
Göktürkler ve Ulu Hakan Türk Bilge Kağan
- 22 Haziran 2020
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; MGM Tarih
- 1
- Facebook15
- Twitter20
- WhatsApp5
- LinkedIn10
- Telegram5
- Paylaşım
Bugün, Ulu Hakan Türk Bilge Kağan’ın dünyaca meşhur kitabesinin dikilerek resmi cenaze töreninin yapılmasının (Miladi Takvim’e göre 22 Haziran 735 ve 12 Hayvanlı Türk Takvimi’ne göre Domuz Yılı’nın 5’inci ayının 27’nci günü) 1285’nci yıl dönümü. Bu sebeple Göktürkler ve Bilge Kağan hakkında bir yazı yazmanın uygun olacağını düşündüm. Çünkü tarihimizi yeni nesillere öğretmenin, okuyup yazabilen ve eli kalem tutan her Türk’ün görevi olduğuna inanıyorum. Eğer biz tarihimizi anlatmazsak; feslisi, delisi, divanesi, haini yani ne idüğü belirsiz kim varsa bunu bizim yerimize yapar. Bu şahıslar, bunu yaparken, tarihi gerçekleri anlatmak yerine kendi kafalarındaki hezeyanı, kini, karmaşık duygularını ve her türlü hastalıklı düşüncelerini kusmaktadırlar.
Bu şahısların bakış açılarını, son zamanlarda Atatürk ve yakın dönem Türk tarihi hakkında yazdıkları kitaplarda görmek mümkündür. Yazdıkları kitaplara kısaca göz atıldığında, İslam öncesi Türk tarihinden ve hatta Osmanlı’nın kuruluş ve gelişme dönemlerinden bile hemen hemen hiç bahsetmedikleri görülmektedir. Tüm dünyaları Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti düşmanlığı üzerinde kurulmuş olduğundan olsa gerek, daha çok Osmanlının son dönemlerinde yaşamış ve Türk tarihi açısından yüzkarası olan en kepaze kişilikleri ön plana çıkarmaya çalışmaktadırlar. Halbuki kadim Türk tarihi (Bunun içinde Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi de vardır.) büyük fatihler ve büyük devlet adamları ile doludur. Bunlar Asya, Avrupa ve Afrika’da (hatta son zamanlardaki genetik araştırmalarda ortaya çıkan bilgilere göre Kolomb öncesi Amerika’da da) bu günkü tanımla süper güç denilebilecek çok sayıda büyük devlet kurmuşlardır. Bu durum oldukça eski tarihlerde başlamış ve yakın dönemlere kadar devam etmiştir. Bu da göstermektedir ki Türkler, herhangi bir din sayesinde büyük millet olmamış ve büyük devletler kurmamışlardır. Türklerin bu özelliklerinin temelini, kadim tarihlerinde ve kültürlerinde aramak gerekmektedir.
Nitekim, bilinen ilk Türk Devleti bırakın İslam dinini, henüz Hristiyanlık bile ortaya çıkmadan çok önce Asya’da kurulmuştur. MÖ 3. yüzyıldan itibaren bir süper güç haline gelen bu devletin adı; Büyük Hun İmparatorluğu’dur. Çin yazılı kaynaklarına göre Hunların geçmişi, devleti süper güç haline getiren Mete Han’dan 2000 yıl öncesine kadar gitmektedir. Bu sebeple Hun İmparatorluğu’nun, tarihteki en uzun ömürlü Türk devleti olduğunu söylemek mümkündür. Mete’den sonra da oldukça uzun bir süre boyunca kadim Türk yurtlarında yaşayan bütün Türk boylarını bir bayrak altında toplamayı başardığı için Hum İmparatorluğu, Türk milletinin temel kültür özelliklerini kazanması ve bir millet haline gelmesinde çok önemli bir rol oynamıştır.
Büyük Hun İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra ortaya çıkan ikinci Türk İmparatorluğu (süper gücü) Göktürk İmparatorluğu’dur. Bu imparatorluk ise bugüne kadar kurulmuş tüm Türk devletlerinin çıkış noktası ve prototipi olması açısından çok önemlidir. Göktürk İmparatorluğu’nun yıkılmasından bugüne kadar kurulan tüm Türk devletleri, Göktürklerden kopan topluluklar tarafından kurulmuştur. Bu sebeple, devlet teşkilatlarından kültürel yapılarına kadar her alanda Göktürklerin izlerini taşımaktadırlar.
Ayrıca Göktürkler, Doğu Roma İmparatorluğu, Sasani İmparatorluğu (İran) ve Arap İslam İmparatorluğu ile yakın temasa geçen Asya’da kurulmuş ilk Türk devletidir. Bu sebeple, Türkler Hunlar döneminde daha çok bir Asya İmparatorluğu özelliği taşırken Göktürkler döneminde hem Asya hem Avrupa (Avrasya) tarihini şekillendiren en önemli unsurlardan biri haline gelmişlerdir. Göktürkler Sasanileri zayıflatarak İslamiyet’in İran’da yayılmasına da önemli katkılar sağlamışlardır.
Göktürklerin diğer önemli bir özelliği de değişik boylar halinde yaşayan Türk topluluklarına ilk defa ortak bir milli kimlik olarak Türk ismini vermeleridir. Hatta tarihçiler Göktürk isminin sadece okunan yazıtlarda geçen bir kelime sebebiyle Göktürk diye anıldığını, aslında Göktürklerin kendilerine sadece Türk dediklerini ve Göktürk İmparatorluğu diye bildiğimiz imparatorluğun gerçek isminin Türk İmparatorluğu olduğunu söylemektedir. Göktürk Abidelerinden de bunun doğru olduğu anlaşılmaktadır.
Göktürk İmparatorluğu’nun, Türk tarihi açısından daha birçok önemli özelliği bulunmaktadır. Ancak Göktürklerin en önemli özelliği, ilk defa kendilerine özgü bir alfabe oluşturmaları ve bu alfabe ile Türk tarihinin en kapsamlı yazılı kaynakları olan bazı yazıtlar bırakmalarıdır. Bu yazıtlar hem dönemin tarihi olaylarını anlatmakta hem de devlet idaresi açısından bugün bile ders alabileceğimiz önemli nasihatlerde bulunmaktadır. Bu yazıtlar ayrıca, yazı dili ve edebi değeri açısından da Türk kültürünün en önemli şaheserleri durumundadır.
Göktürkler, Çin kaynaklarında da açıkça belirtildiği gibi, Hunların bir devamıdır. Kurucu aile, tanrı tarafından milleti yönetme yetkisi (kut) verilmiş asil bir aile olan Aşina soyundan gelmektedir. Göktürk başbuğlarının soyu olan Aşinalar, efsanelere göre dişi bir kurttan türemiştir. Buna dair efsanelerden birine göre; büyük bir katliam sonrasında bir boydan sadece bir erkek çocuk hayatta kalmış, bu çocuk dağlara sığınmış ve orada bir dişi kurttan çocukları olmuştur. Bu çocuklardan biri, Aşina soyunun temelini oluşturmuştur.
Göktürkler, tarih sahnesine devlet olarak 6’ncı yüzyılın başlarında çıkmışlardır. Devletin kuruluşunun 535 yılına denk geldiği anlaşılmaktadır. Ancak bu devlet, bağımsız bir devlet değildir. Juan Juanlara bağlı bir federal devlettir. Göktürklerin tam bağımsız bir devlet haline gelmesi, Juan Juan ordusunu büyük bir mağlubiyete uğrattıkları 552 yılında gerçekleşmiştir. Juan Juanları yenen ve devleti kuran kişi Bumin Kağan’dır. Kardeşi İstemi de bu süreçte önemli bir rol oynamıştır.
Bumin Kağan, Göktürk Devleti bağımsızlığını kazandıktan sonra ülkenin batı kısmının yönetimini kardeşi İstemi’ye vermiştir. Kendisi ise devlet merkezinde kalmış fakat devletin geleceği üzerinde daha fazla etkili olamamıştır. Çünkü aynı yıl (552) içinde ölmüştür. Onun ölümünün ardından oğlu Kara başkent Ötüken’de kağan seçilmiştir. Batı bölgesini yöneten İstemi, bundan sonra da Ötüken’deki devlet merkezine bağlı kalmaya ve ülke sınırlarını batıya doğru genişletmeye devam etmiştir.
Kara Kağan kısa süre sonra ölünce yerine kardeşi Mukan (Beğ-Han) geçmiştir. Yetenekli bir lider ve büyük bir savaşçı olan Mukan Kağan, henüz devlete bağlanmamış olan Türk ve Moğol kabilelerinin de bağlılığını sağlamış, Asya’daki tüm Türk ve Moğol kabilelerin yaşadığı alanları ele geçirerek devletin gücünü zirveye ulaştırmıştır. Bunda, batıda yaptığı seferlerle devletin sınırını Altayların batısına, Isık Göle, Tanrı Dağlarına ve İran’a kadar genişleten İstemi’nin de katkısı büyüktür. İstemi, yaptığı bu fetihlerle Sasani İmparatorluğu ve Doğu Roma İmparatorluğu gibi iki devlet ve iki yeni kültür ile temas kurmuştur. Bundan sonra İstemi, İran içlerine birçok sefer yapmıştır. Bu seferler, Sasanileri güçten düşürmüş ve bu durum kısa süre sonra (610 yılında) ortaya çıkacak olan İslam dininin İran’da yayılması için uygun ortam oluşturmuştur.
Mukan Kağan, Hz. Muhammed’in doğumundan bir yıl sonra (572 yılında) ölmüş ve yerine kardeşi Ta-po geçmiştir. Ta-po Kağan Budist rahiplerden etkilenerek ülkesinde bir Budist tapınağı ve Buda heykeli yaptırmıştır. Yabancı kültürlerin etkisinde kalarak Türk kültüründen uzaklaşmaya başladığı anlaşılan bu kağan zamanında devlet zayıflamaya başlamıştır. Bunda 576 yılında batı topraklarında hüküm süren İstemi’nin ölmesinin yarattığı bazı yeni sorunlar da etkili olmuştur.
İstemi öldüğü sırada Göktürk sınırları Kırım’a kadar uzanmış ve Bizans’a ait Kerç kalesi ele geçirilmiştir. Böylece, Mançurya’dan Karadeniz’e kadar uzanan Göktürk İmparatorluğu, en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Bu haliyle Göktürk İmparatorluğu, o dönemin en büyük süper gücü konumuna yükselmiştir. Fakat İstemi’nin yerine geçen oğlu Tardu İmparatorluktan ayrılma yoluna girince, devlet güç kaybetmeye başlamıştır. Çinliler de onu ayrılıkçı siyasetinde desteklemiş ve kışkırtmışlardır. Çinlilerin çabaları sonucunda, Taspar (Ya-po)’ın tahta geçmesinden rahatsız olan kardeşlerinden biri de kaçarak Tardu’ya sığınmıştır. Böylece Göktürklerde taht mücadeleleri başlamıştır. Taspar, bazı rahiplerin etkisinde kalmış ve ülkesinin Çin gibi bayındır olacağına inanarak bir Budist pagodası (tapınağı) yaptırmıştır. Ayrıca Nirvana Sutra gibi Budistlerin kutsal metinlerini Türkçe’ye tercüme ettirmiştir. Fakat bu din Türklerin kültürel yapısına ve yaşam tarzlarına uygun olmadığı için geniş kitlelere ulaşamamıştır.
Taspar, 581 yılında ölmüştür. Yerine kendi oğlunun geçmesini vasiyet etmesine rağmen Devlet Konseyi onu annesi Türk olmadığı için kağan yapmamış ve Mukan’ın diğer oğlu İşbara’yı kağan seçmiştir. Çinliler Göktürklerin aralarına nifak sokmak için bundan sonra daha büyük bir azimle çalışmaya başlamışlardır. Bu maksatla Tardu’ya kurt başlı bir sancak göndererek Göktürk Kağanı olarak onu tanıdıklarını bildirmişlerdir. Bunun üzerine Tardu, Ötüken’deki idarenin yani Göktürk İmparatorluğunun doğu kanadının hakimiyetini tanımadığını ilan etmiştir. Böylece, Göktürk İmparatorluğu 582 yılında resmen ikiye bölünmüştür.
Bunun üzerine Çin, Doğu Göktürk İmparatorluğu içindeki boyları ve prensleri kışkırtarak ülkeyi parçalamaya çalışmıştır. Bunun sonucunda çıkan isyanlar sebebiyle İşbara, ülkede hakimiyeti kaybetmeye başlamıştır. İşbara’ya karşı olan bazı prensler Çin’e sığınınca, giderek daha da zayıfladığını gören İşbara Çin’e ittifak teklif etmiştir. Onun zor durumda olduğunu bilen Çin, gönderdiği elçilik heyeti vasıtasıyla kendisine hakarete varan davranışlarda bulunmuş ama İşbara içinde bulunduğu durum sebebiyle bu tavırlar karşısında hiçbir şey yapamamıştır. Bunun üzerine Çinliler daha da ileri giderek ondan; halkını Çince konuşmaya, Çinliler gibi giyinmeye ve Çin kültürüne geçmeye zorlamasını istemiştir. Bu durumu gören Türk devlet adamları, kendilerini tutamayarak ağlamışlardır. Fakat Kağan, 585 yılında Çin imparatoruna gönderdiği mektupla, ittifak için her şeyi yapabileceğini fakat halkını Çinlileştiremeyeceğini, çünkü Türk Milleti’nin milli kültürleri konusunda son derece hassas olduğunu bildirmiştir.
İşbara bundan iki yıl sonra, 587 yılında ölmüş ve yerine kardeşi Ye-hu (Ch’u-lo-hou) geçmiştir. Ye-hu, tahta geçtikten sonra Baga Kağan unvanını almıştır. Baga Kağan 589 yılında batı tarafına yaptığı bir sefer sırasından alnından bir okla vurularak ölmüştür. Bunun üzerine Devlet Meclisi tarafından Yung-yu-lü tahta geçirilmiştir. Yung-yu-lü tahta geçtikten sonra Hsie-chai-chi-to-na Tou-lan Kağan (kısaca Tulan Kağan) unvanını almıştır.
Bu sırada Çin, 360 yılın ardından yeniden birliğini sağlamıştır. Bütünleşen ve iyice güçlenen Çin, iyi bir psikolojik harekât uzmanı olduğu anlaşılan Çang sun Şeng’in planladığı entrikalarla Doğu Göktürk İmparatorluğu’nu karıştırmaya başlamıştır. Bunun sonucunda çıkan karışıklıklarla mücadele etmeye çalışan Tulan, bir süre sonra ölmüş ve yerine Çin’in desteğiyle eşi bir Çinli olan Ye-hu’nun oğlu Tu-li geçmiştir. İ-li tou Ch’i-min Kağan unvanı ile tahta geçen bu kağan, Çin imparatoruna bir mektup yazarak Göktürkleri Çinlileştirebileceğini söyleyecek kadar kendini küçük düşürmüştür. Fakat onun 609 yılında hastalanması ve bir süre sonra ölmesi üzerine tahta geçen oğlu Tou-chih zamanında bu durum değişmiştir. Shih-pi (Şi-pi) unvanını alan yeni kağan, babasının aksine bağımsız bir politika izlemiştir.
Şi-pi liderliği altında Göktürklerin yeniden güçlenmeye başladığını gören Çin, Hakan’ın kardeşi Çi-ki’ye kağanlık teklif etmiştir. Çi-ki bunu kabul etmeyince Çinliler, yeni bir entrika düzenlemişlerdir. Bu maksatla bir Göktürk elçisini öldürerek hakana bu elçinin onun aleyhinde hareketlerde bulunduğu için öldürüldüğünü söylemişlerdir. Maksatları, Hakan ile devlet adamları arasına nifak sokmaktır. Fakat Şi-pi, bu oyuna gelmemiş ve elçinin öldürülmesinin cezasını vermek için ülkesinde geziye çıkan Çin İmparatorunu yakalamak için harekete geçmiştir. Çin İmparatorunu bir kalede kıstırmış ve hiçbir kurtuluş ümidi kalmayan imparator öldürüleceği korkusu ile ağlamaya başlamıştır. Fakat Çin devlet adamlarının bir entrikası ile kurtulmayı başarmıştır. Çinli devlet adamları, Göktürk Kağanı’nın Çinli karısına haber göndermişler, bunun üzerine bu kadın Göktürk ülkesinin kuzeyinde isyan çıktığı haberini yaymış ve bunu haber alan Kağan ordusunu alarak hızla ülkesine geri dönmüştür.
Çin’e oldukça zor günler yaşatan Şi-pi Kağan, 619 yılında Çin’e yaptığı bir akın sırasında ölmüş ve yerine kardeşi Çu-lo tahta geçmiştir. O da Çin’e karşı etkili politikalar uygulamış ve bu yüzden Çinli karısı (bazı kaynaklara göre Çin elçisinin satın aldığı devlet adamları) tarafından 621 yılında zehirlenerek öldürülmüştür. Onun yerine kardeşi Bahadır Şad, Kie-li (İl Kağan) ünvanıyla tahta geçmiştir. Bu kağan zamanında her yerde isyanlar çıkmıştır. Çünkü önemli devlet görevlerine Çinli ve Sogd’lu kişileri getirmiş, bu kişilerin kanunları (töreyi) değiştirmesi halkta bir tepki yaratmıştır. Buna rağmen İl Kağan, 630 yılında Çin’e bir akın yapmış fakat kuşattığı bir kale önünde Çin ordusuna yenilerek geri çekilmeye başlamıştır. Bu çekilme sırasında Çin askerleri tarafından yakalanan Kağan, Çin başkentine götürülmüştür. İl Kağan 634 yılında üzüntüsünden ölmüştür. Bu durum devletin sonunu getirmiştir.
Bu sırada Batı Göktürk Kağanlığı da taht kavgaları, Çin entrikaları ve iç isyanlarla iyice zayıflamış durumdadır. Bu sebeple onların kaderi de Doğu Göktürk Kağanlığı ile aynı olmuş ve 630 yılında Batı Göktürk Kağanlığı da Çin’e bağlanmıştır. Bunun üzerine Çin imparatoru, kendisini aynı zamanda Türklerin Gök Kağanı ilan etmiştir. Böylece Göktürk İmparatorluğu sona ermiş ve fetret devri denilebilecek bir döneme girilmiştir. Çünkü Çin, Türk topraklarını bölgelere ayırmış ve her Tük boyunun reisini bir bölgeye komutan olarak atamıştır. Bu sayede parçalanan Türk boyları, sürekli olarak birbirleri ile mücadele ettiklerinden bir araya gelememişlerdir.
Buna rağmen, 50 yıl kadar süren fetret devrinde Aşina Soyu’ndan bazı kişiler isyan girişimlerinde bulunmuşlardır. Bunlardan günümüzde en meşhur olanı, Nihal Atsız’ın bir romanına konu olan Kür Şad’tır. Aşina soyundan bir prens olan Kür Şad, 40 adamıyla (muhtemelen kendisine bağlı 40 boy beyi ile) birlikte Çin sarayını basmaya karar vermiştir. Niyeti İmparatoru yakalayıp esir almak ve kurduğu düzeni bozarak tekrar bağımsız bir Göktürk Devleti kurmaktır. Fakat hiç hesapta olmayan bir şekilde, baskın yaptıkları gece yoğun şekilde yağmur yağdığından, İmparator saraydan çıkmamış ve planları suya düşmüştür. Buna rağmen sarayı basarak İmparator’u zorla ele geçirmeye kalkışmışlar fakat İmparatora ulaşamadan takviye birlikler gelince başarısız olmuşlardır. Bundan sonra Kürşad ve adamları çekildikleri Wei Irmağı yakınlarında yakalanmış ve Tuli Kağan’ın oğlu olan Ho-lo-hu hariç hepsi öldürülmüştür. Ho-lo-hu, Çin içlerine sürgün edilmiştir.
Aşina soyundan olan Ni-şi-fu da bir isyan hareketi ile bağımsızlık mücadelesine başlamış ancak 679-680 yıllarındaki bu mücadele sonunda Çin ordusuna yenilerek Ni-şi-fu’nun başı kesilmiştir. İsyanı devam ettiren Aşina soyundan bir başka prens olan Fu-nien de kalabalık bir Çin ordusu tarafından yakalanarak 53 arkadaşıyla birlikte idam edilmiştir. Bu üç başarısız girişimin ardından, gelişmeleri yakından takip eden Aşina soyundan Kutluk, Çin kontrolünden uzak bir bölgeye gitmeden yapılacak her mücadelenin başarısızlığa mahkûm olduğunu anlamıştır.
Bu sebeple kendisine katılan kişilerle birlikte Çin’den oldukça uzak bir bölgeye kaçmıştır. Kutluk, 680 yılında Bağımsızlık Savaşı’na başlamıştır. Kutluk İl Kağan’ın soyundan gelmektedir. Başlattığı harekete kısa süre içinde çok sayıda kişi katılmıştır. Bu katılanlar arasında daha sonra ünlü bir devlet adamı olacak olan Tonyukuk da vardır. Çin’de hapishanede yatarken kaçmış ve Kutluk kendisini Apa Tarkan görevine getirmiştir. Bu katılımlarla yeterince güçlendiğini düşünen Kutluk, 681 yılında ilk büyük harekâtını yaparak çok sayıda Türk boyunun kendisine katılmasını sağlamıştır. Bundan sonra Çogay Dağları kuzey eteklerini yazlık, Karakurum’u kışlık merkez haline getirmiş ve Ötüken’i ele geçirmeyi ilk hedef olarak belirlemiştir.
Kutluk’un güçlenmesinden endişelenen bazı Oğuz boyları ve Kitanlar, Çin ile ittifak yaparak onu daha fazla güçlenmeden ortadan kaldırmaya karar vermişlerdir. Bu anlaşma, Dokuz Oğuzlardan biri tarafından Kutluk’a haber verilmiştir. Tecrübeli bir asker ve devlet adamı olan Tonyukuk, endişeye kapılan Kutluk’u sakinleştirmiş ve iç hat manevraları yaparak bu tehditlerin yok edilebileceğini anlatmıştır. Onun teklifine uygun olarak üç düşman ordusu teker teker ve sıra ile yenilgiye uğratılmıştır. Bu muharebeler sonucunda Göktürkler, Ötüken’i ele geçirmeyi başarmışlardır. Göktürk Devleti’ni yeniden kuran ve ayakta tutmayı başaran Kutluk Kağan’ın hükümdarlık adı, devlet kuran anlamına gelen İlteriş olmuştur. Bunun ardından kendisine katılan boylarla hızla güçlenen İlteriş, Tonyukuk ile birlikte bir seri seferle devletin sınırlarını genişletmiştir.
İlteriş, 692 yılında ölmüştür. Bu sırada, çocuklarından büyüğü olan Bilge 8, küçüğü olan Kül Tegin 7 yaşındadır. Bu sebeple, 27 yaşındaki kardeşi Kapgan (Fatih anlamına gelmektedir.) tahta geçmiştir. Kapgan, adı gibi büyük bir fatih olduğunu kısa süre içinde göstermiştir. Tonyukuk gibi akıllı, dirayetli ve tecrübeli bir yardımcısı olması da onun başarısında etkili olmuştur. Onun da tavsiyesiyle, kendisine iki hedef belirlemiştir. Bu hedefler; Çin’i daimî olarak baskı altında tutmak ve tüm Türk boylarını tekrar bir bayrak altında birleştirmektir. Kapgan Kağan’ın yaptığı şeylerden belki de en ilginç olanı; o zamana kadar genel olarak hayvancılıkla geçinen Türk halkını ilk defa tarım yapmaya teşvik etmesidir. Bu maksatla Çin’den büyük miktarda tohumluk darı ve tarım aletleri getirtmiştir.
Kapgan Kağan, planladığı hedeflere ulaşmak için bir seri askerî harekât gerçekleştirmiştir. Bu harekatlarda yeğenleri Bilge ve Kül Tegin de görev almıştır. Birçok defa Çin içlerine kadar girilmiş ve Çin büyük bir sıkıntı içine sokulmuştur. Bu sebeple Çin sarayı, Çin ordusunu cesaretlendirmek için Kapgan Kağan’ı öldürenin prensliğe yükseltileceğini ilan etmiştir. Ancak bu bir işe yaramamıştır. Yapılan çok sayıdaki harekât sonucunda Göktürk sınırları Altayların batısına ve Fergana’ya kadar genişlemiştir. Böylece, 100 yıl önceki Doğu ve Batı Göktürk İmparatorluklarının topraklarının tamamı, tekrar Göktürklerin eline geçmiştir. Fakat devletin güvenliği açısından Maverahünnehir bölgesinin de ele geçirilmesi gerekiyordu. Çünkü bu sırada bölgedeki küçük şehir devletleri Türk kökenli kağanlar tarafından yönetiliyor ve Arap-İslam ordularının taarruzlarını durdurmaya çalışıyorlardı.
Arap-İslam ilerlemesine karşı önlem almak için Tonyukuk komutasındaki Türk ordusu, bölgeye ilerlemiş ve Demirkapı’ya kadar olan bölge ele geçirilmiştir. Kağan’ın oğlu İnel ve yeğeni Bilge de bu harekata katılmıştır. Bu sefer sonrasında, Araplarla yakın temasa giren Göktürkler, İranlıların kullandığı tabirden etkilenerek onlara Tezik demeye başlamışlardır. Bu isim Göktürk Yazıtlarında Arap anlamında kullanılmaktadır. Daha sonra İranlılar için de aynı kelime kullanılmıştır. Günümüzde Tacik denilen insanların isimleri buradan gelmektedir. 701 yılından itibaren yeniden doğuya seferler yapılmıştır. 702 yılındaki sefere Bilge ve kardeşi Kül Tegin de katılmıştır. Bu sefer sırasında henüz 16 yaşında olan Kül Tegin, Çin ordusunun başkomutanını tek başına yakalayarak amcası Kapgan Kağan’a teslim edilmiştir.
Göktürkler, Çin kışkırtmaları ve Kapgan Kağan’ın sert yönetimi sebebiyle isyan eden bazı boylarla mücadele ederken 711 yılında Arap-İslam orduları Maverahünnehir bölgesine girmiş ve bölgedeki küçük şehir devletlerini ele geçmeye başlamıştır. Arap kaynaklarına göre, 714 yılına kadar devam eden bu muharebeler sırasında Arap ordularının Göktürk orduları ile de bazı çatışmalara girdiği anlatılmaktadır. Ancak Göktürk Yazıtları ve Çin kaynakları ile karşılaştırıldığında, bahsedilen muharebelerin, bölgedeki küçük devletlerden birini yöneten bir Türgiş kağanının ordusu ile yapılmış olabileceğini göstermektedir.
Bu sırada isyan eden bazı Türk boyları büyük problemler yaratmış ve Göktürk ordusu bu isyanları bastırmakla uğraşmaktadır. Yani Maverahünnehir bölgesine gitmesi mümkün değildir. Nitekim bu seferlerin birinden dönen Kapgan Kağan, Bayırkuların pususuna düşerek 22 Temmuz 716’da öldürülmüştür. Çin ile iş birliği içinde oldukları anlaşılan Bayırkular, Kapgan’ın başını keserek yanlarında bulunan Çin elçisine vermiş ve kağanın başı Çin’e götürülmüştür.
Kapgan ölünce yerine oğlu İnel geçmiştir. Fakat babası kadar yetenekli olmayan bu kağan döneminde isyanlar daha da artmıştır. Bu isyanları bastıramayan kağanın başarısızlıkları sebebiyle halk, Tanrı’nın İnel’den Kut’u, yani yönetme yetkisini aldığını konuşmaya başlamıştır. Halkın çoğunluğuna göre ülkenin felaketten kurtulması için kağanın değişmesi gerekmektedir. Fakat Kağan, iktidarda kalmak için direnmiş ve ancak Kül Tigin liderliğindeki bir ihtilal ile tahttan indirilebilmiştir. İnel ile kardeşleri ve taraftarları öldürüldükten sonra, Kül Tigin’in ağabeyi Bilge devletin başına getirilmiştir.
716 yılında tahta geçen Bilge Kağan, bir süre önce devlet işlerinden elini çeken kayınpederi Toyukuk’u tekrar göreve getirmiştir. Onun ve kardeşi Kül Tigin’in yardımıyla isyanları kısa süre içinde bastırmış ve bu isyanlar sırasında Çin ile iyi ilişkiler kurmaya gayret etmiştir. Fakat Çin bazı boyları isyana teşvik edince, 720 yılında Çin’e taarruz ederek ağır darbeler vurmuştur. 721’de Çin’e tekrar barış teklifinde bulunmuş, Çin buna büyük bir orduyu harekete geçirmekle cevap vermiştir. Bu ordu bozguna uğrayınca, Çin barışa razı olmuş ve 725 yılında bir elçilik heyetini Göktürk başkentine göndermiştir.
725 yılında yapılan bu görüşmeden kısa süre sonra Tonyukuk ölmüştür. Göktürk İmparatorluğu’na büyük hizmetlerde bulunan Tonyukuk, kağanlığının ilk yıllarında Bilge Kağan’ın surlu şehirler yapmak ve Budizmi kabul etmek yönündeki düşüncesine karşı çıkmış ve bunların Türk kültürüne uygun olmadığını söylemiştir. Bu durum, benim kanaatimce, daha sonra Türklerin Müslüman olması üzerinde de etkili olmuştur. Çünkü Budizm gibi köklü bir dini kabul etselerdi, bugün çoğunluğu Müslüman olan Türklerin önemli bir kısmı muhtemelen hala Budist olurdu.
Sadece Göktürk İmparatorluğu’nun değil Türk kültürünün de geleceği üzerinde önemli etkiler yaratmış olan bu büyük devlet adamına batılı tarihçiler Türklerin Bismark’ı demektedir. Fakat Bismark kendisinden 1100 yıl kadar sonra yaşadığından, Bismark’a Almanların Tonyukuk’u demek daha doğru bir ifade gibi görünmektedir. Tonyukuk öldükten sonra hatırasına (muhtemelen 726-27’lerde) bir kitabe dikilmiştir. Bu kitabe, Türk tarihinin bilinen ilk büyük yazılı metni olması açısından önemlidir. 731 yılında ise henüz 47 yaşında olan Kül Tegin ölmüştür. Kül Tegin’in hatırasına da bir kitabe yazılmış ve 1 Kasım 731 tarihinde (koyun yılının 9’uncu ayının 27’si) resmi cenaze töreni yapılmıştır. Bilge Kağan’ın kardeşinin bu erken ölümüne ne kadar çok üzüldüğü bu kitabede tüm canlılığıyla görülmektedir.
İki önemli yardımcısını kaybettikten sonra yalnız kalan Bilge Kağan, bundan sonra ülkeyi sükunetle yönetmiştir. Çin’e elçiler göndererek bu devletle barış içinde yaşamaya gayret göstermiştir. Çin ile barışı güçlendirmek için bir Çinli prensesle evlenmek istemiş fakat 25 Kasım 734 tarihinde (50 yaşında) öldüğünden bunu gerçekleştirememiştir. 19 yıl süreyle ülkeyi yöneten Bilge Kağan için de bir kitabe hazırlanmış ve resmi cenaze töreni 22 Haziran 735 (12 Hayvanlı Türk Takvimi’ne göre; Domuz Yılı’nın 5’inci ayının 27’si)’te yapılmıştır. Kitabesi şu cümle ile başlamaktadır: “Tengri tek Tengride bolmuş Türük Bilge Kağan, bödke oturdum.” Günümüz Türkçesi ile: “(Ben) Tanrı gibi (ve) Tanrı’dan olmuş Türk Bilge Kağan, bu devirde tahta oturdum.”
Not: Yukarıda da görüldüğü gibi Göktürk Kağanlarının birçoğunun, Çince olduğu izlenimi uyandıran isimleri vardır. Bu onların Çin etkisinde kalarak kendilerine Çinli isimleri aldıklarını göstermemektedir. Genel olarak Orta Asya Türk tarihinin ve bu arada Göktürk tarihinin en önemli kaynakları Çin arşivlerinde bulunmaktadır. Bu arşivleri ilk olarak araştıran ve tercüme edenler Avrupalı bilim adamlarıdır. Bu sebeple, nasıl okunduklarını bilmedikleri Türk isimlerini Çin alfabesine göre ve Çinlilerin yazdığı şekilde okuyarak kaydetmişlerdir. Dönemin Çin alfabesi okunması oldukça zor bir alfabe olduğundan herkes Türkçe isimleri kendi anladığı şekilde yazmıştır. Bu yüzden değişik kaynaklardaki Türk isimleri hem Türkçe aslından hem de birbirlerinden farklı şekilde yazılmıştır. Örneğin İl Kağan, bazı yazarlar tarafından Çince kayıtlardan okudukları şekilde Kie-li, bazı başka yazarlar tarafından ise Che-li şeklinde kaydedilmiştir. Ama ismin aslı İl Kağan’dır.
22 Haziran 2020.
KAYNAKÇA
KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1997.
KOCA, Salim, Türk Kültürünün Temelleri, Berikan Yayınevi, Ankara, 2019.
ÖGEL, Bahadır, Büyük Hun İmparatorluğu, I. Cilt, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2015.
ÖGEL, Bahadır, Büyük Hun İmparatorluğu, II. Cilt, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2015.
TAŞAĞIL, Ahmet, Gök Tengri’nin Çocukları, Bilge-Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2019.
TAŞAĞIL, Ahmet, Türk Model Devleti, Gök Türkler, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2020.
TEKİN, Talat, Orhun Yazıtları, Bilgesu Yayıncılık, Ankara, 2019.
Hits: 715
Doğup büyüdüğüm köy: Halitpaşa Nahiyesi ’nin kısa ...
- 11 Haziran 2020
Stratejide En Önemli Karar Anı: Dönüm (Doruk) Nokt...
- 15 Temmuz 2020