
Libya ve Doğu Akdeniz’deki Gelişmeler ve Türkiye
- 4 Eylül 2020
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Bölgesel Sorunlar
- 5
Kuleli Askerî Lisesi’nde çok samimi olduğum bir arkadaşım vardı. Nasıl olduysa güreşe merak salmış ve güreş takımına girmişti. Hemen hemen her akşam tel örgülerden çıkıp firar ettiğimizden bu durum beni çok etkiledi. Çünkü her gün arkadaşın antrenmanı bitsin diye spor salonuna gidip firar etmek için onu beklemek zorunda kalıyordum.
Bir gün spor salonunun tribünlerinde oturmuş antrenmanın bitmesini beklerken arkadaşım bana seslenip yanına gelmemi söyledi. Bunun üzerine tribünden inerek güreşçilerin antrenman yaptığı minderlerin bulunduğu yere gittim. Güreş takımının sorumlusu olan teğmenden çok korktuğumuzdan, oralarda mı diye etrafa bakındım. Ne o ne de antrenör ortalıkta yoktu. Arkadaşıma “Ne var? Beni neden çağırdın?” diye sordum.
Arkadaş bir süredir güreş takımında çalıştığına güveniyor olsa gerek kendisiyle güreşmemi istedi. Ben ondan biraz daha iriydim. Bilek güreşinde de onu hep yenerdim. Buna rağmen, güreş takımı sorumlusu K… Teğmen gelir de beni minderde görürse sonucu hayırlı olmaz diye güreşmek istemedim ama arkadaşım ısrar edince kabul ettim.
Bahsettiğim arkadaşım çok genç yaşta rahmetli oldu. Buradan kendisine Allahtan rahmet diliyorum. Kendisi, şehirde doğmuş ve büyümüş birisiydi. Kendi çapında gücüne ve özellikle de güreşte öğrendiği oyunlara güveniyordu. Ben köyde büyüdüğüm için güreş, kavga gibi şeyler çocukluğum boyunca doğal yaşam biçimim olduğundan, kendi çapımda bazı numaralarım vardı. Bir de tarlada çalışmak, çapa yapmak, odun kesmek, köyün üstündeki dağda kurbanlık koyunları gütmek gibi faaliyetler sebebiyle yaşıtlarıma göre güçlü sayılırdım.
Neyse…
Arkadaşla güreşmeye başladık. 30 saniye geçmeden bir boşluğunu bulup onu belinden kavradığım gibi yere çarptım. O sersemlikle kendine gelmeye çalışırken üstüne atlayıp sırtını yere değdirdim ve tuş ettim. Arkadaş bu kadar kolay yenildiğine çok şaşırmıştı. Haksız da sayılmazdı. Ben güreşle hiç ilgisi olmayan biriydim. Hatta hiçbir spor dalına karşı bir ilgim yoktu.
Boşluğuna geldiğini, bir daha güreşmemiz halinde beni yeneceğini söyledi. Kabul ettim ve tekrar güreşmeye başladık. Yine bir dakika içinde kendisini tuş ettim. Bunun üzerine ayağa kalkıp şakalaşmaya başladığımız anda bir başka öğrenci geldi. “Bir de benimle güreş.” dedi. Sanırım takımdan birinin benim gibi sporla hiç alakası olmayan biri tarafından yenilmesine içerlemişti. Kabul ettim ve onu da kısa sürede yendim. Kendi kendime “Ulan, güreş takımında kim varsa sıraya girsin. Hepsini yenerim…” diye düşünürken birden tüylerimi diken diken eden bir ses duydum.
“Öğrenci! Buraya gel!”
Bu sesi duyar duymaz bütün özgüvenim birdenbire yok olmuştu. Dönmeye ve sese doğru bakmaya bile gerek kalmadan ayakların titremeye başladı. Çünkü ses güreş takımı sorumlusu K… Teğmen’e aitti. Korka korka sesin geldiği yere doğru baktım. Tribünlerin ön tarafındaki duvara oturmuş, eliyle bana gel işareti yapıyordu.
“Şimdi hapı yuttun oğlum! Sen kendin kaşındın…” diye kendi kendime söylenerek K…. Teğmen’e doğru koştum. Kendimi tanıttım ve gelecek olan darbeyi beklemeye başladım. Bir yandan da “Acaba tokat mı atacak yoksa tekme mi vuracak?” diye merak ediyordum. Hangisini yapacağına dair en ufak bir işaret görsem ona göre gardımı alacaktım.
Yanlış anlamayın, karşılık vermek için değil. Daha az acıtacak yerimi darbeye doğru çevirmek için. Fakat K… Teğmen hiç kıpırdamıyordu. Sol elindeki not defterini açtı ve sağ elindeki kalemi bir şeyler yazacakmış gibi defterin sayfasına yaklaştırdı.
Sonra göz ucuyla bana bakarak; “Adını, soyadın ve numaranı söyle!” dedi.
Bunu duyunca rahatladım.
İçimden; “Beni sadece öğrenci bölük komutanına şikâyet edecek herhâlde. En kötü ihtimalle hafta sonu izinsizlik cezası alırım. Buna da şükür.” diye düşünüyordum. Hemen adımı, soyadımı ve numaramı söyledim.
K…. Teğmen bunları defterine yazdıktan sonra; “Güreş takımına girdin. Bundan sonra her gün derslerden sonra antrenmana geliyorsun. Bölük Komutanına da bilgi vereceğim.” dedi.
O anda adeta yıkıldım. Ama K…. Teğmen’e itiraz etmek mümkün mü? Tamam filan diye mırıldandıktan sonra doğrudan idman sahasına gittim. Hiç hesapta yokken güreş takımına girmiştim.
Her gün dersler bittikten sonra diğer öğrenciler dinlenirken antrenman yapma düşüncesi bana ölüm gibi geliyordu. Arkadaşımın yanına gidince ağzıma ne gelirse söyledim. Beni yakmıştı.
Neyse…
Ertesi gün antrenmana gitmedim.
Ama K… Teğmen unutur mu?
Hemen adımı anons ettirmiş.
Tıpış tıpış salona gittim.
Bir ton fırça yedikten sonra antrenmana katıldım.
Ertesi gün yine kaytarmaya çalıştım.
Bu sefer de bölük komutanı çağırıp fırçaladı.
Böylece mecburen düzenli olarak antrenmanlara gitmeye başladım.
Bir üniversiteden sivil hocalar gelip bize güreşte kullanılan oyunları öğretiyor ve vücudumuzu güreşe göre geliştirecek sportif hareketler yaptırıyorlardı. Öğrendiğimiz her hareketten sonra da arkadaşlarımızla birlikte o hareketi çalışıyorduk. Ben hep arkadaşımla takıldığımdan hiç sıkıntı yaşamıyordum. Arada bir tanıdığım diğer arkadaşlarla da güreşiyordum. Onlarla da pek bir sıkıntı yaşamıyordum.
Bir güm K…Teğmen hepimizi toplayıp eşleşmemizi söyledi. Karşılıklı güreştirerek durumumuzu görecekmiş. Ben hemen arkadaşımla eşleştim. Fakat K…. Teğmen bana bağırdı.
“O olmaz. Sana daha sağlam birini bulalım.”
Sonra öğrencilere kısa bir göz attı ve benden bir sınıf küçük bir öğrenciyi seçti. Çocuğa baktım. Benim boylarımdaydı. Çok da yapılı değildi. Gayet memnun oldum. “Bunu ben rahat yenerim.” diye düşündüm.
Sırayla ikişerli gruplar halinde güreşler başladı. Sıra bize geldiğinde yeni rakibimle karşı karşıya geldik. Bir iki hamleyle birbirimizi denedik. Oğlanın ellerinin çok kuvvetli olduğunu fark etmem uzun sürmedi. Bununla birlikte genel olarak gücümüzün birbirine denk olduğunu düşündüğümden pek aldırış etmedim. Ben bunu bir boşluğunu yakalayıp yenerim diye düşündüm. Nitekim çocuk bir boşluk verince hemen tek daldım.
Keşke dalmasaydım.
Oğlan iki ayağını birden geriye doğru çekip çelik gibi gerdi.
Bir yandan da kollarıyla beni gövdemden kavradı ve vücuduyla üzerime abandı.
Bir müddet yakaladığım sağ ayağını çekip düşürmeye çalıştım ama çocuğun ağırlığına daha fazla dayanamayarak kendimi yüzükoyun yere attım.
Oğlan da benimle birlikte üzerime düştü.
Biraz endişelenmiştim ama yine de çok fazla çekinmiyordum. Çünkü kendi kendime “Şimdi bir fırsatını bulup arkama geçmeye ve çırpma yapmaya çalışacaktır. O anda döner kendimi kurtarırım.” diye düşünüyordum.
Fakat o da ne?
Daha ne olduğunu anlamadan beni yerden yere vurmaya başladı. Yanlış hatırlamıyorsam bu oyuna kravat diyorlardı ve ben henüz bu oyunu bilmiyordum. Fakat yine de kendimi toparlayıp iki elimi ve iki ayağımı yapabildiğim kadar açtım.
Bu hareketim işe yaramış gibi görünüyordu.
Rahatladım.
Fakat rahatlamakta acele ettiğimi anlamam uzun sürmedi.
Çocuk inanılmaz bir atiklikle hemen arkama geçti ve geçer geçmez bir çırpma yaptı. Ama artık biraz yorulduğu belli oluyordu. Kollarımı ve ayaklarımı iyice açarak ikinci çırpma denemesini başarıyla engelledim. Bunun üzerine biraz nefeslenme ihtiyacı hissetti. Yeterince dinlenmiş olacak ki belimden kavrayıp künde atmaya çalıştı.
Neyse ki atamadı.
Bir fırsatını bulup elinden kurtuldum.
Yine karşı karşıya gelmiştik.
Ama bendeki özgüven yerlerde geziyordu.
Dikkatli bir şekilde güreşmeye çalışıyor, bir yandan da “Acaba ilk hareketinde kendimi tuş ettirip bu eziyetten kurtulsam mı?” diye düşünüyordum.
Allaha şükür ki K…Teğmen düdüğünü çaldı ve “Tamam… Bu kadar yeter!” dedi.
Bir yandan da pis pis sırıtıyordu.
Sanki; “Ulan, kendinden zayıf adamları yenerken iyiydi, güçlü birini görünce havan kalmadı.” der gibiydi.
Bu olay, zaten istemeyerek katıldığım güreş macerasının sonu oldu.
Adeta güreşten soğudum.
Dahası spor yapmaktan soğudum.
Her şeye rağmen bir süre daha antrenmanlara devam ettim.
Ama kurtulmak için de her yolu deniyordum.
İstirahat almaktan tutun da aslında hiç istemediğim başka görevlere gönüllü olmaya kadar her çareye başvurdum.
Bir süre sonra K…Teğmen pes etti.
Antrenmanlara katılmayınca beni aramamaya başladı.
Bir süre sonra da güreş takımından atıldığım haberi geldi.
Bu arada arkadaşım da sanırım yenile yenile güreşten soğumuş.
O da kendini takımdan attırdı.
Ondan sonra mutat olduğu üzere hemen hemen her gün derslerden sonra firar etmeye veya sağda solda sürtmeye devam ettik.
Bu hikâyeyi neden anlattım?
Son zamanlarda Türkiye’nin durumunu, benim yukarıda anlattığım hikayedeki durumuma benzetiyorum.
Başarısız bir asker olan eski darbeci artığı birinin paralı askerlerine karşı Libya’da ve üzerinden henüz Kurtuluş Savaşı ve Kıbrıs Barış Harekatı’nın travmasını atamamış olan zayıf Yunanistan’a karşı Akdeniz’de elde ettiğimiz bazı askeri ve siyasi başarılar, çoğu insanda bir özgüven patlaması yaratmış gibi görünüyor.
Birkaç zayıf rakibi yenince kendimizi yenilmez zannetmememiz lazım.
Sonra biri çıkıp bizi yerden yere vurabilir.
Ondan sonra, bir daha meydana çıkacak cesaretimiz kalmayabilir.
İhtiyatlı olmakta fayda var.
Hits: 19
SAKARYA’DAN İZMİR’E
- 30 Ağustos 2020
OTORİTER ERDOĞAN VE HEGEMONİK AKP ANLAYIŞINI KABUL...
- 12 Eylül 2020