmiştir.
Bu savaş, Kartacalı meşhur General Hanibal’in, katıldığı son savaş olması açısından önemlidir. Hanibal, İskender’in generallerinden birinin kurduğu ve bu günkü Suriye, Irak ve İran topraklarına yayılan Selevkos İmparatorluğu’nun ordusunda danışman olarak bu savaşa katılmıştır. Savaş sonrasında Romalıların Anadolu’ya yerleşmeye başlaması da tarihi açıdan oldukça önemlidir. Konu ile ilgili kaynaklardan anladığım kadarıyla, Selevkosların ordusu ile Romalıların ordusu MÖ 190 yılı sonlarında bu günkü Manisa ile Akhisar arasındaki ovada, Kumçay kenarında savaşmıştır. Dönemin en büyük iki devleti arasında yapılan bu savaş, tahmin edileceği gibi hayli büyük ordular arasında cereyan etmiştir. Dolayısıyla Saruhanlı bölgesi her hâlükârda savaş alanı içinde kalmış olmalıdır. Bu savaş için doğudan gelen Selevkosların ordusunun bir kısmı da Kumçay’ı geçerek Saruhanlı ovasına gitmek için Halitpaşa’nın altından geçen yolu kullanmış olmalıdır.
Yolun bu öneminden dolayı, bu savaştan bir süre sonra Halitpaşa’nın bulunduğu bölgede (Muhtemelen yukarıda bahsettiğim Bakkal Yusuf’un zeytinliğinin bulunduğu tepede) bir Roma garnizonu kurulmuş olması mümkündür. Çocukluk yıllarımda, bu tepede bakır ve altın Roma paraları bulunduğunu duyduğumu yukarıda söylemiştim. Bulunan paralar, akla iki ihtimali getirmektedir. Ya burada bir şehir veya bir askeri garnizon kurulmuş olmalıdır. Köy içi ve yakın çevresinde Roma devrine ait herhangi bir kalıntı bulunmamaktadır. Bu sebeple bir askeri garnizon bulunması daha mantıklı görünmektedir. Bulunan bu paralar da asker maaşları olabilir. Zaten köyün altından geçen yolun stratejik önemi, korunmasını da zorunlu kılmaktadır. Eğer bu yol korunmak istendiyse, güvenlik için askeri garnizon kurulmaya en uygun yer adı geçen tepedir. Köyün konumunun bu öneminden dolayı şimdi de Saruhanlı ile Belen (dahil) arasındaki yolun iki tarafındaki köylerin bulunduğu bölgedeki tek jandarma karakolu Halitpaşa’da bulunmaktadır.
Halitpaşa’nın 4-5 kilometre uzağındaki Arpalı ovası denilen bölgede ise büyük bir roma şehri bulunduğunu o bölgedeki tarlamızı sürerken toprak altından çıkan ve üzerinde Roma yazısı bulunan taşlardan biliyorum. Hatta babam, bu tarladan çıkan çok büyük bir mermer parçasını tarla sınırı taşı olarak kullanmak için çıktığı yerden traktörle tarlanın yol kenarındaki köşesine çekmişti. Bölgeye gelen 3-4 arkeolog, taşın üzerindeki yazıları okumuş ve şimdi adını hatırlamadığım bir Roma İmparatorunun kızına yaptırdığı sarayın sunak taşı olduğunu söylemiş. Sonra o taş ortadan kayboldu. Muhtemelen tarihi eser diye birileri çalmıştır. Ama o kadar büyük bir taşı nasıl götürdüklerini bilemiyorum. Çünkü taş hem insan gücü ile kaldırılamayacak ağır hem de binek tipi araçlar veya pikaplarla taşınamayacak kadar büyüktü. Biri traktör calaskalı veya vinç kullanarak römork veya kamyona yükleyerek götürmüş olmalı.
Bu şehrin ulaşımının da köyün altındaki yoldan sağlanıyor olduğu düşünülürse, Halitpaşa’nın konumunun önemi daha da artmaktadır. Öte yandan, Halitpaşa’nın güneyindeki Çaldağ, tarih boyunca eşkıyaların barındığı bir yer olmuştur. Bu dağda çok eski dönemlerden itibaren kullanıldığı söylenen bazı mağaralar bulunmaktadır. Dağda barınan dönemin eşkıyalarını tedip etmek için de Halitpaşa’da bir askeri garnizon kurulması en uygun seçenektir.
Dağ, üzerinde barınmaya uygun yerler olması sebebiyle, Osmanlı döneminde de efeler tarafından kullanılmıştır. Bu dağ üzerinden Turgutlu bölgesine oradan da Aydın bölgesine geçmek mümkündür. Köyün altından geçen yol ise bazen Akhisar bölgesine geçmek, bazen de yolcuları ve köylüleri soymak için kullanılmıştır. Bir dönemin en ünlü efelerinden Çakırcalı Mehmet Efe’nin de bu yolu kullandığı bilinmektedir. Hatta ben çocukken, köyün altındaki Samyot Ovası yolu üzerinde bulunan çeşmenin (Samyot Çeşmesi) Çakırcalı tarafından yaptırıldığı söyleniyordu.
Halk arasında anlatıldığına göre; bir gün bölgeden geçen Çakırcalı, atını sulamak için çeşme bulamayınca canı sıkılmış. Bunun üzerine Papaslı’nın en zengin Rumlarından biri olan Samyot’a haber göndermiş ve bir süre sonra geri döneceğini, eğer dönüşüne kadar (Bazıları 15 güne, bazıları da bir haftaya kadar süre verdiğini söylüyordu.) buraya bir çeşme yaptırmazsa köye gelip kendisinden hesap soracağını söylemiş. Büyük bir korkuya kapılan ve ovanın büyük bir kısmına ismi verilecek kadar zengin olan Samyot, hemen çok sayıda adam tutmuş, bir hafta içinde söylenen yere çeşme yaptırmış ve yakın bir yerden borularla çeşmeye su getirtmiş. Samyot’un korkmasına şaşmamak gerek çünkü Çakırcalı zenginleri soyarak fakirlere dağıtan bir efe olarak tanınmaktadır. Bu çeşmeye takılan bir mermer levhada şu cümle yazıyormuş: “Samyot’un hayratı, Çakırcalı’nın gayratı.” Yani, çeşme Samyot tarafından hayır için yaptırılmış ama onu bu hayratı yaptırmaya Çakırcalı’nın gayreti (çabası) sebep olmuştur.
Bazı başka hikayelerden de, Çakırcalının bu yolu sık sık kullandığı anlaşılmaktadır. Çakırcalının en yakın adamı olan bir kişi, Göl Marmara Kazasındanmış. Kazanın karşısında (doğusunda) …Kalesi diye ifade edilen yerin bu adama ait olduğunu ve Çakırcalının bazen çetesi ile buraya gelerek kaldığını söz konusu adamın torunu olduğunu söyleyen birinden yıllar önce dinlemiştim. …Kalesi denilen yer yüksek bir tepenin uç kısmında, ulaşılması oldukça zor bir yarın kenarında bulunmaktadır. Bu konumundan, Çakırcalı’nın buraya hem kendisini sıkıştıran rakiplerinden (özellikle de çekindiği az sayıda kişiden biri olan Kamalı Efe’den), hem de devletin kolluk kuvvetlerinden kaçıp korunmak ihtiyacı hissettiğinde geldiği anlaşılmaktadır. Bana bunları anlatan adam, Çakırcalı’nın tarihin en büyük katili ve eşkıyası olduğunu, bizzat kendisinin öldürdüğü insan sayısının 1000 kişiyi geçtiğini söylemişti. Bu kadar insanın kanına giren birinin, sürekli olarak kendini korumak ihtiyacı hissetmesi şaşılacak bir şey değildir.
Bu bölgeyi çok sık kullanması ve yaptıkları sebebiyle Çakırcalı’nın hikayeleri, hala bölgedeki köylerde anlatılmaktadır. Hatta Halitpaşa’dan (O zamanki ismiyle Papaslı’dan) Yunanistan’a göç eden Rumlar da onu unutulmamışlardır. Kurtuluş Savaşı sonrasında Papaslı’dan kaçan Rumların bir kısmı daha sonra turist olarak Halitpaşa’ya gelip eski evlerini ziyaret etmişlerdir. Ben çocukken bazı Rumların ailece köye gelip eski evlerini ziyaret ettiklerini hatırlıyorum. Bu şekilde köye gelen Rumlardan bir kadın, Çakırcalı ile ilgili ilginç bir hikâye anlatmış.
Köye gelen kadının boynunda bir beşli (altın) varmış. Sohbet ederken, beşli birilerinin dikkatini çekmiş olacak ki, bunun farkına varan kadın beşlinin hikayesini anlatmaya başlamış. Bu kadın Akhisar tarafında bir köyde yaşıyormuş. Genç kız iken Papaslı’dan bir delikanlıya âşık olmuş. Aileler görüşmüşler ve evlenmelerine karar vermişler. Düğün Akhisar’da yapılmış. Düğünden sonra atlarla bir düğün alayı kurulmuş ve bu alay gelini damat evine götürmek için Papaslı’ya doğru yola çıkmış. Halitpaşa ovasına geldiklerinde, köyün altındaki yoldan geçen Çakırcalı’nın çetesini görmüşler.
Çakırcalı çok meşhur bir eşkıya olduğundan, düğün alayı durmuş ve alaydaki herkes korkudan ne yapacağını bilmez bir halde olduğu yerde donup kalmış. Çakırcalı bunları görmüş ve adamları ile onlara doğru yaklaşmış. Gelin, onları öldürecek mi yoksa sadece soymakla mı yetinecek diye düşünürken Çakırcalı bir kızanına işaret etmiş. Kızanı heybeden bir beşli çıkarıp Çakırcalı’ya vermiş. Çakırcalı atından inmeden at üzerindeki geline yaklaşmış ve beşliyi boynuna takmış. Tebrik edip mutluluklar dilemiş ve bir süre sohbet etmiş. Sonra da kimseye bir şey yapmadan yoluna devam etmiş. Kadın o beşliyi hayatı boyunca hep boynunda taşımış. Buna Yunanistan’a gittikten sonra da devam etmiş ve Türkiye’ye gelirken de beşliyi boynundan çıkarmamış.
Çakırcalı hikayesine burada bir son verip tekrar köyün tarihine dönecek olursak; Halitpaşa’nın eski isminin Saruhanoğulları Beyliği ve Osmanlı kayıtlarında Papaslı veya Papaslık olarak geçtiği görülmektedir. Fakat 16. yüzyıla ait tahrir defterlerinde Papaslı veya Papaslık ismi görülmemektedir. Tahrirlere göre Manisa’da sadece az sayıda Yahudi bulunmakta, başka gayri Müslüm bulunmamaktadır. Bu durum, köyün zaman içinde ortadan kalktığını veya nüfusunun çok azalmış olduğunu düşündürmektedir.
1661 yılında ise Manisa’da 154 hane Ermeni, 54 hane Rum ve 41 hane Yahudi bulunmaktadır. Yahudiler 15. Yüzyılda İspanya’dan kovulan Safardim Yahudileridir. 1667 tarihli bir belgede Papaslık ismi tekrar ortaya çıkmaktadır. Bu sırada Papaslı bir köydür ve Koldere, Çullu, Bezirganlı, Burunören ile birlikte Belen Nahiyesine bağlıdır. Daha sonra bölgeye Karaosmanoğulları hâkim olunca, kayıtlarda Papaslı köyü yerine Papaslı çiftliği ismi geçmeye başlamıştır. Bu durum, Karaosmanoğulları’nın ya boş olan köyün bulunduğu bölgede bir çiftlik kurduğunu veya mevcut olan köyü çiftlik haline getirdiklerini göstermektedir.
Bundan sonra, Karaosmanoğulları’nın bölgeye hâkim olması ve bazı tarihi olaylar, çok sayıda Rum’um Manisa’ya ve bu arada Papaslı’ya yerleşmesine sebep olmuştur. 18. Yüzyılın ikinci yarısında Ege adalarından Batı Anadolu’ya Rum göçü başlamış, 1770 Mora isyanının bastırılmasından sonra bu göç iyice hızlanmıştır. Hatta hükümet, bölgeye gönderdiği fermanlarla bu Rumların yakalanarak geldikleri yerlere gönderilmesini istemiş ancak tüm engelleme çabalarına rağmen Rum göçü daha da artarak devam etmiştir. Bu Rumlardan bir kısmı Karaosmanoğulları’nın Manisa’daki dükkanlarını kiralamış ve çok sayıda Rum Karaosmanoğlu çiftliklerinde hizmetkar, çoban ve çiftçi olarak çalışmaya başlamıştır. Muhtemelen bu Rumların bir kısmı da Papaslı’ya yerleşmiştir.
Bu dönemde, o zamana kadar halkın açlık tehlikesiyle karşı karşıya gelmemesi için yasak olan tarım ürünleri ihracatı serbest bırakıldığından, İzmir üzerinden Avrupa’ya ihraç edilen tarım ürünleri oldukça iyi para kazandırmaya başlamış. Bu sebeple Karaosmanoğulları ve başka güçlü aileler daha çok çiftlik kurmaya ve o zamana kadar ekilmeyen arazileri de ekmeye başlamışlar. Ancak hem bölgedeki nüfusun az olması hem de Yörüklerin tarlada çalışmak istememesi yüzünden işçi bulmakta zorluklar yaşanmış. Bunun üzerine Ege adalarındaki işsiz güçsüz Rumlar bölgeye getirilmeye başlanmış. Böylece Papaslı, nüfusunun tamamına yakını Rumlardan oluşan büyük bir köy haline gelmiş. Bölgedeki diğer çiftliklere ve köylere de çok sayıda Rum yerleşmiş. Rum göçü o kadar yoğun olmuş ki bu göç öncesinde tek bir Rum ailenin yaşadığı Ayvalık, 1919’da nüfusun çoğunu Rumların oluşturduğu bir ilçe haline gelmiş.
Halitpaşa’da bulunan eski kilisenin sınırlarına bakıldığında, merkezi konumda bulunan Papaslı’nın ya çok eskiden beri bölgedeki Hristiyanların inanç merkezi haline geldiği intibaı uyandırmaktadır. Köyün isminin Papaslı veya Papaslık olması da kilisenin papaz okulu olarak kullanılmış olabileceğini düşündürmektedir. Zira bölgede başka Rum köyleri de olmasına rağmen hiçbirinin adı Papaslı veya Papaslık değildir. Benim doğup büyüdüğüm sokağın başında ve köyün dağa yakın kenarında bir kuru dere yatağının üzerindeki sırtta bulunan bu kilisenin tuğlaları, 1923’ten itibaren mübadele ile köye yerleşen insanlar tarafından sökülerek benim de okuduğum (şimdi anaokulu olan) Fatih İlkokulu inşa edilmiş. Amcamdan, kilisenin tuğlalarının sökülerek okul inşa edilen yere taşınmasında çalıştığını dinlemiştim.
Burada dikkat çeken husus, kilisenin hala ayakta ve sağlam olan yüksek duvarlarının kapladığı alanın küçük bir köy kilisesi için oldukça geniş bir alana yayılmasıdır. Duvarların yüksek olması, sanırım konumunun köy dışında ve tehlikelere açık bulunmasından kaynaklanmaktadır. Ancak alanın genişliği için kesin bir şey söylemek zor. Ben kilise binasının ne kadar büyük olduğunu bilmiyorum. Ama İlkokulu inşa etmeye yetecek kadar tuğla söküldüğüne göre, oldukça büyük bir kilise olmalı.
Köyde bir Rum mezarlığının varlığını hiç duymadım. Yaşlılardan dinlediğime göre, Rumlar ölülerini kilisenin bahçesine gömer, ceset çürüyüp sadece kemikler kaldığında da mezarı açarak çıkardıkları kemikleri kilise bahçesinde bulunan bir kuyuya atarlar veya bir çömlek içinde kilisenin havlusuna gömerlermiş. Bu kilisenin bahçe duvarlarının ön tarafında bulunan bir kerpiç bina, mübadeleden sonra uzun süre sinema olarak kullanılmış. Sinema oynatıldığı günlerde herkes bilet alıp çoluk çocuk sinema seyretmeye giderlermiş. Kerpiç bina bir süre önce yıkıldı.
Tekrar konumuza dönecek olursak, Karaosmanoğulları’nın bölgeye hâkim olma süreci 1743 yılında başlamıştır. Bu yıl, Karaosmanoğlu Hacı Mustafa Ağa Saruhan (Manisa) mütesellimi olarak tayin edilmiş. Bundan sonra 1816 yılına kadar genellikle mütesellimlik bu aile tarafından yürütülmüştür. Ailenin kökü Yayaköy’e dayanmaktadır. Aslen Türkmendirler. Aile Mehmet Çavuş zamanında Manisa’ya yerleşmiş ve ilk defa onun oğlu Kara Osman, Manisa ayanlarından biri olmuş. Kara Osman’ın oğlu Hacı Mustafa Ağa, topladığı gönüllülerle 1730 yılında İran seferine katılmış ve 1733’te Revan seferine iştirak etmiş.
Bu seferden sonra Osmanlı ile sorunlar yaşayan ve kanun kaçağı durumunda olan rakiplerini temizleyerek Saruhan sancağı bölgesinin baş ayanı durumuna gelmiş. 1743 yılında ise Saruhan mütesellimi olmuş. Mustafa Ağa yaşlanınca Yayaköy’e yerleşmiş. Bir süre sonra Turgutlu ve Saruhan sancağı halkının yoğun şikayetleri üzerine (elbette rakipleri olan diğer güçlü ailelerin de çabaları sonucunda) 1755’te mütesellimlikten azledilmiş. Fakat Mustafa ağa, buna rağmen bölgeyi egemenliği altına almaya çalışınca aynı yıl başı kesilerek İstanbul’a gönderilmiş.
Buna rağmen, bir süre sonra Mustafa Ağa’nın oğlu Ataullah Ağa Saruhan sancağı mütesellimliğine getirilmiş. Fakat 1761 yılında bu görevden alınmış ve Yayaköy’de oturması emredilmiş. Ataullah Ağa bu emri dinlemeyerek Papaslı çiftliğine yerleşmiş ve Manisa’nın ileri gelenlerini yanına çağırarak şehri idare etmeye çalışmış. Bunun üzerine hükümet, 1766 yılında kendisinin idamına ve başının İstanbul’a gönderilmesine karar vermiş, kardeşlerinin de resmi görevlerinden alınmasını emretmiş. Bunu haber alan Ataullah Ağa, 2000 silahlı adamıyla Yayaköy’e giderek savunma düzeni almış ama hükümet birlikleri karşısında dayanamayarak Balıkesir bölgesine kaçmış ve yolculuk sırasında ölmüş.
Bir süre sonra Ataullah Ağa’nın tek oğlu olan Hacı Osman Ağa tekrar güç kazanmaya başlamış ve hükümetle iyi geçinmeye dikkat etmiş. Bu sırada çıkan 1768-1774 yılları arasındaki Osmanlı-Rus Savaşı’na da teşkil ettiği gönüllü bir birlikle katılmış. Osman Ağa ölünce, Papaslı çiftliği çocuklarından Ebubekir ve Ali Ağalara miras kalmış. Muhtemelen bu iki kişinin birinin soyundan gelen Karaosmanoğulları sülalesinin bir kolu yakın zamana kadar köyde oturmuştur. Benim çocukluğumda bu aile köyden taşınmıştır. Bu aileden, benimle yaşıt olduğundan çocukluğumdan tanıdığım bir kişi ile en son 10 yıl kadar önce Çeşme’de karşılaştım.
Karaosmanoğulları, Padişah II. Mahmut’un derebeyleri ve ayanları ortadan kaldırarak merkezi otoriteyi güçlendirme politikasından olumsuz etkilenmişler. Bu politika yüzünden devlete baş kaldıran ve hatta taarruzla tüm Ortadoğu’yu ele geçiren Mısır Hidivi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, daha sonra oğlu İbrahim Paşa komutasındaki bir orduyu Anadolu’ya göndermiş. Osmanlı ordularını yenen İbrahim Paşa Kütahya’ya geldikten bir süre sonra Ali Bey adında birini Saruhan sancağına mütesellim olarak atamış. 1833 yılında meydana gelen bu olay üzerine Saruhan mütesellimi Küçük Mehmet Ağa Yayaköy’e çekilmiş. Bazı yazarların bildirdiğine göre Mehmet Ağa, İbrahim Paşa ile görüşmek için Kütahya’ya gitmiş. Bunu haber alan II. Mahmut, İbrahim Paşa’nın ordusu ile Anadolu’dan ayrılmasından sonra Karaaosmanoğulları’na karşı baskıyı artırmış ve Mehmet Ağa’yı mütesellimlik görevinden azletmiş.
Bölgeye güçlü valiler atayan II. Mahmut’un bu politikasını devam ettiren Osmanlı İmparatorluğu, Tanzimat devrinde çıkardığı kanunlar ve yeni idari düzenlemelerle ülkeyi kendi valileri ile yönetmeye başlamış. Böylece ayanlar dönemi sona ermiş. Bunun sonucunda Karaosmanoğulları bölge yönetimindeki etkinliğini kaybetmiş ancak edindikleri geniş topraklar ve servet sayesinde yine de bölgenin etkili ailelerinden biri olmaya devam etmiş. Kurdukları çiftlikler de yakın zamana kadar varlıklarına devam etmişlerdir. Halitpaşa Mahallesi’ne 2-3 kilometre mesafedeki Halitpaşa Çiftliği ben ortaokulda okurken hala aile tarafından işletiliyordu. Daha sonra satıldı. Akhisar bölgesinde de bazı küçük çiftlikler 20 sene kadar önceye kadar varlıklarını sürdürüyordu. Bazı çiftlik evleri ise hala ailenin mirasçıları tarafından dinlenme yeri olarak kullanılmaktadır.
Halitpaşa’ya bu günkü ismini veren kişi de Karaosmanoğlu sülalesinden bir şahıstır. Halit Paşa, İttihat ve Terakki taraftarıdır. Mondros Mütarekesi’nin ardından İngilizlerin İstanbul’a gelmesiyle başlayan İttihatçı avı sebebiyle tutuklanacağı korkusu ile Papaslı köyünün 2-3 kilometre uzağındaki çiftlikte ve civardaki köylerde saklanmaktadır. Halit Paşa, o sırada 34 yaşındadır. Asker kökenli değildir. Devletin paşa unvanı verdiği bir kişidir. Osmanlı Genelkurmayı’nın Yunan ilerlemesi karşısında dağılan askeri birlikleri toplamak ve bir cephe teşkil etmek için İzmir’deki 17. Kolordu’nun komutan vekilliği ve bu kolorduya bağlı 56. Tümen’in komutanlığına atadığı Albay Bekir Sami (Günsav) Bey Akhisar’a gelince, bir gece vakti onun kaldığı hotele giderek kendisine katılmış ve Kuvayı Milliye teşkilatı kurmaya gönüllü olmuştur. Beraber Akhisar’dan çıkarak Belen’e gelmişler ve köylüler ile kurulacak Kuvayı Milliye’ye katılmaları için görüşmüşlerdir. Bu sırada Manisa’nın işgal edildiğini haber alınca Bekir Sami Bey Akhisar’a dönmüş, oradan da Gölmarmara üzerinden Salihli’ye gitmiştir. Onun Ayvalık’tan Alaşehir’e kadar uzanan hat üzerinde teşkil ettiği savunma hattındaki Kuvayı Milliye birliklerine Halitpaşa da adamları ile katılmıştır.
Papaslı, bundan sonra da önemini korumaya devam etmiştir. Yunan ordusu Manisa’dan Papaslı’ya bir birlik göndererek burada konuşlandırmıştır. Bu sırada Ayvalık’tan Alaşehir’e kadar Kuvayı Milliye birlikleri tarafından bir cephe teşkil edilmesinde önemli hizmetleri olan bir başka Karaosmanoğlu da Bekir Ağa’nın Osman diye tanınan ve benim dedemin de onun emrindeki Kuvayı Milliye birlikleri içinde Yunanlılara karşı savaştığı bir süvari yüzbaşısıdır. Dedem bu kişinin emrinde Kumkuyucak’ta bir Yunan alayının gece vakti basılarak çok büyük zayiat verdirilmesi de dahil birçok çatışmaya katılmıştır. Bunların içinde daha sonra Halitpaşa’daki (Papaslı) Yunan birliğine ve köydeki silahlı Rumlara karşı yapılan iki taarruz da vardır. Dedemin ailesi Manisa’da yaşadığı için daha önce Halitpaşa’ya hiç gelmemiştir. Bu muharebeler sırasında gördüğü Halitpaşa’yı çok beğenmiş ve Rumlar köyden kaçtıktan sonra ailesini Manisa’dan getirerek köye yerleşmiştir.
Dedemin komutanı olan Bekir Ağa’nın Osman, Kurtuluş Savaşı sonrasında Manisa’da yaşamıştır. Halitpaşa’nın sonu ise oldukça hazin olmuştur. Bir gece adamları ile çiftliğe gelen Halitpaşa’nın orada olduğunu haber alan Papaslı, Koldere ve Mütevelli Rumları, silahlanarak çiftliği kuşatmış, buradaki çatışmada Halitpaşa şehit düşmüştür. Rumlar, Halit Paşa’nın başını keserek uzun bir sopaya takmış, bir süre çevre köylerde gezdirdikten sonra Akhisar’a götürmüşlerdir. Başı burada defnedilmiştir.
Papaslı, stratejik konumundan dolayı bu dönemde Kuvayı Milliye ve Yunan birlikleri arasında bazı çatışmalara da sahne olmuştur. Kuvayı Milliye birlikleri iki defa Papaslı’yı almak için taarruz etmişlerdir. Bu taarruzları yöneten kişi, Akhisar Kuvayı Milliye Alayı komutanlığı yapan, daha sonra Demokrat Parti döneminde Cumhurbaşkanı olan Celal (Bayar) Bey’dir. Onun hatıralarındaki krokilerden, Celal Bey’in birliklerinin asıl kısmının köye taarruz ettiği bölgenin, bugün Soğuk Su denilen bölge olduğunu değerlendiriyorum. Zaten bu bölgedeki zeytinliklerde çocukluğumuzda çok sayıda o dönemdeki çatışmalardan kalan mermi, çekirdek ve kovanlar bulurduk.
Halitpaşa, Büyük Taarruz’un ardından 7 Eylül 1922’de Yunanlılardan temizlenmiştir. Köyün nüfusunun tamamına yakını Rum olduğundan, Yunan askeri Anadolu’dan ayrılırken köy halkının çoğu da köyü terk etmiş. Bunu duyan çevredeki Türk köylerinin halkı, köye gelerek Rumlardan kalan malları yağmalamış. Çevre köylerde bu olay, Papaslı yağması olarak hala anılmaktadır. Yağmaya Akhisar’ın bazı köyleri de katılmış. Bu yağmadan alınmış bir masa ile sandalyelerini Akhisar’ın bir köyünde kısa süre önce gördüm. Hala sağlamdı ve kullanılıyordu.
Millî Mücadele’den sonra köyün ismi Papaslı’dan Hocalı’ya çevrilmiş. Köye mübadele kapsamında Batı Trakya’dan Türk ve Müslüman göçmenler getirilerek yerleştirilmiş. 1950’li yıllarda köy nahiye olmuş ve ismi Halitpaşa olarak değiştirilmiş. Bu dönemde siyasetin içinde olan dayımdan ve başka köylülerden, o sırada köyün ilçe yapılacağını fakat bizim köyden daha küçük olmasına rağmen Saruhanlıdan bazı güçlü ailelerin çabaları sonucunda Balıkesir-Manisa ana yolu üzerinde olduğu gerekçesi ile Saruhanlı ilçe haline getirilmiş. Böylece Halitpaşa Nahiye olarak kalmış. Manisa’nın büyükşehir olmasının ardından da Halitpaşa Nahiyesi, Halitpaşa Mahallesi haline getirilmiştir.[1]
[1] Bu bilgiler; Gnkur. Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı yayınlarından olan “Türk İstiklal Harbi” serisi, Albay Bekir Sami (Günsav) Bey’in “Millî Mücadele Anıları”, Celal Bayar’ın “Ben de Yazdım” isimli anıları, Yuzo Nagata’nın “Tarihte Ayanlar, Karaosmanoğulları Üzerine Bir İnceleme” isimli kitabı ve Prof. Dr. Halil Demircioğlu’nun “Roma Tarihi” isimli eserinden yararlanarak yazılmıştır. Şimdilik elde ettiğim bilgiler bunlardan ibarettir. Bu bilgilere ilave edecek veya düzeltme yapacak olan olursa, bana mehmetcanli1967otmail.com adresinden ulaşması durumunda bu durum memnuniyetle karşılanacaktır.
Hits: 1540
Bulgar Sadık’ın Gizli Operasyonları ve Atatürk’e S...
- 2 Haziran 2020
Göktürkler ve Ulu Hakan Türk Bilge Kağan
- 22 Haziran 2020