
Sağlık Çalışanlarına Saldırılar ve Alınması Gereken Tedbirler
- 24 Eylül 2020
- Dr. Mehmet Çanlı
- Başlık; Güncel
- 3
- Facebook15
- Twitter0
- WhatsApp0
- LinkedIn5
- Telegram0
- Paylaşım
Dün bir arkadaşım bahsedince hemen internette haber sitelerine baktım, yine Ankara’daki bir hastanede hasta yakınları sağlık çalışanlarına saldırmışlar. Neden saldırmışlar acaba diye merak ettim ve haberi okudum. Adamın biri silahlı saldırıya uğrayıp yaralanmış. Adamı hastaneye kaldırmışlar. Bunu duyan hasta yakınları hastaneye akın etmişler. Yakınlarının kurtarılamayarak öldüğünü duyunca da hastaneye hücum edip sağlık çalışanlarına saldırmışlar.
Uzun süredir bu tür olayların mantığını anlamaya çalışıyorum ama anlayamıyorum. Sağlık çalışanlarına saldırma alışkanlığı uzun bir süre önce ortaya çıktı ve fakat günümüzde iyice çığırından çıkmış hale geldi. Maalesef bu tür olaylara bizzat şahit olmak durumunda kaldığımdan iyi biliyorum. İlk olarak 2000’li yılların başında Adana’da bir hastanede böyle bir olaya şahit oldum. Bir yakınımın sağlık sorunu yüzünden Adana’nın çok bilinen bir hastanesinde bir hafta kadar kaldım. Bir gün kafeteryada otururken birkaç hemşire ve hasta bakıcı gelip seslendiler: “…….’in yakınlarından kimse var mı?” Bu sesi duyan bir kısmı kadın olan 6-7 kişi heyecanla ayağa kalkıp endişeli bakışlarla sağlık personeline doğru yürüdüler. İçlerinden en yaşlı görünen bir hemşire üzgün bir ifadeyle “Maalesef hastayı kaybettik.” dedi.
Ben kafeteryanın girişine yakın bir masada oturduğumdan sağlık personeli ve hasta yakınlarını görüyor ve konuşmalarını duyuyordum. Hemşire bu haberi verince, hasta yakınlarının başlarını öne eğip üzüleceklerini, ağlayacaklarını, ne bileyim belki de birbirlerine sarılacaklarını veya hastanın yattığı yere doğru koşacaklarını zannediyordum. Ama öyle olmadı.
Önce hasta yakınlarından bir kadın bir çığlık attı ve bağırdı: “Nasıl olur? Buraya getirdiğimizde sapa sağlamdı? Babamı siz öldürdünüz.” Bu sözlerin ardından hasta yakınları sanki hücum emrini almış hücum mevziindeki bir piyade mangası gibi aynı anda ve hep birlikte sağlık çalışanlarına saldırdılar. Hemşireleri kadın demeden saçlarını çekip yumruk ve tekmelerle yere yıktılar. Hasta bakıcılar biraz direndi ama onlar da saniyeler içinde yere yıkıldılar.
Etrafa baktım. İnsanlar bunu vakayı adiyeden bir olay gibi görüyor olmalılar ki kıllarını bile kıpırdatmadan izliyorlardı. Ben bu tepkisizliğe şaşırdım ve hemen ayağa kalkıp hasta yakınları ile hemşireler arasına girdim. Beni gören yan masada oturan iki delikanlı da gelip bana yardım etti. Ama hasta yakınlarını durdurmak mümkün değildi. Arada bir iki yumruk da biz yedik. Neyse ki hasta yakınları yeterince kan görmüş olacaklar ki bir süre sonra sakinleşmeye başladılar.
Tam bu sırada içeriden 3-4 güvenlikçinin hızla bize doğru koştuğunu gördüm. “Ya şükür!” çekip durumu sakinleştirme görevini onlara devredeceğimiz için sevinirken hiç beklemediğim bir şekilde güvenlikçiler sorgusuz sualsiz hasta yakınlarına daldılar. Güçlü kuvvetli çocuklarmış. Hata yakınlarını yere serip haşat ettiler ve kapı dışına attılar. Bu sırada biz de hemşireleri ve hasta bakıcıları kaldırıp sakinleştirmeye çalışıyorduk.
Durum sakinleşince masaya dönüp yarım kalan çayımı yudumlamaya başladım. Bu sırada benimle beraber olaya müdahale eden iki delikanlı da gelip yan masaya oturdu. “Ne olay ama? Önce biz sağlık personelini hasta yakınlarının elinden almaya çalışırken sonra onların birileri tarafından kurtarılmaya ihtiyacı oldu.” dedim. Güldüler. Delikanlılardan biri; “Siz buralı değilsiniz herhalde.” deyince “Adanalı olmadığımı, bir yakınımın hastanede yattığını, onu beklediğimi” söyledim. Bunun üzerine aynı şahıs konuşmaya devam etti. “Burada durum her gün böyle. Mutlaka yakınını kaybeden veya herhangi bir şeyden şikayetçi olan biri sağlık çalışanlarına saldırıyor. Saldırganlar bir ceza da almıyor. Bu durum rutin bir hale geldiğinden hiç kimse karışmıyor. Güvenlikçiler de artık bu durumdan bıktılar. Sağlık personelini dövenleri sorgusuz sualsiz bir güzel dövüyorlar.” Bunu duyunca çok şaşırdım. Diyecek bir şey bulamadım. Bu sırada hasta hanede yatan yakınım telefon edip bir şeyler getirmemi istediğinden masadan kalkıp onun yanına gittim.
Sonraki yıllarda bu tür olayların ülkenin her yerinde olduğuna dair haberler okumaya başladım. Bu durum giderek yaygınlaştı ve bugün artık hastanede bir yakını ölen bazı kişilerin hemen sağlık çalışanlarını döverek ve hatta bıçaklayarak sapkın acılarını bastırmaya çalışmaları sıradan bir olay haline geldi. Eğer sert tedbirler alınmazsa bunun önünün alınması bir yana daha da vahim olaylar yaşanacağını tahmin etmek için sanırım müneccim olmaya ihtiyaç yoktur.
Neden insanlar böyle sapıtıyorlar diye kendi kendime sormaktan kendimi alamıyorum. Halbuki bizim (Türklerin) tarihin en eski dönemlerinden beri askerlikten başka ve hatta askerlikten de fazla önem verdiğimiz belki de tek husus sağlık personeline gösterilen saygıdır. Atalarımız tarafından hastaları iyileştirmek tanrısal bir yetenek olarak görülüyor olmalı ki sağlık konusu ile ilgili kişilere aynı zamanda bir kutsallık atfedilmiştir. Bu yüzden hastaları iyileştiren kişiler aynı zamanda kutsal kişiler olan kam/şamanlardır.
Türkler Müslüman olduktan sonra da doktorlara ve sağlık personeline karşı bu saygılı tavırlarını bırakmamışlardır. Her gittikleri yerde hastaneler kurmaları, doktorların yöneticiler nezdinde itibar ve halkın gözünde saygı görmeleri de bunu göstermektedir. Bu durum kültürümüze de yansımıştır. Ben çocukken, Anadolu’nun her yerinde olduğu gibi, yaşlılardan eski dönemin bilgeleri, kahramanları veya ermişlerinin yanında Lokman Hekim gibi kişilerin hikayelerini de dinleyerek büyüdüm. Hatta bazen yaşlıların ölen birinin ardından “Eceli gelmiş bir kere, Lokman Hekim bile gelse kurtuluşu yoktu.” gibi deyimler söylediğini hatırlıyorum. Halkımız da doktorlara adanmış birçok türkü yakmışlardır.
Sağlık personeline gösterilen saygıyı, yakın akrabalarımın davranışlarında da görüyordum. Örneğin dedem, o zamanlar bizimle beraber yaşıyordu. 80’li yaşlarında ailenin ve hatta köyün en yaşlılarından biri olduğundan herkes ona saygı gösterirdi. Manifatura dükkanında otururken bazı insanların onu dükkânın önünde otururken görünce geçerken ceketinin düğmelerini iliklediğini ve saygılı bir şekilde selam verdiğini hatırlıyorum. Ama yine çok iyi hatırlıyorum ki dedem de bazı insanları görünce ceketinin düğmelerini ilikler ve o insanların yaşlarının küçük olmasına bakmadan ayağa kalkıp selamlarını öyle alırdı. Bunlar öğretmenler ve benim de yakından tanıdığım köyün doktoruydu. Ne oldu da toplum bugün bu hale geldi anlamak mümkün değil.
Ben meslek hayatım boyunca doktorların ve diğer sağlık personelinin çalışmalarına yakından şahit olduğumdan sağlık personeline karşı yapılan saldırılara herkesten daha çok şaşırıyorum. Bir örnek verecek olursak Siirt bölgesinde operasyonlara giderken tabur doktorları da operasyona katılırdı. Bunlar en zor koşullarda askerlerle birlikte dağda bayırda dolaşır, çatışmaların en yoğun olduğu yerlere kadar gidip ölüm tehdidi altında olmalarına aldırmadan yaralılara müdahale ederlerdi.
Hele bir defasında Şırnak’ta bir operasyonun ihtiyat birliği olarak beklerken yer yokluğundan hastanede birkaç gün kalınca doktorluğun ne kadar zor ve feragat isteyen bir iş olduğunu tüm açıklığıyla gördüm. Doktorlar ve sağlık personeli, operasyon süresince hazır kıta gibi vardiyalar şeklinde 24 saat boyunca hazır bekliyordu. Bir yaralı haberi gelince hemen alarm veriliyor, helikopter pistine ambulans ile bir doktor ve bir sağlıkçı gidiyor ve yaralı gelir gelmez hemen müdahaleye başlıyorlardı. O kadar güzel ve tıkır tıkır işleyen bir sistem kurmuşlardı ve o kadar feragatle çalışıyorlardı ki ilk gördüğümde kesin ölür diye düşündüğüm birçok yaralı askeri adeta yoldan çevirip hayatta tutmayı başarıyorlardı. Hem de oldukça yetersiz koşullar içinde çalıştıklarına aldırmadan yapıyorlardı bunu.
Daha sonraki yıllarda bir hudut taburunda çalıştım. Görevim gereği sınır bölgesindeki ölüm olaylarının raporlarını ben hazırlıyordum. Bu sebeple otopsilere de giriyor ve savcının otopsi raporu sonucuna göre hazırladığı bir belgeyi alıp dosyaya koyarak üst makamlara gönderiyordum. Bu görevim sırasında birçok defa otopsiye girdim. Normalde bir insanı kesip biçmek bile dayanması oldukça zor bir şey iken zaman zaman ölümün üzerinden uzun süre geçtiği için çürümeye başlayan cesetlere otopsi yapmanın zorluğunu burada tarif edemem. Bu otopsileri bir sağlık memurunun yardımıyla bir veya iki doktor yapıyordu.
Şimdi sağlık personeline yapılan saldırılardan sonra bazı saldırganların verdiği ifadeleri okuyunca içimden bildiğim en ağır küfrü etmekten kendimi alamıyorum. Neymiş efendim, yakınını kaybetmenin acısı yüzünden birden kendini kaybetmiş veya psikolojisi bozulmuş. Bunu okuyunca kendi kendime şöyle diyorum: “Ulan ş…siz, o insanların çalışma koşullarını birkaç gün yaşasan sende ne psikoloji kalır ne de başka bir şey kalır. Onlar her gün bu koşulları yaşıyorlar. Hastalardan mikrop/bakteri kapmak ve hastayı iyileştirmeye çalışırken kendi hayatından olmak tehlikesinin yarattığı stresten ise hiç bahsetmiyorum. Buna rağmen sen hiç bisturiyi kapıp hasta yakınına saldıran bir hemşire, bir hasta bakıcı veya bir doktor gördün mü? Kendi psikopatlığına bahane uyduracağına biraz insan ol ve senin ve hepimizin sağlığı için hayatını ortaya koyarak hiç şikâyet etmeden çalışan bu insanlara biraz olsun saygılı davran. Hiçbir şey canın her sıkıldığında sağlık personeline saldırmak için bir bahane olamaz.”
Ama bunları yüzlerine karşı söylesem de bir faydası olmayacağını biliyorum. Çünkü bunlar korkak ve korktuklarını anlayıp itiraf edemeyecek kadar da geri zekalı insanlar. Örneğin bu günlerde Ankara’da olan olaya bakalım. Adamı başkası vurmuş, öldü diye niye sağlık personeline saldırıyorsunuz? Cesaretiniz varsa gidin ve yakınınızı vuran kişiye saldırın. Yoksa ondan korktuğunuz için hıncınızı masum insanlardan mı almaya çalışıyorsunuz?”
Sağlık personelinin çalışma koşullarını bildiğimden ve son zamanlarda hastanelerde meydana gelen saldırıların salgın bir hastalık gibi ülkenin her yerine yayıldığını gördüğümden çocuklarımın doktor olmasını istemiyordum. Ama oğlum doktor olmak isteyince bir şey diyemedim. Şu anda tıp fakültesinde okuyor. Bu tür saldırı olaylarını duyunca aklım başımdan gidiyor. Oğlan üniversite sınavına köle gibi çalıştı. Şimdi de tıp fakültesini bitireceğim diye gece gündüz çalışıyor. Yarın mezun olup hayatını kurtarmaya çalıştığı bir hastanın yakınları tarafından saldırıya uğrayabileceği düşüncesi beni şimdiden rahatsız ediyor. Oğluma “seni bir dövüş sporu kursuna” yazdıralım, kendini korursun dedim. Güldü. Şimdi salgın var, daha sonra bakarız dedi.
Zaman zaman yaşadığım olaylara bakıp arkadaşlarıma “Türkiye giderek yozlaşıyor. Psikopat ve sorunlu insan sayısı her geçen gün daha da artıyor. Ankara’da bile sokağa çıkmak artık bir risk. Her an biriyle dalaşma ihtimali var.” dediğimde arkadaşlarım “Biraz abartıyorsun. Tamam, sorunlar var ama senin söylediğin kadar değil.” diye cevap veriyorlardı. Onlara “teğmen olduğumda her bölükte en fazla bir psikolojik sorunlu asker olduğunu, yıllar geçtikçe bu sayının arttığını, hatta komutanlığına atandığım bir birliği teslim alırken eski komutanın söylediğine göre birlik personelinin neredeyse yüzde 30’unun sorunlu olduğunu, durumun çok vahim olduğunu” anlatıyordum.
Maalesef artık bu örneğe de gerek yok. Eskiden aileler, çocukları askere gittiklerinde Doğu veya Güneydoğu Anadolu’ya görevlendirilirlerse başlarına bir şey gelecek diye endişe ediyorlardı. Bugün tıp fakültesi veya sağlık bilimlerinin herhangi bir bölümünde okuyan bir çocuğun anne veya babası, çocuğunun mezun olup çalışmaya başlayınca başına bir şey gelebileceğinden endişe ediyorsa durumun vahametini anlatmak için söyleyecek başka söze gerek yok diye düşünüyorum. Bu sebeple konuyla ilgili tüm devlet görevlilerini gerekli en sıkı tedbirleri alarak bu rezalete bir son vermeye çağırıyorum. Sağlık çalışanlarına saldıranlara en ağır cezalar verilmeli. Hatta bu saldırganlara, aile içi şiddet olaylarında verilen cezalara benzer şekilde sağlık kurumlarına belli bir mesafeye kadar yaklaşamama cezası vermek bile düşünülmelidir.
Sağlık personeline de bir çağrım var. Sağlık sistemi içinde bu tür saldırılara katılanların bir veri tabanını oluşturun. Aynı İngiltere’de holiganların listesinin stadyumlarda bulunması ve bu listede olanların stadyumlara sokulmaması gibi bu kişiler hastalanıp sağlık ocağı veya hastaneye gelince içeriye almayın. Bir şekilde önlemleri atlatıp size geldiğinde ise tedavi etmeyi reddedin. İster hocaya ister üfürükçüye isterseler de veterinere gidip tedavi olsunlar. Sanırım bu saldırıların önünü kesmenin başka yolu kalmadı.
Hits: 20
OTORİTER ERDOĞAN VE HEGEMONİK AKP ANLAYIŞINI KABUL...
- 12 Eylül 2020
Türk Milleti (Hala) Asker Millet midir? Türkler As...
- 25 Eylül 2020